bugün

"içimdeki sen kırıntıları" adlı ilk şiir kitabı ile adından söz ettireceğini düşündüğüm başarılı kalem ehli. "avucumun içindeki nasırsın , şimdi sen kime dokunsam acırsın" gibi bir çok etkileyicinin dizenin sahibidir.
Ilkokul öğretmenim sen'i cümle içinde kullanmamı istediğinden beri susuyorum, lehçesiz bir dilde. Bilinmeyen kelimeler listemin en başındasın, taa o günden bugüne ...

ÖzgürGümüşsoy ..
Şehrin sakız ettiği küfürlerimi yutkunarak
Ölesiye susabilirdim hasmane bakışların karşısında
Ağzımı toplayabilirdim -ağzınla
Gülünecek bir şey yok dedim, yalnızca yalnızım...

Ö. Gümüşsoy
mükemmel şiirleri dizeleri olan şair. gelse de yazarımız olsa dediğim zat. belki de aramızdadır kim bilir.
bir zamanlar kuzendi...
geçen gün şiirlerine rastladım.tebrik edilesi şair.
Kuşlar karın tokluğuna uçarlar ya hani
Ben işte öylesine seviyorum seni
işim gücüm bu tek yapabildiğim bu hepsi bu
Varsa yoksa Sen/varsa yoksa sensizlik
Hayat sevgilim,
Mayana hüznü de katacaktır elbette
Eşit pay edilişinde gizlidir ekmeğinin bereketi.

dizelerinin sahibidir .
yan yana kelimesi ayrı yazılıyor, biz sımsıkı olalım

gibi güzel bir cümleyi haytımıza kazandıran yazar.
ama tam face lik cümle.
böyle bir şiirin şairi. tebrik ediyorum, gece gece zırlıyorum.

çin malı bir plaketle ödüllendirilen deliliğim
ağır ağbiler camiasında hafiften alaya alınırken
tezlere konu olacak şekilde anlatmıştım ben seni
konuşurken hep tutuk, bahsetmediğim bir husus var gibi
gelirken hep ürkek, uğramadığım bir durak var da sanki
sevişirken hep panik, ıskaladığım bir nokta var gibi
terk ederken hep eksik, hep unuttuğum bir şey var gibi
psikiyatri literatürüne girecek şekilde sevmiştim ben seni..

birbirimize hayli küskün geçtiğimiz o devrik kaldırımları
sevgilileri düşünerek yapmıyordu şehir planlamacıları
dar bir yolda iki kişi yürümenin incelikleri…
ya da dar alanda kısa mesajlaşmalar…
darağaçlarında midesi epey geniş bir hukuk anlayışı…
kırılmayan kalemin adaletin keskin kılıcıyla bileylenmesi…
dardaydım evet, ruhen de fikren de firardaydım
başkentteydik malum ve yazık ki aylardan mayıstı
hem bazı kocakarı rivayetlerine göre hıdrellezdi de o gece
o geceydi; mazi adında bir çocuk gelip bütün gururumu ezdi
karşına dikilmiştim senin, o ayaklar altına alınmış hislerimle
ne garip, ellerin geri çevirmişti tüm yardım taleplerimi
besbelli ki çok kaçırmıştım aşkı bu kez
üzerine de o sek ayrılıkla cila çekmesem yine iyiydi…

