bugün

entry'ler (37)

yalnızlık

olması gereken bazen. yol verip devam etmek gerekir bazen. sorular bırakmaz yakayı, "doğru mu yaptın? onsuz nasıl olacak" diye ama aslında karar çoktan verilmişti. birisinin ipi çekmesi gerekiyordu. ne garip değil mi? bütün insanlar aynı şeyleri yaşıyorlar, ama bir o kadar da şahsa özel yaşanan bu yalnızlık.

gündüzler kısalmaya başlayınca içi kaplayan hüzün

hele de yaz bok gibi geçtiyse "al işte kış, günler de kısaldı." diye daha bir hayıflandırır.

özgü namal

çok kilo almıştır. kısa sürede formuna kavuşması ümidiyle.

tahammül eşiği

her insanda olan bir eşiktir. o eşiği geçtikten sonra kimsenin gık demesine katlanamaz, konuların uzatılmasından dolayı sinir krizlerine girersiniz. evet, artık sinir krizi bir tık ötenizdedir. zamanında ne kadar anlayışlı, ne kadar makul, pamuk bir insan olursanız olun; tahammül eşiğinizi aştıktan sonra sinir hastası gibi dolaşmanız kaçınılmazdır.

boşverirsiniz, hiçbir tartışmaya girmezsiniz. sizi tartışmaya sokmaya çalışan aile yahut arkadaş herhangi bir insanı daha diyaloğun başında itin götüne sokar, uzaklaşırsınız.

isyan edersiniz, bugüne kadar varolan bütün neşenizi, hayatı güzelleştiren bir insan oldğunuzu anımsar, o halinizden eser kalmadığını görüp hayıflanırsınız. düzelmek için beklersiniz. eski günlere dönmek için. yeni bir başlangıç lazımdır.

işin kötüsü de sizi bu hale getiren büyük ölçüde annenizdir. babanız öldükten sonra hepten sizin üzerinize kalmış olan anneniz sizin ruhunuzu, resmen ruh emici gibi emmiştir. dırdırıyla, takıntılarıyla ve halüsinasyonlarıyla size emzirdiği sütü burnunuzdan getirmiştir.
bunun üstüne bir de dikiş tutturulamayan anlayışsız ilişkiler, kıymet bilmeyen sevgililer, kafa siken arkadaşlar, hem okuyup hem çalışmak ve bütün parayı eve vermek gibi etkenler sizin sinirlerinizi saç telleri kadar inceltmiştir artık. zerre tahammülünüz yoktur. sinir hastası anneniz bile size yanaşmaya korkar olmuştur.

cinnet geçirenleri anladığınız an da bu andır aslında. insan denen mahlukata tahammülünüzün kalmadığı bu zamanlardır cinneti çözmeye başladığınuız zamanlar. aynaya bakarsınız, eskiden herkesi büyüleyen o gülümseme yoktur. gözlerinizden fışkıran hayat enerjisinin yerinde yeller esmektedir. size bir zamanlar hayran insanlardan biri olan teyzeniz, size sarılıp "sana ne oldu böyle" diye ağlar.

tek istediğiniz çekip gitmek. kimsenin size müdahale etmediği bir hayatı yaşamak. bu kadar zor mu? bu kadar imkansız mı?

bir insan henüz 20 li yaşların ortasında bu kadar yıpranabilir mi?

çilesi 9-10 yaşlarında başladıysa yıpranabilr. hayatı insanları idare etmekle geçtiyse, yıpranabilir.

tahammül eşiğini aşmış bir insana tek tavsiyem; yazmasıdır. yazdıkça rahatlar bu insan. kustukça rahatlar. yoksa cinnet kaçınılmaz.

ağlamak

rahatlatıyor lan. vallahi rahatlatan bir şey ağlamak. katıla katıla ağladıktan sonra resmen bir hafifleme geliyor bana. ağlamak iyidir.

arkadaşla baş başa bırakmayan sevgili

kısa bir süre sonra ivedilikle terkedilecektir. yaşamayan bilmez, bu çekilir bir dert değildir. sevgili, sadece ona kanalize olmanızı, sadece onunla ilgilenmenizi, at gözlüğü takmanızı ve kendinizi unutmanızı istemektedir. bırakın arkadaşı, aileye ayrdığınız vakitinizi bile dert edecektir bir süre sonra. yaşadık biliyoruz.

susmak

mutluluktur gene, bakma sen.

maddi manevi tükenmiş insan

emek vermek veya ilerlemek değil, sessizliğe gömülmek ister.

bir insanı hiç sevmeyip nedenini de bilememek

muhakkak sevmeyeceğiniz bir mimiği, bir lafı, bir bakışı olmuştur. şahsen ben tanıştığımzda bana içten gülümsemeyen, hadi gülümsemeyebilir, en azından nazik olmayan bir insanı sevemem. hepimizin dikkat ettiği hususlar vardır böyle.

