bugün

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım* durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım.
belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım

biraz birazdım her şeyden
dün biraz sinirlenmiştim mesela
yarın bir kadını seveceğim biraz
biraz biraz kör oldum bügünlerde

ama rakı kadehlerini boşaltmayın
eksilmesin hiçbir şey
hiçbir şeyden dahi olsa
kalsın biraz

umursamıyorum yılgınlığımı filan
çünkü sessizce yaşanmalı her şey
bir devrim sesszce olmalı mesela
ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

bir palyaço neden yalan söylesin ki
ben palyaço olsaydım söylemezdim
marangoz olsaydım da söylemezdim
ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
kaç kilo çeker ki bir palyaço
hem neden yüzüme vuruyorsunuz
bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

rakı doldurun! eksilmesin
bitmedi, yazacağım daha
yazmazsam ağlayacağım çünkü
alçakça olacak biraz

hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
her sokakta biraz daha eksilirdik
bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
"duyamadım", derdim, "tekrar et!"
sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
sokaklar daha bir puslu

hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
hatta kuyruğuma basma diyorum
acıyor, tırmalarım,-
diyorum

kahrol, kahrol!
diyorum

geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
korktum birden, kusacak gibi oldum
"olur öyle" dedi palyaço,
"herkes alçaktır biraz"
"otur ulan!" dedim, bağırdım ona
ben bazen bağırırım biraz

"rakı doldur!" dedim, "eksilmesin!"
ben bazen eksilirim biraz
aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
bunu sonradan öğrendim

ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim

örneğin;

geçen gün bir kadınla seviştim
biraz değil çok seviştim

ya işte öyle palyaço
diyorum ki,
bunu da yeni öğrendim
sevişmek de eksilmekmiş biraz

bunu palyaço söyledi
palyaço söyledi, ben yazdım
yazmasam, alçak olacaktım
hem ben roman da yazdım biraz

bazen diyorum ki, palyaço,
sen olmasan ben ne yaparım
alçakça eksilirim belki biraz
her yağmur yağışında yerin dibine girerim
hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

biraz biraz anlıyorum ki,
yüzler eller, o terli vücutlar filan
her şey plastikmiş biraz

haydi sirtaki yapalım palyaço
rakı doldur, yine eksildik biraz
tel cambazının, acının, mutsuzluğun, büyük yalnızlıkların, soğuk pazartesilerin, sessiz meydanların, eski kırık bardakların, kaçamak ışıkların, şeker kamışlarının, bebek dişlerinin, yaban otlarının, göğe bakma durağının, geyikli gecelerin, büyük saatin ve dünyanın en güzel arabistanının ''büyükşiir belediye başkanı'' Turgut Uyar!
gözlerindeki yıldızların söndüğü geceyi sözcüklerin aydınlatıyor.

ölümünden 25 yıl sonra bile sözcükleri hala pırıl pırıl birer yıldız olan acemi usta'ya saygıyla.
kendisi son 25 yıldır aşiyan'da uzanıyor.
bense bu gece, uzanıp onun yanaklarından öpüyorum.
" senin bir yönün var orda durur yaşarım "

belki de ordasındır hala, göremiyor olmamız değiştirmez ki olmanı. her gün anılansın hala, rahat uyu.
"Başka değil, yokluğu görmek için
Kirli ağustos! gözkapaklarımı da yaktım sonunda."

edip cansever

25 yıldır eylüle ataçlanmış ağustoslar da.
bir adam ki;
"bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum" demiş.

özlemle...
yapış yapışlığın biteyazdığı rüzgarlı mı serin, serin mi istanbullu bir yaz akşamı... ağustos 22... şimdi boğaziçi elektrik'in ana şalterlerini kapatmak gerek. "bu zifiri karanlık böyle iyi, aferin boğaziçi elektrik genel müdürüne" olurdu o zaman. şiirbaz bir elektrik idaresi genel müdürü fikri neden abartılı olsun ki? 10 kasım'da sirenler çalar, herkes bir dakika susar. ağustos 22'de de her yer bir dakikalığına zifiri karanlık olsa ve her şey ve 'kes kapkara sussa fena mı olur? hadi ben bireysel olarak başlıyorum; evimin ışıklarını kapatarak. (genç adam yerinden kalkar, hol'ün ışığını kapar ve bilgisayar başına yeniden oturur. geçti mi ömürden 9 saniye daha.) terlikleri çıkarıp atıyorum. uçuşan perdelere gazoz ısmarlıyorum, kanıyorlar, susuyorlar. mahallenin veletlerini susturmak namümkün. "bukowski silahı" lazım bir tane. çay var ocakta, altı hafif kısık. mavi alevi kapamak lazım, zira hedef mutlak karanlık. ey dünyadaşlar, be hey kainatdaşlar; ben üzerime düşeni yaptım, gerisi sizin probleminiz.