sırf senden uzak kalmayayım diye şiirimi tutuyordum sürekli
neredeyse prostat olacaktı şairlik dürtülerim
bir zamanlar dedim, yüreğimin kadrajı sana ayarlıydı
senaryom baştan sona varlığına odaklıydı
fakat fazla caz aşık usandırırdı ya da ona yakın bir zıkkımdı işte
demem o ki sen, benim filmimde misafir sanatçı konumundaydın artık
aynalar dahi adının dokunulmazlığını tersine çevirmeye korkarken
ben seni büyük puntolarla ömrüme yazmıştım, haklısın tam bir ahmaklık!
yazılınca ufaktan; <b>“bu mesafeden öpemiyorum sensizliği
aramızda kökeni belirsiz birçok yabancı dil var
kurulayım diyorum bazen ağzının en kurak köşesine
yutkunursun diye korkarak yaşamak da güzel…” </b>dizelerimle
düşündüm belki bir nebze de olsa diplomasini suya indirirdin
ankara’da gayet medeni bir akşam arjantin caddesi’nde;
sen, ben bir de ihtimal ki maradona; galiba aynı maviliklere açılmış
ve de aynı zokayı yutmuştuk…
hani diyordum ki tanrının eli bir bize değmedi
gülüyordunuz karşılıklı siz ikiniz, tango adımlarıyla
alkol duvarlarımızda tam olarak seçilmeyen
irili ufaklı gedikler oluşmaya başlamıştı, mayıstı anımsarsın…
şarap ne kaybederdi mayhoşluğundan;
eğer sen onu içerken bağından koparılan üzüme üzülmüşsen?
ne kaybederdi ilkbahar, nicedir göz kırptığı günahlardan?
fevkalade acıkmıştın sen haysiyetin ateş pahasına satıldığı iklimlerde
tesadüf ki ihanet perhizlerinden çıkmıştın daha yeni
ben ise diyetisyenlerin önerdiği karasevda reçetelerine bir hayli toktum
-ki zordu senin kalbinde tok ağırlamak…

zordu hızlı bir şekilde karakterimi zayıflatmam pek tabii
dengem bozulurdu benim de elbette, ibre seni gösterdiğinde
lakin ibneliğin hiç mi hiç lüzumu yoktu
bazı erlerin azami ölçüleri dahi şehvete kafi gelmeyecekti
el frenine asılmadan, isterdim ellerin son sürat ilerlesin bedenimde
“kadın yetiştirme yurdu değilim ben!” diye haykırayım isterdim
ellerin adresi kendileri bulsun isterdim bir kereliğine
“aşk, sevdiğin kişiyi herkesleştiriyor zamanla.” dedin yarım yamalak
bir terbiyesizliğe kalkıştık teninin müstesna muhitlerinde
ne diyelim artık, allah utandırmasın!
-ki ayıptı senin için de, senin içinde vakitten kazanmak…

ayıptı an’ın öznelerini oyalamak, bir saatliğine de olsa
yelkovandı, akrepti ikisi de bize ters olan hayvandı
evcillerdi, garlarda pek güvenilmezdi onlara
ikimiz hakkında uzun uzadıya susmak lazımdı
uygun bir zaman aralığında tekrar görüşmek üzere
kusurlu hareketlere elverişli bir zeminde tekrar sevişmek
ve her ecele müsait bir sinir harbinde tekrar savaşmak
en önemlisi de, tekrara girmemek üzere ayrılındı…

-ben seni öyle bir yere koydum ki içimde, orayı tahmin bile edemezsin.
-meraklanma etmem, yeter ki sen yerimi unutma. yoksa ikimiz de bulamayız beni bir daha…
Lan Bi Gidin adlı şiiri çok iyidir.
her şiirini okuduğumda tövbe ettiren , ancak bir o kadarda tövbelerimi terkedip kendine çeken, ağlatan yazar.
en sevdiğim aşk tanımının altında imza sahibi olan, kanlı canlı görebildiğim için büyük şükran duyduğum postmodern yazarlarımızdandır.. aşk derseniz, şunları söyler;

''ecza dolabına çarparak alnını kanatıyorsun, dalgınlıkla.
sonra elini aynı dolabın içine doğru uzatıyor ve belki yarabandı kalmıştır diye umut ediyorsun.

alınyazını kanrevan edenden, medet umuyorsun yani bir bakıma;

sanırım, aşk da tam böyle bir şey işte!''
sözcüklere boyun eğdirebilen genç yazar, sıkı yazar.

"yalanlar üzerine inşa ettiğin onca çocuksu aşkın sayesinde
evet belki de cümle cihana hükmetmen sağlanacak
fakat tarihte asla, sahiden sana ait bir masal olmayacak!

