bugün

entry'ler (396)

avrupa nın abartıla abartıla bitirilememesi

ab rüyası ile yanıp tutuşan fakir dostlarımın içine düştüğü sonu olmayan bir girdap şu avrupa hayranlığı. oysa bir dana scully edasında yaklaşacak olursa olaylara, tüm gerçekler pahalı, çılgn bir elmas gibi parlayacak.
avrupa denilen eski , dandik kıtanın kıdemli sakinleri kimler? almanya, fransa, ingiltere . gerisini salla gitsin. isviçre'nin bankaları , gölü bir de saatleri güzel. hani anlat da milliyetçi kılcallarımız şahlansın desen iki tane savaş anlatamazlar! lüksemburg, licht...her ne skimse işte onlar zaten açık arttırmaya çıkarsa arazileri gider ülkeyi alır gelirim. belçika desen cacık olmaz, tampondan başka bir şey değil. hollanda, izlanda iklimden olsun mali yapıdan olsun batıp batıp çıkan ülkeler. meteor çarpacak olsa astronot kıyafetimi giymem onlar için, bırak kurtarmayı. balkanlar zaten tam avrupa sayılmaz...baltığın çocukları iskandinav tanrılarına inananlar falan kafası güzel, kuzeydeki ışıkları seyreden elemanlar. dokunmayın dursunlar...hani ispanya, portekiz zaten başta saydıklarımın yanında cin ali serisi kadar önemli olabilirler ancak.

gelgelelim fransa dediğiniz de insan yerine koyup karşına alıp konuşmaya değmez. skimsonik şehirlerinde yer soruyorsun, ibne bildiği halde ingilizce cevap vermiyor . bu ukala dümbelekleri hala kendilerini demokles'in kılıcı, lüle saçlı kutsal yargıç falan sanıyorlar galiba. ırkçı lavuk sarkozy de bir gitsin sülalesini araştırsın, ne kadar franzsız görelim. org kılıkı türk düşmanı seni. carla da bomba gibi ayrıca, senin çapın yetmez o kadına canım benim.yazık oluyor.
almanya da hala phoenix ayaklarında, avrupa'nın en güçlüsü diye kendini bir sik sanıyor. lan dangoz ırkçılar, ezdiğiniz adamlar kaç cihan imparatorluğu kurmuş açın okuyun, zorunlu almanca dersi sokacağınıza bunları bir öğrenin önce.
ingiltere denen cücükler kraliyet yalakası, my majesty diye diye skip attılar dünyayı. şimdi gelmiş abd denen ülkeye hizmet ediyorlar. ay, ne kadar ironik! lan iskoçlar nasıl bu sefillere köle oluyor anlayabilmiş değilim.

abartılacak pek de bir şeyleri yok bu ibibiklerin. boşuna mösyö, dük falan pozu yapmayın. ab diye ağlak vaizler gibi hüzünlenmeyin. gerek yok canlarım, üç kuruş daha fazla param olsa gidip satın almam yani bu ülkeleri o derece. carla'yı alırım ama, o başka.

geçen haftanın en beğenilen entryleri

her ne kadar skimde olmasa da bu seviyeyi görmek istemsiz olarak içimin ürpermesine, tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyor. hala zeka kırıntısından yoksun esprilere, milyonlarcasına şahit olabileceğimiz absürd yaşanmışlıklara, cin fikirli kelime oyunlarına gülüyorsunuz. ben burada durumdan çok durumun nasıl izah edildiğine bakarım. kullanılan dile, olaya yaklaşım biçimine. şimdi yaşadığı hiç de komik olmayan bir olayı olduğu gibi -arkadaş çevresinde anlatıyormuş gibi- anlatan adama niye güleyim lan ben? hayır, yapmış olduğu şeyin değeri madem üslubundan kaynaklanmıyor ,fikriyatından kaynaklanmıyor ne diye oyluyorsunuz canlarım?

arkadaşların birbirine yaptığı esprilere samimiyet bonusu mahiyetinde oy vermek bana mantıksız geliyor. vodvil tadındaki küçük aptal eserlerinize de anlam veremiyorum. düştüğünüz aptalca durumları anlatıp prim yapmanıza da. türlü türlü acılarınızı , türlü türlü mutluluklarınızı paylaşın. dediğim gibi çok da skimde ...yalnız bunların nasıl en beğenilenlere girdiğini anlayabilmiş değilim. bu kadar mı duygusallığa, dert ortaklığına, kaybeden kardeşliğine rağbet eden bir kitlesiniz? hiç ama hiç anlamıyorum bu tavırlarınızı canlarım.

beyaz atlı prens hayali kuran ev kızı

depresyon efendisi olmaya çalışan bir sürü çirkin kız var. proust tasvirleri, virginia woolf hayranlığı ile bezenmiş inanılması güç eserler veriyorlar. kendilerini tutunamayan yapıp , postmodern şiirleri ile kitap fuarlarında intihara meyilli okurlarına imza dağıtıyorlar...şirketinde üst kademelere yükselmeye çalışan bir sürü işkolik çirkin kız var. fizibilite raporlarının üzerinde uyuyor , her gün daha kalın çerçeveli gözlük ve daha iyi ütülenmiş bir gömlek ile işe geliyorlar. çoğunun gazetesi eve geliyor, kahve içip gençliğin boka battığından bahsedip duruyorlar...

