bugün

entry'ler (251)

une infinite de trous en forme dhommes

bir hrsta başyapıtı, stem stem in electro adlı albümden.
tanımı ise, aşağılarda bir yerlerde...
nasıl başlamak gerektiğini bilememek gibi bir şey...
hayata nasıl başlamak gerektiğini bilememek gibi aynı. başlamak, farkında olmak; amacını hala anlayamamış olmakla beraber, farkında olmanın da verdiği anlamsız bir kızgınlık yaratıyor.
bazen, bazı şeylerin ne kadar önemli olduğunu düşünmek... duymak, ne kadar önemli.. bu sesleri duyabiliyor olmak, herkesin hissetmeyeceği gibi hissedebiliyor olmak duyarken. fark burada mı peki? o'nu veya o'nları, o'nlardan herhangi birini 'gerçekten' duyabiliyor olmak mı, duyabiliyor olmanın ötesinde yüklü şeyler hissedebiliyor olmak mı?
tekrar tekrar dinleyerek yeni bir şeyler bulabilme çabası, aslında var olan sayısız hissin tamamını buldurabilir mi zihne?
sanırım, hayır.

gezinti şimdi başlıyor: sesin çıktığı yerden, gittiği yere kadar geçirdiği tüm zaman, aldığı tüm yol, yüklendiği ve bıraktığı her şey, eksilttiği ve arttırdığı, var ettiği ve yok ettiği;
ne varsa..
adanmışlıkla başlamak, bu yazının yaptığı şey, sebebi, bu sesler bütünü: "une infinité de trous en forme d'hommes"
kaynağı: "hrsta"
yansıması: ben

* * *

geçmişin tozlu yapraklarından kopup gelen o koku, o toz parçacıklarıyla beraber, yaşananların geniş özetlerinin de hatırlanması, bir tesadüf değildi. bir çağrışımdı belki de. belki de, bir özlem. özlemenin hissettirdikleriyle ilgili hissettikleri, o’nun aklını karıştırmadı hiçbir zaman. bugün, dün, geçen yıl, önceki asır, geride kalan çağ.. yarın, sonraki ay, bir yıl sonrası, gelecek yıllar ve gelecek asırlar..
neye inandığı veya neden korktuğu açık değildi. zaman ilerliyordu, ilerledikçe korkuyordu ve inanmaya çalışıyordu. kulakları, gözleri, zihni, pür dikkat bekliyordu geleceği. olanları, olacaklarla karşılaştırırsa, sonuçsuzluğa ulaşacağını düşünmekle geçirmişti zamanını. kaybetmişti bir bakıma, kaybettiği zaman da yanına kar kalmıştı. kazanabilecek miydi? vazgeçecek miydi? unutabilecek miydi? ölümün, bunların hepsine çare olacağını düşündüğü ilk anda, genç sayılırdı. fırtınalardan korkar, karanlıkta kalamazdı. sessizlik huzursuzluğun ta kendisiydi, koşar adımlarla uzaklaşmaya zorlardı.. neden uzaklaştığı o an önemli değildi, sadece yapmak istiyordu. korkuyordu.
sonra uzandı. taşların, otların kapladığı zemine bıraktı kendini. zihninde canlanacak her şeyin sonu gelmişti o an. alnının ortasında, şakaklarında, kollarında, parmak uçlarında, baldırlarında ve topuklarında hissetti akışı.. zihnini boşalttı, zihnini serbest bırakmaya çalıştı. iki kulağı arasında gidip gelen seslerin monotonluğunu bir kenara bıraktı önce. göz kapaklarının önünde, dünyasını örten o karanlığın ardına geçmeye başladı.
yaratılıyordu sonunda. yönetilmeye başlıyordu. fiilen hissetmemeye, zihnen hissetmeye başladığı anda, insanların bilmediği türde bir uykuya daldı.
zamanın olmadığı, kavramlaşmadığı ve her şeye bulaşmadığı bir yerde, tamamiyle boşluk ve bu boşluğu kaplayan tek sonsuzluğu yöneten o belirsizliğin, yine o boşluğu, her şeyi kaplayan sonsuz yokluğu inleten sesi duyuldu:
"uyan!"
uyandı ve etrafına baktı, sonsuz bir boşluğun, sonsuz bir sessizliğin, sonsuz bir renksizliğin içindeydi. en son gördüğü şeyleri hatırlamaya çalıştı;
"var olup yok olmak üzerine kurulmuştu her şey. bırakmıştı, alev alev yanmıştı ateş. ateş vermişti aleve, canlandırmıştı o'nu.
ateşe vermişti zihnini bulandıran merakı, ateşe vermişti zihnini kaosa sürükleyen anlık saçmalıkları.
bırakmış ve dinlemişti.."
şimdi ise buradaydı. varlığını hissediyordu sadece, hissedecek başka bir şey yoktu. duyuyordu ama, ortada yoktu, göremiyordu da aynı zamanda..
neyle baktığını, neyle duyduğunu da bilmiyordu, sadece varlığını hissediyordu. bedensizdi, belki bir zihinden, belki sadece hislerden ibaretti.
bu, korkuttu o'nu. dünyadayken bile bir şeyler eksik yaşıyordu ve bu o'nu üzmeye yetiyordu.. şimdiyse, varlığından şüphe ederek bir şeyler anlamayı umuyordu sadece. ürkekliğini yok edecek bir işaret, bir hareket bekledi.
bekleyişini "uyandım" diyerek sona erdirmek istedi.