çünkü muhtaç olduğun kudret ve de haysiyet,
senin hain damarlarında zaten yok!"
tanı$ık olduğum, sohbeti güzel genç insan. tabutta beraber yazarken ke$fedilmi$ti iyi bir yazar olacağı belliydi. tam bir kelime makinesi. bileği bükülmez kelimatör.
"Sen hiç kindar bir kalemin, o yaldızla süslenmiş kâğıtları
Ne kadar kanatabileceğine şahit oldun mu bilmem?
Aslında lafı gevelemeye hiç de gerek yok, açıkçası ben;

Bu yarada biraz da senin tuzun olsun istemem!"
"kasım ayının 1984’üncü gösteriminde istanbul’un en talihsiz metrekarelerinde doğduğu ve hâlen “iki yakası bir araya gelmeyen deli gömleği” diye adlandırdığı o akli dengesini yitirmiş şehirde ikamet ettiği rivayet edilmektedir. sarı sıcak çocukluk günlerinde tren raylarına eğilip de kulağını dayadığında, tanrının ona ilk emrini de duyacaktır. –aşk!

gecenin mayasına güneş katma çalışmalarına; böğürtlen bahçelerinden aldığı mor lekelerin gölgesinde, ateş böceklerinin haklı mücadelesine o pervasız gülüşüyle iştirak ederek başlamıştır. ilk yenilgileri de yine bu günlere rastlamaktadır.

kanayarak ve yaralarının toprak bütünlüğünü tanıyarak büyürken, zihnini eşeleyen hayata dair o imla hatalarını da göz ardı edemiyordur artık. kelimelerle tanışıklığı uzun yıllara tekabül etmese de, sağlam temellere dayalı bir dostluk kurmaları çok da vakit almamıştır. kalem ve beyaz kâğıtların itilafında girdiği her savaşta günbegün ölse de, cephede kurşunların da can verebileceğini anlatmayı inatla sürdürmüştür. keza yazara göre aşk biraz da; -dengesiz ipler üzerinde trapez gösterisidir!

yazar, tarih içinde tertip edilmiş çeşitli kıyametlerde muhtelif ecellerle ödüllendirilmiştir."

Şeklinde bir biyografisi vardır. içimdeki Sen Kırıntıları adlı kitabını alıp okuduğum yazar. Şiirlerinde kendine has üslubunu kullanır. Derinden hissettirir bütün acı, keder, aşk gibi duyguları. Kelimeleri ustaca kullanarak oluşturur o şiirlerini.

Kitaptaki favorim olan 'idam Mahkumu Bir Sevda Anısına Külliyat' adlı şiirden bir parça sunmak isterim sizlere :

Sen kelime dağarcığım...
incir ağacım sen...
Sen darağacımsın...
Bak gece gece nasıl da adam asılıyor satırlarımda
Şimdi devrim marşı niteliğindeki ninnilerim
Hayatın ölümlü gözbebeklerini o suskun ayaklarında sallasın!
Sana hicret ettiğim bir deprem sırasında
Evet tam da o sallantıda, seni olağanüstü sevdim
Çünkü sen taklitlerinin aslını yücelttiği bütün toprakların
Örneklerini barındırıyorsun erozyon mağduru bakışlarında
Söz sana yürüyünce kekemeleşiyor Anadilim
Bence şairliğime bahşedilen en reddedilmez günahsın
-ki imgeler cehennem korkusundan varamıyorlar senin yanına
Yavanlıktan öteye erişemezken sana dair benzetmelerim
Sen bu güzelliğinle fiyakası düzgün Tanrılara bile caka satarsın
imla kılavuzum kayboluyor senden yol sorulunca
Unutulmaya yüz tutmuşken benim Edebiyat namına tevkif edilişlerim
G tipi hücrelerime kapatılıyor adın
Tecrit ediliyorum telaffuzu zor açlık sınavlarıyla
Aksıyor sendeki özgür'lüğümü görüş günlerim
Öyle ki el(kızı) ten bulamazken sen hâlâ çoğul sevişmeler kasabasındasın
Sanırım kadınlığın Eros'un yokluğundan faydalanıyor aklınca
Ya da kasıklarınca işte, anla...
"Ne duruyorsun öyle benim gönül bahçemde tembel tembel
Kalk da gül der; eminim gül der ki o vakit sana;
Dikenim dahi senin elin kadar batmaz benim etime
Bilir misin ki bir çiçeğin iç kanaması, kırk kıyametten beter!"
"Gözlerinle her sohbetimde gözlerimi yalancı çıkarıyordum
Aşkın neden olduğu öne sürülen görme bozukluklarında
Naylon sevdaların ödenmemiş faturalarında
Sözlerine diş geçiremeyen suskunluklarımda
Kanımın serbest dolaşım hakkında, hukukunda
Hep ileri tarihlere ertelenen duruşmalarda
Saatlerin durulmayan sularında
Öncesiyle sonrasıyla şimdiki zamanlarda
Her şeyimi al bana sadece sen kal(sın) istiyordum..."
--spoiler--
Dua gözlüm, küfründen öpüyorum seni.