bir de ev kızları var; o tüm lineer kurgulu, skimsonik nostaljik aile romanlarındaki gibi tasvir edebileceğimiz kızlar. bu masum kızlar varoluşsal kaygılar sonucunda başka başka uğraşlara sürüklenmiyor, sevgisizlikten kendilerini başka bir şeye adamıyorlar yukarda bahsi geçen tipler gibi. bunlar ,fakir ama gururlu kızlar, başka işlerle uğraşmıyor ve kendilerini kurtaracak o masal kahramanının yolunu gözlüyorlar. tamamen erkeğe biat, tamamen kendini aciz görme, tamamen fukara psikolojisi. diğerlerinin yaptığı da büyük zayıflık ama en azından bunlarınki kadar sonuçsuz çırpınışlar değilller.

en son ne zaman seviştiğini hatırlayamamak

kasabanın dekor olduğunu çin malı televizyonlardan bile anlayabildiğiniz ucuz hollywood filmlerindeki o soluk fotoğraftaki örgülü saçlı çilli kızı hatırlayanınız vardır. yine istismar sinemasında en çok istismar edilen sarkık göğüslü kuzey avrupalı sinema emekçisi kadını da hatırlıyorsunuz kuşkusuz. bir de bonanza vardı, hatırlarsınız . clark gable vardı, hani her amerikalı kadının terler içinde uyanmasını sağlayan adam. sonra...sonra bir sürü şey vardı ve hepsi o kadar gereksizdi ki. siz bunları hatırladınız, daha nicelerini hatırlıyorsunuz...ama en son ne zaman seviştin diye sorsam başınızı öğe eğip bir zeynep değirmencioğlu hüznü yaratırsınız.

elbette mitolojik karakterler kadar heybetli değilsiniz. yeterince paranız olmadığı için manhattan adası kadar mesafeden eve yürüyorsunuz falan...kendinize göre sebepleriniz var ama bu kadar çok çeşidin olduğu bir şarküteri dükkanında kendinize göre et bulamamanız beni çok şaşırtıyor. izbe mekanlarda, sağlıksız koşullarda da olsa sevişir be insan! inanamıyorum hala korku filmi bakiresi gibi gezmenize. her şarküteride kalite kalite sucuklar , salamlar varken sizin payınıza nasıl bir şey düşmez, nasıl bu kadar süre sevişmeden yaşayabilirsiniz. fakirliğin, çekingenliğin, kaybedenliğin , her şeyin bir sınırı var canlarım. aklım böylesini almıyor doğrusu.

başarılı olanları uzaktan izlemekle yetinmek

bazı insanlar dünyanın boktan bir yer olarak kalmasının delilidirler. onlara baktıkça neden hiçbir şeyin düzelemeyeceğinin yanıtını alırsınız. varlıklarını anlamlandıracak , etrafa fayda sağlayacak hiçbir şey yapmadan ; üstüne üstlük tam bir pislik gibi davranarak yaşarlar. tek yaptıkları seks, alkol gibi şeylere saplanıp zayıflıklarını belgelemektir. bazıları pasifize bir yaşamı seçer. hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini kabullenmiş sefillerdir bunlar. onların acizliğinden ben utanıyorum. sizin işe yaramaz pislikler olmanızı içime sindiremiyorum. imkanınız varken hiçbir şeyi değiştiremeyecek kadar yılgın, bitik olmanızı kabul edemiyorum.

bir filmin neden kült olduğunu tartışıp ,o küçük çevrenize hapsolup sadece uzaktan hayranlığınızı belirteceğinize daha iyisini yapmayı deneyin. birayla yıkanıp kendinizden geçtiğiniz, o sefil hayatınızı bir süreliğine de olsa unuttuğunuz o konserlerde sahnedeki adamlara pagan tanrıları gibi davranacağınıza müzikal değeri olan bir şeyler yapmaya çalışın. sürekli ulaşamayacağınız kızların fotoğraflarına bakıp onlara sahip olanlara küfredeceğinize kadın ruhunu çözmeye, o kızlara ulaşmaya çalışın. tüm yaptığınız saklanmak. savaşacak kadar gücünüz olmadığı için sadece seyirci kalıyorsunuz. sadece izliyorsunuz başarılı olanları. onların yerinde olacak ne cesaretiniz ne de gücünüz var.

sizi üretimi kutsallaştıran bir ideolojik söylemle etkilemek niyetinde değilim. hem ideolojiler umrumda bile değil. hepsi beş para etmez manipülatif safsatalar. ben sizin zavallılığınızı fark etmenizi istiyorum. hayattan kaçmamanızı istiyorum. hep kaybeden olmanız, aptal felsefelere sığınıp kaybedenliğinizi yüceltmeniz midemi bulandırıyor. kalkın o kıçıkırık yataklarınızdan, atın bu kaybetmişliği üzerinizden...ya da hiçbir şey yapmayın, böyle yaşayın böyle ölün. size üzülecek değilim.

donnie darko

insan, mutant, her türden canlı şimdi muhtemelen kızacak ve bir yerlerinden skimsonik britanya masalı ejderhası gibi ateşler püskürtecek lakin bu benim yazmama engel değil. hayır , yazmasam da olur ; ben "hayatta kalmak için yazıyorum" diyenlerden değilim. bu arada postmodernizmin de canı cehenneme...

