bugün

üç oscarlı, 1948 yapımı john huston filmi. açgözlülüğü yüzünden delirme noktasına gelen altın arayıcısı rolunde humphrey bogart var.
--spoiler--
değer yargıları olan birinin yolundan dönmesinde paranın etkisi hafife alınmamalıdır. zengin olma hırsıyla son parasını da piyangoya yatırarak tüketen fred (humphrey bogart) meksika’da dostu curtin’la buluşur. birlikte çalıştıkları mcclane’den paralarını almakta zorlanırlar. diğer yandan, beraber vakit geçirdikleri ve oldukça geveze bir araştırmacı olan howard’a göre etraftaki tüm tepeler altın hazineleriyle doludur. bu, dobbs ve curtin için kaçırılmaz bir fırsattır. beraber tepeleri aşan üçlü, döndüklerinde dostlukları mı yoksa paraya olan tutkuları mı ağır basacaktır.
--spoiler--
john huston ın en iyi yönetmen oscarını aldığı film.
şizofrenin bir insanı ne hale getireceğini ve paranın kıymetinin olmadığını başka nasıl anlatabilirlerdi ki?
---olası spoiler ibaresi---

takım elbisesinin içinde viskisini yudumlayıp, sardığı sigaraları elinden düşürmeyen jilet gibi küstah bogart’ ı tamamen farklı bir şekilde, adeta insanlıktan çıkmış saç-sakal karışık ve karakter izleği de tamamen değişik olan bu filmde izlemek oldukça ilginç bir deneyim. nitekim huston bu işi 51’ de afrika ormanlarına kadar vardıracak, the maltese falcon’ da çizdiği alıştığımız sam spade tipinden farklı cevherler çıkarmaya uğraşacaktı.

huston’ un film noir izleğinden ayrılıp dış mekan-geniş plan çekimlere yer verdiği sierra madre, alt yapısı itibariyle western öğeleri içerse de (haydutlarla çatışma, altın bulup zengin olma umuduyla yola çıkan cahil taşralılar, bir garip indians, haydutların infazları vb.)
tüm filmin karakterini oluşturan psikolojik metamorfoz filmi diğer tür yapımlarından ayırıyor.

konusu basitçe yaptıkları işlerden para kazanamayan ve gelecekle ilgili bir ümidi olmayan iki arkadaşın yanlarına bu işlerde tecrübeli bir ihtiyarı(ki bu kişi aynı zamanda yönetmenin babası olan walter huston olup bu filmle ödülleri elma gibi toplamıştır.) alarak altın aramak için dağlara çıkmaları ve altını bulduktan sonraki karakter değişimleri ve kaybetmeleri üzerine kurulu. her ne kadar tim holt’ un performansı hayranlık uyandıracak derecede başarılı olsa da huston’ un ilk göz ağrısı olan bogart (dobbs) bu filmde de diğerlerinden altere olup farklı bir yere taşınıyor. zira diğer iki karakter benliklerini tam olarak kaybetmezken dobbs adeta insanlıktan çıkarak hırsının kurbanı oluyor…

altının (ve eşdeğeri hayatın tabi) bulunması ile daha önceki işlerinde kazık yiyen dobbs yavaş yavaş karakter değiştirmeye başlar. filmin başlarında arkadaşının masraflarını çekecek kadar yüce gönüllü görünen kabuğu zenginlik hışmıyla kırılır ve dobbs’ u paranoyaklığın, ve dahi deliliğin sınırına getirir. curtin ve howard karakterleri ( biri yapısal olarak, diğeri yaş ve tecrübe olarak) sağduyularını korurken, dobbs şahsi dengesini kaybedip yang’ e doğru kayıyor ve kendi katastrofik sonunu hazırlıyor. açıkçası bogart’ ın o şehirli küstah halinden sonra bu denli farklı bir anti-kahraman (aslında o da değil ya) çizmesi ve özellikle histeri sahnelerini bu denli başarılı oynaması günümüz metot oyuncuları için örnek olmalı.

filmin başındaki sam’ in 3 kez para aldığı ve yüzüne değil ellerine baktığını söylediği beyazlar içindeki zengin amerikalı profili (ki bu da john huston’ ın ta kendisidir.) filmdeki güzel metaforlardan. sierra madre’ de beyaz teni , beyaz kıyafetleri ve ağzındaki purosu ile zengin emperyal beyaz ırkı temsil eden bu karakter, en sonunda sam’ den sıkılarak ‘’bundan sonra benim yardımım olmadan karnını doyuracaksın’’ der. medeniyetin yüz çevirdiği sam’ in tüm insanlığını sıyırıp atacağı ve en sonunda cesediyle birlikte son medeniyet kırıntısı olan botlarını bile kaybedeceği yolculuğa ilk adımı işte böyle olur. tabi burada o tarihlerde kendi geçmişi ile hesaplaşmasını daha sığ düzeyde tutabilen ‘’overlook’’ tandanslı amerikan ideolojik yapısına ufak bir övgü mazhar edilse de, filmin alt metinsel taslağının çıkış noktası olarak başarılı olduğu es geçilmemeli…