Nasıl da hüzün kokar şimdi gözbebeklerin; Bilmem inanır mısın ama sen ağladığında ben içimdeki bütün insanlığı öldürüyorum.
--Özgür gümüşsoy--
Birde şoyle bir şiiri var ki;

Merhabamız bile yok henüz sizinle
Ilk karşılaşmamızda hani o izbe otobüs durağında
Saçlarınız, evet onlar birer doğu söylencesiydiler
Diyarbakır kalesinin sarp surlarından aşağıya
Bildiri mahiyetinde atılmıştılar sanki kentin çilden çocuklarına
Gülümsenmiş, eve heyecanla götürülmüş birer armağandılar
Devletin kendisini affettirme çabasıydı biraz da
Caddenin karşısına geçerken tökezleyen o kız çocuğuna
Şefkat duygusunun tanımı sayılabilecek denli tebessümünüz
Yüzünüzde çok bilindik bir türkü, ah neydi tam da dilimin ucunda
Heh buldum nihayet!
Vefalı bir turna sürüsünün semaya dağılışıydı yüzünüz…
Göçebeliğinizden ötürü belki de hep o mahcup ifade
Size adres soranlara inatla “Buraların yabancısıyım…” diyordunuz
Lakin bir kadın çehresine yalan ancak bu kadar yakışabilir!
Çünkü siz aslında bu keşmekeşi avucunuzun içi gibi biliyordunuz
O ufacıcık ellerinizle koskoca dünyama çekidüzen veren sizdiniz
El pençe divan duranlarınız, el öpenleriniz çok olsun!
Yakınlarınıza ırak durmam, durmadan ötekileşmem gerekiyor madem
Mümkün tabii sizi uzaktan uzağa da sevebilirim
Kilometre falan da tanımam ne münasebet
Bazen diyorum çağırsaydınız, bazen de neyse neyse
Sesiniz birbirini tedavi eden iki nehrin vedalaşma anı misali
Kırılgan biraz, inceden sitem barındıran ve de tedbirsiz
Ille de duymayı arzu ederseniz size hatırlatırım ki;
Tanrının en arsız çığlığına yankı da olsanız siz
Dilerseniz her fırsatta, ruhumu sağır edercesine susabilirsiniz!

Sır bu bakın, sakın gidip de kendinize laf yetiştirmeyin
“*O kadar çok sevdim ki resmini
Işte bugün konuştu benimle…” diyor ya o şarkıda
Ben de daldım gittim sizin deklanşör cinayeti bakışlarınıza
Fotoğrafınız kuşkusuz, en ağır yüktü duvarımın sırtında
Kaldıramadı bu laubali ev yokluğunuzun en ciddi belgesini
Hiç haberiniz olmadı bundan, olmamalıydı da
Ben sizin ömrünüzü kare kare yaktım, anbean dondurdum!
Tıpkı ecel terleri döken bir yılan gibi, son anımı irisime kaydettim
Piksel kalitesi düşük delilim sayesinde katilimi iftiharla sundum!
Gözlerinizde bir sevdayı gençken katletmenin haklı gururu
Erkenden inen gaddar bir giyotinin ışıltısında gözleriniz
Ben hep idam öncesi “Özgürlük!” naraları atan mahkûmunuz
Feshedilen antlaşmalarla ganimet hakkından olan savaş mağdurunuz
Kutsal kabul ettiğiniz, kasıklarınıza törenle gömülen mahdumunuz!
Toprak olanlarım adına sizi temin ederim ki;
Siz dilerseniz, tek düşünüzü dahi kaderine terk edebilirsiniz!

Gidişiniz; özümdeki yaram’az çocuğun, harçlıklarından artırarak aldığı pamuk şekerini hayal kırıklarıyla kaplı olan bir zemine düşürdüğü o talihsiz an…

Ve hiç merhabamız olmadı sizinle!
Galiba ben o belediye otobüsünü ölene dek kaçıracağım
Bu, aslen hiç gerçekleşmemiş olan aşk hikâyesi de
“Malum şahıs görüş alanına girdi.” esprisini hâlâ yapabilen gişeciyle
Şu bir türlü kısa tutamadığım bilet alışverişinde kalacak hep…

Olsun. Yinelemekte fayda var;

Sizi ben, uzaktan uzağa da pekâlâ sevebilirim!

