bugün

entry'ler (91)

küba

orta doğu çalkantısında yaşayan, sadece avrupa'da gezmiş biri için bir başka gezegen deneyimi vaadeden ülke.

anlatılacak onca şey, söylenecek onca söz, dinlenecek yüzlerce şarkı var küba'dan bahsedeceksek eğer. ancak özellikle bugünlerde Küba'daki ilk günümde, Havana'nın ara sokaklarında yürürken "buenos dias" diye sırtıma gülümseyerek vuran adamın bendeki turist gerginliğini gördükten sonra yine gülerek "in Cuba no terrorism, no mafia. enjoy Cuba!" deyip uzaklaşmasının, bu cümlenin ne kadar kıymetli olduğunun farkına her saniye biraz daha varıyorum.

viva Cuba!

hamza hamzaoğlu

umut veren teknik adam.

sezon ortasında mental olarak dibe vurmuş takıma ilk haftasında yeni bir teknik direktörün verebileceği güveni üst banttan vermiştir. bu da oldukça umut vermektedir. ancak gerçek lig bundan sonra başlamaktadır. Zira henüz bir fenerbahçe maçından sonra, türkiye kupasında eskişehirspor ile içerde akshisar'a karşı oynamıştır. karşısındaki takımların hedef maçları olmadığı için de bu maçlar hem hamza hoca'nın takımı tanımasını hem de daha geniş hareket kabiliyetinin olmasını sağlamıştır.

hamza hoca ile ilgili olumlu olarak söylenebilecek en önemli şey, bir sistem teknik direktörü olmasıdır. akhisar gibi, özellikle lige çıktığı ilk yılda, bank asya seviyesinde olan bir kadro ile mükemmel bir sistematik geliştirdiği için ligde kalmayı başarmış; ikinci yılında da ligin en üst seviye futbolunu oynayan takımlarından biri haline getirmiştir. eğer galatasaray'da akhisar'daki gibi takım kimyasına en uygun sistemi bulabilirse - ki bundan şüphem yok - ve oturtabilirse, oyuncu kalitesine paralel olarak ligde son topa kadar şampiyonluk mücadeleleri ve avrupa'da sürdürülebilir başarıyı getirebilir.

Bunun dışında hamza hoca, eski/yeni oyuncu parlatmakta da rüştünü ispat etmiştir akhisar kariyeri boyunca. bunun en büyük iki örneğinden biri bilal kısa, diğeri de niasse'dır. bugün bilal kısa milli takım kadrosundaysa ve galatasaray ile anılabiliyorsa; niasse, türkiye liglerinde ender görülebilecek bir transfer getirisi sağladıysa Akhisar'a, aslan payı hamza hoca'nındır.

Ayrıca camianın içinden olması ve duygularını da sahaya yansıtabilmesi açısından doğru bir tercih olarak gözükmektedir, ali dürüst ve abddürrahim albayrak gibi yöneticilerle aynı gemide olması açısından. bu faktör de uyum sorununu minimize edecektir muhakkak.

Ancak, unutulmaması gerekir ki abdullah avcı da en az hamza hoca kadar - belki de daha iyi - bir teknik direktör olmasına rağmen mücadele ettiği seviyeye uyum sağlayamamıştır. takımın mental ve sportif olarak dibi görmesinden dolayı hamza hocanın şuanda küçük dokunuşları bile yarar göstermektedir. fakat kış sert geçecektir galatasaray için. avrupa defterinin kapanmış olması çok kötü bir şey olsa da hamza hoca özelinde büyük bir avantaj olabilecektir. zira devre arasında kadroyu daraltma ve konsantrasyon konusunda eli daha güçlü artık. yine de derbilerde ve bahara doğru ligde her takımın hedef maçları olduğunda vereceği kararlar yolunu belirleyecektir. Abdullah hoca'nın da yolunu verdiği/veremediği kararlar belirlemiştir.

son olarak da olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir durum da fatih terim ile olan yakınlığıdır. türkyenin yetiştirdiği tartışmasız en büyük hoca olmasına rağmen fatih terim bir ikinci adam yetiştirememiştir. müfit erkasap, oğuz çetin ve hatta ümit davala terimin başarılarının gölgesinden sıyrılamamışlardır. hamza hocanın da açıklamalarıyla fatih terimi kendinden üst seviyede görmesi bugün olmasa da bir gün sorun yaratabilir. tabi bunun saygı duymasıyla bir alakası yoktur. sadece belirtmek istediğim eğer mourinho, bobby robson'ın gölgesinde kalsaydı kimse ona "special one" demeyecekti belki de.

sonuç olarak, eğer tutarsa efsane; tutmazsa da iyi denemeydi diyebileceğimiz bir hocadır hamza hoca. umarım sakinliğini uzun süre koruyabilir. zira bügün galatasarayın kaoslarından sıyrılması için durup nefes alabilen birine ihtiyacı var.

yavuz bingöl

kokuşmuşluğun tecellisi olan şahsiyet.

yavuz bingöl ve benzer durumdaki onlarcası, içimizde bulunduğumuz durumun nedeni değil sonucudur. çünkü recep tayyip erdoğan liderliğindeki iktidar öylesine bir ödül/ceza sistemi geliştirmiştir ki artık terazinin topuzu kaçmıştır. tayyip erdoğan'ın iktidara geldiğinden bu yana geliştirdiği retoriğin çevrilerek, üzerine katılarak abartılması günümüzde ödülü almak için en kısa yoldur, yavuz bingöl onlarcası gibi bu eforsuz yolu tercih etmiştir.

yani, her ne sebeple olursa olsun, 15 yaşında çocuğunu toprağa vermiş bir annenin yuhalanmasını sade ve sadece muktedirin hoşuna gidecek diye övmek bile olsa ödüle gidecek yol, o yol izlenmelidir. çünkü muktedir havuçu oraya koymuştur.

insan olmanın onuru banknotlarla kamufle edilebilir hale geldi artık.

yavuz bingöller o kadar kalabalık, biz o kadar azız ki artık, sıra çocuklarımıza geldiğinde anlayacağız.

ned pamphilon

bugünlerde fındıklıdaki merdivenlere yapılan gri tecavüzü gördüğümde aklıma gelen sanatçı.

