bugün

Farketmeksizin insani yiyip bitiren illettir.
keyfini çıkarmayı bilirseniz güzel bir şeydir...
kıymeti bilinmelidir. insan yalnız kaldıkça bilgeleşir, topluma karıştıkça sürüdeki koyundan farksız bir hale gelir.
"Yine de beddua edemem sana, Allah ne mutluluğun varsa versin..."

yalnızlığım sen yoksun diye değil. gözlerine bakmasam da olur, hiç görmesem, hiç duymasam da olur. her yerde ayrı olabilirsin benden böyle yalnız değilim. ta ki gittiysen kalbimden, aklıma bile söz geçiremem artık. her saniye düşünsem, yanımda hissetsem bile yalnızımdır artık!
bazen en iyisidir. lakin ömrü kısalttığı bilimsel olarak ispatlanmıştır.
Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde;
Varsın yine bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de!

k. kamu
30 yaşına geldim hep birileri oldu hayatımda(ailem dışında tabi, onlar biraz uzaktalar) ancak 1-2 senedir karar verdim yalnızlığı sevmem gerek. Gayet güzel sabah gidip simit alan değilde şöyle kafama göre kahvaltı hazırlayabiliyorum. istediğim her şeyi istediğim yere koyabiliyorum. Tv de kanalı değiştiren yok, kimseden saklayacak bir durumum yok, kazancımı kendim yiyorum... demem o ki yalnızlıkta bir tercihtir ve iyi kullanıldığında güzel bir olgudur. Aile kurmadıktan sonra hepsi geçici şeylerdir. Saygılarımla.
Çift kişilik yatakta yayıyla yayıla tek kişi uyumak gibi güzel tarafları vardır.
dertlendiricidir. hayattaki gerçeklerdendir. bir yerden sonra dik durabilme sanatıdır.
"kuş olsun insan olsun
yalnızlık sevmeyi bilmeyenlerin icadı..."
(bkz: edip cansever)
Daha yalnız olunurdu
Olmasaydı Yalnızlık.

Emily Dickinson
insanın kendisine kendisini arkadaş olarak kazandırması.
Yalnızlık kalabalık içinde yaşamaya mecbur kalmış kişiler için bir tercih ve aynı zamanda bir lükstür.
yalnızlığı tek cümleyle açıklamak, diye bir başlık vardı. bir cümle yazacaktım. başladım yazmaya. kaptırmışım kendimi. baktım ki onlarca cümle yazmışım. dolayısıyla o başlık altına yazmayı düşündüklerimi doğrudan buraya naklediyorum. uzun bir yazı oldu. okunsun diye de yazmamıştım gerçi. neyse.

işte o yazı,

thomas hobbes der ki, "ben ikizimle doğmuşum. korkuydu adı." yalnızlık da böyle. bir ikiz kardeş mesabesinde. ondan kaçılamaz. ruhtan söküp atılamaz. onu sizden alamazlar. gidilen her yere gelen, her sabah birlikte uyanılan bir ikiz. en çok da kalabalıkların en ortasında hissedilir. çünkü "yokluk", "varlık" sayesinde anlam bulur. bazen azınlık halidir yalnızlık. çevrede kimsenin olmaması değil, bilakis olmalarıdır. bundandır, yalnızlıktan başka insanlara yönelişimiz. bir şeyi unutmaya çalışmak gibi. ya da hatırlamak için. bireyin yalnızlıktan beyhude kaçış çabasını en güzel ifade edenlerden biri de turgut uyar'dır;

"göçen, yerleşen bir şey değil
herkes kaçışandı yalnızlıktan
Kadınlar erkeklerle idi, yalnızlıktan
herkes herkesle idi yalnızlıktan..."

çok enteresan değil mi? yalnızlıktan kaçmaya çalıştıkça ne kadar yalnız olduğumuzu anlarız. "neyden kaçıyorsan, özün o'dur" demiş ya birisi. fakat yalnızlığı sadece özneler bağlamında ele almak da hatalı olur. hemen her şeyde olduğu gibi onun da zamansal ve mekansal uzamları var. o bulunduğun yer ile de değil, bulunmadığın yerlerle ilgilidir çoğu zaman. yukarıdaki serdiğim "varlık" ve "yokluk" ilişkisinde olduğu gibi. o yüzdendir, gezginlere içkin yalnızlık. into the wild filmini hatırlayın. son yıllarda beni en derinden vurmuş bir film. hiç kimseye, hiçbir şeye, hiçbir yere ve hiçbir zamana ait olmayan bir insan. işte o insan, ancak yollara ait hissedebiliyor kendini. çünkü yollar da hiçbir yere ait değildir esasen. haşim der ki,

"Yollar
Ki gider kimsesiz, tehî, ebedi,
Yollar
Hep birer hatt-ı pür sûkt oldu
Akşamın sine-i gubârında.
Onlar
Hangi bir belde-i hayâle gider,
Böyle sessiz ve kimsesiz şimdi?"

ve yalnızlık sadece öznel ve hatta mekansal değil, o tarihseldir de. içinde bulunulan zamandan çok yine bulunmayan zamana referansla anlaşılır. çoğu zaman referans geçmişe dönüktür. ya da geçmişten ilhamla bugünün hiç kimseyle aynı hissetmediğin, aynı kaygılara sahip olmadığın, aynı şeylere gülmediğin, ağlamadığın bir tarihsel momeninde belirir.