Özgür Gümüşsoy
Yirmialtıncı Geleneksel Ömür Kısaltma Etkinliği

Biz daha çok küçükken, hatırlamak dahi hayalken
Çiçek ekmeklerin henüz üretildiği zamanlar hani
Topraktan koparılıp soframıza konulduklarını sanırdık
Yüklü bir bulut kümesi geçerdi o kırgın mavi gözlerinden
Elem müfredatımın ilk konusu olurdu haliyle, ağlaşık kümeler!

Gözyaşlarıyla oluşturduğu havuzu gösteriyor çocukluğum
“-Bu kadar su biriktirebildim ancak, derin değil fazla.” derken
Çoktan boğulduğumu fark ediyorum, o üveylik okyanusunda…

Hiçbir şey için kararı tutturamıyorum artık
Sütünü helal etmiyor denizanaları
Bu menfaat tufanından nemalanan, haram yiyenlere
Dalgalar haylaz birer velet, dinlemiyorlar ebeveynlerini
Akşam ezanında dönen olmuyor evine!

Hayati bir karardır sana seslenmek bazen, ben Anne derim
Bilinen tüm tabiat vakitli-vakitsiz uyanır tam o anda
Ruh sağlığıma duacısın biliyorum bunu elbette
Ceninim ve seninim hâlâ…
Avuç kadarım daha ben, özgürlük kadar bir canım var
O da sana emanet, en ufak bir esaret söz konusu olursa!

Hadi tüm dünya çocuklarını emzir memelerinle
Katiyen hak geçmesin, bana da payıma düşen neyse!
Sana şiir yazamam Anne
Henüz o denli saf harflere rastlamadım…

Beni doğuracağına aşk doğursaydın keşke!

Özgür Gümüşsoy

Beğenerek takip ettiğimiz şair.
Sen ki; yahu çok güzelsin.
Nasıl izah etmeli bunu anlaşılır bir dille. Mesela gözlerinde bir şey var açıklayamıyorum onu.
Sanki aynı kareye sığdırılmış topyekûn, yeryüzü ve gökyüzü!
muhteşem bir şair.

Adımı sorsan hatırlamayacak haldeyim ama seni tanıyorum. Seni biliyorum bir yerlerden… Ve bildiğim kadarıyla aşk, tam da bu. Akıl erdiremediğine yüreğinin ermesi, hiçbir engele takılmadan hem de.
Yüreğinin bedenindeki tüm yönetime el koyması, bir anlamda hissel bir devrim!
Sanki gece, avlusuna almış dolunayı gizliden gizliye
Perşembeyi cumartesiye bağlıyorlar beraber
Herkes uyuyor, hepsi de güya Tanrının güvencesinde!
“Bugün günlerden ne? ” desen; herkes’ler uyuyor
Peki bu ömür hırsızlığı değil de ne?

Takvimlerde bilhassa es geçilen o iki kış günüydük
Ama çok güzeldik…

Kar taneleri ile piyano tuşları arasındaki renk uyumu
Yine gözünden kaçıyor şu meşhur damdaki piyanistin
Hayır o kemancı falan değil, üstelik de kör!
Ne kayıp notaları görüyor ne de sol anahtarını
O hicaz şarkının dışında bırakılıyoruz sürekli, efkâr kapımızda!
Haciz getirilmiş bütün kişisel avuntularımıza
Alacaklı gibi çalıyor vaktimizi, hissel mevzuatlar
Dolunay, dolu kısmına bakmaktır bir rakı bardağının…
Gökyüzü de şişedeki gibi durmuyor
Sokak ise tamamen, hüznü sek tüketmeye taraftar
Her yerde kar var, kalbini siktir et bu gece!
“O şiir senin bu şiir benim…” diye dolanırken sen
Kelimelerimin kombine biletlilere ayrılmış tribünlerinde
Geçiyoruz içi boşaltılmış manalardan el birliğiyle
Taraf olmak deyince, elini sol göğsüne götürmüyor artık hiç kimse!
Herkes uyuyor, herkes’ler harfiyen uyuyor ‘gaflet’ sözcüğüne!

