bugün
- 14 şubat sevgililer günü8
- nervio17
- gram altın 3410 lira oldu11
- sözlük kızlarına çiçek alıyoruz kampanyası8
- yaşasın kbb den randevu aldım10
- v a m p i r o v9
- tarikatlara tapan cahil kitle9
- 13 şubat 2025 az alkmaar galatasaray maçı45
- garibanlığı savunmak13
- 13 şubat 2025 fenerbahçe anderlecht maçı22
- normal sözlükte bize mülteci denmesi olayı23
- uludağ sözlüğün dirilmesi39
- deniz manzaralı küçük bir kasabaya yerleşme hayali21
- berat kandili21
- erdoğan'ın 3 uçakla asya gezisine gitmesi18
- bülent ecevit24
- survivor seda ve pınar arasında yaşanan gerginlik10
- sözlüğün kapandığı gece25
- mangal yakamayan erkek11
- güzel kızlarının uzun zamandır sözlüğe girmemesi8
- mansur yavaş vs ekrem imamoğlu21
- hesaptan sonra bırakılacak bahşiş miktarı sorunu11
- küresel ıkınma18
- chp'li esenyurt belediyesi nden büyük vicdansızlık8
- true yetkili olsun kampanyası8
- gelmiş geçmiş en depresif türkçe şarkı9
- zall'ın sanki bizi istememesi13
- ankara11
- galeride görseller neden açılmıyor sorunsalı8
- arkadaşlar selam buyrun kahve içelim10
gel
bata
çıka
çıkalım
düşe
kalka,
gide dura,
güle ağlaya...
sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir 'palas palas'ta;
oturup fotoğraflarına baktım, yazı makinamın içinde
külleri temizledim. sokağa çıktım, yasak yürüdüm;
üzerime
adını almayı unutmadım...
yollara dokunmadım, kedilere, camlara dokunmadım;
yıldızlara... yıldızlara hiç dokunmadım,
dokunsam düşecektin...
sonra geceye şiirler okudum bitti
bitmedin!
bilsen ne çıkar; hem nasıl bileceksin?
(sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım...)
şimdi sokaklardayım, sokaklarda...
adın satırbaşlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç.
şimdi sokaklar bile esniyor, uyumayı bilmiyorum...
yanmamış bir gaz sobasının yerlere dökülmüş artıkları
soluğumu kesiyor. soba boruları kırık camlardan dışarıya uzuyor;
dışarıda kar, dışarıda rüzgar esiyor;
uykusuzluğa uyuyorum...
dört battaniye aldım üstüme,
üşüyorum feride;
kalkıp şiir yazacağım,
ama hep şiir mi yazılırmış kuşatılmış gökyüzüne?
yine o gitmelere gitmeden
seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte
başka nereye giderim söylesene?
sonra bir bakıyoruz biz kokmuşuz biz bize
taşıdık, taşındık bitti
öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle
feride, kız, geldim işte
ağlama, şişmanlarım yine
yine sevişiriz sur dibinde bahar gelince
feride, bu sen misin, nasılsın söylesene?
ellerin... ellerin nerede?
bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece
üşüyorum bana bir palto bul feride
ya da aç ğöğsünü ısınıp kalayım öyle
geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine
gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
yok, gitme!
gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
özlemeyi yutkunuyorum
sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor
yok, gitme!
gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle
diyorum ki bir koluma seni
çıkınca
diğerine ülkemi
gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri
benim yüzyılım hani?
çarşılar çarşı mı şimdi?
bana bir ülke getir feride
üstünde masmavi bir gök olsun
saçlarını çöz, sağrılarını
ıslak taylar gibiyim
ve tenin senin
doludizgin bir ülke.
gözlerimin ortasında
gözlerinin ortası
tenini hatırlat tenime
bana aç vücudunun deltalarını
kadın kokunu ver
sulamak için rahminin kıraç topraklarını
şimdi aşk,
önce!
