bugün

Bugün kuzenimin kalp kapakçığında problem olduğunu öğrendim. Henüz çok küçük. O şen küçük kız çocuğu gitmiş yerine; o küçücük kalbini ölüm korkusu sarmış çocuk gelmiş. Bana hastalığını söylediklerinde çok üzüldüm ama o üzülmesin diye belli etmedim. Gözleri doldu ağlayacaktı. ona hemen küçükken 12 tane iğne vurulduğumu ama şimdi hatırlamadığımı söyledim. Geçecek dedim. inanmadı tabii. Korkmuş yavrum.

Sonra kendimi sorguladım. Nasıl hiç olmayacak şeylere üzüldüğümü, aslında dertlerimin bir hiç olduğunu o küçük kız'ın, küçük gözlerinde gördüm.

Kolunu masaya koymuş, başını eline yaslamış sürekli düşünüyordu. Kocaman insan gibi. Onu neşelendirmeye çalıştık ama nafile hep ağlamaklı bakıyordu.
Kendimi o an çok çaresiz hissettim ve hâlâ hissediyorum.
Düzelecek ama, onu hastahaneye götürüp ilgileneceğim.

Bir keresinde bana;
"Lunapark'a tekrar gidecekmiyiz abla?" Diye sormuştu.
Gülerek ona; "gideceğiz tabii." dediğimde;
" gülüyorsan yalan söylüyorsun." Demişti.
Yalan değildi, Gittik.
O yüzündeki gülümsemeyi tekrar göreceğim ve tekrar gideceğiz lunapark'a.
boşa kürek çekmekten çok yoruldum artık. tüm gün palyaço gibi maskenin altına sakladığım gözyaşlarımdan çok yoruldum. kendime sakladıklarımdan çok yoruldum. hep değer veren taraf olup görememekten çok yoruldum. sokaklarda gözlerimin dolmasından insanlara belli etmemek için çabalamaktan çok yoruldum. eskisi kadar kolay saklayamıyorum artık yıkılmışlığımı içimde acıtan şey her neyse gittikçe büyüyo ufak olaylarda bile gözlerimin dolmasına sebep oluyo, aslında biliyorum o büyük acının sebebini hayatında bir kez olsun gerçekten sevilmemenin acısı. ben artık bununla başa çıkamıyorum sürekli aynı yerden sınanmaktan kalbim o kadar çok yoruldu ki küçük şeyleri bile kaldıramıyorum. içimdeki birikmişlik değersizliği hatırlatan bi kıvılcımda bile yerle bir ediyo artık. her defasında tekrar toparlanmaktan üzerine tekrar yıkılmaktan çok yoruldum ben. tek bi şey istedim şu hayattan birine koşulsuzca sığınmak, anne babasına bile canı yandığında koşamayan biri için o kadar zor ve büyük ki anlamı.. hep ayağa kalktm dediğim yerden yenilmekten yoruldum. kalbimib kırılmasından içimin acımasından yoruldum.
Olmayandır. Sustum ben tüm mevzuları.
Yorgunum, enkaz gibiyim. Acılarımı kim dindirebilir ki?
Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi...
Bir süredir burda tamamen saçmalıyorum. Uykusuzluk öldürüyor beni. Yakinda hesabi silip siktir olup gideceğim.
Nerdeyse bir yıl geçti konuşmayalı. ikimiz de, kendi işimize gücümüze baktık. Arkadaşlarımızla, ailemizle vakit geçirip; bazen dertlenip ağladık, bazense gülüp eğlendik.

Ve birbirimizi unuttuk. En azından ben öyle. Yani unuttum sanmıştım.

Numaranı silmiştim. Bütün sosyal medya hesaplarımı kapatmıştım ve bütün fotoğraflarımızı silmiştim. Göz görmeyince gönül alışır derler ya bitanem, ben de öyle sanmışım. Alıştım sanmışım.