şimdi bu filmden türlü türlü çıkarımlar yapanlar, uçak motorunun eve düşmesini salak antik yunan ağlak metinlerinde sıklıkla rastlanan deus ex machina'ya bağlayabilirler. ben de bağlarım; ama kasarsam! evrende etki tepki prensibinin hakim olduğunu , yaptığımız tercihlerin sonuçlarının olacağını ve hayatın tercihlerden oluştuğunu biliyoruz. biliyor muyuz? biliyoruz canlarım, biliyoruz...gerek lise kitaplarından , gerekse de o loser japonların kolpa animelerinden biliyoruz. mesela şimdi benim bir yakınım ölüyor diye herhangi bir okul otobüsündeki tüm çocuklar kurtuluyor...evet, hiç inandırıcı bir örnek olmadı bu.

bir nesneyi artifact olarak tanımla ve zamanda yolculuk felsefesi isminde senaryoya hizmet eden sahte bir kitap yaz. paralel evrenlerin esas yaşadığımız evreni kara delikler vasıtası ile yok edeceğini söyle. artifact'i primer evrendeki varlığını sebep sonuç ilişkisine göre anlamlandırmaya çalışacak bir alıcı ile ölü bir mentör ekle. arkaya seksenler gençliğinin ezikliğini ve bunalımlarını, isyanlarını koy. bence oldu, sizce?

ulan niye donnie darko kahraman , neden o seçilmiş? bir kere bu sergüzeşt darko'nun yolculuğundaki gedikleri dini ikonografi ile kapamaya çalışmak bile işgüzarlıktır.oh, en sonunda da darko ailesini ve diğer ölü mentörleri kurtardığında onu kahramanlaştır. şimdi sorsan , sanki bir the twilight zone bölümü çekmiş gibi "i think.." ile başlayan cümleler kurar sana yönetmen. yahu seyirci ile interaktif bir şey yapacaksanız talk şhow yapın canlarım, lynch olmak isterken adamı linç ederler vallahi!

"ama donnie çok şekerdiiiiğğğğ" "adamlar yapmış abi..." gibi umutsuz vaka cümleleri ile gelmeyin bana. lan haydi bunları anlayacak kapasiteniz var diyelim. yahu sizin sarf ettiğiniz o efor ile kaç kişi ile sevişilir biliyor musunuz siz? bence gidip astronomi kulübündeki inekleri bulun ve onların dramını dinleyin. belki akıllanırsınız.

sevgililer gununu protesto etmenin ezikligi

sevgililer gününü protesto etmeniz bile ezik bünyelerin başkaldırısı olarak oldukça trajikomik, ironik , skimsonik benim anarşist sevgi düşmanı dostlarım!
ne olduğunu idrak edemediği şeyleri savunan ahmaklar müfrezesi karşımda dikilmiş bana günün anlam ve önemini lanetleyen konuşmalar yapıyor! idama mahkum adamlardan farksızsınız canlarım, o mahkum olduğunuz tek kişilik yatağınızla ve hala dolabınızda duran yepyeni kadın pijamalarınızla.

hayatın anlamını ararken kendini kaybetmiş sefil hücreler topluluğu...yeni bir dalga yaratıp valentine'nin yaktığı meşaleyi söndürmek için ıkınıyor, bu ulvi amacın parıltısını kendi kadersizliğinizin karanlığı ile kapatmaya çalışıyorsunuz. bir de utanmadan "yav sevgililer günü kapitalist icadı , bir güne indirgenir mi bu olay?" diyorsunuz. oysa siz de abazanlık bildirgesini yayımlama fırsatını bulduğunuz için mal bulmuş mağribi gibi hareket ediyorsunuz aynı günde saplığınızı, boş işlerin adamı olduğunuzu sahip olamadığınız değerli kavramların içini boşaltmaya çabalayarak unutmaya çalışıyorsunuz. herkes sap olduğunda sizin dışlanmış , ezilmiş adam statünüz otomatikman ortadan kalkıyor tabi.

yahu bir kendinize, neler yaptığınıza bakın! her gün takip ettiğiniz yazarın ideolojik-daha çok "patron"olojik kaygıları ile yazdığı yazıları takip ediyor, dünyada kimsenin umursamadığı skimsonik liginizde aldığınız bir galibiyetle bomboş olan hayatınıza bir fırça darbesi atıyorsunuz. renklendirdiğinizi sandığınız hayatınızla aslında boş bir a4 kağıdından daha değersizsiniz, bildiklerinizle tabula rasa çıkışlı ademoğlunun bile gerisindesiniz. sefil hayatlarınız sefil uğraşlar ile çürüyüp günden güne yok olur. ne bir kız arkadaşınız var ne de paranız. rüzgarda uçan poşet sizsiniz lan! korku filmlerindeki ezik film manyağısınız, örümceğe dönüşemeyen peter parker'sınız siz! bu yüzden isyan ediyor, bu yüzden bu güne nefret kusuyorsunuz.

yarın uyanacaksınız ve hiç isyan etmeyeceksiniz. sefil hayatınızı yaşamaya devam edeceksiniz. e bir gün olsun ezik olduğunuzu anlayıp isyan ettiniz işte, bir de kalkmış size bu uyanışı armağan eden 14 şubat'ı protesto ediyorsunuz!

yemekteyiz izleyip huzunlenmek

ah fakir dostlarım...o masaya belki bir metre kadar yakınlar o yayları çıkmış vintage adayı koltuklarından beyaz cama bakarken . oysa aynı zamanda o masaya o kadar uzaklar ki..."işte osmanlı mutfağından eşsiz bir lezzet" diyen çizgi film karakteri kılıklı dış sesi dinliyorlar mı sanıyorsunuz siz? yemeklerin muhteviyatını önemsiyorlar mı ha sorarım size?

her gün yeniden dünyaya gelmek için dua eden bir zavallının sessiz hıçkırıkları, kentin acılarından kahrolan genç werther'in tükenmişliği, yabana kaçmaya çalışan london'un çaresizliği, sex&drugs and rock'n roll'u düstur edinmiş özgür ama bir o kadar da yitik bireyin küçük pis bir odada yok oluşunu izlemenin acısı, mickey rourke'lu the wrestler filmi, bir sürü requiem... çok fazla acı, çok fazla yalan olmuş rüya gördüm.

şimdi daha fazla üzülemiyorum. fakirler için akıtacak gözyaşım yok. oysa onların masanın etrafında oturanları izlediği , asla bir sandalye çekip de gruba müdahil olamadığı bir sofra düzeninde söylenecek o kadar çok şey var ki. uludağ'da sabah skici olup akşam da otel odasını layığı ile kullandığınızda bile beyninizde yankılanıyor bazı şeyler. bazen bu sesler beni uyutmuyor..."çatal o tarafta değil de öbür tarafta olmalı" diyor birileri televizyonda. kapatıp yatıyorum sıcak yatağıma , daha fazla dayanamıyorum .

nostalji manyaklari

zamanda yolculuk olayının ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunulduğu bir gezegende yaşıyoruz. insanların memnuniyetsizliği kriz dönemlerinde tavan yapıyor. aslında hiçbir zaman memnun değiller bu sahnelenen oyundan ama bir şekilde kendilerini avutmayı başarıyorlar. işte bu memnuniyetsizlğin yarattığı kollektif bir bilinç var: oldskoolcu çocuklardan tutun da nerede o eski bayramlar moruklarına, herkes geçmişi özlüyor.

ulan bu iğrenç düşüncenin dream within a dream'den bile tehlikeli bir hal aldığını görüyorum. her sene 90'lar partisi , 80'ler sevişmesi...lan bırakın geçmiş geçmişte kalsın, unutun ve değişin, amerikan olun lan azıcık!
bu iğrenç rituel 2000'lerde doğan ve nüfus cüzdanlarına baktıkça insan olmalarının mümkün olmadığını düşündüğüm tıfıllarla beraber katlanamaz bir hal aldı. lan blade runner'den daha futuristik duran bu ibişler "2000'ler de ne acayipti" geyiği yapacak iki tane ortak bilimkurgu filmi bulup karşısındaki kızı duygu selinde boğacak. buna katlanamam, bu dünyada daha fazla loser olmasına dayanamam!

yahu clint eastwood, woody allen bu adamlar bile geçmişte kalmamış , hala ekmeğinin peşinde koşan emekçiler. siz galakside yer kaplayıp hiçbir halta yaramayan figürler ne halt yemeye geçmişe saplanıp kalıyorsunuz? "80'ler çok başkaydı... sonra cobain denilen korkak gelip her şeyi mahvetti..." lan bırakın şimdi onu. zaten sefil bir yaşantınız var, günleriniz sayılı...boktan hayatınızı anlamlandırmak için küçük bir şansınız var, bari onun peşinde koşun canlarım.

yabanci gelin yarismasini protesto etmek

andy warhol bu şehirdeki bütün yenilmişleri factory'de toplayıp: "sizler standardizasyon ile üretilen sefil ünsüzlersiniz. değişmeniz için çok para gerekecek evet...ama bu bile yeterli değil" dese bir şey değişir miydi acaba? peki obama çıkıp da aura'sının ona verdiği güçle medyanın hayal tacirliğine , amerikan rüyası pompalayacılığına son vereceğini söylese? bunun en makul çözümü yarısı henüz kadın kokan yatak örtüsü görememiş yurdum erkeğini sefalatten kurtarmak olsa gerek. öyle bir coşku , öyle bir misyoner gücü ile sarılıyorlar ki sevişebilme ülküsüne gözleri tamamen kapanıyor.

artık gerçekleri görecek yaşa geldiniz sevgili fakir erkekler...o kızların "meta"lara taptığını üzülerek-kendi adıma sevinerek- söylüyorum. uyanın artık, uyanın! carroll gibi kürek çekin o mantarları yedikten sonra. amsterdam'da satılıyor ama sizler yan sanayi ürünlerle de kendinizden geçebilirsiniz. zaten yaptığınız da kırmızı hapı yutmak değil mi? kendinize gelin artık! zamanın ruhu diyorum size!!! değişebilirsiniz, güzel kızların peşinde koşarak benliğini kaybeden ebedi loser'lar olarak kalmak bir kader olmamalı. oh, bu çok korkunç olmalı!

bu programı protesto ediyorum çünkü programdaki erkek kitlenin avamın temsilcisi olduğunu ve onları uyandıracak kişilerden ziyade sürekli uyutan kötü kalpli vezirler olduklarını görüyorum. realitede, bu adamların böyle kızları elde edebilme şansları dünyanın boyut değiştirme şansı ile eşittir. bu hayal tacirliği, insanları umutla zehirlemek... reyting canavarlarının türk erkeklerini hunharca katletmesidir. o kızlar sivilde hiçbirinize bakmaz canlarım boş ümitlere kapılmayın sakın ha! ilerde üzüleceksiniz diye zaten tüm sıkıntım, yoksa beni bağlayan bir durum yok canlarım.

milli piyango yilbasi cekilislerinin huznu

fakir dostlarımın bütün bir yıllık kümülatif hüzünlerinin dışavurumu, bir çeşit boşalma anı.
çok güzel bir yılbaşı , fakirlikten dolduramadığınız yemek listeleriniz kadar boş bir sayfa istiyorsunuz ama her zamanki gibi malı götürenleri seyreden olabiliyorsunuz en fazla. o an sanki ilelebet batı berlin çıkışlı bir rapçi gibi kalacağınızı düşünüyorsunuz. hatta ben sizi shirley temple olmak isteyen zenci kıza benzetiyorum. isteklerinizin gerçekleşebilmesi için yapabileceğimiz hiçbir şey yok, çünkü imkan dahilinde değiller.

o rakamları tek tek kontrol edişiniz , inanmak istiyorsunuz farkındayım ama bütün hayaller sigaranın dumanı gibi uçup gidiyorlar(oh yeah...haydi bas yo..haydi bas yo..) ve en sonunda sizi yalnızlığınıza emanet ediyorlar. içinden çıkamayacağınız bir çukur ; daha iyi anlamanız için :anti-lost adası burası . bir kaçabilseniz asla geri dönmek istemezsiniz. bir zengin olun , beni daha iyi anlayacaksınız bak. herkes kendi hayatını yaşayacak ve en fazla diğer insanların dramlarına buğulu gözlerle şahadet edecek. daha fazlası yok, asla olmadı.

ezik ve fakir yazarlara uzulmek

çökelek kokan diyarlardan gelen ve her daim terk edilmiş ıslak saçlı ergen hülyasını yaşayan yazarlar için üzülmektir bu. ben artık onlar için hiçbir şey yapamayacağımın farkına vardım ve onlara ötenazi hakkı verilmesi için yasal işlemlerin başlamasını istiyorum tez vakitte. bu sefil yaşantıda coriolis kuvveti ile savrulan içi boş korkuluklar olarak yaşamak acı veriyor olmalı.

bazen yazdıklarınızda duygusal bir boşalma, fakir boyacı çocuk havası seziyorum. işte o an gözlerimi kapayıp dar avrupa sokaklarında akordeon çalan kıvırcık saçlı çocukları, mandolin çalan del piero formalı yağız delikanlıları ama en çok da buram buram new orleans kokan gospel müziklerini ve onlara hayat veren şişman fakir zenci çocuk korosunu hatırlıyorum. hiç bir şey; ne rockefeller ne de chrysler binası, ne little italy ne de chinatown , ne sylvia plath'in eşsiz manyaklığı ne de emily dickinson'un yalnızlığı aynı duyguyu verebiliyor bana. yine o eşsiz duyguyu kendi yurdumun eziklerinde bulabiliyorum.

yıllardır saklambaç oynayamadığına üzülen tim burton bağımlısı nevrotik kardeşlerim, "istanbul sana yenilmeyeceğim " adamları, ağlama duvarı bekçileri, sözlüğü zion sananlar, gerçeklerden kaçıp yatağın altına saklananlar ve o yatağa hiç kız atamayanlar...hepiniz için üzülmeye kalksam göz pınarlarım kururdu . bu yüzden elimden gelen tek şey yok saymak. yeterince güçlü olamadığım için üzgünüm fakir dostlarım, üzgünüm...her şey için...

yeni yazarlari ziyan olmaktan kurtarmak

yeni gelenleri aidiyet duygusuna kapılmış silik tiplerin bataklığında kaybolmaktan kurtarmak. yoksa öngörülebilir gelecekte hepsinin benzer davranışlar göstereceğini hepimiz biliyoruz. izledikleri üçüncü sınıf filmlerden etkilenip şeker kız candy kıvamında yazılar yazacaklar, sadece kendilerinin bildiğini sandıkları şeylerden büyük bir iştahla bahsedecekler, diğer sözlüklere küfür ederek buranın yancısı ve kadrolu kölesi olduklarını aşağılık kompleksinin dibine vuraraktan cümle aleme duyuracaklar, sevişemediklerini ve çulsuz olduklarını sefil bir mizah anlayışına sığınarak anlatacaklar ve haftanın beğenileni olup kitlenin durumunu gözler önüne serecekler, şu hayatta hiçbir şey başaramamış adamlar olmalarının acısını acınası yazıları ile unutturmaya çalışacaklar, yeteneksiz ve kültürsüz olduklarını ele veren rezil yazılar yazacaklar.

çulsuz ve kadın yüzü görmemiş kenar mahalle gençleri ile tanışıp da onlara özenmeyin bu sanal ortamda. kendiniz olun ve sahip olduğunuzu sandığınız güce ve yeteneğe sahip olmadığınızı anlayın. çok bilen , parası olan , entelektüel açıdan zirveye ulaşmış bir yazarın söylediklerini duymazlıktan gelmeyin. kaybeden edebiyatının prensi olmaya çalışmayın canlarım, kazanan olmaya çalışın ama kapasitenizi de bilin.

fakirlerin yeni yila girememesi

kendilerinin yararına olacaktır. yeni yılın onlara getireceği tek şey ızdırap ve korku filmlerinin adamı yutan bataklıklarından daha beter olan borç batağıdır. sadece acı çekeceklerinden ötürü 2009 yılını yaşamak onlara ne getirecek ki? ahh doğru proust acılar olmasa geçen yılların ne kadar kifayetsiz olacağını anlamıştı. gerçekten de zaten ömrü boyunca kitap yazmak için kendini helak eden ve fakir kalan birini dinlememiz gerekir, haklısınız.