(bu sensin
ve sensin
bu terin ve tenin ıslaklığı
kal öyle
ısıt gözlerimi gülüşlerinle...)
birazdan kapılar kırılacak belki de
birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
biz diz kırarken sinesinde sancının
yolunur papatya, deşilir ten ve yara da
çünkü ölmek günleri biraz da
gülmek günleri (de), inadına
gün gülümsemeleri ardında
gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça dağlaşmak
ve dağları sevmeye yaraşmak
yaraşmaya yanaşmak günleri...
sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durmayım güvertelerde gözlerine...
her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım
bu yangı kabardıkça çok yanacağım!
farkında mısın infazlara ayarlı saatler yine
bu kabartma geceleri susmak böyle...
caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun
bak bakalım beni mi arıyorlar?
ne geziyorlar gecede yarasa gibi?
bakarken görünmesin ğöğüslerin pencereden
yollar bir çift gül görmeye alışık değil...
tan atacak birazdan geceyi yırtarak yine
saçların da dağınık, her yanın ter içinde
feride,
sen bu kadar akıllının içinde nasıl
nasıl delisin böyle?
bata
çıka
çıkalım
düşe
kalka,
gide dura,
güle ağlaya...
sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir 'palas palas'ta;
oturup fotoğraflarına baktım, yazı makinamın içinde
külleri temizledim. sokağa çıktım, yasak yürüdüm;
üzerime
adını almayı unutmadım...
yollara dokunmadım, kedilere, camlara dokunmadım;
yıldızlara... yıldızlara hiç dokunmadım,
dokunsam düşecektin...
sonra geceye şiirler okudum bitti
bitmedin!
bilsen ne çıkar; hem nasıl bileceksin?
(sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım...)
şimdi sokaklardayım, sokaklarda...
adın satırbaşlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç.
şimdi sokaklar bile esniyor, uyumayı bilmiyorum...
yanmamış bir gaz sobasının yerlere dökülmüş artıkları
soluğumu kesiyor. soba boruları kırık camlardan dışarıya uzuyor;
dışarıda kar, dışarıda rüzgar esiyor;
uykusuzluğa uyuyorum...
dört battaniye aldım üstüme,
üşüyorum feride;
kalkıp şiir yazacağım,
ama hep şiir mi yazılırmış kuşatılmış gökyüzüne?
yine o gitmelere gitmeden
seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte
başka nereye giderim söylesene?
sonra bir bakıyoruz biz kokmuşuz biz bize
taşıdık, taşındık bitti
öpüp durma üç numara traşlı kafamı öyle
feride, kız, geldim işte
ağlama, şişmanlarım yine
yine sevişiriz sur dibinde bahar gelince
feride, bu sen misin, nasılsın söylesene?
ellerin... ellerin nerede?
bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece
üşüyorum bana bir palto bul feride
ya da aç ğöğsünü ısınıp kalayım öyle
geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine
gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
yok, gitme!
gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
özlemeyi yutkunuyorum
sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor
yok, gitme!
gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle
diyorum ki bir koluma seni
çıkınca
diğerine ülkemi
gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri
benim yüzyılım hani?
çarşılar çarşı mı şimdi?
bana bir ülke getir feride
üstünde masmavi bir gök olsun
saçlarını çöz, sağrılarını
ıslak taylar gibiyim
ve tenin senin
doludizgin bir ülke.
gözlerimin ortasında
gözlerinin ortası
tenini hatırlat tenime
bana aç vücudunun deltalarını
kadın kokunu ver
sulamak için rahminin kıraç topraklarını
şimdi aşk,
önce!
(bu sensin
ve sensin
bu terin ve tenin ıslaklığı
kal öyle
ısıt gözlerimi gülüşlerinle...)
birazdan kapılar kırılacak belki de
birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
biz diz kırarken sinesinde sancının
yolunur papatya, deşilir ten ve yara da
çünkü ölmek günleri biraz da
gülmek günleri (de), inadına
gün gülümsemeleri ardında
gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça dağlaşmak
ve dağları sevmeye yaraşmak
yaraşmaya yanaşmak günleri...
sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durmayım güvertelerde gözlerine...
her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım
bu yangı kabardıkça çok yanacağım!
farkında mısın infazlara ayarlı saatler yine
bu kabartma geceleri susmak böyle...
caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun
bak bakalım beni mi arıyorlar?
ne geziyorlar gecede yarasa gibi?
bakarken görünmesin ğöğüslerin pencereden
yollar bir çift gül görmeye alışık değil...
tan atacak birazdan geceyi yırtarak yine
saçların da dağınık, her yanın ter içinde
feride,
sen bu kadar akıllının içinde nasıl
nasıl delisin böyle?
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar