bugün

"benzetemem hiçbir çekilmiş çileye."

- gelin baylar bayanlar, gelin! tanrı'nın belki de insanları gülsün diye yarattığı ve sırf bu sebepten böylesi kader bahşettiği bu adamı izleyin! karşınızda vaudeville for vendetta!

şakşakşakşakşakşak(alkışlar, yer yer otuzbir çekmeler, adım adım anadolular)

reverans.. reverans..

***

birinci bölüm -otobüse binmeden önce-

muhteremler, her şey; uzun zamandır ertelediğim istanbul seyahatimi artık gerçekleştirmeye karar verdiğim bir gece başladı. apar topar topladım valizimi, atladım taksiye, kafamda "ulan şimdi yaz vakti, yer de yoktur otobüslerde" düşünceleri olduğundan, yardıra yardıra koşarak girdim aşti'ye. kapıdan girer girmez, bir oğlan karşıladı beni "istanbuull, istanbuull, istanbuuul" deyu. birader, "ne kadara götürüyosun" sorusunu bitirmeden, "aaabime bi bilet" diye sakallı bi herife işaret etti, adam işareti alır almaz bileti işlemeye başladı. atmaca gibi herifin üstüne atlayıp "yahu arkadaş, bi dur hemen ne yazıyosun, kaça götürüyosun hem?" derken adamdan 25 versen yeter abi sözünü işittiğim saniye civcive dönüştüm baba, "iyi ver bakalım hehheh, kaçta kalkıyo, şeyapmayalım, çok beklemeyelim, burda da telefon çekmiyor mu yau nedir hehe" gibi gereksiz yetmiş beş muhabbete girdim herifle, belki beni severler de kazıklamazlar deyu.

herif; biz seni alıcaz ordan birader diyerek 53 numaralı perona yönlendirdi beni. gittim, terminalin içinde boş bulduğum bi banka oturdum. arkamda elinde bidonla uyuyakalmış bi teyze var ve yanımdaki bankta herifin teki ayakkabıları çıkarmış, cozur cozur uyuyor. herifi izlerken bir şey dikkatimi çekti, adamın bir kol saati var ve saatte dev gibi "nokia" yazıyor. ulan çinliler, her bokun sahtesini fasonunu üretiyorsunuz da, bari aynı modelden gidin, telefonsa telefon di mi arkadaş? çıksa bi cevvalim, "nuh'un ankara" diye kravat üretmeye kalksa, esnafıydı mahallelisiydi şöyle bi kabasını almaz mı bu herifin, ağzını burnunu bi temize çekmez mi? çeksin.

sıkıntılı sıkıntılı adamların gelip beni almasını beklerken, dur bakim şu bilet nasıl bişeymiş diye bileti çıkardım ki, anaov. herifler resmen evde yapmış bileti, kesmiş kağıdı, yazmış tükenmezinen, basmış printer'da. bilette kocaman rezervasyon bilet yazıyor ve hemen altında yazan şu: "vergi iyadesinde(aynen bu baba, iade değil) kullanılamaz." lan nereye kullanacaksın zaten bu kenef kağıdını? kullanmaya kalksan, vergi iyadesi lafını gören maliye memurları arar bulur basar evimi; kulağımı zımbalar, parmağımı kollu kalemtıraşla açar, kaşarlı tost ve tamek meyve suyu içirdikten sonra ağzımı saman kağıdıyla silerler(en çok bu acıtıyo lan).

bilete bakıp sırtarırken, tam karşımdaki bankta oturan bi herif gördüm; saçlar geriye yapıştırılmış, top sakal, çizgili gömlek, siyah kumaş pantolon, elinde de tespih. buraya kadar her şey normal, sıradan bir çakal. fakat ben hayatımda öyle ayakkabı görmedim arkadaş. yemin ederim, nereden bulduysa alaaddin'in sihirli lambasını giymiş herif. ön taraf sivri ve yukarı kalkık, arkasında kulak gibi bişey var, ekvatorda şişkince, kutuplardan basık. kafamı kaldırdığımda adamın tespih sallayarak beni tip tip izlediğini fark ettim, ben de "ne bakıyon hıyarağa" ifadesiyle karşılık verirken, ikimiz de tiz bir "istanbul yolcusu kalmassiean!" sesiyle irkildik.