Bugün alakasız bir ortamda, alakasız bir kişi fotoğrafını gösterdi. Görür görmez dondum kaldım. Ciğerim yandı.

Anladım ben unutamayacağım.

Bu acıyla büyüdüm, bu acıyla yaşlanacağım.

Ve yine anladım ki: yaşım yetmiş de olsa, gözlerine bakarak bir şiir okumamış olmak, yüreğime dert olacak. Yine içip yine ağlayacağım.

Dilerim ki: gül yüzün, güzel gözün hiç solmasın. Hayat sevdiklerini senden almasın ve bütün mutluluklar senin olsun.

Sadece ufak bir sitemim var, bunu da bil isterim: bizde seni seviyorum denmez, sevilirdi sadece... ve ben de sevdim. Annemden çok kendimden çok sevdim. Namusum üzerine, cok sevdim.

Olmadı.
Olmasın.
Gözlerinden öpüyorum
Canın sağ olsun bitanem.
Ne kadar uzak olsan da kendinden kaçamazsın.
ruhu doyumsuz insanların yanında kendimi kirli hissediyorum. her şeyin en iyisini istiyorsun da, sen ne kadar iyisin ?
Üzgünüm ama senden hoşlanmıyorum. Aynı paydada buluşabileceğimiz bir konu bile yok. Oturup senle dertleşemem, kalk gidelim desem gelmezsin benle her yere. Sen beni anlayamazsın ben seni. Hem ben sahte şeyleri sevmem ki. Seni sahtecikten sevemem. Üzgünüm ama seni bir süre mutlu etmek adına hayatında kalacak bir iz, bir is olamam. Olmam. Gerçekten üzgünüm.
kendi hayatınızla ilgili, gece alınmış çok önemli kararın sabah önemsizleşmesi düşüncesinin bir türlü neden geldiğini çözebilmiş değilim. ya da biri derse sen iradesizsin ondan diye susarım o zaman tabii. swh.
Bazen ne düşüneceğimi ve ne yapacağımı bilmiyorum.
24 nisan benim için yeniden doğuş olacak. sevdiğim insanın doğum gününde sigarayı ve alkolü bırakmaya tövbe edecem ve yeniden doğmuş olacam.
sessizlik ve yalnızlık...

gerçekten de, işini bilen bir terzi gibi davranırsanız, "sessizlik" ve "yalnızlıktan" tam üzerinize uygun kıyafetler biçebilirsiniz. mesela kendi tecrübelerimden, "sessizliği" kullanarak mükemmel pelerinler yapabileceğinizi biliyorum. öyle ki, bu tarz bir pelerini takıp, başlığı da kafanıza çektiniz mi, en koca ağızlı su aygırının böğürtüleri bile size kolay kolay ulaşamaz...

tabi bunu tamamlayacak bir de sağlam tünik gerekir pelerinin altına, işte onu da en iyi "yalnızlıktan" biçebilirsiniz. yalnızlıktan imal edilmiş iyi bir tünik vücuda ve ruha eldiven gibi oturur, insanı sarıp sarmalar. ister inanın, ister inanmayın, kendi tecrübelerimden böyle bir giyimin insana çok büyük faydalar sağladığını biliyorum. hatta zaman zaman etkisini abartılı bir biçimde gösteren bir görünmezlik alanı bile oluşturabilir. öyleki sokağın köşesinde dikilmiş sizi bekleyen tanıdıklarınızın burnunun dibine girip sizi görememelerini sağlayabilirsiniz. ilginç değil mi?

tabii bu kıyafetin taşınması pek kolay değildir, hatta bazıları mecbur kalsalar bile giymeyi reddedebilirler. çünkü bu kıyafet çok ağırdır, çoğu insan bu yükü kaldıramaz. sonradan bu kıyafeti giymek zorunda kalan çoğu kişinin akıl sağlığında olumsuz gelişmeler olduğunu da gözlemlediğim zamanlar oldu. bu durum kıyafeti taşıma süresi ile de bağlantılı, bazıları bunu giymiş olarak doğuyorlar ve asla çıkartamıyorlar. bunlar arasında en güçlü olanlarda bile çok belirgin değişiklikler oluyor. dışarıdan bakıldığında dengesizlik, tutarsızlık olarak gözlemlenebilen değişiklikler.