dobbs’ ın, hayatını kurtaran adamın hayatını ve sonra kendi hayatını almasına kadar sürecek olan bu patetik öyküde kilidin çözüldüğü cody’ nin cebinden çıkan mektup sahnesi aynı amaç uğruna savaşan üç adamın dramatik yapılarını ayırtlar. evine dönmesini bekleyen karısının içindeki gerçek hazinelere vurgu yaptığı duygusal mektuba ihtiyar ihtiyatlı yaklaşırken, curtin’ in nerdeyse ağlayacak kadar duygulanması, dobbs’ ın ise ‘’ona bir çukur kazalım’’ diyecek kadar minnetten arınmış olması karakterlerin analiz özeti gibi. ki filmin sonunda curtin, cody’ nin eşinin yanına giderken, ihtiyar istediği huzur ve itibara kavuşuyor, her türlü kötü niteliğin vücuda getirildiği dobbs ise dal taban ölüyor; yin yang’ e tekrar eriyor. dağdan türlü pislik ile kirletilerek alınan altın dağa geri dönerken, katilin mexican indians tarafından, hırsızların otorite tarafından cezalandırılması ve birinin doğal yaşama, birinin de o saf mektubun sahibine gidişi ile tüm hikaye aklanıyor. biraz iyimser bir son aslında, kötümser görünse de.

---olası spoiler ibaresi bitti---

48 yapımı bu huston filmi döneminin western, gangster ya da taşra filmlerinden farklı yapısı ile sinema tarihinde özgün bir yere sahip. bogart’ ın nevroz anları için bile izlenebilecek 120 dakikalık eser…
çaresizliğin, adamsendecilik, maceraperestliğin, insanı sürükleyebileceği noktalardan birisini ele alıyor film.

belli başlı kronololojik nüansları var filmin. her şeyden önce amerikan aksanı, meksikalı yerliler ve hala yaşattıkları şaman inancı. malta şahini ve casablanca dan bldiğimiz dopps, hep bir korku yatıyor içinde, ve nihayetinde bu korkuyu yoldaşlarına tattırarak hikayemize yön tayin ediyor. kim kazandı? kim kaybetti?
doppsun tipik insanoğlu olduğunu söylemeye gerek dahi duyulmamalı. hırs ve ona getirdiği ölüm. ama diğer yoldaşları gayelerine tam olarak ulaşabildiler mi? hayır sanıyorum ki yanıt! sadece eldeki ile tatmin oldular. en başta düşünemedikleri gibi..
Filmin bahsettiği konular her birimizin günlük hayatlarından alıntıdır. Bencillik, sonradan görme gibi kalıpların beyazperdeye yansımış hali de diyebiliriz. Aslında en güvenilir insan bile kendisinin güvenilmez olduğunu bilir. Anlık hata yapma olasılığı yüksektir her insan için. Konu altın olunca da zaten şeytana ortam hazırlamaktır güven duyma hikayesi. Bu yüzdendir ki karakterlerimiz genel bir pay olarak değil, herkesin tuttuğu kendine mentalitesinden yola çıkıyor haklı olarak. Her yerde olur ya topladığınız üç meyveden biri illa ki çürük çıkacaktır. Üç karakterden birisi de çürük olanı. Bencilliğin ve fesatlığın baş temsilcisi, bayrak tutanı. Bu tür insanların sorunları empati kuramamaları. Kendisini bir başkasının yerine koyamadığı için sadece eylemi gerçekleştiriyor.. Sonrayı düşünmüyor böyle tipler. Genelde anı yaşıyorlar. Filmde ana konu bu aslında. Birlikte çıkılan bir yol.. Çeşitli kişilik analizleri, parayı bulunca götü business misali uçan bir arkadaş. Arkadaşın yaptıklarından sonra yaşadığı vicdan mahkemesi ve paranoyaklığı.. Özeti budur.

Filmin kurgusunu ve karakter analizlerini beğensem de öyle abartılacak bir yapım yoktu karşımda. Oyunculukları çok iyi baba ve oğul işi götürmüş diyebiliriz ayrıca.. Güzel bir film fakat şaheserlik bir tarafı yok. izleyenler kendi gördükleri pencerelerden yorumlayabilirler.
anlamını bilmiyorum ama böyle uzun ve karışık bir yazı olduğuna göre muhtemelen ilginç bir şeydir.
1948 yapımı Harika bir film. Hikayesi olsun, işlenişi olsun, oyuncu performansları olsun her şeyiyle dört dörtlük. Özellikle Humphrey Bogart Dobbs isimli paranoyak, güvensiz ve gıcık bir adam rolünü çok iyi canlandırmış o kadar iyi ki bir sahnede sizi sinir krizine sokacak bir insanken peşinden gelen sahnede kahkahalara boğuyor. Özellikle şu sahne hala aklımda:
Curtin: Pekala Dobbs sen önden git.
Dobbs: Neden? Arkadamdan sinsince yaklaşıp beni öldürecek altınları da alacaksın değilmi?
Curtin: Tamam Dobbs önden ben giderim.
Dobbs: Önden gidip bana pusu kurup sonra altınları alasın diye mi? Kimse F.C Dobbs ı kandıramaz.
neredeyse 75 yıllık bir macera. humphrey bogart kötü adam rolünde harika iş çıkartıyor.