bugün

jean jacques rousseau

Rousseau, romantik doğalcı akımın en önemli temsilcisidir. Romantizmi, özgürlüğü, sezgisel kendiliğindenliği, yalınlığı ve öznelliği savunmuştur. Bilimlerin ve sanatların ahlakı bozduğunu, mülkiyetin insanlara mutluluk getirmediğini, insanın uygarlaşarak özünü yitirdiğini düşünen Rousseau, bu bakış açısı içinde bir felsefe geliştirmiştir. Rousseau, insanın uygarlıktan uzaklaşıp doğaya dönmesini değil, doğanın ona verdiği yetenek ve becerilere dönmesini savunur. Yapıtlarının biçimi ve kullandığı anlatım tarzı bu eğilimin bir yansımasıdır. Rousseau, temelde 18.yüzyılın, bağnazlığa ve karanlığa karşı savaş vermiş büyük bir aydınlanmacı düşünürlerindendir. Rousseau, akıl yoluyla düşünceleri aydınlatmak yerine duygulara yönelir. Bazı yapıtlarında tartışmacı bir anlatım tarzını benimsemesinin sebebi, duyguların ve duyuların bozulmasını topluma en iyi böyle anlatabileceğine inanmış olmasıdır. Zaten yapıtlarından ikisi söylev tarzındadır: “Bilimler ve sanat üzerine söylev”(Birinci söylev) ve “insanlar arası eşitsizliğin kaynağı üzerine söylev”(ikinci söylev)

BiLiMLER VE SANAT ÜZERiNE SÖYLEV

Rousseau, çağdaş uygarlığın insanı iyileştirmek yerine yozlaştırdığını düşünmekteydi. Uygarlıkla ilgili düşüncelerini ilk kez 1750’de, Dijon Akademisi’nin “Bilim ve sanattaki gelişmeler, ahlaki yaşamda bir gelişme sağlamış mıdır?” konulu tartışması için yazdığı ‘Bilimler ve Sanat Hakkında Söylev’de açıklama fırsatı buldu. insanlar karşısında olduğu kadar, toplumun kuralları, uzlaşmaları ve yükümlülükleri karşısında da uzlaşmaz bir tutumdaydı. Bilimler ve Sanat Üzerine Söylev’de Rousseau, gerçekte geçmişe özlemle bakar ve yeni yeni gelişen kapitalizmi, onun ahlakını eleştirir. Bu yapıtında, uygarlığa tepkisini ortaya koyar. Ona göre ilkel toplum, insanın insanı sömürmediği, lüksün ve eşitsizliğin insanın ahlakını bozmadığı bir özgürlük ve eşitlik toplumudur. Uygar toplum ise, insanın iyi doğasının bozulup, erdemlerini yitirdiği, özgürlüğün yerini tutsaklığın aldığı bir toplum olarak görülür.
Rousseau, filozoflara karşı çıkıyor, “Sanatlarımız ve bilimlerimiz yetkinliğe ulaştığı ölçüde, ruhlarımız bozulmuştur” diyordu. Ancak kendisiyle de çelişiyor ve “Bilimler ve sanatlar, kaynaklarını kötülüklerimizden almalıdırlar. Devleti gerçek bilginler yönetmelidir. Bilimler ve sanatlar vakit kaybettirir, lüks yoluyla gevşetir, zevki bozar, erdemleri öldürürler. Filozoflar şarlatandırlar.” diyerek bir tür terör yarattı. Rousseau, bu eserinde bilim ve sanatlarda ilerleme gerçekleştikçe, dünyanın her yerinde, insan topluluklarında geleneklerin bozulduğunu göstermiştir. Böylelikle döneminin genel kabulüne ve nezaketine karşı çıkar: Aydınlanma çağındaki gelişmeler geleneklere esneklik, bireylere incelik getirdi. Ancak, eğitimli olmak ahlaklı olmak değildir diyerek Rousseau, yüzeysel kibarlığın aldatıcılığını, farklı olma arzusunun, değer kazanma isteğinin ikiyüzlülüğe dönüşümünü ortaya koyar. Böylece olmak ve görünmek gibi, insanın kendisiyle ve başkalarıyla bağlantılı olan ikiliklerini belirler. Bunlar onun toplumun ahlaksal eleştirisini yaparken dayandığı eksenlerdir.
Birinci söylevin yani “Bilimler ve Sanat üzerine söylev”in belirgin özelliği, Rousseau’nun bilim ve sanatların gelişimi ile zenginlik arasında kurduğu bağlarda görülmektedir: “Toplumdan ve yarattığı lüksten serbest ve mekanik sanatlar, ticaret, edebiyat doğmuştur ve bu gereksiz şeyler, sanayinin gelişmesine, devletlerin zenginleşip yok olmasına yol açmıştır.”
Birinci söylevdeki başat konular, cumhuriyetçi konulardır: Para ile savaş arasındaki Makyavelci karşıtlık, bedensel güçlülüğün önemi, erdemin “ruhun gücü ve sağlamlığı” biçimindeki tanımı ve özellikle erdemin sorgulanması ya da yozlaşmaya direnip varlığını sürdürebilme gücü. Gerçekte Rousseau, tüm aykırı kişiliğine karşın bir yıkıcı değildi ve bilimleri ve sanatları suçlarken, insanın mutsuzluğunda onları baş etken görürken belli ki onların yüzyıllar boyu kötü kullanıldığını anlatmak istiyordu