Kendisi boğaziçi köprüsü'nün altındaki 7 şeridi gökkuşağı'nın 7 rengiyle süslemek istemiş, izin alamamıştır/verilmemiştir. köprülerin isimleri dahi ismi konulan şahıslardan arındırılıp devletin griliği ile bezenirken, bu fikir elbette ki çok uzaktadır, çok ütopiktir. Ancak köprünün altından geçerken, beton yığınının ötesinde, bakmaya değer bir şeyler koyma fikri dahi takdire şayandır. umarım bir gün gerçekleşirdir.

daha detaylı bilgi için: http://www.nedpamphilon.com/

aykut kocaman

sözüyle özü arasında büyük farklılıklar bulunan, özellikle fenerbahçe dönemi sportif direktörlüğü ve teknik direktörlüğü ile büyük karakter testlerinden geçen ve bu testlerin bir çoğundan kalan zat.

öncelikle işin teknik kısmında bir uzman olmasam da 15 yıllık bir futbol izleyicisi olarak kötü bir teknik direktör olduğunu söyleyebilirim. mustafa denizli'nin dediği gibi formasyon, kondüsyon ve belli başlı tüm taktikler teknik direktörlük kurslarında verilmektedir. genelde futbolculuk kökeni olan bu insanlar için belirleyici faktör bu değildir. bence büyük teknik direktör, tercihleri, riskleri ama en önemlisi planıyla belli olur. aykut kocaman'ın teknik manada gözümüze ilişen bir planı yoktur. olmamıştır. olacak seviyede midir? belki. işin teknik kısmından çok anladığımı yukarda belirttim. ancak bir futbol izleyicisi olarak 3 veri aykut kocaman'ın neden kötü bir teknik direktör olduğunu bana göstermektedir. bunlardan birincisi, aykut kocaman geldiğinden bu yana, başarılı ve başarısız skorlarda volkan hep belirleyici faktör olmuştur. bu yılın şuana kadar en büyük başarısı olan ve bence ne koşulda olursa olsun çok şık olan avrupa ligi grup liderliğinde de volkan demirel mucizelerinden kesitler sunmuştur bize. ikinci veri fenerbahçe'nin aykut kocaman yönetiminde kontra atağa çıkamaması. bununla ilgili en somut kanıt geçtiğimiz yıl 4 defa oynadıkları galatasaray maçlarıdır. son final maçının türkiye'nin ilk kez yaşadığı bir tecrübe olduğunu ve o maçta uzun ve orta vadeli planların yok olduğunu varsayarsak geriye kalan 3 maçta, 270 toplam dakikanın 250'sinde edilgen kalmıştır. volkan mucizeleri ve biraz da topun fenerbahçeyi sevmesi söz konusu olmasa aykut kocaman o günlerde bile tartışılıyor olacaktı belki de. bol pasa ve hızlı oyuna dayalı olarak ilan ettiği felsefesini volkan-yobo-bekir-yobo-bekir-taç düzleminden öteye taşıyamamıştır. bunun dışında bence "plansızlığına" dair en önemli veri, tüm türkiye'nin saygısını kazanmış ve fenerbahçe'nin yakın tarihinin tüm mutlu anılarında imzası olan bir adamı "artık fenerbahçe'nin futbolu değişiyor, ihtiyacımız yok" diyerek arkasına teneke bağlayıp yolladıktan sonra, alex hala varmış gibi ne sistemde ne dizilişte en ufak bir değişiklik yapıp, alex'ler devşirmeye çalışmasıdır. fenerbahçe taraftarının sorması gereken birinci soru budur bence işin teknik kısmıyla ilgili. bunun dışında transferler politikası da bu "plansızlığa" paralel olarak büyük bir verimsiz kaynak yönetimi olarak tez konusu bile olabilecek nitekliktedir.

