bugün

Tom hanksin başrolde oynadığı güzel film.
vedalar burada başlardı.
yolculuklar....
başlangıç ve bitim.
son kez el sallamalar,
ve kavuşmalar.
otogarın eş anlamlısı olarak kullanılan kelime.
linux dağıtımlarında komut yazarak bilgisayarınızla ilgili her şeyi(paket güncellemelerinden, program kurulumlarından tutun da oyun açmaya kadar) yapabileceğiniz arayüzün adı.
Yoğun bir yer.
Yolcu, yük ve eşya indirme bindirme alanı ayrıca bu isimde çok güzel bir film vardır.
11 mayıs gibi talihsiz bir tarih seçmişler bu film için. her ne kadar avengers infinity war 27 nisan'a çekilse de, maalesef ki gişede kaybolup gidecek bu film.
linuxun kalbi.
Vizyon tarihi belli olmayan, 90 dakikalık dram/gerilim kategorili vaughn stein filmi. Baş rollerde margot robbie ve simon pegg yer alıyor. Simon komediye yakıştığı kadar, dram/aksiyonda da çok iyidir. Kısaca heyecan tavan görsel
başrollerinde margot robbie, simon pegg, matthew lewis, ve mike myers'ın olduğu vurdulu kırdılı film. içinde simon pegg var diye aldanmayın zira filmin türü komedi değilmiş. noir tarzındaymış.
bana hüzün ve kaybolmuşluk hissi veren yer.
otobüslerin yolcu aldığı ve indirdiği büyük yer.
Otobüs ve trenler için konaklama mekanı. Evet.
şu filmde hastası olduğum bir cümle var navorski yardım edeyim derken havaalanındaki genç bir kızın bavulunu göçertir, bildiğin yamultur ve kız şunu der:"naptın sen? bu benim en sevdiğim bavulumdu" yahu arkadaş bu nasıl zenginliktir ya da nasıl bir sevgidir, bir insanın kaç tane bavulu olabilirki en sevdiği bavulu olsun benim bir tane var ve kendisi ile duygusal tek bağım onunla erasmusa gitmiş olmamdır da aşırı fakirim galiba asla bu benim en sevdiğim bavulumduyu anlayamayacağım galiba. ayrıca bu filmde amilia ile navorski napolyon ile ilgili konuşurken dublajdaki çeviriye göre napolyon denen sığırın zehir yazısının okuyamaması miyop olmasına bağlanıyor halbuki miyop uzağı göremeyen, orijinalinde farsighted yani uzağı görebilen dolaylı olarak yakını göremeyen ifadesi kullanılıyor yani sizinde izlerken la bu napolyon uzağı göremiyorsa zehir şisesini eline aldığında nasıl okuyamıyor la bunu bu sığır dediyseniz haklısınız çünkü çeviri yanlış.
Almanca termin kelimesinden gelmektedir.
izmirdekinde 1 saat bekleyeceğim yer.canım sıkılıyor lan.
garip bir duygusalligi var boyle yerin.
klise duygulari ortaya cikaran ilkel bir yer.

ama gitmek hep neden bu kadar onemli? gitmek hep huzunlu,

arkadan sallanan eller kadar siradan ama kendi icinde o kadar essiz vedalar butunu. otobus gozden kayboldugunda kendi hayatina donecegin bir tunel sanki.

otobus beklerken icilen cayin tadi bile bi degisik sanki. insanlarin bakislari degisik. birazdan goz yasini cemberinin kosesine silecek olan teyzenin durusu bile degisik. - ve sildi.

oturup izlemek, hic gitmicekmissin gibi, hic bekleyen olmamissin gibi. bekledigin hep gelmis gibi.

insani hayatta tutan bu alisilmis gotuntuler, ayni seride soktugumuz duygular iste.

neyse, birazdan gidiyorum.

bu duygusalligimin adi simariklik.
tom hanks'in aksanı sayesinde, krakozhia adlı bir ülkenin gerçekten var olduğuna inanmamıza neden olan filmdir.
tom hanks in bir filmi. Güzeldir.
bir şehri en guzel burada, bavulunuzun icine sikistirdiginiz o artik bir onemi kalmayan esyalarinizla, aklinizda anilarla terkedersiniz...
bir static-x şarkısı. sözleri şöyledir ;

Spinning and whirling
Descending, unending
Light the halo
Watch the day glow

Spiral is viral
I'm seeing believing
Dig the feedback
Take another crack at it

Harder and harder
The hollow deceiver
Hit the noise box
Smash the ice box

Louder and louder
Forgetting the setting
Kill the digital
Beat the terminal

Go, take it slow
Let it go
Get down hard
Down, it's terminal

Sensing, commencing
The final dismantle
Your confusion
My illusion

Terminal heading
Advance to the hideout
Put the light out
Throw me down, throw me down