çoğu bu kıyafeti sonradan giyer, mecbur kaldığı için ama ilk fırsatta çıkarıp atarlar çünkü dedim ya, çok ama çok ağırdır. gelin görün ki bunu sık sık giyip çıkarmak ağırlığı azaltmaz. aksine sırtınızda taşımadığınız zamanlarda onun ağırlığını unutur ve bir daha asla onu giymek zorunda kalmayacağınızı sanarak rahatlarsınız. bu yapılabilecek en kötü hatalardan biridir, çünkü ne pelerin, ne de tünik bir defa satın alındılar mı iade edilmezler. dolabınızın bir köşesinde beklerler, her kıyafeti eskiciye verebilirsinizama onlar bundan da muaftır.

peki neden bir insanın böyle bir kıyafete ihtiyacı olur ki?

aslında bu durum ihtiyaçtan ziyade zorunluluktan kaynaklanır. insan yapı itibariyle toplumsal birlikteliği seven bir yaratık türüdür. ama gel gelelim "bireysel düşünce ve karakter yapısı" dediğimiz unsurlar işi berbat eder. çoğu insan sürüler halinde yaşamayı tercih etmek durumundadır, gerçekte kimse herşeyi tek başına yapamadığından, biraz da eli mahkumdur buna. işte o sürü içindekilerden bazıları "seve, seve" değil, "mecburen" katlanırlar bu birlikteliğe. çünkü sürüdekilerin çoğu öyle incir çekirdeğini doldurmayan konulara saplanmıştır ki, bu zaman zaman bazılarının beynini acıtabilen, omuriliği sündürebilen bir etki yaratır.

basit bir örnek verelim;

çoğu insan toprağa sahip olma hırsı duyar. bu çoğu insan için meşgaledir ama o nadir kişiler için can sıkıcı bir uğraştır. onlar dönüp ömür sürelerine bir bakarlar ve taş çatlasa yüz yıl yaşadıklarını fark ederler. peki yüzüncü yılında çoğunlukla kendi adını bile unutan bir yaratık, nasıl olur da milyarlarca yıldır sessiz ve sakin bir biçimde varolmuş olan, büyük ihtimalle milyarlarca yıl daha bir yere gitmeye niyeti olmayan toprağın "efendisi" olduğunu iddia edebilir?

görüyorsunuz ya, ne kadar boş, ne kadar anlamsız uğraşlar. eh, bu gibi durumlarda en iyisi tuniğin kemerini sıkıp, pelerinin bağlığını kafana geçirmektir...
sizi mutlu etmeye çabalayan insanları üzmeyin *
Yaklaşık 3 yıldır saçlarım kısaydı. 3 yıl önce kötü bir hastalık geçirdiğim için saçlarımı komple kestirmek zorunda kalmıştım. Kanser değildi ama hayatımdan bir yılı çalan lanet bi hastalıklar silsilesiydi.
saçım epey azalmıştı, Annem ve ablam saçlarım elimde kaldıkça deli gibi ağladığı için sıfıra vurdurtmuştum aslında.

Sonrasında ablamın yüzlerce aktarı dolaşmasının ardından saçlarım çoğaldı ama uzadıkça kısa kestirmeye devam ettim.