teknik kısım dışında mental ve karakter özellikleri olarak aykut kocaman, fenerbahçeli olmasam da, beni çok büyük hayal kırıklığına uğratmıştır. sözlerine, söylemlerine baktığınızda bir futbol düşünürü; hareketlerine baktığınızda kısır döngüler üreten, bunlarla insanı ve kendini çıkmaza sürükleyen, boğan bir insan görüyoruz. burada da "kral çıplak" demek gerekiyor. öncelikle şike soruşturması, sadece aykut kocaman'ı değil, tüm türk futbolunu derinden etkileyen bir dip olmuştur. birinci şüpheli takımın teknik direktörü olması kocaman'ın bunu çok daha yakın hissetmesine ve etkilemesine sebep olmuş olabilir, saygı duyuyorum. ancak adaletten bahseden, fenerbahçe öncesi teknik direktörlük kariyerinde emeği yücelten bir adam, nasıl yargıda şike yaptığı onaylanmış hatta kendisi bile "yaptıysam fenerbahçe için yaptım" diyen bir başkanın yaveri olur? nasıl körü körüne onun boyunduruğu altına girer? "doğru mu samet?" vakasının nasıl başrolünde olur? bu mudur büyük yürek, "kocaman" gurur? her hatalı hakem kararını, kötü futbolu, son 10 yılın aksine kendi döneminde gerçekleşen büyük maçlarda değişen momentumu, rakiplerinin başarısını "3 temmuz ile başlayan bu süreçte..." klişesine bağlamak mıdır düzgün karakter, adalet? kusura bakmayın ama milyon dolarlık bütçelerle, her istediği hamleyi maddi manevi yapabilirken; tek bir sözüyle takımın 2 kaptanını yollayablirken "3 temmuz"u klişeleştirip, pişirip pişirip sunmak sorunun bir parçası olunması dışında çözümün neresindedir? aykut kocaman bu baskı altındaysa şenol güneş neresindedir? her kulübün farklı hikayeleri, farklı baskıları, beklentileri ve imkansızlıkları varken, aykut kocaman gibi fenerbahçe'nin etrafında fenerbahçe'yi yok etmek isteyen güçlerden bahsetmek epik bir devrimci mücadele midir yoksa narsist bir bakış açısı mıdır? dikkat ettiyseniz aziz yıldırım'dan bahsetmiyorum bile. zira kendisi artık türk futbolunun yapısına en ufak bir katkı gerçekleştiremeyecek bir diktatördür. tıpkı diktatör rejimlerdeki gibi sürekli bir gizli düşmandan bahsetmekte, kendilerini protesto etme hakkını kimsede görmemekte ve kimseyi kendi kadar fenerbahçe sevdalısı olamayacağına dem vurmaktadır. bu beni ilgilendirmemektedir. ancak röportajlarında nasıl emeğe saygı duyulacağını anlatan, fenerbahçe'ye geliş amacını türk futbolunda fark yaratmak olarak nitelendiren bir kişinin aziz yıldırım gibi bir figürün elindeki iplerle kontrol edilen biri olduğu gerçeğinden ne gördük bu güne kadar? istifa bile edemiyor. buna karşılık aziz yıldırım'ın bir zamanlar uyguladığı taktik olan danışıklı olarak istifa et-dön döngüsüne girmiş durumda. çünkü kontrolünü kaybetti, çünkü plansız.

ben herkesin herkesi protesto edebilme, eleştirebilme hakkı olduğuna inananlardanım. bu yüzden nasıl çeşitli zamanlarda çeşitli takımlar protesto edilmişse, yönetim ve teknik direktör istifaya çağırıldıysa ne aykut kocaman ne de aziz yıldırım dokunulmaz değildir, fenerbahçe taraftarının da onları istifaya çağırmaya hakkı vardır.

ancak bir futbol sever olarak ve ekonomik büyüklüğünün karşılığında olmayan bir ligin takipçisi olarak şundan eminim ki güzel günler ne aykut kocaman ne de aziz yıldırım bakış açısıyla gelmeyecek.

peki bu çıkarıma nasıl vardım? aykut kocaman'ın söylediği gibi: bir baktım kişiye, bir baktım söyleyene. karar verdim.

28 ekim 2012 akpli bakanların yuhalanması

itaat ahlakı ile isyan ahlakının yine karşı karşıya geldiği bir hadisedir.

bu konuda itaat ahlakı ile isyan ahlakının sosyolojik ve demografik tarifini uzun uzadıya yapacak değilim. Ancak bu hadisenin üzücülüğü kadar anlamakta zorluk çektiğim ve çoğunlukla hükümet yanlısı olarak karşımıza çıkan bir söylem beni fena halde çıldırtmakta. o da: "rezil olduk!" tespiti.

efendim rezillik, rezalet dünyadaki her subjektif yorum gibi görecelidir, yere ve zamana bağlı olarak değişiklik gösterebilir. bu açıdan bakınca anlayabiliyorum aslında kimi "rezil olduk"çuları. ancak genel anlamda "rezil olduk"çuların tezlerine bakınca hayal kırıklığımın boyutunu çok çok büyütmekte.

bu rezil olduk kısmına girmeden önce genel bir farkındalığa varmamız gerektiğini düşünüyorum bu siyasalların sporun her alanını siyasallaştırması ve akp bakanlarının yuhalanmasıyla ilgili. ilk olarak dünyanın en imajlı spor organizasyonlarından birine ev sahipliği yapmamızın güzelliğine karşı oradaki siyasalların gerekliliği tartışılmalıdır önce. hatta tartışılmamalıdır bile, orada işleri yoktur efendim. wta tenis turnuvasının finali, toki anahtar teslim mitingi değildir. geçmişte de gelecekte de başka spor dalları olmamıştır/olmayacaktır. ulaştırma, denizcilik ve haberleşme bakanı, aile ve sosyal politikalardan sorumlu bakan ve belediye başkanının bu organizasyon finalinde boy göstermesinin anlamsızlığı bir tarafa dünyadaki örneklere bir bakıp karşılaştırmanızı salık vermekteyim. şahsen ben geçen rolland garros finalinde fransa haberleşme bakanını ya da -varsa- aileden sorumlu devlet bakanını görmedim. bu kadar büyük bir tezatın gösteriş dışında bir amaca hizmet ettiğini de düşünmemekteyim. ha, yarın öbür gün binali yıldırım "hindistan ve pakistan'da da bakanlar ödül veriyor." derse de "böyle protestolar hindistan ve pakistan'da da oluyor." derim, aklında bulunsun. geyik bir tarafa, belki de dünyanın en apolitik olabilen şeyleri olan spordan siyaseti uzak tutmalıyız. bu farkındalığa organizatöründen siyasetçisine varmalıyız. gerçekten çok anlamsız çünkü. çünkü mevcut iktidara karşı olan yazarlar, sanatçılar, akademisyenler bile tepki koyamazken; muhalif görüş, sansür/otosansür çarklarında erirken; muhalif düşünceli insanlara da bu durumlar dışında protesto alanı verilmiyor. dolayısı ile de güzelim sharapova'nın önünde mesela, saçma sapan işler oluyor.