EŞiTSiZLiĞiN KAYNAĞI ÜZERiNE SÖYLEV

Eşitsizliğin kaynağı üzerine söylev, aldatıcı ve zorlayıcı toplumsal ilişkilerin, bozulmuş ahlaksal değerlendirmenin temelini oluşturur.
Bu yapıttaki amaç, eşitsizliğin kaynağının doğa yasaları olup olmadığını bulmaktı.
Rousseau, Söylev’ine, insanın tarihini yalancı kitaplardan okuması yerine doğadan öğrenmesi gerektiğini söyleyerek başlar. Rousseau’ya göre, doğa halinde birey özgür ve bağımsızdır. Doğa, insanı iyi bir varlık olarak özgür ve mutlu yaratmıştır.
insan temelde iyi ve ahlaki bir varlıktır. Onu kötüleştiren topluluk yaşamıdır. Yozlaşmanın önemli adımlarından biri mülkiyettir. Rousseau’ya göre, mülkiyet, eşitsizliği daha da ileri boyutlara götürmüştür. insanlar mülkiyeti korumak için yasal ve siyasal bir düzen oluşturmuş; böylece dünyanın hiç kimseye ait olmadığı doğal durumdan biraz daha uzaklaşmışlardır.
Rousseau’ya göre eşitsizlik, insanın doğallığını ve saflığını yitirmesine yol açan uzun toplumsallaşma sürecinin parçası olarak görülmelidir. Rousseau, iki tür eşitsizlik olduğunu söyler: “Birinci türden eşitsizlikler” ve “ikinci türden eşitsizlikler”.
Birinci türden eşitsizlikler: Fiziksel güç, enerji, akıl gibi büyük ölçüde doğuştan var olan eşitsizliklerdir. ikinci türden eşitsizlikler, yapaydı ve toplumsal koşulların farklılığından kaynaklanıyordu. Rousseau’ya göre, eşitliği sağlayacak en önemli araç vergi idi. Vergilendirmenin amacı, devlete para sağlamaktan çok, “servet eşitsizliğinin sürekli biçimde artmasını önlemek olmalıydı”. Rousseau, insanların ve malların güvenliğinin ancak cumhuriyetlerde sağlanabileceğini, çıkarla adalet arasındaki uyumun, yalnızca alışverişin karşılıklılığını değil, ortak olanın siyasal boyutunu da gerektirdiğini belirtir: “Haklının ve haksızın gerçek ilkelerini insanlar arasındaki özel ilişkilerde değil, herkesin yararını gözeten temel evrensel yasada aramak gerekir.” Rousseau, ikinci Söylev’de insanın doğasında iyiliğin var olduğunu ve bunu kanıtladığını düşünür. Ona göre duygu, kanıtlamaya dönüşmüştür: Eşitsizliğin Kökeni Üstüne Söylev’in amacı da budur.

ROUSSEAU ve DEMOKRASi
güncel Önemli Başlıklar