yeni yıla girmek sadece hiç gerçekleşmeyecek isteklerinizin sebep olduğu acıyı devamlı kılmak olacaktır. toni morrison'un mavi gözlere sahip olmayı saplantı haline getirip sonunda deliren zenci kızı anlattığı hikayesinin adı neydi yahu? neyse auster'in ilahi rastlantılarına bel bağlamışsanız zaten bunun için korkmanıza gerek yok. bir anda her şeyi değiştiren bir şey olur bu yıl. kurtulursunuz belki de bu sefaletten . belkilerle dolu cümleleri duymaktan, umutla zehirlenmekten korkmuyorsunuz. siz azimli çocuklarsınız, hep var oldunuz ama aslında hiç yaşamadınız.

yeni yil gelmesine ragmen hicbir seyin degismemesi

dün gece ortak tarih sayacımızı 1(bir) arttırdık sevgili düş krallığı sakinleri, pek değerli pesimist proleterler. bu tamamen astrolojik safsatalardan oluşmuş düş yaşamınızın yeni sayfasında neler yazacak, ah çok merak ediyorum!
aslına bakarsanız hiçbir halt değişmeyecek , nevrotikliğiniz baki kalacak. kutsal kuzey ışıkları aydınlatırken o sefil, acınası ve korkudan titreyen bedeninizi ren geyikleri sürülerine rastlayıp santa claus'u arayacaksınız okyanusun sonsuzluğunda.
bu skimsonik dünyadaki edilgenliğiniz baki kalacak , tek yapabileceğiniz "eyes wide shut", iki tek at sonra kapa ışığı ve yat. melankoliğe teslim olursunuz ve belki de bilinçaltınızdaki hatunlardan birini çıkartıp kendinizi avutursunuz o transandantal yolculuklarınızla.

off, mutlu olmaya hakkınız var fakir dostlarım , biliyorum... "There's a hole in the world like a great black pit, and it's filled with people who are filled with shit, and the vermin of the world inhabit it, but not for loooong!" ahh değişebiliriz, düzeltebiliriz, yeniden denemek mümkün... ah be canlarım keşke bunlar gerçek olabilseydi. keşke v sadece bir çizgi roman kahramanı olmasaydı. ben bile isterdim bunu gerçekten ,çünkü bu şekilde zengin olmak çok sıkıcı olmaya başlıyor.

ah dibinize dinamit koyup yıksalar haberiniz olmayacak! litosferi altınızdan çekseler ruhunuz bile duymayacak. hala gelmiş de bir şeyleri değiştirebilecek güçte olduğunuzdan bahsediyorsunuz. times , taksim meydanları gibi yerler sizlerin gazını almak için konulmuş gibi oralara. konuşuyor , rahatlıyor , medeniyetin gereğini yerine getiriyor ve evlerinize gidiyorsunuz . gerçekten de muazzam bir güç bu sizinkisi!

upper east side'da ya da notting hill'de yaşamak mı istiyorsunuz hala sizi beyaz perde romantikleri ? minibüsünüze binip buralardan uzaklara gitmek mi istiyorsunuz? çocukken gidemediniz şimdi nasıl gideceksiniz düşünün arkanızda bırakacaklarınızı: evet asla gidemeyeceksiniz. hiçbir yere gidemeyeceksiniz. hiçbir şeyi değiştiremeyeceksiniz. hayatınızın bir değeri olduğunu anlayamayacaksınız, her şey çok hızlı gelişiyor. burada, sahip olduğunuz o tek hayatın içinde kaldınız siz. sadece zaman akıp geçti sizin yanınızdan ve geçerken sizi fark etmedi bile.

yilbasi kutlamalarina anlam verememek

"lanet olsun bu fiziğe, atom mühendisliğine!" dediğim anlar haricinde şu hayatın saçma akışının sahip olduğu anlam ile ilgilenmem. birileri sürekli bir yere gidiyordur, birileri sürekli sürüdeki koyunlara "daha fazlasını iste, daha çok tüket" diyordur ve yine birileri derme çatma kulübesinde kumandası bantlanmış televizyonunun düğmelerini kullanarak asla sahip olamayacağı hayatları röntgenliyordur. bunlar, üzerinde düşünülmeyecek kadar normal olaylar benim için.

yılbaşı dediğimiz saçmalığa ise tepkisiz kalamıyorum. takvimden kaynaklanan skimsonik bir güne asla hak etmediği bir anlam yüklemeyi kabul edemiyorum. şu hayattaki en kötü şey, birini aslında olmadığı kadar önemli biri olduğuna inandırmaktır . biz de bu 31 aralık'a çok başka davranıyor asla hak etmediği bir değer veriyoruz.

noel'in saçmalığına değinmek istemiyorum . pagan kardeşlerimiz beni anlayacaktır. ayrıca bu yaptığınız tam bir saçmalık. adem'in günahı yüzünden hepimiz günahkar doğduk, isa bizlerin günahları için öldü...oh my jesus...hangi kafa ile bakıyorsunuz dünyaya benim mel gibson karizmasında ve yine mel gibson yobazlığı ve fundemantalist cahilliğini aynı bünyede toplamış canlarım? isa mesih geri geldiğinde sizin gibi apokaliptik cahillere, "we can change" deyip de değişemeyen günahkarlara ancak güler lan!