eski sevgiliye gönderilecek tek şarkı

Sen akıllanmaz gözü doymayan birisin
Çok uğraşsam da sevgilim değişemezsin
Boşuna vakit harcayamam
Değmez ki hiç kaybolur zaman
inan bana bulunmayan hint kumaşı da değilsin
Yok karar verdim ayrılmaya kesin senden
Boş vaadlerin de geçersiz benim için
imkan yok yaranamam sana
Bil ki artık bu son elveda
Ağzınla kuş tutsan bile çekilir gibi değilsin

Eline gözüne diline de dursun
Buraya kadar sana uğurlar olsun
Elini veren kolunu kaptırır da
Sonunda iyi gülen hep sen olursun

nasıl iyi geldi gece gece ajda pekkan. o tarihlerde de yaşanıyormuş böylesi. yalnız hissetmedim.

bilmemek özgürlüktür

(bkz: cehalet mutluluktur)

16 yaşındaki liseli kıza şehvetle bakan öküz

öküzdür orası doğru. hayvanın önde gidenidir.

lakin arkadaşım 16 yaş dediniz de, şahsen 16 yaşındaki kuzenimi ve arkadaşlarımı düşünüyorum şu an. kendisinden 7-8 yaş büyük olduğum halde, kızı benimle yaşıt sanıyorlar. saç, makyaj, kıyafet o biçim. bir giyiniyor ki, şallar, şort altına topuklu çizmeler, çağla şikel kim yanında.

hal böyleyken, 16 yaş biraz büyük kaçmıyor mu?

öküze lafım yok. adam öküz.

ama ben 16 yaşından sonra hiç değişmedim mesela.

16 yaş, hele de yeni nesil için, kadın görünümüne kavuşulan bir yaştır.

yaşı 14'e çekmek gerek. hatta 13. çok değişti nesil arkadaşlar. artık popüler mekanlarda kırıta kırıta boy gösteren genç kızlar, 16-20 yaş arasında. sad but true.

giydiği her şey yakışan kız

göğüsleri çok iri değildir.

göğüs iri oldu mu, ne giyse abes, ne giyse şişman.

uludağ sözlük

yazarları ve okurları, okudukları entry ler konusunda biraz daha hassas olup oylamayı tercih etseler, dadından yenmeyecek oluşum.

her neyse

hayatta en sık kullanılması gereken kelime grubu.

"her neyse, her şeyin koy götüne".

biten bir ilişkiyi boşa harcanmış zaman saymak

yanlıştır.

o ilişki yaşanmasa da, o zaman bir şekilde geçecekti. kimbilir, belki de daha yalnız, daha mutsuz geçecekti hem de. bu hataya düşen insanın, olaya bir de bu taraftan bakmasını tavsiye ederim.

gerisi, önümüzdeki maçlar.

sevgilisini tek başına ukrayna ya yollayan kız

alnından öpmek istediğim kızdır.

yalnızlık

şahsen kısa bir zaman önce kalbimi, ruhumu siken bir durumdu yalnızlık. sevdiğim insandan ayrılmştım ve mutsuzdum.

gel zaman git zaman bu mutsuz ve umutsuz halim değişmeye başladı. karşınızdaki insanın, bir parça yürek acısına bile değmediğini farkedince, sizi hayal kırıklığına uğratınca, aslında yalnızlığın dost olduğunu anlıyorsunuz.
etrafında hoşbeş ettiğin birkaç arkadaş, hobiler, kendinle başbaşa kalmak, yeni insanlar tanımak; evet aslında "yalnızlık" budur.
yalnız insan özgür insandır. ha tabii ki, yük olmayan bir insanla hayatı paylaşmak çok daha güzel olur lakin, yalnızlığı da sevin. yalnızlığınızı severseniz, kendinizi de seversiniz; kendinizi severseniz de insanlar tarafından sevilirsiniz.

kpss yi kazanıp kerhaneye müdür olarak atanmak

(bkz: agaya beleş)

sevgiliyi tek başına bara göndermek

normaldir. "sevgililik" göbek bağının bir kesilmesi demek değildir. kimlerle gittiğini biliyorsanız, aradığınızda açıyor veya mesajlarınıza cevap veriyor ise, gece de nereye gittiğini de biliyorsanız ve iletişim kesilmiyorsa, arkadaşlarıyla eğlenmesinde ne gibi bir beis olabilir?

"ortamdaki elemanlar/kızlar keser ama aşkımı, ben kaldıramam böyle bir şeyi" diyorsanız, sizi lise sıralarına geri alalım. nefes bile almasın sevgili oldu olacak. hayır yani zamanında tanıdım böyle "sevgilime benden başka göz değmesin" diyen bir insan, sevgilinin topukları kıçına vurmuştu terkederken.