gerçekten uyanmış mıydı yoksa beklemek istemediği için mi böyle söylemişti?
çünkü gözlerini açmış, sonsuz ve boyutsuz bir boşluğun içinde tek varlık gibi hissetmişti kendini. ama, göremediği bir benlikti bu.
gerçekten açmış mıydı gözlerini?
bir ses duymuştu, "uyan!" diye. bu sesle beraber hissetmeye başlamıştı.. ama bu.. bu sanki zihninin içinden gelen bir sesi..
gerçekten duymuş muydu?
bütün bunlar yormuştu o'nu, gördüklerinin ve hissettiklerinin yavaş yavaş kaybolduğunu hissetti.. bulunduğu ortamın değiştiğini, sonunda görebileceği bir şekle girdiğini farketti. fakat gördüğü şeyden pek hoşlanmadı, kendi bedenini görüyordu; gözleri kapalı, hareketsiz..
yıllardır nasıl koktuğunu farketti o an, yüzündeki kırışıklar, ifadesinin silikliği ve hatta belirsizliği.. ellerinin yara bere içinde olduğunu gördü ve anlam veremedi, saçları dökülmüştü yer yer, dökülmeyen kısımlar beyazlamıştı. normalden daha kısa boylu ve şişman göründüğünü düşündü.
nerede olduğunu anlamaya çalıştı bir süre. ama bedeninden başka bir şey göremiyordu. bedeninin üzerinde tek renkli bir örtü vardı ama o da görünmüyordu. "karanlıktan görünmüyor sanırım" diye düşündü, ama kendi yüzünü net görebiliyordu.

uzunca bir süre kendini izledikten sonra, uzaklaşmaya başladı. yüzü neredeyse görünmeyecek kadar ufaldıktan sonra, durdu. bedeni hareket etti, gözlerini açtı, etrafına baktı. sonra, ayağa kalktı ve etrafında bir turdan fazla döndü...
o sırada, daha önce hiç duymadığı sesler gelmeye başladı yine bilmediği bir yerden.
kısa bir süre içinde, seslerin tanıdık olduğunu farketti..
bir takım enstrümanlar, şimdiye kadar düşündüklerinin, hissettiklerinin, yaşadıklarının da ötesinde bir şeyler vermişti o'na.

artık anlamıştı..
sonsuz
döngü
o.

6 yıl tıp okuyunca kendini bir bok sanan tip

Valla şöyle usturuplu bir entry ile açıklayayım dedim ama, yok.