kimse kimsenin umrunda değil aslında. kimse kimsenin.... ne acı ve ne komik! yaş alınca yaş verince alışılıyor yavaş yavaş. kafi miktarda daha oyalanıp zevzeyip hüzünlenip dellenip hırslanıp öfkelenip sövüp eğlenip aşk yaşayıp güzel kadınların kasıklarında uyanıp yemekler yiyip memleketler gezdikten sonra, "e yeter, tamam artık" dememle beraber bir tane kitap alıp yanıma, basıp gidecem. yalnızca bir tane kitap... kutsal bir kitaptan medet ummak artık eski bir masal. benim kitabım başka. süssüz patırtısız sakin ve abartısız. orada her şey yazıyor. yeter. fazlası ne gerek? şimdi değil ama. daha var.. biraz daha...

bir de şöyle bir durum var şimdi. turgut uyar diye biri hiç doğmamış olsaydı acaba ne olurdu? büyük saat adlı kitaptaki şiirler hiç yazılmamış olsaydı ne fark ederdi? ben büyük ihtimalle yine o çayı demliyor olurdum şu an. izlenmeyi bekleyen bu güzelim film yine yanımda olurdu. ve rüzgar ve bu istanbul ve şu henüz başlamış ezan ve mahallenin piçlerinin patlattığı çatpatlar ve saçımda kendini belli etmeye başlayan beyazlar, köprüden geçen arabaların gürültüsü, kaldırımların en çok üzerine basılan yerleri, sevişme kokuları, komşu gülmeleri, bakkal çıraklarının iftar molaları, sigarayıbırakmışgençinsanlarkulubü, biten yazlar... her şey, herkes olurdu yine olurdu bir şekilde.

kimseye aldırmadan ve herkesi öğüterek büyüyor dünya.

ama kafa saatini büyük saat'e göre ayarlayanlar? onlar nasıl olurdu? bambaşka şairlerin şiarlarına takılıp kalırlardı elbet. hiç bilinmeyen, özlenir mi hiç? hayat bildiği gibi devam ederdi yine. ancak benim için tek bir fark olurdu galiba: "en güzel söz henüz söylenmemiş olandır" cümlesine büyük ihtimalle inanıyor olarak yaşardım.

çünkü turgut uyar'dan başka hiç kimse kesin kes, mutlak bir itimatla, aksine ikna edemezdi beni.
şimdi biliyorum ki en güzel söz çoktan söylenmiştir.
en güzel şiir yazılmış olandır.
dünyanın en büyük şairi de turgut uyar'dır.
abartıyor muyum? sanamam. sanana da bir şey diyemem...

tüm bunları sözlük denen ortama yazmak da, biraz, nasıl desem, sevimsiz geliyor bana aslında. camdan aşağıya bağırsam mı yoksa? ahaha. insan ne kadar zavallı ve ne kadar aciz. paylaşmak istiyor bir şekilde içindekileri. ve bir husus daha var: yazılanlar kayda geçiyor ve böylece sanki daha sağlıklı bir şekilde haberdar olacaksın düşüncelerimden... gibi geliyor... insan ne kadar aciz! ah ah!

çok gevezelik ettim. yeter.

ah usta,
güzel usta,
votka?

sen şiirini okurken ben geçiyorum mutfağa. buyrun lütfen, şeref verin gecemize:

"ağaçlar da büyüyor tırnak etleri de
birtakım saçlar da uzaklarda
herkesi bir başka neden
bir başka hüzne götürüyor
çok kimse bıkıyor günden akşam olmadan.
biliniyor o ayrı bir sorundur gerçi
herkesin kendisi ile cesedi arasındaki."
yatay ve dikey mutsuzluktan bahsediyor ya, gerçekten acıyor.
kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı
böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye

yukarda dediğime bakma aslında
başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler

Turgut Uyar, 'Kıştan kalan soğukluk' isimli şiirinden bir bölüm.
"şimdi sevgili hüzün, boynumun borcu"
farklıdır. tek başına on şaire bedeldir. ilhan berk de dahil ve ben de dahil hepimiz onu okumalıyız.
Kısacık yoğun bir akşam
Herkesin yüzünün bir anıya karıştığı
Yoğun bir akşam
Bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde
Ve bir intihar üstüne söylenti
Bütün kıyıları dolaştı durdu
Kısacık bir akşam

Kısacık serin bir akşam
Kelebeklerin atlarla yarıştığı
Yoğun bir akşam
Bazı mektuplar damgalandı postanelerde
Oturuldu bir takım şarkılar söylendi
Bir adam bir kadının kapısını vurdu
Kısacık bir akşam

Neyi söylesem bir kahramanlıktı
içinde azıcık buluştuğumuz
Bir bulutla bir kağıt peçete arasında
Kısacık yoğun bir akşam
Şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
Bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
Kısacık yoğun bir akşam

Her şey bir unutkanlıktı
Arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
Tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
Kısacık yoğun bir akşam
Biliyordum bir soğuktu nereye varsam
Bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
Kısacık yoğun bir akşam.

Kim karıştırdı gerçekliğine
Yaşadığım sonsuzluğun
Ve oturuldu bir takım şeyler söylendi
imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
Kısacık bir akşam
Duraladım ne yapsam

Kim karıştırdı gerçekliğine
Su terazilerindeki ensizliğin
Ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi
Araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
Kısacık bir akşam
O kadar kısa ki bir akşam

Yüzümü suyun ardında buldum
Kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
Kısacık yoğun bir akşam
Serin bir akşam öyle söylediler...
ortada hiçbir neden yoktu halbuki. ya da her şey başlı başına birer nedendi. tüm bunlar yüzlerce yıl öncesinde benzer biçimlerde yaşanmıştı. biliyordum. artık farkındaydım. mutluluklar kolpa bir molaydı, kutluluklar falan yoktu. nefret yeter sayısına sahiptim, nefes alan her şeyden tiksinebilmek için. elinden oyuncaklar alınınca ağlardı şımarık veletler, çok görmüştüm. ağlamıştım. defoluydum. yaralıydım. küfür bir çözüm değil acizlikti. allaha kitaba çok sövdüm çok saydım. eski yazdıklarımı az okudum yıllar sonra. çok küçük gördüm. biliyordum. farkın, farkındaydım. tüm sahteliklerini görmezlikten geliyordum dünyanın. fareler ve insanlar ve akbabalar. farkı? biliyordum. biliyordum da... yine de... hala. tutuyor işte zaman zaman nöbetlerim. gökyüzünü boğuyor o zaman küfürlerim. küfür bir çözüm değil acizlikti. işte o zaman kuduz bir köpek gibi geliyorum, turgut uyar başlığına. turgut uyar şiirlerine. belki de benim yegane ilacım budur, şu siktiğimin kainatında.
"Karanlıkta telaşla seni hatırlıyorum."

yani hakikatten bu karanlık böyle iyi, aferin tanrıya!
"kurumuş yapraklarıma bir yağmur gibi dökül..."
-perdemiz kadife olmalıydı..
-basma da olur, sevince.
zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam.
sevgilim sevgilim
bir orman gibi çoğal aramızda
şehirden bir çocuk olarak şurda burda
bir sabuntozu markasında köpürerek
çınarın tutsaklığını
ve menekşenin tutsaklığını
ve menekşenin sevincini yaşa
sevgilim sevgilim
hüzüne yer var hayatımızda
mutsuzluktan söz etmek istiyorum
dikey ve yatay mutsuzluktan
mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun...

sevgim acıyor / kimi sevsem / kim beni sevse

turgut uyar
"Her zaman yazılır aşk şiiri
Çünkü aşk yazılgandır" demiş adam!
şiirin efendisidir. şiirleriyle hayatıma hayat katandır, okudukça güçlendirendir, mutlu edendir, hüzünlendirendir, içte bir coşku pınarının musluklarını sonuna dek açtırandır, her göğe bakışınızda: ' senin bu ellerinde ne var bilmiyorum, göğe bakalım ' dizesiyle gökleri ayrı bir güzel kılandır.
öldüğü gün
hepimizi işten attılar...*
geyikli geceyi kurtaran ,ikinci yeninin en iyisidir.

''bir yandan toprağı sürdük
bir yandan kaybolduk
gladyatörlerden ve dişlilerden
ve büyük şehirden
gizleyerek yahut döğüşerek
geyikli geceyi kurtardık.''
"halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta...herşey naylondandı o kadar!