Harder and harder
The hollow deceiver
Hit the noise box
Smash the ice box

Louder and louder
Forgetting the setting
Kill the digital
Beat the terminal

Go, take it slow
Let it go
Get down hard
Down, it's terminal

Go, take it slow
Get down hard
It's terminal

Go, take it slow
Let it go
Get down hard
Down, it's terminal

Slow, go take it
Slow, go take it
Slow, go take it slow
valizinizi alıp yalnız başınıza gitmenin insanı buruklaştırdığı bir mekan.
ağırdır o valiz eşek ölüsü gibi, hatta valiz değil tek bir çanta bile olsa ağırdır.
geçmişle, geride kalanla ve gelecekte bekleyenle doludur.
yolculuğun ve otobüsün esrik kokusu hafiften burnunuza çarpmaktadır terminallerde.
yapmacıktan da olsa el sallayacak birini arar gözleriniz, sonra omuz silkersiniz ineceğiniz terminalde de sarılıp hoş geldin diyecek biri yoktur nasılsa.
nasılsa yalnızsınızdır siz, nasılsa belki de zorunluluktan sevmişsinizdir yalnızlığınızı. kulaklıklarınızı takıp 'güle güle canım yine bekleriz özleetme kendini'leri, 'aşkım beş ay sonra buradayım sıkma canını'ları duymaktan kaçarsınız. ama sulanan gözleri görmemek elinizde değildir. göz göze baka baka sulanır, ayrıldıklarının arkasından ağlayanlar sizi de ağlatmasın diye kaçarak binersiniz yaklaşan otobüse.
ve terminal kimi zaman da en sevdiğiniz insanı size getiren çok tekerleklinin durduğu yerdir, dünyaları sizin yapan mekandır.
o karmaşanın keşmekeşin içinde mutluluklar, hüzünler, umursamazlıklar, endişeler , hayaller birbirine karışır.
ve siz yine de seversiniz o terminali, soğuk kocaman yüksek tavanlı o mekanı ve yolculuk yapmayı seversiniz yine de.
ubuntu ve diğer linux dağıtımlarında bigisayarın temel kullanım birimi.

örnek :

sudo apt-get install komutu bir programı kurma komutudur.
aradığım eşyayı bulamamayı hatırlatır bana hep. bana hep arayıp da bulamadığım, ama bir yere yetiştirmem gereken eşya için endişelenmeyi hatırlatır. sonuç yok ama, bulup bulmamam önemli de değil ki aslında! tek farkına vardığım, normalde elimde olan eşyanın ortalıkta olmaması. şeytanın alıp sattığı da denebilirdi ama dedim ya burda sonuç monuç yok. burdaki sahafların eski atasözleri kitaplarında haticenin neticeye ağır bastığına dair duyumlar alıyorum üstelik. kafamdaki renkler de sarımtırak olduğundan olsa gerek, hiç şüphe duymuyorum.

kavuşmak, özlem gidermek falan gelmiyor ama hiç. zoraki el sallamalar dalgalandırıyor sadece camları. bir an evvel kalksa da şu otobüs, gitsem şurdan lar olmayan kedilerimizin önünde cirit atıyor. giderken sarılsam mı, sadece el tokalaşıp öpsem mi, yoksa sadece bi zorali el sallama yeter mi kol geziyor bi de. gelecekti ben düşünsün deyip, 5 dakka daha rahat edebilirsin. et yani, 5 dakka.

nerde düşkün, nerde ipsiz sapsız adam varsa terminallere toplanmıştır ayrıca. geceleyin deli hastanesi gibi olur, ilaçsız, doktorsuz, uyuşturucusuz, beyaz değildir bi de renk. sarıdır. her yer sarı ve koyu tonları. ağır koku işler hissetmeyen burunlarınıza, burnunuzdan nefes alıp ağzınızdan vermek lüks değil ihtiyaçtır artık.bunları alan var mı acaba dediğiniz 3 aylık ömrü kalmış ukala malların satıcıları bekler orda gözünün içine bakarak. adımlarının yakınlığını ölçer sürekli. her yakınlaşmada buyur abi demeyi isteyen ağız ve artık umutla bakmak isteyen bir çift sarı göz.

bi de çiş
Eğer orada çalışılıyorsa, hergün binlerce ayrılığa ve kavuşmaya şahit olunan, her gün binlerce kişinin uğurlandığı fakat sizin hep orada kaldığınız, hiç bir yere gidemediğiniz yerlerdir...