29 ekim ankara anitkabir zirvesi

zirve baştan sona şöyle gerçekleşmiştir:

uyandığımda saat 9,30'a geliyordu vızzzvıvızızvız (kaset ileri sarma efekti)metronun tandoğan çıkışına geldiğimde "ulan saat de yaklaştı kimse yok anasını satayım" ifadeleriyle etrafa göz atan bir adam vardı: kediye kafa atan mücahit fare. bir önceki zirveden tanıştığımız için merhabalaştık, hemen kenardaki kafeye oturup birer çay ısmarladık. vakit yaklaştı, geçmek üzereyken papağan geldi, derken diğerleri falan. zirvenin organizatörü onurkul geldiğinde hızını alamayıp etraftaki genç kızları da selamladı. bir ara çevre esnaf ve halkı da selamlamaya yeltendi lakin ısrarlarımıza dayanamayıp bundan vazgeçti. şimdi bir önceki zirvede yaptığımız gibi "zirveden portreler" çizelim:

papağan
"yapma yaptır" felsefesini benimsemiş yazar kişi. herkese şemsiye getirin diye diye bir hal oldu. baktık kendisinde şemsiye yok. o kadar adamdan biri de centilmenlik yapar nasıl olsa demiş, şemsiyesini getirmemiş sanırım. gel gör ki yağmur yağmadı, bilakis güneşli bir hava vardı.

çok paslı tabu oynuyor. tabu değil de futbol oynasaydı, bu kadar yüksek pas yüzdesiyle ronaldinho'nun yerine milan'a transfer olurdu sanırım. yine de gitmesi gereken saati erteleyip zirvede biraz daha fazla kalma çabaları gözümüzden kaçmadı.

fatihkul
bir önceki zirvede sohbet imkanı olmamış, darısı bir dahakine demiştik. bu sefer de aynı dileği tavla için yapıyoruz. sigarayı bırakmamı fırsat bilerek üstüme üstüme at sürüp beni 6-0 yendi. (son oyunda usta adam kendini ezdirmez diyerek marsı kabullendik) demek ki sigarayı bırakınca tavlayı da bırakmak lazımmış.

bir ara uzun saçlarını, sigara içişini gizli gizli süzdüm. şayet iki sene önceki halim olsaydı bizi abi kardeş sanabilirlerdi. zira onunki kadar uzun saçlarım ve dudağımdan eksilmeyen sigaramla bir hayli benziyormuşuz. ama vakit geçiyor be kardeşim...

onurkul
bize hakemim dedi, bugüne maç koymuşlar dedi, elinde bir çantayla zirvenin başında arz-ı endam edip sonuna kadar kayboldu. zirvenin başında kısacık zamanı değerlendirme adına bizim yanıbaşımızda arkadaşlarını bekleyen gencecik kızlara gaaayet samimi bir merhaba gönderdi ama sonuç hüsran... aldığı maç parasını taksiye verdiği, hatta üstüne de borçlandığı düşünülmekte. zirveden kız kaldıramadı ama taksiciye yazılma gibi bir fantezi ile aramızdan ayrıldı. geri geldiğinde bir yorgunluk vardı üzerinde, maç yönetmekten mi, başka şeyden mi bilinmez.

yüzünde doğal bir gülümseme hâli mevcut. hani western filmlerinde iki kovboy karşı karşıya gelir. düello yapacaklardır. gerilim artırıcı müzik çalarken iki kovboyun da eli silahlarının üzerinde gezinir, her an çekmeye hazır gibi. bu adamın yüzündeki gülümseme hali de aynen böyle vallahi.

kediye kafa atan mücahit fare
zirvenin başından sonuna kadar elinde bir dergiyle gezindi durdu. nah bu kadar kahvaltı tabağı istiyorum derken 4 kişilik bir ailenin doyabileceği bir tabak büyüklüğü tarif ediyordu. bir omlete razı olmak zorunda kaldı ve gözü doymadığından karnı da doymadı.

"ayakta tabu oynama" stratejisi ile aldığımız yenilgiyi hazırlayan faktörlerin başında geliyordu. tabi arada arkadaşlarının anlattığını "ulan şunu anlatıyor işte anlayınsana" diyerekten benim fısıldamam da etkili olmuştur.

biraz sohbet ettik. yakında kitabı çıkacakmış. bir imza günü organize ederiz dedik. abi dedi "kitap mart ayında piyasa çıkacak. ben de o tarihte piyasaya çıkarım. malum, kedilerle muhatap ola ola..."

kerameti kendinden menkul
saat 12 civarında buluşma mekanından transit geçiş yaptı. mücahit fare'ye bu da bizden dedim, yok dedi. abim dolaştı etti, kalabalık oluşunca direk yanımıza geldi. gözümüzden kaçmış değil, dedi ki kendi kendine "sap gibi orda durup gelene gidene aptal aptal uludağ sözlükten misiniz diye soracak adam mıyım ben? oldu olacak kırmızı karanfil takalım yakamıza. adamlar toplaşsın bir, nasıl olsa diğerlerinden ayırt edilir hale gelirler, gider merhaba derim..."