spor müsabakalarının dışında ve ötesinde ak parti iktidarı süresice bu protestoya emsal gösterilecek protesto durumlarına baktığımızda benim tespitim şudur ki sosyo-ekonomik seviyenin bir çıta yükseldiği tüm topluluklar karşısında hükümet zor durumda kalmaktadır. çünkü bileti 35 lira'dan başlayan bir organizasyonda ne kadar davetiye dağıtılırsa dağıtılsın akp'nin "istediği" bir çoğunluğa ulaşılabilme ihtimali yok denecek kadar azdır. bu arena açılışında da böyle olmuştur. sporun siyasallaşması bir yana sırf bu done bile "neden hiçbir siyasinin işgüzarlık yapmaması gerektiği"ne güzel bir örnek teşkil etmektedir.

son olarak gelelim "rezil olduk" durumuna. genelde "rezil olduk"çuların tezleri "tüm dünyanın gözü önünde olur mu?" ekseninde toplanıyor. ancak dünyada globalleşme ve enformatik hızın, bilgi akışının doruklarda olduğu çağımızda ülkemizde cereyan adan binlerce olayla değil de bunla rezil olduğumuzu düşünmeleri/düşündürmeleri "rezil olduk"çuların en büyük çıkmazıdır. ülkede torba davalarla içeri neden atıldığı hala belli olmayan onlarca insan varken, gazeteci özgürlüğünde iran ve eritre'yi geride bırakıp sonunculuğa itilmişken, türkiye'deki sansür/otosansür uluslararası alanda bir farkındalık yaratmışken, egemen medya her hadisede üç maymunu oynuyorken, her komşumuzla 1001 çeşit problemimiz varken, ülkemizle ilgili rafine bilgiye ancak yurtdışı kaynaklarından erişebiliyorken, ben böyle şeyleri satırlarca daha yazabilecekken rezil olmuyoruz, sırf 2-3 bakan protesto edildi diye rezil oluyoruz öyle mi?

eğer "rezil olduk" diye hayıflanmak istiyorsak onlarca farklı, çok daha ciddi, geleceğimizi doğrudan etkileyecek konu var yani. yani demem odur ki 2 bakan yuhalandı diye 2 gün önce rezil olmadık, çok daha büyük rezilliklerin içerisindeyiz hal-i hazırda.

21 eylül 2012 beirut istanbul konseri

insanı mutlu mu ettiği yoksa hüzne mi gark ettiği belirsiz konserdir. 2007'deki konserlerine gidememiş ve onları ilk kez canlı dinleyen biri olarak kesin kararım şudur ki: beirut, mutlulukla hüznün ekinoksudur.

aslında her şey onların sözleriyle özetlenebilir: "a sunday smile, we wore it for a while."

12 mayıs 2012 fenerbahçe galatasaray maçı

Öncelikle sonuç (#15279073) nolu yazımda da belirttiğim gibi şaşırtıcı olmamıştır.

bunun dışında bu maç özelinden yola çıkarak sezonu değerlendirecek olursak, türkiye futbol ligi tarihinin en saçma sezonu çok şükür ki tamamlanmıştır. bir şekilde ortaya çıkan bir skandal yok edilememiş, büyümüş, büyümüştür. tamamen puan silme cezası verilmeden, sadece verileceği ön görülerek play-off sistemine geçilmiş, zaten pamuk iplikleriyle avrupa'ya bağlı olan türk futbolunun genetiği ile oynanmıştır. galatasaray'ın şampiyonluğunun ötesinde dileğim bu yıl ki -bence- ortaya çıkan skandaldan çok daha büyük yönetim hatalarının ileri yıllara tecellisi tahmin ettiğim boyutların altında kalır. aksi takdirde bu lige heyecan getirmek için değil play-off sistemi, barcelona ile real madrid'i getirsek heyecan getiremeyiz.

bunun dışında dünkü maç sadece malumun ilanı olmuştur. iyi futbol oynayan, doğru futbol oynayan kazanmıştır. şuan gerçekten ama gerçekten "3 temmuz'dan beri başlayan süreçte..." aforizmaları laf ü güzaftır. galatasaray bu yıl ilk 3 maçtaki 270 dakikanın 250 dakikasına futboluyla hükmetmiştir. 4. maçta da futbol akıllarıyla fark yaratmışlardır. maçın kontrolü fenerbahçe'de gibi gözükse de fenerbahçe neredeyse pozisyona girememiş, kadıköy'de atmosfer oluşmasına izin vermemiş, momentumu bir an olsun rakibine bırakmamıştır. istediğini almıştır. hakeme, galatasaraylı futbolculara lafa hacet yoktur.

galatasaray açısından gurur duyulacak bir tablodur. zira uzun yıllar sonra ayağında çatlak, 1 buçuk ay sonra avrupa şampiyonası varken oynayan, sonuna kadar direnen yabancıları; dizindeki yırtıkla 90 dakika direnen yerlileri vardır. kendi için değil, birbiri için mücadele eden bir takım kurulmuştur. ve evet, sene başından belliydi falan filan ama türkiye'de hiçbir takım bir kez kazandığını bir kez daha kazanmamıştır. bu kolay değildir, hele alışık değilseniz, daha öncesinde denenmemiş ve daha sonrasında denenmeyeceği belli olan bir seferlik olan bir şeye adapte olmak, motive olmak hiç ama hiç kolay değildir. hele hele sistemin manasızlığını muhataplarının gözüne sokacak futbolu oynadıktan, rakibi sahadan sildiğin bir maçta evinde en yakınlaştırılmış takipçine yenildikten sonra hiç ama hiç kolay olmasa gerek. ama galatasaray yaptı bunu. hem de rakibinin mabedinde kutlayarak. beklenenin olmamasıyla oldu bittiye getirilmeye çalışılan "süper final" kupa töreninde ısrar ederek. rakibin soyunma odasının duvarlarını süsleyerek. sahada kazandığını sahada alarak.