Bu yıl annem istediği için uzatmaya başladım, epey uzadı.
Bir şeyi fark ettim, 3 yıldır saçlarım gene dökülecek mi korkusuyla yaşadığım için devamlı kestiriyormuşum.

insanların ruhsal hastalıklarına çare bulan bir mesleğim var ama kendi problemlerimi daima görmezden geliyorum, hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi yaşıyorum.
Yorucu.
Başka bir rengim ben, bu dünyada doğmuşum ama, kendime ait bir dünyam daha var. Başkalarınınkine benzemez.Yani ben hayat arkadaşlarımı, yarenlerimi, aşığımı kendime benzeyen bedenlerden seçerim. Size göre bu korkunç bir şey olabilir ama inanın o kadar küçük bir detayki aslında baktığımız zaman hepimiz aynı hayatı yaşıyoruz. Sıkıntılarımız, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, aşkımız, muhabetimiz. Dünyada, insanlar hep başka biri olmamı istedi benden. Onlar benden kendileri gibi olmamı istedikçe, ben ellerim ceplerimde kırlık yollarda ıslık çalmak istedim. Onlar benden değişmemi istedikçe, bense yaz yağmuru olup ferahlatmak istedim ortalığı. Onlar gerçekleri duymak istemedikçe ben inadına taşları yontup gerçekleri suretlere benzettim. Sesler, sözcükler koydum üstüne.Ben onlara “hey gözlerime bakın ” dedikce, onlar benim başka yerlerime baktılar. Sonra da işte, gerçeği öğrenince kendi dünyalarından kovdular beni.
Küçükken karanlıktan korkardım şimdi ise aydınlıktan nefret ediyorum. Garip.
Bu gece benim için çok uzun olacak sözlük. Öyle doluyum ki, bir damla daha gelse taşıp her yeri sular altında bırakacağım sanki. Öyle bir gece ki dört yanımı pus sarmış da yalnız kalmışım gibi. Kurtulamıyorum bu karanlıktan, kaçmak istesem de yolumu bulamıyorum.

Ne yapacağımı bilmiyorum sözlük. Bu hale getiren ben değilim düzeltebilecek olan da ben değilim. Ki düzelecek mi o da muamma. Düzelebilecek mi emin de değilim.

Bak saat 00.00 a geliyor. Başlıyoruz sözlük. Gözlerimizi kapatıp, kulaklarımızı tıkayıp, olduğumuz yere çömelip bu geceyi atlatmayı denemeye başlıyoruz. Yapacak başka bişey bırakmadılar bize. Bırakmadılar
insanlar kendileri oldukları için değil de sosyal statüleri için yaşar oldular. sahip oldukları üniformalarla farklı beklentiler içine giriyorlar. örneğin bir asker bir bankaya gittiğinde kendisine öncelik verilmesini, bir üst düzey yönetici bir ürün satın alırken farklı indirimler yapılmasını bekliyorlar. halbuki şeyhin kerametinin olması için dervişe ihtiyaç var. senin albay olman ancak nizamiye içerisinde oradaki askerlere karşıdır, senin doktorluğun bir hasta varsa ancak anlam bulur.

üzerimizdeki üniformaları unutup hayatta kalabilmek asıl mesele.
seni çok seviyorum. kendimden fazla seni düşünecek kadar hem de. kimin ne düşündüğü umrumda değil. ben yine her gece senin resmine bakıp uyuyacam, yine her sabah senin resmini görüp tebessümle uyanacam.
kaç para ulan bir sevgili?
samimiyetlerinden tam emin olamıyorum ve gerçekten nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyorum. iyi misin kötü müsün anlamadım ve kardeş siz ne ayaksınız? demek istiyorum ama sonuç: YiNE SUSTU.
Gitmek, gitmek, gitmek ve gitmek istiyorum.
Bunu nasıl istediğimi hiç kimse anlayamaz.
ekşi de ki muhabbeti okurken fenalık geçirdim

alamancı sivri zekanın teki,

çekmiş üstüne asker üniformasını

sokakta eylem yaparken

alman polisi almış, VERMiŞ ODUNU buna

türk milleti onur davası yapmalıymış.

he canım, cia, fbi, mossada falan da haber verdik

sat komandolar yola çıktı, bir kaç saate alacaz almanyayı.
güncel Önemli Başlıklar