valizleri kaptığımız gibi anlamadığım şekilde, aşti'nin dışına çıkarılıyorduk. hemen sakallıyı buldum "şşş, ne iş?" hesabı, herif sakallarını gerdanıma, kaytan bıyıklarını bilmem nerelerime sürercesine yaklaştı ve fısıldayarak: "kardeş biz şimdi metro turizm'le(hukukçu dostlarımız gerekirse uyarsın, yasal yönden sıkıntı oluşabilirse firmanın ismini silerim) göndericez, dokuz kişilik boş yer var, caddeden alacaklar sizi, şu arkadaşı takip et" dedi. caddeden atladık otobüse. [burada not olarak düşelim, herhangi bir firmayı suçluyor değiliz. adı geçen firma yetkililerinin bu ve benzeri hadiselerden haberdar olmadığını düşünmekle beraber, bu kanun dışı işleyişten şirketin şoför ve muavinlerinin sorumlu olduğunu belirtmem gerekir.]

***

ikinci bölüm -otobüse bindikten sonra-

otobüsün en arka dörtlüsünün en sağına yerleştim. kafamda; biraz müzik dinlerim, sonra kitaba yardırırım gibi bir yolculuk planı çizmişken işler hiç de istediğim gibi gitmedi. hani cam kenarında alt tarafta ayağını koyduğun bi yer vardır, bazen düz olur paşa paşa gidersin, bazen hafif eğimli olur biraz sıkıntı yaratsa da yine ayağını tutar orada. gel gör ki bu otobüste o kısmı yuvarlak yapmışlar arkadaş, koyuyorum ayağımı vıjt kayıyor aşağı, hangi aklını dimağını siktiğimin mimarı mühendisi tasarladıysa. beheeey alman panzerii! beheey hollanda sığırıı! beheeey allahuekber dağları davarııı!(yalçın küçük gibi masayı döv bunları söylerken) resmen afakanlar bastı birader, huzursuzum.

biraz müzik dinleyip, ortama alışmaya çalışırken, "du bakalım milletin öve öve bitiremediği şu kitap nasılmış" diye aldım elime cien anos de soledad'ı, başladım okumaya. lan yine deliricem. abi heriflerde bi soy ağacı var, aha anlatıyorum: ailenin en büyüğü jose arcadio buendia, oğlu var jose arcadio, onun da oğlu var arcadio, onun da oğlu var jose arcadio segundo, allah belasını versin onun da yeğeni var jose arcadio. onu siktir et asıl olaya gel; bi herif var aureliano buendia, oğlu var aureliano, onun yeğeni aureliano segundo, bunun iki tane torunu var ikisinin de adı aureliano, ve asıl bomba bu aurelianolar'ın birine parantez açmışlar çocuk aureliano'dan diye. abi deliricem, bunun anasını ya dedesi sikti ya yeğeni sikti ya da herif kendi anasını sikti kendisi doğdu.

çıldırmak üzereyken kitabı fırlattım, uyumaya karar verdim, fakat onu da yapamıyorum, çünkü zifiri ayak kokusu var ortamda. soluma döndüm, yanımdaki hafif kilolu herif sandalet giymiş, içine bir de çorap giymiş, dalga dalga yayıyor zehrini eşşekoğlueşşek. o sıkıntıda bir türlü uyku pozisyonu tutturamadım, sağa yasla kafayı yok, sola yasla yok, baktım yanımdaki herif, önündekinin koltuğunun arkasına kafayı yaslamış, cayır cayır uyuyor. ben de mi o pozisyonda uyusam lan, diye düşünürken, her nedense aklıma "yok lan, şimdi onun yaptığını yapmaya çalışıyorum sanmasın" gibi, en son anaokulunda kafamı kurcalayan düşüncelere kaptırdım kendimi, sonra ne diyorum lan ben diyerek yasladım baba kafayı önümdekinin koltuğunun arkasına. bi yandan da huylanıyorum, lan böyle de domalmış gibi olduk, yandaki ibne götüme mötüme bakmasın derken, ayak kokusunun ağırlaşmaya başladığını fark ettim. bir süre sabrettikten sonra gözümü açıp sola baktığımda yazın ortasında giyilmiş bir yün çorapla ağız ağıza geldim. yanımdaki puşt bacak bacak üstüne atmış arkadaş. hem sinirden çatladığın, hem de ağlamaklı olduğun bi yüz ifadesi vardır ya, "inanamıyorum lan" der gibi, hah, aynen o ifadeyle herifin bi ayağına bi suratına, bi ayağına bi suratına bakıyorum, eşek değil ya uyandı hadiseye, topladı ayağı falan.

otobüsteki şanssızlıklarım bunlarla da bitmedi dostlarım. muavine "bi su vericen mi birader?" dedim, herif getirdi suyu, sağol diyeceğim yerde "suu" deyivermişim. çöl kaçkınıyız ya..