Tıp fakültesine koysan en geç bir ay içinde kuyruğunu götüne sokup kaçacak, anasına babasına bir şey olunca "doktor aman ne yapabiliyorsan yap, para sorun değil" diyen amını dilini siktiğim pezevenklerin laf atmakta bir mahsur görmediği tiptir. Bi Siktirin gidin amk ya.

tıp okuyan kızların çirkin olması

Çirkin değil bakımsız olarak değiştirilmesi gereken fikir. Zira normalde dikkat çekmediği halde, bakım yapınca güzelmiş aslında denilen çok insana şahit oldum. Aslında Bunu direkt tıp okuyan kız olarak değerlendirmek yanlış diye düşünüyorum. Daha öncesinden ve kişisel bakım alışkanlıklarının oluştuğu dönemden itibaren ele almak gerekiyor çünkü. Çevrenizde mutlaka okuyan vardır ve aşağı yukarı bilirsiniz; Tıp fakültesini kazanmak ve okumak zor bir süreçtir ve böyle dönemlerde insan hem çalışma temposuna hem de sorumluluklarına yetişebilme adına bazı şeylerden taviz verebilir. Örneğin herkesin klasik şikayetidir, sınav senesi kilo almak. Tıp fakültesi demek her seneniz sınav senesi imiş gibi çalışmak demek olduğundan, zaten zamanında kazanılmamış olan bakım alışkanlığını edinmek iyice zorlaşıyor ve ortaya fiziksel görünümüne önem vermeyen bir güruh çıkıyor. Her ne kadar bunu yanlış bulsam da arkadaşlarımın da hakkını yedirmem üzgünüm. Tabii son zamanlarda bunu kendilerinin de farkına varmasıyla, görünüşüne önem veren kız arkadaşlarımızın sayısı gittikçe artıyor. Ve bir acı gerçek daha, üzgünüm arkadaşlar o çirkin dediğiniz kızların hiçbiri ilerde yüzünüze bakmayacak.

sözlük yazarlarının itirafları

Bugün düşündüm. Aslında epeydir düşünüyorum. Hemen hemen 22 senedir. Şu anda bunları yazarken göğsümden yüzüme doğru ateş fışkırıyor. Bedenim ruhuma bu tavrı sürekli takınıyor. Aslında suç ruhumda sanıyorum. Dışarı mı çıkmak istiyo napıyosa, bir sorun var. Bu bariz.

Ya amını dinini ırkını sikeyim ya. Arkadaş göğsüm nasıl daralıyor....

Bugün bir kadınla konuştum. Sohbet ettik. Astrolojiye ilgi duyan bir kadın. Yıldızlarla arası iyi. Benim de öyle. Benim de aram yıldızlarla iyi ama o profesyonel. Ben avare bakıyorum o ise baktığında hayatları görüyor. Bıçaklanmış hayatlar, buruşturulmuş hayatlar, sikilmiş hayatlar. -evet, bir gün küfrü bırakmalıyım. Öldüğümde belki- Ben yıldızlara bakıp hayatımda iz bırakan kadınları ya da insanları düşünürüm. Öyle aşktan meşkten değil ama. O an ki doğanın kanunu budur. Sonra da anlarım işte. Aylak aylak da baksan profesyonel de baksan yıldızlar hayattır. Şifreli yayın gibi. Şifreyi biliyorsan okursun hayatı. Nasıl beklediğini seni kan bekçilerinin, anlatır ta anasının amındaki yıldız sana. Şifreyi bilmiyorsan da benim gibi salak salak bakarsın. Tütün tüttürürsün, gözünün kenarından birkaç yıldız da sen düşürürsün çenene doğru. Kulaklarından içeri yıldızları eritiyordur Ahmet Kaya. Sonra flu olur göktekiler. Yıldız patlamasından oluşan kara delik gibi bir şey hissedebilirsin. Öyle ki, dünyadaki bütün acıları emiyorsundur o an. Seni de yutmasından korkarsın. Bir çocuk gibi hem de. Belki biraz Brautigan şiirleri gibi naif. Korkarsın işte. Bu ortamı dağıtmak için kafanı kaldırıp bakarsın en heybetli yıldıza ve "Oğlum Allah ne kadar büyük lan" dersin. Bu naiftir, çünkü bahsettiğin büyüklük fizikidir. Komik gelir sana. Ya da çabalarsın, komik görünmek için. Çünkü gözlerinin kenarından çenene doğru akan yıldızların sayıları Marcia'nın güzelliğindeki pekiyiler kadar çoğalmıştır.

Sonra şaraplardan bahsedelim. Kırılmış kalplerin mi yoksa kırılmış sigaraların mı daha çok üzdüğünü insanı. Belki bir şarap şişesini bir kalp gibi kırar ve hayatımıza batırırız. Ay cesedimi yıkar ışığıyla, kutup yıldızı gelip namazı kılar ve bir karadeliğe gömerler beni.