içinden geçeni yaptı. karizmayı çizmemek için buluşma mekanında beklemedi. kısa bir tur atıp ileriden topluluğu izledi. kalabalığın "sevgili uuserlar" olduğuna kanaat getirince yanımıza geldi.

matirx'te oynayan bir amca var ya, deri ceketli falan. onun türkiye versiyonu. her şey tamam, belki bir eksiği var, onu da topuklu ayakkabı halleder diye düşünüyorum.

havada bulut
sözlükte entry nick uyumu gibi bir moda var ya, bu adam nick'i kendine en çok uyanlardan birisi. tam havada bulut yani. gamsız kedersiz, dünyanın dönüşüne bile aldırmayan bir rahatlık var üzerinde. aldırmamazlık, boşvermişlik değil ama kelimenin tam anlamıyla rahatlık. ne diyelim allah bozmasın. ayrıca sohbeti çok keyifli, iyi bir tabu ortağı.

gothic evil
bildiğin hemşeri çıktık. ama muhabbet çabuk kesildi, o zara'danmış ben sivas'ın içindenim. eğer tuttursaydık, caminin köşesi, felangillerden ırıza'ya kadar gidecekti muhabbet. zirveye süpriz kontenjanından katıldılar. gençlerin hal hatırlarını soralım demişler, eksik olmasınlar "geleceğim deyip gelmeyenlerden" hayırlı çıktılar.

anıtkabir'e yürürken bir ara damla damla ter aktı alnından. ben, üzerinize afiyet biraz nezle olduğumdan hafif titriyordum. arkadaş hırkasını da çıkarmış almış eline... dedim ki "allah'ım alan da sensin veren de, hikmetinden sual olunmaz..."

caylakgeldimcaylakgidicem
zirveyle ilk teması uyku arasında oldu. mücahit fare, kendisini aradığında henüz güne başlamamıştı. zirveye geldiğinde de başlamamıştı aslında. sanki uykusu sonradan açıldı gibime geliyor. yazık, sabaha kadar barlarda kafelerde dolaşıp ekmek parası çıkarmak için fal bakıyormuş. zirveye geldiğinde, sevaptır sen de fal baktır da iki kuruş at dediler. hesabını ödeyelim diye yapmadığı övgü kalmadı.

bir ara felaket derecede acıktı. tavuk getirin bana diye mekanın garsonuna bağırmaya başladı. solunda ben oturup çıkmasını engellemesem bir kaç kişiyi rehine alacak kadar dönmüştü gözü. hani canlı tavuk getirseler direk ısıracakmış gibi bir hâli vardı. içim parçalandı.

tuba06
kendisi de zirveye sonradan katılan modelinden. geldi, kahvesini söyledi, sigarasını yaktı. tebrik ve takdir ettim. zira sigara içilecekse kahveyle, kahve içilecekse sigarayla içilmeliydi.

yemeği yedik, hemen köşedeki lokantadan çıktık, tabu oynayacağız. bir üst sokağın girişinde 2 kafe var. yok, muhterem ben biliyorum dedi taktı ekibi peşine. sevgili yazarları 7. cadde hacısı yapıp bir tur attırdı. bildiği falan da yokmuş. millet yediğini eritsin, bi kendine gelsin diye gezdirdi sanırım bizi... nitekim dönüp dolaşıp yemek yediğimiz yerin karşısına geldik oturduk.

redwinemania
o da gençlerin halini hatırını sorayım diye pastadan çıkan süprizlerden biriydi. tuba06 ile birlikte tabu kafe için döndükleri bir sokakta öyle bir kafe göremeyince "burası da kahve evi" repliği ile aslında turistik bir gezide olduğumuzu fevkalade kısa yoldan anlattı. bizi dolaştırıp yordular, sonra da tabu da yendiler. kafe arama bahanesiyle 1,5 km yol yürütmelerinin aslında taktik olduğunu anladığımızda iş işten çoktan geçmişti.

yemekte başına bela oldum, bir sigarayı ağız tadıyla yakamadı. ama kafede kalabalığı fırsat bilip arada bir tane götürdü sanki. yapma diyecek oldum aslında ama o ara fatihkul'un marslarından kaçmak için nefes nefese zar atmakla meşguldüm.

iktidarsız jigolo
bu adama sayfalar dolusu yazabilirim. 90'lı diyorum, başka da bir şey demiyorum. zira gıcık oldum.

rosava
zirvenin sonuna doğru geldi. belli ki oradaki insanları görmekten keyif alıyor. biz tabuda hezimete uğrarken sanki o karşı tarafta tavla oynuyordu ama sonucu duyamadık.

garfield
o da sonradan geldi. iftar zirvesinde nickimden fethullahçı olduğum kanısına varmıştı, yanıldı. bu sefer de yanıldı. ön yargıları çok. önünü kapatacak kadar çok hem de...

bart simpson not defteri
kendisi bir yazar nicki değil, bildiğin not defteri. kediye kafa atan mücahit fare sayesinde zirveye katıldı. anıtkabir'de kaybolmaya kalktı yakaladık, lokantada kendini unutturdu ben hatırlattım. eve sağ salim gitti mi bilmiyorum, zira tabu kafeden çıkarken kontrol etmemiştim.