***

final sahnesi

yanımdaki herif harem'de inerken arkasını dönüp el sallayarak hadi görüşürüz (yarrrak görüşürüz) deyince, sıfatında gördüğüm yadigar ejder masumuiyeti, adama olan bütün kızgınlığımı aldı götürdü arkadaş.

sözün kısası muhteremler, neticede tökezleye devrile yuvarlana vardık arkadaşımızın evine.

en nihayetinde ne oldu diye soracak olursan aziz dostum... planımızda; sert bişeyler içtikten sonra -belki üç duble votka- güzel bi kadınla sevişip, soğuk duvara göğsümüzü koltukaltımızı dayayarak uyumak varken; fıçı bira içtikten sonra üstüne bi sıvaz patlatıp, odada gezinen orospu çocuğu bi sivrisinekten korunmak içün pikeyi cibinlik belleyip komple vücudu sararaktan haşlanmak düştü kaderimize. ah ulan lanet be.. "hayat bir oyundur" diyen yalan söylüyor azizim. hayat ne oyundur, ne oyuncu, ne de sahne. hayat seyircidir; ve inan bana espri seçiyor...
arka koltuktaki hanım teyzenin elindeki torbayla haşur huşur oynaması ve üstüne üstlük (bu yetmedi ya!) sakızını patlatıp tüm dünyaya duyurmasıdır.
ön koltukta oturan ve yol boyunca canlı yayın yaparak konuşan hanım teyzenin sürekli ''aman yahu kaza olacaktı şoför bey oğlum'' diyerek kendince yolculuğa aksiyon katma isteği içinde bulunmak isterken, saçma bir şekilde uykusuz bırakmasıdır.
(bkz: hic paragraf bası yapmadan entry kasan hayvanlar)
(bkz: şehirler arası yolculukta tespih çekmek)
zira bu konuda en çok acı çeken şahsiyet Yılmaz Erdoğan'dır. Öyle çok acı çekmiştir ki başıma şair olmuştur.
şehirler arası yolculukta bilet alırken iyi firmaları tercih etmek lazım.yoksa hem bir bileti birkaç kişiye kesebiliyorlar hemde otobus içindeki hizmet çok kötü olabiliyor.ben çok yaşadım.
(bkz: her şehirler arası yolculuk çilelidir) * *
yolculuk süresine göre artan çiledir. gidiş dönüş bilet alınır. yine karayol'u tercih edilir ne halt varsa artık. önce istanbul'dan ayrılmanın vermiş olduğu hüzün sarar sonra dersin ya bir dur topu topu 1 hafta. yatışır sinirler. binersin otobüse. senin arkandan iki adet kaşar biner ve yolculuk başlar. söz konusu kaşarlar muavini kafalayıp otobüsü durdurmaya kadar sapıtırlar. ve sinir katsayısı artmaya başlar. şaka gibi uykuda gelmez. bütün yol uyuyan sevgiline ve ablasına bakarak patlama derecesine gelinir. neyse güneş doğar ve dağlar falan oyalar. 1 sene çalışıp tatile çıkmak daha ilk gününden işkenceye döner böylece. ve dönüş için birşeyler planlarsın , bir eczane bulursun * alırsın 14'lü bir remeron , yolculukta içip bir güzel uyumak ve rahatlamak için. dönüş günü otobüse biner binmez yutarsın bir adet. yavaştan uyku gelir. tam dalacaksın bacaklarda uyuz bir gıdıklanma hissi. hap etkisini gösteriyordur. ama dur bu da ne ? böyle yapmazdı. iyice aptal gibi olursun. ne uykuyla ayıklık arasında git gel yaparsın sarhoş gibi. yerinde de duramaz olursun. ilk mola yerinde seni ayıltmaya çalışsalarda nafile. tam uyutur diye 1 adet içtiğin için böyle maymun olmuşsundur oysa yarım içilmelidir bu meret. evine vardığında hala uykun vardır yatarsın uyuyamazsın 1 gün daha çöp olur yolculuğun ardından.
(bkz: ishalken 14 saatlik otobus yolculuguna cikmak)
doldurulacak çilem varmış şehirlerarası yolculuk yaptım...
(bkz: şişman yanı)
