bugün

bir hrsta başyapıtı, stem stem in electro adlı albümden.
tanımı ise, aşağılarda bir yerlerde...
nasıl başlamak gerektiğini bilememek gibi bir şey...
hayata nasıl başlamak gerektiğini bilememek gibi aynı. başlamak, farkında olmak; amacını hala anlayamamış olmakla beraber, farkında olmanın da verdiği anlamsız bir kızgınlık yaratıyor.
bazen, bazı şeylerin ne kadar önemli olduğunu düşünmek... duymak, ne kadar önemli.. bu sesleri duyabiliyor olmak, herkesin hissetmeyeceği gibi hissedebiliyor olmak duyarken. fark burada mı peki? o'nu veya o'nları, o'nlardan herhangi birini 'gerçekten' duyabiliyor olmak mı, duyabiliyor olmanın ötesinde yüklü şeyler hissedebiliyor olmak mı?
tekrar tekrar dinleyerek yeni bir şeyler bulabilme çabası, aslında var olan sayısız hissin tamamını buldurabilir mi zihne?
sanırım, hayır.

gezinti şimdi başlıyor: sesin çıktığı yerden, gittiği yere kadar geçirdiği tüm zaman, aldığı tüm yol, yüklendiği ve bıraktığı her şey, eksilttiği ve arttırdığı, var ettiği ve yok ettiği;
ne varsa..
adanmışlıkla başlamak, bu yazının yaptığı şey, sebebi, bu sesler bütünü: "une infinité de trous en forme d'hommes"
kaynağı: "hrsta"
yansıması: ben

* * *

geçmişin tozlu yapraklarından kopup gelen o koku, o toz parçacıklarıyla beraber, yaşananların geniş özetlerinin de hatırlanması, bir tesadüf değildi. bir çağrışımdı belki de. belki de, bir özlem. özlemenin hissettirdikleriyle ilgili hissettikleri, o’nun aklını karıştırmadı hiçbir zaman. bugün, dün, geçen yıl, önceki asır, geride kalan çağ.. yarın, sonraki ay, bir yıl sonrası, gelecek yıllar ve gelecek asırlar..
neye inandığı veya neden korktuğu açık değildi. zaman ilerliyordu, ilerledikçe korkuyordu ve inanmaya çalışıyordu. kulakları, gözleri, zihni, pür dikkat bekliyordu geleceği. olanları, olacaklarla karşılaştırırsa, sonuçsuzluğa ulaşacağını düşünmekle geçirmişti zamanını. kaybetmişti bir bakıma, kaybettiği zaman da yanına kar kalmıştı. kazanabilecek miydi? vazgeçecek miydi? unutabilecek miydi? ölümün, bunların hepsine çare olacağını düşündüğü ilk anda, genç sayılırdı. fırtınalardan korkar, karanlıkta kalamazdı. sessizlik huzursuzluğun ta kendisiydi, koşar adımlarla uzaklaşmaya zorlardı.. neden uzaklaştığı o an önemli değildi, sadece yapmak istiyordu. korkuyordu.
sonra uzandı. taşların, otların kapladığı zemine bıraktı kendini. zihninde canlanacak her şeyin sonu gelmişti o an. alnının ortasında, şakaklarında, kollarında, parmak uçlarında, baldırlarında ve topuklarında hissetti akışı.. zihnini boşalttı, zihnini serbest bırakmaya çalıştı. iki kulağı arasında gidip gelen seslerin monotonluğunu bir kenara bıraktı önce. göz kapaklarının önünde, dünyasını örten o karanlığın ardına geçmeye başladı.
yaratılıyordu sonunda. yönetilmeye başlıyordu. fiilen hissetmemeye, zihnen hissetmeye başladığı anda, insanların bilmediği türde bir uykuya daldı.
zamanın olmadığı, kavramlaşmadığı ve her şeye bulaşmadığı bir yerde, tamamiyle boşluk ve bu boşluğu kaplayan tek sonsuzluğu yöneten o belirsizliğin, yine o boşluğu, her şeyi kaplayan sonsuz yokluğu inleten sesi duyuldu:
"uyan!"
uyandı ve etrafına baktı, sonsuz bir boşluğun, sonsuz bir sessizliğin, sonsuz bir renksizliğin içindeydi. en son gördüğü şeyleri hatırlamaya çalıştı;
"var olup yok olmak üzerine kurulmuştu her şey. bırakmıştı, alev alev yanmıştı ateş. ateş vermişti aleve, canlandırmıştı o'nu.
ateşe vermişti zihnini bulandıran merakı, ateşe vermişti zihnini kaosa sürükleyen anlık saçmalıkları.
bırakmış ve dinlemişti.."
şimdi ise buradaydı. varlığını hissediyordu sadece, hissedecek başka bir şey yoktu. duyuyordu ama, ortada yoktu, göremiyordu da aynı zamanda..
neyle baktığını, neyle duyduğunu da bilmiyordu, sadece varlığını hissediyordu. bedensizdi, belki bir zihinden, belki sadece hislerden ibaretti.
bu, korkuttu o'nu. dünyadayken bile bir şeyler eksik yaşıyordu ve bu o'nu üzmeye yetiyordu.. şimdiyse, varlığından şüphe ederek bir şeyler anlamayı umuyordu sadece. ürkekliğini yok edecek bir işaret, bir hareket bekledi.
bekleyişini "uyandım" diyerek sona erdirmek istedi.