fenerbahçe ile ilgili de bir iki şey söylemek isterim. bir taraf tutmak, belli şeylere inanmaktan geçer. fenerbahçenin genelinde inandığı bir şeyler vardır. doğrudur, yanlıştır ancak saygı duyulması gerekmektedir. güçlü bir sivil toplum örgütüdür fenerbahçe de, bu yıl bunu çok kezler göstermiştir. ancak dün gece fenerbahçe yine etik bir sınavdan geçememiştir. "3 temmuzdan beri başlayan süreçte..." aforizmalarının sonucu olarak fenerbahçenin takımına saygı duyduğunu düşünmüştüm en azından. ancak bu saygı gösterilmemiştir. her fırsatta dimdik ayakta durduğunu söylediği takımlarını alkışlamamışlardır bile. bunun dışında yılın en aktif yönetim kurulu olan fenerbahçe yönetim kurulu, uzun yıllar boyunca kendilerinden söz ettirecek bir şark kurnazlığı girişimine imza atarak ışıkları kapatarak rakibin kupa almasını engelleyeceğini düşünmüştür. an itibarı ile fenerbahce.org'un intro sayfasının ışıl ışıl bir şükrü saraçoğlu resmi olması da tebessümlere itmiştir beni gecenin bu vaktinde. fenerbahçe'nin galatasaray'ı yendiğinde etraflarında tek bir güvenlik görevlisi olmaksızın santrada eğlendiğini, geyiğini yaptığını; abdürrahim albayrak'ın bir sıkıntı oluşmaması için fenerbahçe takım otobüsünde staddan ayrıldığını göz önüne aldığımızda, taraftarlardan bahsetmiyorum bile, fenerbahçe profesyonellerinin davranışları ne yazık ki fenerbahçe tarihi için utanç verici, uzun yıllar refere edilecek bir olaydır. son üç sezonun son maçlarının ilkinde yanlış alarm, ikincisinde şüphe, sonuncusunda da ezeli rakibin kutlama yaptığını düşündüğümüzde bir gül bahçesi beklenmemekte ancak yine de "emeğe saygı" teziyle çırpınan camia'nın emeğe saygı sınavından kalması oldukça düşündürücüdür.

dönüp okuduğumda bunlar da laf ü güzaftır aslında. şampiyon galatasaray, o kadar.

22 nisan 2012 galatasaray fenerbahçe maçı

öncelikle, bir galatasaraylı olarak, malumun ilanını yapmalıyım: galatasaray, galatasaray gibi kaybetmiş; fenerbahçe, fenerbahçe gibi kazanmıştır.

futbol düşük skorlu, en popüler sporudur güzide dünyamızın. bu sebepledir ki hatalar bu kadar belirleyici, bu kadar netice değiştiricidir. futbol bu yüzden güzeldir. bu sebeple dünkü maçla ilgili teknik bir analize girmeye gerek yoktur. galatasaray, taraftarına muazzam bir görsellik sunmuş, ancak kimilerine göre şans, kimilerine göre beceriksizliklerin silsilesi olarak bu muazzamlığa uygun bir son hazırlayamamıştır. oyunun hakını aykut kocaman da maç sonrası demeçlerinde vermiştir. hatta bir milli takım figürüne yakışmayacak düzeydeki taraftarlığı ile volkan bile: "galatasaray bu ligin en iyi takımıdır." cümlesini ağzından kaçırmıştır "bizim takımımız daha iyi.. kem.. küm.. biz daha büyüğüz yeminle"lerinin arasında.

skorun dışında bir-iki şey vardı göze çarpan dün gece. birincisi, "3 temmuz'dan beri başlayan süreçte..." cümlesiyle başlayan yüzlerce aforizmanın, binlerce demogojinin yanında geçtiğimiz yıl hem mental, hem de istatistiksel olarak dibe vurmuş; çökmüş bir takım 1 yıl içerisinde doğru planlama ve yapılanma ile bu yılın standartlarının çok çok üzerinde futbol oynamaktadır. hem de bayrak adamı en umulmadık yerde çekip gitmişken. bu, her şeyin dışında ve ötesinde bir kere takdir edilesi bir olgudur.

bir diğeri, galatasaray taraftarıdır. özellikle stad açılışı ve takip eden süreçte dibe vurmuş taraftar da futbol takımıyla paralel olarak düzelmiş, örnek hale gelmiştir. galatasaray takımı, belki de şampiyonluğa mal olacak bir malubiyeti hiç hak etmediği bir şekilde almış ve taraftarlık perspektifinden hak etmediği mutlak olanlar saha ortasında tüm tahrik unsurlarıyla orta oyunu sergilemişlerdir. bu süreçte sahaya ne bir yabancı madde atılmış, ne de sahaya bir kişi atlamıştır. taraftar gözlerindeki hak edeni alkışlamışlardır. aykut kocaman ve yardımcılarının kaşları da sapasağlamdır. lig tv'den görüntüler rahatlıkla istenebilir. bunun dışında ve ötesinde maç esnasında da küfürlü hiç bir tezahürat ve yabancı madde atılmamıştır.

son olarak, yukarıda da belirttiğim gibi kimilerine göre şans, kimilerine göre beceriksizliktir bu maçın özeti. bence bu şansla da beceriksizlikle de açıklanamayacak bir şeydir. açıklanamadığı için futbol güzeldir. süper final, muhteşem son, harikulade bitiş vb. endüstriyel ögelerle şekillendirilmeye çalışsa da hala bu yüzden güzeldir galatasaray-fenerbahçe maçları. bu yüzden farklıdır.