Bugün yine şöyle dedim uzun zaman sonra kendime, neden ölmüyorum ki? Ve uzun zamandır böyle iyi hissetmedim kendimi. Sonra döndüm en başa. Konuştuğum Astrolojik arkadaşıma. Söylediklerine yani.

Kendin ol diyordu... insanlarla uyum içinde yaşamaya devam ettiğin sürece yavaşlarsın falan da diyordu. Hak verdim. Doğru söylüyordu. Uygulamalıyım diye düşündüm. Ve uyguladım. Mükemmel hissettim kendimi. Evet dedim. Harika bir şey bu. Teşekkür ederim Miray dedim. Sadece 10 dakika sürdü. Sonra dedim ki kendime, evet, ben bu dünyaya geliş amacı br karadeliğe dönüşmek olan, çok uzakta incecik parlayan bir yıldızım ve çok yalnız.

Duvardan fısıldadı Brautigan;
" Ne zaman başımı göğsüme doğru indirsem koku geliyordu. Sonra fark ettim; koku, kalbimden geliyordu."

drum

Eskiden sadece mavi ve kırmızı rengini gördüğüm fakat son 6 aydır sarı, kırmızı ve mavi olmak üzere 3 farklı paket rengine sahip, zevkle içtiğim sarma sigara tütünü. Farklı renklerin üzerinde herhangi bir açıklama bulunmasa da 3ünü de ayrı ayrı denedim ve şu sonuca vardım: mavi en serti, kırmızı orta, sarı ise light. Fakat mavi veya sarıyı içmenizi tavsiye ederim, kırmızı bence olmamış ı-ıh ben beğenmedim. Yani sigarayı normal sevenler mavi alıyor, light ve mentollü tutkunları sarı alıyor, sonra arap kağıdına sarıp kardeş kardeş içiyoruz.* Oldu mu canlar? Bayiinizden ısrarla isteyiniz.

sigarasızlık

Sarma sigara içerek minimuma indirgeyebileceğiniz, özellikle geceleri sıkça karşılaşılan durum.

(bkz: Drum)
(bkz: Old holborn)
(bkz: Golden virginia)
(bkz: George karelias and sons)

rakı

en güzel tanımlarından birisi sabahattin ali'ye aittir.

"bereket versin, anadolu’nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında bunların gene kendisine mahsus çareleri vardır. bunlardan en birincisi “rakı”dır. burada felaketzede memur içer; müflis tüccar içer; fena mahsul çıkaran eşraf içer; senelerden beri hep aynı köşede bırakıldığı için içerleyen zabıt içer ve nihayet karısıyla geçinemeyen kaymakam içer."

(bkz: kuyucaklı yusuf)

the last shadow puppets

bir albüm düşünün ki her şarkısı güzel olsun. (bkz: the age of the understatement) işte bu albümün sahibi alex turner - miles kane ve james ford un kibirlerini stüdyonun kapısında bırakarak ortaya koydukları muhteşem proje, the last shadow puppets. sadece tek seferlik bir iş olarak kalmaması gerekerdi. bu aralar kane ve turner'ın ivedilikle bu çatı altında yeniden birleşip bir soluklanmaları gerek. yoksa çok geçmeden alex turner arctic monkeys frontman'ı olarak olanca büyüklenmesiyle rock and roll'u kendisinin yarattığını falan ilan edecek. biz seni beyaz fon önünde kulaklığın ve mikrofonunla sakin sakin cornerstone söylerken de seviyorduk alex.

umarım bu iki adam yakın zamanda the age of the understatement gibi bir albüm altında tekrar buluşurlar da, müzik yaşamlarına biraz olsun dinginlik katarlar. tlsp gibi bir sığınağı bırakmamak hem kendilerinin, hem dinleyicilerinin yararına.

albümdeki parçaların her biri birbirinden güzel olsa da kydc'den seçmeler:
(bkz: my mistakes were made for you)
(bkz: calm like you)
(bkz: The Age Of The Understatement)
(bkz: meeting place)
(bkz: standing next to me)

martin wallstörm

Mr robot dizisinde tyrell wellick karakterini canlandıran 1983 doğumlu isveçli aktör. Kendisi gibi oyuncu olan lisa linnertorp ile evlidir.