yurtdisindan yeni donulmus istanbul'dan bursa'ya gelinmektedir ulan zaten 13-14 saat havada gitmisiz ebemizinkini gormusuz cok afedersin; bari istanbul'dan bursa'ya cefa cekmeyelim diye iyi bir firmadan bilet alinir ama kazulet firma koridora cocuklarin oturmasina izin verir (5 adet sumugu akan cinsten) akabinde bir de babam ve oglum filmini koyar hadi hayirlisi ulan zaten uyuyamiyorum yolculukta yan tarafta ki sol bacagimin 4-5 cm. yani oluyor sumugu her an pantalonuma degmesi muhtemel bir cocuk ekranda babam ve oglum ha agladim ha aglayacagim bunuda gectim ondeki amca surekli donup evladim kokusu gelmistir diye surekli biber dolmasi ikram ediyor aman yarabbi neyse sonuc olarak sehirler arasi yolculukta otobuste iseniz fazlasi ile cile cekilir ondan feribot veya varsa ucak tercih ediniz..
boyunuz uzunsa, 4 saatten her uzun yolculukta yaşanan durum.
illaki her defasında farklı bir aksiliğin sizi bulmasıdır.
hem eskişehir yakın, hem ordaki arkadaşın. tatile de çıkamamışsın zaten, haftasonu için değişiklik olur deyip( haftasonundan kasıt pazar tabi, yolculuk cumartesi yapılıyor) çıkmışsın ofisten, aşti ye doğru 3 vasıta değiştirerek gitmektesin. bindiğin otobüsün söforüne sorarsın;
- aşti den geçer mi?
+ geçer abla...
otobüsün sıhhıyeye doğru ilerlediğini fark eden nada, gidip tekrar sorar;
- aştiden geçer dediniz ama, sıhhiye ye doğru gidiyorsunuz.
+evet abla, sıhhıyede iner metroya binersin, kızılayda inip ankarayla aştiye geçersin.
-...
ben bilmiyorum sanki öyle yapmayı, bildigim yoldan gitsem daha az dolanırdım. herneyse otobüsün kalkmasına 10 dk kala yetiştim ve aceleyle biletimi alırken bileti satan satan bey "koltuk numaranız 1" dedi, "4 olsa olmaz mı" dedim...
demez olaydım, hayatımın en net, kısa ve farklı duygular hissetmeme sebep olan cevabını aldım.
" 1 "
ya 4 numara dolu de, rezervasyonunuz 1 numaraya yapılmış de, bu ne biçim bir cevaptır "1".
Ama ben 4 diye bilinçaltına yerleştirmişim tabi, gittim 4 numaraya oturdum. O sıra gözüm
2 numarada oturan teyzeye takıldı, lan dedim yanına oturan nasıl sığacak ki oraya... derken acı gerçeği bi anda fark ettim, benim koltuğum 4 numara değil ki. Adamın da dediği gibi "1".
teyzenin kalkması, benim yerime geçmem, teyzenin tekrar oturabilmesi, o oturmaya çalışırken geçemeyen ve biriken yolcular derken otobüs kalkış saatini kaçırdı...
bide güya eşya almadım yanıma, lan kol çantası nah bavul gibi, yere koysam eğilecek kadar yer yok, kucağımda duruyo ama zaten koltuğun yarısında ben varım, nerdeyse omuzlarımdan ikiye katlanmışım.
Bide host gelmez mi, ne içersiniz diye, burda bana "nasıl içersiniz" dese daha mantıklı olurdu, faciaya yol açmamak için "teşekkürler, almiiim" dedim artık. teyze içti ama, çay içti...
O sıra bi ses duydum ( tabi çantadan ipod u çıkaracak kadar hareket alanım olmadığı için müzik de dinleyemiyorum)
-ooh yeaa i know her.
bu nasıl bi ağzını yaya yaya ingilizce konuşma şeklidir. Branşın olunca ister istemez dinliyosun tabi konuşulanları;
Kadın tutturmuş, yanındaki çocuğun sevgilisi olan damlayı sevmiyormuş. Yav sen mi koynuna alacan, sana ne?
Ay çocuk da " ben damlanın sarı saçlarını seviyorum" dedi 3 saat.
Yahu ne damlaymış, yol boyu başka bi şey konuşmadılar. Ben mecbur muyum damlayı dinlemeye, kurtuluş yok mu kardeşim bu sarışınlardan.
Hayır bi de ingiliz karı öyle bi bağırarak ve yaya yaya konuşuyo ki, ben bi ara verilen film orijinal sandım, altyazısız.
Oha dedim dandik bi otobüs firması ve orijinal film, meğer arkadakilermiş konuşan.
Ha bide teyze bunlardan rahatsız oldu, o kısmı beni ilgilendirmez de rahatsız oldukça yerinde kıpırdadı, o kıpırdadıkça ben ve çantam preslendik.(sinirden yabancı kelime de kullandım sözlük)
Teyzem ya, sağlığına yazık az zayıflasan ya.
bu da böyle bir anımdır...
bazı muavinler de yolculuğun çileye dönüşmesi için ellerinden geleni yaparlar.