şimdi galatasaray bir kez kazandığını bir kez daha kazanmak zorundadır. işi de kolay değildir. ancak, özellikle dün geceden sonra, bu takıma olan güvenim sonsuzdur. bu takımın bu yıl ki genetiğini oluşturan tüm teknik heyet, kazandığı finaller ile farklıdır, kazandığı finallerle buradadır. bu final de kazanılacaktır. mevcut 3 maçın 270 dakikasının 250'sini kontrol eden takımdır bu takım.

ve uzaklarda bir adam olan sir alex ferguson'un söylediği gibi: "şans daima kendini eşitler."

arda turan

Galatasaray'dan, ayrıldığı zamandaki takım içerisindeki durumu göz önüne alındığında, ayrılmış en değerli futbolcudur. bir galatasaray taraftarı olarak üzülmüşümdür. ama bu salt bir üzüntü değildir ne yazık ki. çünkü arda turan özellikle galatasaray kaptanlığına yükseldikten sonra büyük bir başkalaşım içerisine girmiş ve bu başkalaşım sonucunda da bizim onu ilk sevdiğimiz halden çok başka bir hal almıştır. yıllar içerisinde geçirdiği bu evrim taklit vidyolarını izlediğimiz "kocakafa 66" dan, yeni emniyet müdürü geldiğinde makamına hayırlı olsuna giden "spor arabalı-raybanlı"ya doğru olmuştur. bu kimilerine doğal gelebilir, ancak bana gelmemekte. bu ve buna benzer sebeplerle arda'nın gitmesine o kadar da üzülemiyorum. bu işin sosyal boyutu tabii ki.

teknik boyutuna bakacak olursak da tarihinin en kötü sezonunu yaşamış galatasaray, yeni sezonda türk futbolundaki yangın yeri durumundan da faydalanarak bir anda en hazır takım duruma gelmişti. bu hazır oluşta da takım yapısının içerisinde, en merkezde arda turan bulunmaktaydı. onun gidişi eğer yeri doldurulmazsa fatih terim'in önündeki en büyük sıkıntı olarak gözükmekte. bir galatasaray taraftarı, "10 numara"nın taşıyıcısından gitmek/kalmak ekseninden ziyade, daha zamanlı bir ayrılış bekliyor insan tabi.

son olarak da arda'nın gidişiyle metin'in gidişini paralel olarak görenlere en büyük örnek metin oktay palermo'ya gittiğinde o zamanki teknik direktörü gündüz kılıç'ın palermo'ya yazdığı mektuba bir bakmalarını tavsiye ederim: http://alkislarlayasiyoru...lermo-metin-oktay-mektubu

sonuç olarak arda iyi bir galatasaraylıdır. ama hiçbir zaman bir metin olamayacaktır.

güle güle arda turan.

babasız kızlar

eğer babalarını hiç görmemişlerse, hayatlarında hiç ilk aşkı yaşayamayacak olan kızlardır. direk ikinciden başlarlar, bir şeyler yarım kalır.

24 ekim 2010 fenerbahçe galatasaray maçı

bir galatasaray'lı olarak şunu söyleyebilirim ki galatasaray'ın şuanki durumundan bağımsız olarak bile fenerbahçe'nin favorisi olduğu karşılaşmadır. öncelikle bu 10 yıllık galibiyet serisinin oluşmasında bir çok faktör var. birincisi pozitif bilimle açıklanamayan fenerbahçe'nin galatasaray'a karşı şansının tutması hadisesidir. bunun nedeni, niçin olduğu bilinmemektedir ancak böyle birşey vardır. yani ben galatasaray tarhine de meraklı biri olarak henüz galatasaray'ın çok kötü oynayıp bulduğu 1 ya da 2 pozisyonla kazandığı bir maç ne yazık ki hatırlamıyorum. bunun dışında 10 yıllık geçmişe bakıldığında tarihler de göstermektedir ki galatasaray uefa kupası ve süper kupayı almasından hemen sonra başlamıştır bu seri. bunun nedeni de fenerbahçe'nin, ezeli rakibi Avrupa'yı sallarken, haklı olarak, galatasaray maçlarını oldukça içselleştirmiş, kendi taraftarına rüşt ispatı haline getirmiştir o yıllarda. bir süre sonra da bu galatasaray'ın üzerinde korkunç bir baskı oluşturmuş, ne kadar kaliteli kadrolarla gitse de istediği sonuçları alamaz olmuştur.

bu maç özeline gelecek olursak, keşke galatasaray böyle bir buhran'dan geçiyor olmasaydı da kafalarda sadece bu maç olsaydı. ama bunun dışında yok galatasaray 5 yermiş, 6'yı ararmış 7'ye tav olurmuş... geçiniz arkadaşlar, geçiniz. 100 yılı aşkın galatasaray-fenerbahçe rekabetinin bir yan ürünüdür bu kadar kalitesiz bir ligin bu kadar para etmesi, bu kadar spor yazarının olması, spor yazarlarının galatasaray yazarı, fenerbahçe yazarı, beşiktaş yazarı şeklinde ayrılabilmesi. bu rekabettir normalde boş tribünlere oynanan basketbol maçlarının, voleybol maçlarının derbilerde dolu olmasını sağlayan...

ve bu rekabet bu kadar yüzeysel anekdotlarla oluşmamıştır. dünyadaki muadillerine bakalım: barcelona-real madrid, katalan-ispanyol derbisidir; celtic-glasgow rangers ortadoks-katolik derbisidir; river plate-boca juniors, aristokrasi ile alt sınıfın mücadelesidir; roma-lazio taşra ile kentin derbisidir; ancak fenerbahçe-galatasaray hiçbir belirgin ayırıcı faktör olmamasına karşın bu kadar büyük bir rekabet olması ile eşsizdir. çünkü bu rekabet, rekabetten öte bir festivaldir. bu yüzden galatasaray eksikmiş, fenerbahçe güçlüymüş beni ırgalamaz, maç güzel olsun yeter.

bir tane de ayrıntı var bu maçla ilgili olan ki gerçekten ilginç: tugay kerimoğlu, galatasaray forması formasını son kez, galatasaray'ın kadıköy'deki son galibiyetini aldığı maçta giymişti. şimdi büyük ihtimalle galatasaray'ın -geçici de olsa- teknik direktörü olarak oraya gidiyor, gerçekten enteresan.