1998 yılından beri sinema sektöründe olduğu göz önünde bulundurulduğunda, amerikan piyasasına biraz geç giriş yaptığı düşünülse de hem yetenekli oyunuculuğu ve mükemmel amerikan aksanı ile hem de seyirciye hitap eden yakışıklılığı ile 3-5 sene içinde hollywood'a adım atabileceğini düşünmekteyim.





görsel

best rebellious

the away days grubunun this isimli albümünde bulunan 4 parçadan biridir.
60’ların saykodelikliğinde koştururken, shoegaze vokallerin kucağına düşmek isteyenler için link: https://www.youtube.com/watch?v=vRPngYx3UMM

sözleri ise şöyledir:
secret parts beneath
it's all i know
you're going out of this way
would you come with me to far?
the moment you float like roll
denial, again
so i always knew what future holds
again
secretly, soulfully
i'm going home
secretly, patiently
i'm going home

the away days

geçtiğimiz aylardan birinde tamamen random şekilde çalan bir playlistte dinlemiştim ilk.
best rebellious idi şarkının ismi.
tamamen moralim çökmüş, okul ve aile problemlerinin üst üste geldiği bir dönemdeydim.
beşiktaş'da bir kafenin en kuytu en köşe masasına tek başıma oturmuştum sabahın 8:00' inde.
ve sonra o ses geldi, o mükemmel indie başlangıçları olur ya.
huzur kaplamıştı etrafı. gözlerimi kapattım ritme bıraktım kendimi, ruhumu teslim ettim.
sonra bunu tekrar dinlemeliyim diye şarkının adını kontrol için shazam'a dinlettim buldu, mutluydum.
eve gittim açtım tekrar, bu güzel şarkının klibini de merak ediyordum. bir de ne göreyim;
''hassiktir bu mekan bana hiç yabancı gelmiyor. oha abi plaka 34. dur bir dakika ya! ''
hemen grubu araştırmaya başladım ve türk olduğunu öğrenmem çok zamanımı almadı.
o kadar şaşkındım ki sanki ben 22 senedir evlatlıkmışım ve bunu yeni öğreniyormuşum gibi.
5 dakika o şaşkınlığı atamadım üstümden, çünkü türkiye'de bu kadar kaliteli ve aynı zamanda universal müzik olamaz imkanı yok diye düşünüyordum. benim için de bir milat oldu, çağ atladım resmen. umarım bu çizgiyi bozmadan yollarına devam ederler.

dinlenilmesi gereken şarkıları:
(bkz: best rebellious)
(bkz: your colour)
(bkz: galaxies)
(bkz: paris)
(bkz: calm your eyes)
(bkz: sleep well)

türkiye deki en iyi müzik grupları

(bkz: The away days)

godspeed you black emperor

araba kullanırken dinlenmez, ya gider son sürat bir ağaca vurursunuz ya da çeker kenara ağlarsınız. kitap, gazete okurken dinlenmez, anlamazsınız okuduğunuzu, algılarınız çarpık olur. sevişirken dinlenmez, temponuz anlamsız değişikliklere uğrar; olmadık yerlerde dakikalarca durursunuz, sonra kenara çekilip ağlarsınız. uykuya dalarken dinlenmez, kaotik rüyalar görürsünüz, uykudan sıçratır adamı.

özel bir zaman ve mekan ayıracaksınız gy!be dinlemek için. karanlık ya da loş bir oda, yalnız, her sesi, her enstrümanı algılayabilmenize olanak sağlayacak kalitede bir ses sistemiyle dinlemelisiniz ancak.

ayrıca "allah seni hızlandırsın kara imparator" anlamına da gelmez.