neyse geçin noel'i de gelin yılbaşına. yılbaşında eğlenmek nedir lan? oturun evinizde victoria's secret izleyin, yok yere küresel bellekte yer ediyorsunuz: sapık türkler diye. yok "alkoliklerdi" , yok "onlar da istedi"...bırakın lan bu sapıklık örtbas hareketlerini!amacınıza hiçbir anlam veremiyorum. bir çeşit düş görmek istiyorsunuz. uyandığınızda-ayıldığınızda hepsi gitmiş olacak ve siz hansel ile gratel çakmaları o şekerden evi yediğinizle kalacaksınız. bir skim olmayacak ertesi gün. yine sıradan , sefil, fakir, önemsiz insanlar olacaksınız. en büyük hastalık nevroz canlarım. en büyük ilüzyon da sizin uydurduğunuz o saçma bahaneler. hayatınıza anlam yükleme çabalarınız, nature- mort'tan kurtulmak için debelenmeleriniz nafile. sizin için üzülüyorum canlarım.

sözlüğe geri dönmek

uzun zaman oldu, canlarım...hayır , hayır şimdi görüntü bulanıklaşıp olayın evveliyatını öğrenme maksatlı aşırı gereksiz bir hafıza tazelemesi yapmayacağız; zaten o anları hatırlamanızı da istemiyorum.

sözlüğe veda ederken , tekrardan sözlüğe dönerken ağlak ve son derece yavşak entryler yazan ve yarattığı o duygu selinin sürükleyici etkisi ile yeteneksizliğini ve kültürsüzlüğünü kamufle etmeye çalışan cücüklerden biri değilim ki bunun aksini de iddia edebileceğinizi zannetmiyorum.

dediğim gibi dönüşüme anlam yükleme çabasında değilim. zaten anlamsız hayatlarınıza anlam katma çabası göstermeyi düşünmüyorum artık. yaptıklarınız hiçbir amaca hizmet etmiyor ve saçma sapan şeyler uğruna ömür tüketiyorsunuz ama bu açıkçası umrumda da değil. çünkü ne burdan birbirinize gönderdiğiniz samimiyetsiz mesajlar ne de gittiğiniz zirvelerde gördüğünüz gelip geçici insanlar bu hayattaki boşluğu doldurmanıza yetmeyecek. bu boşluğu ancak siz doldurabilirsiniz ama ne yazık bunu asla başaramayacaksınız. ne burada yarattığınız kimlik ne de görebileceğiniz en iyi rüyalar sizi kurtarabilir, bunu bilmenizi istiyorum.

sikik ideolojiler, saçma sapan gruplaşmalar uğruna birbirinize küfrediyorsunuz. bütün gün internettesiniz. bütün gün televizyon seyrediyorsunuz . bazı şeylere nasıl yaklaşacağınıza, o anda ne yapmanız gerektiğine televizyondaki sesler karar veriyor. yanlış şeylerin peşindesiniz; asla başaramayacaksınız...sürekli değişebileceğinizi söylüyorsunuz ama değişime karar veren bile siz değilsiniz. bundan sonra neleri seveceksiniz, nasıl davranmanız gerekecek, hangi şeyler iyi hangi şeyler kötü olacak? kimi seçtiğinizi bilmiyorsunuz. bu hayattaki amacınızı bilmiyorsunuz. güçsüz ve acizsiniz ve itiraf edin ki ölesiye korkuyorsunuz. bu kadar sefilken nasıl olur da hiçbir şey yapmadan sahip olduğunuz kimlikle yetinebiliyorsunuz? ha doğru , siz zaten hep sahte olanla yetiniyorsunuz, hakikata doğru yürüyecek kadar sabrınız ve cesaretiniz yok.

değişebilirsiniz diye düşünmüştüm başlarda. sonra değişemeyeceğinize karar verdim. ilüzyonu gösterdim ama hiçbiriniz gerçek olanın kendiniz olduğunu fark edemedi. yazdıklarınız, enerji israfı çırpınışlarınız...lan allah kahretsin, siz insansınız! hayatınızın bir değeri var. kaç yıl yaşayabiliyorsunuz ha? ne kadar zamanınız var, neyin peşindesiniz? ne kadar sikindirik şeylerle uğraşıyorsunuz?

ben varken ya da yokken sözlükte hiçbir şey değişmedi. benim yazacaklarımın sizinkilerden daha iyi olduğu gerçeğinin de bir önemi yok. sahip olduklarımızın çok başka şeyler olduğundan da şüphe yok .
çok fazla anlam yüklüyorsunuz "onlar"a; hiçbir halta yaramamalarına rağmen . işte bu yüzden kaybediyorsunuz canlarım. asla da kazanamayacaksınız.