gerçekten uyanmış mıydı yoksa beklemek istemediği için mi böyle söylemişti?
çünkü gözlerini açmış, sonsuz ve boyutsuz bir boşluğun içinde tek varlık gibi hissetmişti kendini. ama, göremediği bir benlikti bu.
gerçekten açmış mıydı gözlerini?
bir ses duymuştu, "uyan!" diye. bu sesle beraber hissetmeye başlamıştı.. ama bu.. bu sanki zihninin içinden gelen bir sesi..
gerçekten duymuş muydu?
bütün bunlar yormuştu o'nu, gördüklerinin ve hissettiklerinin yavaş yavaş kaybolduğunu hissetti.. bulunduğu ortamın değiştiğini, sonunda görebileceği bir şekle girdiğini farketti. fakat gördüğü şeyden pek hoşlanmadı, kendi bedenini görüyordu; gözleri kapalı, hareketsiz..
yıllardır nasıl koktuğunu farketti o an, yüzündeki kırışıklar, ifadesinin silikliği ve hatta belirsizliği.. ellerinin yara bere içinde olduğunu gördü ve anlam veremedi, saçları dökülmüştü yer yer, dökülmeyen kısımlar beyazlamıştı. normalden daha kısa boylu ve şişman göründüğünü düşündü.
nerede olduğunu anlamaya çalıştı bir süre. ama bedeninden başka bir şey göremiyordu. bedeninin üzerinde tek renkli bir örtü vardı ama o da görünmüyordu. "karanlıktan görünmüyor sanırım" diye düşündü, ama kendi yüzünü net görebiliyordu.

uzunca bir süre kendini izledikten sonra, uzaklaşmaya başladı. yüzü neredeyse görünmeyecek kadar ufaldıktan sonra, durdu. bedeni hareket etti, gözlerini açtı, etrafına baktı. sonra, ayağa kalktı ve etrafında bir turdan fazla döndü...
o sırada, daha önce hiç duymadığı sesler gelmeye başladı yine bilmediği bir yerden.
kısa bir süre içinde, seslerin tanıdık olduğunu farketti..
bir takım enstrümanlar, şimdiye kadar düşündüklerinin, hissettiklerinin, yaşadıklarının da ötesinde bir şeyler vermişti o'na.

artık anlamıştı..
sonsuz
döngü
o.