16 eylül 2010 beşiktaş cska sofya maçı

sheridan gibi bir kelimenin anlamıyla "kazma"yı oyunda tutuyorlar yahu. schuster bile müdahale edebilir, o kadar kazma yani.

halka saygı isteyenlerin yuhlama kararına tepkisi

yuhalama durumunun hoşuma gitmediğini bunu beğenmediğimi öncelikle söylemeliyim. yani sonuçta ne olursa olsun bu tip hadiselerin misafir önünde değil de mutfakta yapılması taraftarıyım. ancak sanırım şöyle bir yanlış anlaşılma var ki oradaki yuhalama abdullah gül'e değil tayyip erdoğan'a. zira gül, slovenya ve sırbistan maçlarını da izlemiş, meksika dalgasına katılmış, hiç de böyle bir olay olmamıştır.

yani büyük ihtimalle kılıçdaroğlu bir konyaspor maçına falan gitse benzer şeyler olabilirdi o gün. çünkü yaklaşık üç ay boyunca liderler adeta rüzgar ekmişlerdir. o kadar kesin çizgilerle ayrıştırılmıştır ki halk bu seçim haritasına da yansımıştır. bunda kılıçdaroğlu'nun da payı büyüktür, ancak 2007'deki meşhur balkon konuşmasını göz önüne aldığımızda aslan payı recep tayyip erdoğan'dadır. kucaklayıcı olacağının sözünü veren başbakan referanduma sayılı saatler kala "hayır veren darbecidir" bile diyebilmiştir. yani demokrasiden bahsedilirken, mevcut anayasa değişikliği ile fişlenmenin geride kalacağından bahsederken halkın %42'sini kısacık bir cümleyle fişlemiştir.

herneyse buradan yine seçim tartışmasına bağlamak istemiyorum ancak kucaklayıcı olunmazsa, oy alamadığı bu gibi sosyo-ekonomik seviyesi yüksek, kendisine oy vermemiş ortamlarda daha çok sıkıntı yaşamaması için başbakanın da şapkasını önüne alıp düşünmesi gerekmektedir. sadece oradaki yuhalayanların sorunu değildir bu. çift taraflıdır.

emiliano insua hakkında ne dediler

"ga ga ga ga gayet iyi..." hidayet türkoğlu.

misimovic için ne dediler

"let's get a MRI" House m.d.

lorik cana

bir çok açıdan galatasaray'ı rahatlatmış transferdir.

öncelikle yabancı futbolu transferi konusunda üzerine atılan ölü toprağını atmıştır yönetim ve taraftara umut aşılamıştır. bunun yanında da premier lig'den futbolcu getirme hadisesinin haldun üstünel tekelinde olmadığının görülmesi de kafalarda soru işareti yaratan istifanın etkisini kısmen silmiştir.

işin cana'nın galatasaraya katkı boyutuna bakacak olursak faydalı bir transfer olacağı kanaatindeyim. fransa'nın en arıza takımlarından marsilya'nın kaptanı oluşu, sunderland'daki tek yılını kaptan olarak geçirmesi hem uyum sorunu yaşamadığının hem de liderlik vasıflarının net referansı niteliğindedir. bunun yanında galatasaray'ın geçen yılki en büyük sorunu olan, derbi maçlar ve deplasmandaki kolay sindirilen "kibar" yapısını değiştirebilecek bir futbolcudur cana.

ayrıca bu transfere de mehmet topal 5'e gitti cana 4.5'a geldi mantığı ile bakılmamalıdır. zira mehmet topal kendi kariyer planlaması dahilinde bir hamle yapmıştır. yabancı sınırlaması söz konusuyken türk pasaportlu, mehmet topal yeteneği ve potansiyeline sahip bir futbolcunun 5 milyon avroya satılması kâr hanesine yazılacak 5 milyon avrodan ziyade güncel performansı ile gitmek isteyen bir futbolcudan elde edilebilen maksimum gelirdir.

sonuç olarak lorik cana hem takımıyla hem taraftarıyla uyum sorunu yaşamayacak bir isimdir. "arnavut inadı"nın ali sami yen'e tecellisi geçen sene "ruh" talep eden galatasaray taraftarını, Lucas neill ile birlikte bu sezon tatmin edecektir.

fabio alves da silva bilica

marka değerinden bahseden aziz yıldırım cemiyetine sahada tokat gibi bir yanıt vermiş futbolcudur.

best

açılımı board of european students of technology olan bir nevi kulüpler birliğidir. 83 teknik ya da bir şekilde teknik olduğunu ispat etmiş üyesi vardır. bu üniversiteler içinde türkiye'den itü, yıldız ve odtü tam üyelik almışlardır.

(bkz: http://www.best.eu.org)

11 nisan 2010 galatasaray diyarbakırspor maçı

10 senedir kombineli, 15 senedir de ali samiyen yollarında bulunmuş biri olarak öncelikle geceyi betimleyecek cümle "sıradışı"dır.