- bir şeker daha alabilir miyim?
+ sebeb?
- acı oldu da.
+ niye?
- şekeri az geldi galiba.
+ belki kahve fazla gelmiştir.
- ya sabır... kardeşim şeker versene.
+ yok şeker.
- o zaman kendine biraz tuz bul sen.
+ o niye?
- kahveyi gömleğine dökücem de leke yapmasın...
koca bir gün otobüs yolculuğuyla geçmiştir ve gece olmuştur. daha dünyanın yolu olduğunu düşünerek uyumanın yapılacak en iyi şey olduğuna karar verirsiniz. uyumaya çalışarak geçirilen uzun sürenin ardından tam başardığınızı düşünürken arkalardan gelen otobüsü inleten veletin ağlama sesi verilen onca çabayı bok ederek bi kaç dakikalık uykunuzun içine eder.
bayram tatili vesilesiyle, otobüsle istanbul a geliyorum, yanımda gayet normal görünümlü biri var, yanında 1 litrelik dimes meyve suyu getirmiş, muavinden de bir bardak istiyor, yolculuk boyunca, höpürdete höpürdete, bardak bardak meyve suyunu götürüyor. neyse sonunda hele şükür meyve suyunu bitiyor, bana dönerek, boş kutuyu gösteriyor, "pardon birader sana da ikram etmeyi unuttum ama içiyor muydun?" diyor, "hayır teşekkür ederim" diye cevap veriyorum. beş on dakika geçtikten sonra elemanın doğal olarak çişi geliyor, önce muavine anlatıyor durumu. muavin "belirlenen tesisler dışında durmamız yasak" diyor. eleman durumu kaptana da anlatıyor, ısrarları sonucunda amacına ulaşıyor. otobüsten çıkıyor, bütün otobüs sakinlerinin bakışları altında yol kenarına işiyor. yolculuk boyunca hiç konuşmuyoruz, çünkü işedikten sonra anında sızıyor, ben ise meyve suyuyla, votkayı mı karıştırdı acaba diye düşünüyorum...
(bkz: şehirler arası yolculukta fotoğraf çekmek)
(bkz: şehir arası yolculukta mekik çekmek)
şehirler arası yolculukta çekilebilecek en büyük çile çocuk/bebek zırıltısıdır.
(bkz: şehirler arası yolculukta diş çekmek)
eğer yol uzunsa ve otobüsle gidiliyorsa, kaçınılmaz olan sonuçtur. özellikle de benim için. son çile çekişimin ardından yapmamaya yemin ettiğim şeydir.
muavin gelir..

-bir şey alır mısınız?
+hayır teşekkürler
- kola iç hoştur ha!
eskişeihrden giresuna 12 saatlik yolculk yetmiyormus gibi arka koltuğa 2 yaramaz veledi bulunan kadının oturması çok felaket birşeydi! çocuklar durmadan oynaşıor ve sürekli sakız ciğniyordu. yolculuktan nefret ettmemin en büyük sebebi oldular.
sevgili ile farklı şehirlerde oturuyorsanız bu çile hiç bitmez.