Işık hızından arda kalan o iki beyaz gölgeydik
Ama çok güzeldik…

Geçiyoruz el birliğiyle, mananın hafifliğinden
Ceplerimizde hem lahana turşusu hem de perhiz reçetesi
Selamsız geçiyoruz, sahib-i meçhul salalardan
Malum ya yazarlarımızı usulen sırtlarından kurşunluyor
Peşi sıra adlarını veriyoruz büyük bir övünçle
Katilliği erken yaşta aşıladığımız çocuklarımızın
Hep o biraz buruk, hep o öksüz oyun parklarına
Bu heybetli ülkenin bilincini yitirme törenleri esnasında
Eski bayramlardan bahsediyoruz nerdeyse deli cesaretiyle
Şeker toplama rekorları, ev yapımı baklavalar…
Kızkaçıran’lar filan hani
Hemen aklıma kendi çocukluğum geliyor böyle anlarda
Bazı zaman evin dahi yolunu bulamazken
Aklıma nasıl geliyor, inan ki bilmem
Geçiyoruz şuursuz bir hikâyenin içinden, el birliğiyle
Durduk yere kahraman durduk yere ziyan oluyor
Özgürlüklerine bir hayli düşkün
Ve hâlâ suç unsuru teşkil eden o Uğur’lu düşüncem!

ilk randevularına tesadüf eseri çıkan iki beyaz fahişeydik
Ama çok güzeldik…

ismini Beatles’tan ödünç almış o kafede
Köşede ihtiyar bir gramofon –ki gram sesi sedası yok!
Duvarlarda 'The Wall' gibi Pink Floyd posterleri
Bir de belki Scarface afişi ve Tony Montana’nın suratsızlığı
ikimiz de üşümüşlüğümüzle oradayızdır kesin
Sıcak çikolata söylenir, sırf ortam ısınsın diye belki
Kar kıştır da hem; “*-Hastayım sana!
-Gesmis olsun...” diyalogu masada hiç sırıtmamaktadır
Pencereden dışarıyı izleyerek bir çıkış ararsın bu sevdaya
“Ben hemcinslerinin oyun hamuru olmadım hiç
Yüreğim öyle kolay şekil almaz! ” diyerek kozunu öne sürersin
Sıfırın altındayımdır, sıfırın da koynuna girmişimdir ben
Keza benim tüm soğukluğum da bu sebeptendir
Zaman zaman evin dahi yolunu bulamazken
Ciğerime kadar nasıl sokulursun, inan ki bilmem
“Kadın tenlerini tek tek damıtarak
Ölümsüzlüğün şiirini kaleme alıyorum
Suyun ısınıyor senin de, haberin olsun.” derim örneğin
Gülersin, gülüşün caddeleri de günaha sokar muhtemelen
Ah sen yok musun sen, bu meczup beden alacağın olsun!

Uzay mekiklerine kafa tutan o iki beyaz kargaydık
Ama çok güzeldik…

Hani ayda yürüyüp izini belli etmeyen o adamlardandım
Mesafeliydim Houston’la, aramızdan su da sızardı muhakkak
Bence asıl uzayda yaşam vardı!
Taa fezalardan dahi çıplak gözle görülebilen
Emsallerinden vücut kıvraklığıyla ayrılan bir yapıdaydın sen
Çin Seddi gibi uzanırdın yatağımın yüzölçümüne
Galaksinin pür dikkat takip ettiği bir sevişmede
Birbiriyle birebir aynı olan iki kar tanesini aradık durduk
Tenlerimizin bilime adanmış tüm serbest bölgelerinde
Aşk böyleydi işte, olmayana yol bulmaktı biraz da
Herkes’ler uyuyordu, “Zifir-i Nefes” melodisiyle
Bağıracak olduk tam da onlara uyanın diye
Çünkü hicaz bir şarkının kapısında resmen ölüyorduk
Damdaki piyanist, serçe parmağıyla ifşa ederken o geceyi
Anımsar mısın bilmem, sanki olduğumuz yerde
Sanki biz seninle, rakının da verdiği o şevkle
‘Orgazm’ adlı gezegene doğru hızla mesafe kat ediyorduk!

iki kara zarf gibi, çekmecenin en arkasında bekletilen
Tanrının mazisini aydınlatacak o iki beyaz ayıptık!
Özenle saklandık ama inan ki çok güzeldik