şimdi öncelikle şunu belirtmeliyim ki "stadyumda protesto" olayı son derece göreceli ve destek verenin de karşı duranın da sıkı tezlerinin bulunduğu bir hadisedir. yani şunu demek istemekteyim ki "kendi stadında protesto olur muymuş arkadaş?" diyen de "evimde şikayetimi söylemiyeceğim de nerede söyleyeceğim?" diyen de kendince haklıdır. ben bunların dışında ve ötesinde yaklaşıyorum eski açık tribününde bu maçı izlemiş biri olarak.

şöyle ki öncelikle diyarbakırspor'un alkışlanması hadisesi kurcalanmayacak kadar normal bir hadise haline gelmelidir artık. yani nedir bunun altında maraz aramanın faydası? bu takıma küfredildiğinde, etnik tezahürat yapıldığında -ki takımın yönetiminin etnik bakış açısı konumuzun dışındadır- kime ne faydası oldu? bitmeyen maçlar, futbol dışı unsurlar görüldü hep. sonuç olarak güzel bir hadisedir. altından bir şey çıkarılamayacak kadar güzeldir hem de. kasımpaşa'nın es-es'i alkışlaması; ankaragücü'nün her maçın 16. dakikasında bursayı anması kadar sevimli, tebessüm edilecek bir hadisedir aklı selim insanlar için. e şimdi diyenler olacak ki "diyarbakırspor'un durumu farklı". haklılar da. ama işte tam bu yüzden, farklı olduğu için, artık diyarbakırspor'un maçlarının normalleşmesi için bu bakış açısını kazanmak bir nevi zarurettir.

şimdi gelelim protesto hadisesine... başta da söylediğim gibi ben olayı doğruluk-yanlışlık ekseninden ziyade tutarlılık-tutarsızlık ekseninde ele almak istiyorum. dediğim gibi 10 senedir sürekli ali sami yen stadı ve bunun dışında da ekrandan bir ton maç izlemiş biri olarak bir sürü yalancıktan protesto gördüm. objektif olması açısından bu "yalancık"tan protestolardan birini yine bir ali sami yen gecesi ile örnekleyeyim: tarih 7 ağustos 2005. merhum özhan canaydın görevde. çok başarısız bir yaz sezonu geçirmiş galatasaray transfer açısından. taraftara pires vaadedilmiş, pires villareal'e imza atmış; ada elden çıkmış ve bunların yanında da isimli, taraftarı heyecanlandıracak hiçbir transfer gerçekleşmemiş. pires beklerken sasa iliç bulmuş taraftar da büyük bir öfke ile protesto için yerlerini almıştı. ilk 5 dakika alkışlı protesto gerçekleşecekken galatasaray 3. dakikada golü buldu, hem de sasa iliç ile. protesto bitti; yeni sezon heyecanı, şampiyonluk hayalleri geri geldi. bu tip hadiseleri türkiye'de hemen her takım için sıralayabiliriz.

ama bu galatasaray-diyarbakırspor maçındaki protestonun bunlardan ayrılan bir yanı vardı. galatasaray'ın ilk yarıda peşpeşe gelen iki golü ile kırılmadı protesto. tribünlerde aslında lucas neill gibi isimlerin bunu haketmediği bilinmesine rağmen -ki bu taraftarların aralarında konuştuğu bir şeydi maç esnasında- futbolcu ayrımı yapılmadan, o renkleri taşıyan, o renkleri temsil eden her bireye eşit dozda uygulandı. küfür edilmedi. jo hariç kimseye "özellikle" protesto gelmedi. sadece taraftar şunun bilinmesini istiyordu: athletico madrid maçı sonrası başlayan ruhsuz futbol, atılan bir gol sonrası "i will survive" melodisi eşliğinde eriyip gitmeyecekti. dünyanın neresinde olursak olalım bu denli üstüste gelen kötü futbol protestoya maruz kalır. ha efendim şimdi "ingiltere'de böyle mi? almanya'da böyle mi?" diyenler olabilir. cevap çok basittir. biz farklıyız. akdeniz insanıyız. duygusalız. biz bir yere bakıp kıyas yapacaksak bu zaten ingiltere olmayacaktır. yunanistanda'ki panathinaikos-galatasaray maçını hatırlayalım. galatasaray'da panathinaikos'da fena oynamayarak 3-1 gibi galatasaray lehine bir sonuç oluşturdular. kalecinin hiçbir bariz hatası yokken kaleci ıslıklandı, protesto edildi. bu yıl sezon başı hazırlık kampında milan'ın idmanını basan milan taraftarlarını hatırlayalım. geçtiğimiz yıllarda 5 maçta 4 malubiyet alan real madrid'in başındaki adam capello'ya sallanan mendilleri hatırlayalım. demek istediğim doğru ya da yanlış biz buyuz. biz sembolleştirdiğimiz şeylere anglo-sakson bakış açısıyla bakamayız. ait olmadığımız bir iklimdeymiş gibi davranamayız. üzüntümüzü de sevincimizi de üst düzeyde yaşarız. yani bu maçtaki protestoyu yapan insanların canı acımadan protesto yaptığını kimse iddia edemez.

sonuç olarak tekrar belirtiyorum ki kişisel anlayışımıza göre protestonun doğruluğu yanlışlığı değişebilir. lakin uygulanışındaki tutarlılık ve dozu açısından sahaya yabancı maddeler atan, futbolcu tekmeleyen, "ar yu pileyır? ar yu big pileyır?" diyip futbolcusunun arabasında bira şişesi patlatan taraftar profilinden buraya gelirsek bence bu bizim taraftar profilimiz için bir emsal teşkil eder.