friends vs how i met your mother

10 sezon friends seyrettikten sonra buraya gelip how i met your mother diyen varsa ya sayı saymayı bilmiyodur ya da afedersin götüyle izlemiştir.
yine de bi hatırlatmak gerekirse;

how i met your mother'da en sevdiğin karakter kim sorusuna 10 kişiden 9'u net barney der, zaten diziyi de götüren odur ama friends için böyle bi şey mümkün değildir. önce joey akla gelir sonra yok lan ross dersin, o da değil chandler, yok ya phoebe, aslında monica, yoksa rachel mı derken hiç birini ayıramazsın.
how i met your mother izlerken dizi olduğunu bilirsin ama friends izlerken joey'ye bi bira da bana aç diyesin gelir, monicayla i know diye bağırırsın.
friends 10 sezon olmasına rağmen her bölüm sıkı izleyicileri tarafından en az üç kere izlenmiş çoğu replik ezberlenmiştir ve döne döne tekrar izlenir. how i met your mother izlenir, sonra bi dahaki bölüm izlenir.
friends sonrası boşluğu doldurmak için yapılmış zilyon diziden en tutanı how i met your mother ise de henüz böyle bir kıyaslamayı hak etmemektedir. tek avantajı friends'den güncel olması ve eş zamanlı seyredilmesi olabilir, ama friends zamanında torrent vardı da mı eş zamanlı seyretmedik?
ayrıca herhangi başka bir diziyle himym kıyaslanırken onu destekleyecek biri friends'le kıyaslandığını görünce sinirlenir, çünkü bi friends vardır bi de diğerleri.

haydi hayırlı işler.

krem şanti torbası

pasta süsleme, şanti doldurma ve tabak süsleme için tasarlanmış; ekonomik, kullanımı kolay, hijyenik bir mutfak gerecidir.

unutmak

Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vasıfsız keder.

where is my mind

Mr. Robot dizisinin 1.sezon 9.bölümünün son dakikalarında göndermenin kralı yapılarak piyano versiyonunun çalındığı şarkı. Spoiler vermiycem gidin izleyin işsiz güçsüz insanlarsınız.

fenerbahçe nin yeni hocası vitor pereira

(bkz: Vitor pereira)
(bkz: Aramaya inanmak)
Yıl olmuş 2015 hala başlık sıçıyorsunuz. Bu nedir abi, bu nedir? Ben de yeni başlık açıyorum o zaman sarı lacivertlilerin yeni portekizli teknik direktörü vitor pereira diye.
Tanım: sıçmık

i don t want to change you

Bir damien rice hayranı olma yolunda ilerlerken uğramanız gereken duraklardan biri.

Ayrıca Bir sonbahar akşamında yağan yağmurdan sonra, sokak lambalarının yorgun sarı ışıklarının aydınlattığı sokaklarda yaptığınız yürüyüşlerde size eşlik etmesi gereken şarkıdır. ister eski sevgilinizi düşünün, ister kötü geçen bir iş gününü. Size kalmış. Yardımcı olması açısından sözlerini buraya bırakıyorum.

"Wherever you go
Well, I can always follow
I can feed this real slow
If it's a lot to swallow
And if you just want to be alone
Well, I can wait without waiting
If you want me to let this go
Well, I am more than willing

Oh, 'cause I don't want to change you
I don't want to change you,
I don't want to change your mind
I just came across a manger
Out among the danger
Somewhere in a stranger's eye

Oh, and I don't want to change you
I don't want to change you,
I don't want to change your mind
I just came across a manger
Out among the danger
Somewhere in a stranger's eye

I've never been with anyone
In the way I've been with you
But if love is not for fun,
Then it's doomed, 'cause

Water races,
Water races down the waterfall,
The water races,
Water races down the waterfall

And I don't want to change you
I don't want to change you,
I don't want to change your mind
I just came across a manger
Where there is no danger
Where love has eyes and is not blind"

spoiler ibaresi koymadan spoiler veren öküz

Bugün yeni izlemeye başladığım bir dizi ile ilgili entry gireyim diye başlığına girdim, hazır girmişken de bir kaç entry okuyayım dedim. Ama o da ne, spoiler! Ömrümden ömür gitti o an, allah belanı versin çalmaya başladı arka fonda ve ben yeni gol kaçırmış burak yılmaz görüntüsüne büründüm. Yapmayın be kardeşim. Çok mu zor? iki gram zevkimiz var onun da amına koymayın be. Aslında çok güzel laflar hazırlamıştım da şimdi sakinim, neyse.
Küçük bir butonu dahi gerektiği şekilde kullanamayan, sözlükte fazlaca bulunan öküzlerdir.