"annemin sonsuz giysileri bir telaşı bileyen tramvay
ben ne güzel çocuktum yalnızlıkların ardından"

böyle yalnızlığı alımlı bir dolu sözle tarif ediyoruz ama ne kadar anlamlı, hiç bilemiyorum. zira ahmet haşim'in sorduğunda haklılık var; hayatında hiç ananas yememiş birine tarif ederek ananası tadını tattırmak kabil midir? işte onu ancak hisseden bilir. hiçbir kalabalığın ruhundaki yalnızlığı gideremediği adnan menderes bilir. kalabalıklar önünde bir başına bir adam. 27 mayıs'tan çok kısa süre önce yaptığı bir izmir mitingi vardır onun. o gün orada o mitingi izlemiş birisi bana seneler önce anlatmıştı. mealen yazıyorum, demişti ki: "adnan bey bir o tarafa gidiyordu, bir bu tarafa. ne yapacağını bilemez bir haldeydi." tabii, ben bunları dinlerken o gün, menderes'in tavrının bir panik havası içinde oluşuna bağlamıştım. yıllar sonra fark ettim ki aslında o en büyük kalabalıklar karşısında mahcup, yalnız bir adam. ne yapacağını bilemiyor çünkü. yüzbinlerce kişi onu alkışlıyor, tezahürat ediyor. ama o sahneden inip bir köşeye geçiyor, kapanıyor, etrafındakiler hıçkırıklarını duymasın diye ağzına bir mendil sokuşturuyor ve ağlamaya başlıyor. bu yatılı okulda edindiği bir alışkanlık imiş adnan bey'in. şevket süreyya yazdı.

ve işte o yalnız menderes'i ortadan kaldıran da yine yalnız başka adamlardı. edip cansever'in yalnızlık ve devrim arasında kurduğu bağı hatırlamadan olmaz;

"Her gün biraz daha yalnız Robespierre
Ve Fransa biraz uğultulu
Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay
Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği
Her yalnızlık biraz ihtilal."

savruk bir yazı oldu. çünkü bir postmodern savruk yazar. selamet.
insanın kendisi ile dost olmasıdır. Her saniyesi kıymetli hayatımızı gereksiz detaylara, insanlara harcamamaktır. Hayhuy arasında geçen ölü zamanın telafisidir. insanın kendisine ibadetidir.

Sanıldığı gibi korkulacak bir şey değil; eninde sonunda yüzleşilecek bir gerçektir. Ama betonlar içinde değil, doğanın içinde karşılaşılmalıdır. Betona gömülmek yalnızlığın en berbat halidir.

görsel
Yıllardır yazın yazlığa geliriz. 12 senedir falan. Ve koca sitede bir tane arkadaşım yok. ilk geldiğim zamanlar takıldım birkaçıyla ama saygısız tiplerdi. Sonra bıraktım ve kendi başıma vakit geçirmeyi öğrendim. Yalnızken yapmayı sevdiğim o kadar çok şey var ki. Ama yalnızlık aslında yalnız olmadığını bildiğinde güzel. Bu da bir gerçek.
yalnızlık;

buzdolabında bozulmuş ezine peyniridir,
demlikte çürümüş çay yapraklarıdır,
tozlanan ev, yıpranan bağlardır,
son kullanma tarihi geçendir,
soğuktur, üşümektir,
hayatı ertelemektir,
yarım kalandır.
Öyle bir yalnızlık ki bazen şu an ölüp gitsem leş kokusu çıkana değin kimse anlamaz diye düşünüp telefona baktığın.. Bakınca en son gelen çağrının haftanın başında bankadan olduğunu gördüğün.. Yaptığın tüm yemeklerin fazla.. Evindeki her metrekarenin gereksiz olduğu.. Ardında bıraktığın yazılar dışında senin dünyadan geçtiğini kanıtlayacak hiç bir şeyin olmadığını.. Farkedip bir kadeh daha doldurduğun balkonun demiriyle kadehi tokuşturup yalnızlığıma diyerek içtiğin bir durum..
Kafanı kollarına gömüp dünyadan soyutlanacak kimsenin olmamasından da kaynaklanabilen his.
yalnızım evreleri kendini tamamlıyor kabuklarım gidiyordu, herkes eşini dostunu bulup buluşturuyordu yalnızdım öyle havalı tariflere iç cekmelere de gerek yok insanız elbet bazı yalnızlıklar beni araf'a sürüklüyordu ve bazen kendini bile tanımaz tamlası id eş olan sıfatlar nüksetmiş idi. öyle huzurla alakam da yoktu çünkü samandan farkım, samanlıktan başka bi yer de yaşıyor olmamdı. sorguladım kendimi ellerimi başıma götürüp baskı yaptım, tost misaliydi. kendimi çekip köşeye niye yalnızım dedim galip olmaktan öteydi ben odamın galibi hunharca yalnız biriydim boguşa bilmek kaidelere savaştır. yaradılışa haykırmak iki elinle hayatını ters etmektir, yalnızlık insanı düşünmeye sevk eder.
Yalnız olmak yanlış bir kalpte olmaktan iyidir.

Bukowski
Izmarit ve kül kokusu.
yalnız olmak bok gibidir...

bokowsiki.
Hemen hemen hepimizin aklımızı kaybedercesine korktuğumuz olgu. Nedendir bilinmez, yalnızlığı hiç deneyimlemeyen bir insan bile korkar ondan çoğu zaman ve bu korku bizi geri dönülemeyecek yanlışlara sürükler çokça. Üzerine düşünülmeden alınmış yanlış kararlar, yanlış seçimler, yanlış yollar. iş işten geçtikten sonra düşünür insan kara kara, işin içinden nasıl çıkacağını. Çok sonra kalabalıklar içinde sürüklenirken anlar yalnızlığın kaybolmuş değerini.
Yaz tatili + hafta sonunda sabaha kadar tek başına dizi izleyip akşama kadar uyumaktır. Sonra akşam kendine bir kıyak geçip içmek ve tekrar tek başına sabahlamak ve tekrar akşama kadar uyuyup gününü piç etmektir.
Hayat mı lan bu?