13 aralık 2008 fc barcelona real madrid maçı

fakirlik öyle kuvvetlidir ki kilometrelerce ötede birbiri ile hiçbir alakası olmayan insanları birbirine bağlayabilir. yine aynı insanlar evrensel değerleri diline dolayıp ezilenlerin kardeşliği nutukları ile güçsüzlük yüzüğünü parmaklarına geçirip yanan medeniyeti izleyebilirler. sanki ellerinde bir şans olsa ve isyan ettikleri şeyi ortadan kaldırsalar yeni bir düzen kurup pembe panjurlu evlerinde , mutluluğu sembolize eden yollarda cefakar bir yoldaş misali yürüyebilecek, çavdar tarlalarından uçuruma doğru koşmayacaklar.

maçı izleyen herkes elbette barcelona'nın daha iyi oynadığını gördü . kalitesiz emperyalist mecmuaları hatta fotomaç okuyanların bile anlayabileceği bir vaziyetti bu. maç da casillas'ın sahadaki herkesten daha iyi oynamasına rağmen barcelona lehine bitti. buraya kadar tamam ...lan peki maç bittikten sonra niye sanki dünya savaşı günlerine dönüp diktatör franco'ya küfrediyor ,masturbatif zaman yolculukları yapıyor, tarih yazıcılığında oturduğunuz yeri kullanıyorsunuz? neyin peşindesiniz canlarım?

hepiniz katalansınzı değil mi? o gaz söylemleriniz bask yöresini andırsa da "real" kelimesine antipati ile yaklaşmanız sizi ortak bir paydada topluyor. evet, bu bir başkaldırı; özgürlük yolunda atılmış bir adım. football against enemy... yürü be!
yalnız yakın zamanda real barcelona'yı şamar oğlanı yapıyorken neden sesiniz çıkmıyordu? real eksiklerine kavuşup yeni teknik direktör de takıma adapte olursa neler olacak? özgürlüğe giden yol ya sizinkisi, bizimki sadece iki kale bir top canlarım. sizinkinin kutsiyeti karşısında bizimkisinin lafı bile olmaz. hadi gülüm, değişecek düzen. yoksa "we can change" den sizi bunu mu anladınız?

fakirler için ev tanımı

küçük dorothy'nin o mesajlarla dolu amerikan öyküsünde dediği gibi: "there's no place like home" benim fakir dostlarım. eve giden yolu takip edip o huzurlu yuvanıza ulaşmanın değeri ne ile ölçülebilir ki? hepiniz evin en güzel yer olduğuna ve mutluluğun kaynağının ordan bir gayzer gibi fışkırıp sizleri sıkıntılar ve nefretle kirlenmiş o pislikten kurtardığına inandınız. ne kadar da saftınız!

bir şey var lan sizin peter pan hayranı olmaktan holden caulfield hayranı olmaya geçişinizi engelleyen; her şeye phony demekten sizi alıkoyup o küçük ama sıcak yuvanızda mutluluk oyununuzu oynamanıza sebep olan. işte o, sizin en güzel yerin ev olduğuna inandırılmış oluşunuzdur. "fakir ama mutlu " olduğunuz tek yer sizi sevenlerin fakirliğinizi aklınıza getirmeyecek şekilde davrandığı sevgi yuvalarıdır.
oysa shining'de "honey, i'm home" repliği ne kadar da gerçektir! tıpkı pleasantville'deki william macy'nin oynadığı karakteerin aynı repliğinin sahte oluşu kadar kesindir bu. çünkü plesantville denilen yer aptalların, daha iyisine ulaşamayacağına inandırılmış eziklerin yaşadığı renksiz, boktan bir yerdir. siz de sahip olduğunuz o "hiç"likle yetinip tamahkarlığın adından korktunuz. siyah beyaz karakterler bile sizden daha cesurdular. siz ev diye bellediğiniz yeri ebedi istirahatgah ile karıştırdınız. terk edemediniz ama sevemediniz de.

sizin için ev tanımı; boktan bir yer olsa da mutluluk oyunları oynayıp hallelujah dediğimiz yerdir. asla tanımı değişemez, asla daha başkası hayal dahi edilemez. neyse canlarım, siz yılbaşında tombala çevirin , mısır patlatın. ev güzel, ev en güzel...

hicbir sozluk yazarini takip etmemek

" donut yeyip kahve içerken binadan binaya atlayan spidey'i izlemek ne kadar tatlıdır benim klingonlu dostlarım. onun amuda kalkıp mj'i öpüşünü görmek , midtown'dan empire state'e uzanan ezik bir öğrencilik hayatından gökyüzündeki yıldızları yakalayacak kadar yükseğe çıkan kısa donlu çocuğun büyüleyici öyküsünü dinlemek ne kadar da hoştur..."

sözlük yazarlarını takip edenleri anlamıyorum doğrusu. hani oturup ikiz tepeleri izleyenleri , "i want to believe " diyenleri, bütün sıralama algoritmalarını...hepsini anlıyorum ama bunu anlamıyorum .empati yeteneğime rağmen bunu başaramıyorum. evinde göbeğini kaşıyıp entry giren , bu hayatta bir şey başaramamış "maiden" adamın benim hayatımda bir yer kaplaması bana mantıklı gelmiyor. sonuçta herkesin bir hikayesi var ve herkes bir şekilde düşünüyor, yazıyor, tartışıyor. neil gaiman , charlie kaufman da yazar, siz de yazarsınız tabi. benim demek istediğim ne kadar iyi yazdığınızı düşünürseniz düşünün aslında bir şey yazmıyor olduğunuz.

bilmiyorum belki de bu alemdeki elemanların benden daha iyi olmadığını düşünmemden kaynaklanıyordur bu . benden daha iyi yazabileceklerine ihtimal vermememdendir. belki de yazdıklarını sadece işe yaramaz bir gazetenin siyah beyaz bir sayfası gibi görüyorumdur. bakıyor ve hiç de etkilenmiyorumdur. hiçbir sözlük yazarının benim kadar birikimli, yakışıklı ve en önemlisi zengin olabileceğini tahmin etmiyorumdur.