bugün

hayaller içinde boğulan gerçekler | umut vadeden yazar

öykülerinde, mantık sınırlarını zorlayan olaylar ve kahramanlara, kimi zamanlar da fantastik unsurlarla zenginleştirilmiş kurgulara yer veren birçok yazarın, ciddi bir okuyucu kitlesine sahip olduğu bilinir. kuşkusuz her birinin, Terry Pratchett ya da J.K. Rowling kadar başarılı olması ve milyonlarca hayranını, kurguladıkları öyküler ve öykü kahramanları ile peşleri-sıra sürüklemesi beklenemez fakat bu türde eserler veren yazarlar; heybetli bir düş gücüne ve yaratıcı bir zekaya sahip olmalarının verdiği avantajla, öykülerini kurgularlarken bu işten büyük keyif alır ve bir anlamda kendilerini de tatmin etmiş olurlar.

"...ertesi gün uyandığında her tarafı kıpkırmızı kan içinde buldu, kalemi canan, o gece insan suretine bürünmüş, önce ahmet'in ilaçlarının hepsini içmiş, bu şekilde kendisini öldüremeyeceğini anlayınca bileklerini kalemtıraşın yedek jiletleriyle kesmişti. en azından ahmet'in gördüğü bu manzaradan anladığı buydu, ahmet korkmuştu, annesine seslendi, ses gelmeyince yatak odasına gitti ve annesini de kan revan içinde buldu, annesinin elinde bir bıçak, boynu kesik içindeydi, bu nasıl olabilirdi?.."

- sürekli körüklenen merak duygusuna bağlı olarak kademe kademe yükselen heyecan, öykünün, okuyucu tarafından soluk alınmadan okunup bir çırpıda bitirilmesine neden olur. burada önemli olan, okuyucunun ulaştırıldığı merak ve heyecan düzeyine yakışır bir sonun kurgulanıp-kurgulanamadığıdır ki eğer kurgulanamamışsa, okuyucu büyük hayal kırıklığı yaşar. sonuçları ise malum. bu kritik süreçten yüz akıyla sıyrılmanın da bir yolu olmalıdır elbet! misalen, final düğümünün çözümünü okuyucuya havale etmek gibi.

"...o günün tek gerçekliği ahmet'in ölümüydü. zeliha, oğlunun ardından çok gözyaşı döktü, çok yas tuttu. ahmet'in gerçek olarak kabul ettiği şeyler annesi zeliha için bu evrenin en büyük yalanlarıydı, belki de tam tersiydi, kim bilir?...

- bu tarz öykülerin genel karakteristiği; girift, süslü ve sanatsal ifadeler ile etkileyici mahal ve durum tasvirlerinin yer aldığı uzun tümcelerin sıklıkla kullanılmasıdır. umut vadeden yazar ise kısa tümceler ve yalın bir anlatım dili kullanarak bu beklentileri destekler bir tavır sergilememiş. bundan maksadı, okuyucuyu işin özüne çekmek olabilir, bilemiyoruz fakat bunun sonucunda türünün örneklerine oranla sanki biraz hafif kalmış öykü, okuyucu gözünde beklenen etkiyi yaratamamış. buna karşın, öyküde etkileyici durum tasvirleri de yok değil elbet.

şöyle ki,

"...ahmet geçirdiği yine kötü bir gün sonrasında, alı al, moru mor bir halde kendini yatağa atmıştı; bütün gün boyunca muhatap olduğu insanlardan ve ağzı olup da konuşan her türlü yaratıktan, güneş altında mayışan kedi – köpek bezginliğinde, bedenini ve ruhunu sıyırmış, gecenin serin karanlığına ve sessizliğine kendisini bırakmıştı..."
kalemin özgürlük saltanatı | tanzamanitanyeri

içerisinde belli bir olay ve belirgin bir kahramanın bulunmadığı, yazarın şahsi görüş ve düşünceleri ile kişisel savlarına yer verdiği edebi eserlere 'deneme' adını veriyoruz.

"resimler; sıradan bir hayatın, abartılarak sahnelenmesi gibidir. iyi resim çizememe sebebim bu olsa gerek. yapabildiğimle mutluyum, yapamadıklarım hayatıma dahil değil. hayattaki tek meziyeti yaşamak olan insanlar arasında yer almadığım sürece, mutlu olabilirim, inancım bu. ucu sivrilmiş bir kalem, tükenene kadar binlerce hayat kurtarabilir; sahibi hariç. iyi satranç oynadığımı söyleyemem, ama oyuna her zaman piyon ile başlayanlardanım ben de. hayata dair ne varsa, bizzat hayatın içinden öğrenmek gerekir aslında..."

- savını ortaya koymuş yazar. çarpıcı cümlelerle ve kendi yaşamından örnekler vererek desteklemeye çalışmış.

kimi edebiyatçılara göre insan yaşamı; başlı başına büyük bir olaydır. savlar ise hayatı boyunca yaşadığı olayların yazarın hafızasında bıraktığı etkilerin birer yorumudur. yaşama dair ileri sürülen savların dayanağı, ondan elde edilen tecrübeler ise o vakit yaşamı bir olay, yazarı da bu olayın kahramanı olarak değerlendirmek olasıdır. bu bağlamda, denemeleri de birer öykü olarak kabul etmek yanlış olmaz.

bu tür eserlerde bilimsel bir iddia yoktur. çoğunlukla, yazarın yaşanmışlıklarıyla kazandığı tecrübelerin dayanak tutulduğu kişisel görüş ve düşünceler ortaya konur. dolayısı ile farklı yaşanmışlıklar ve bunlar sayesinde elde edilen farklı tecrübeler ile çürütülebilmeleri de mümkündür.

"mutluluğun olmadığı bir özgürlükten bahsedebiliriz ama özgürlüğün olmadığı mutluluğu hayal edemeyiz. musluğundan su akmayan yurtta, su içme özgürlüğü varken; her yıl tonlarca metreküp yağmur düşen ülkelerde, susuzluktan ölen insanların hikayesini yazarken kırıldı kalemimin ucu. kömürü parmağıma bulaştı. yıkadım, geçti. zihnim durulansın diye bir bardak su içtim. silgiye gitti elim, karalamayı tercih ettim. yırtıp attım en sonunda; böceklerin kaynaştığı, kuşların dallarında ötüştüğü ağaçlardan yaratılan; silik bir kağıt parçasını. bir umut verdim kağıt parçasına; geri dönüşüme gitme umudu, sadece buruşturulmuş kağıtların olduğu kutuya atarak onu. soda şişelerimle aynı konteynıra gittiler günün sonunda. çöpleri karıştırdı 13-14 yaşlarındaki çocuk, topladı kağıtları ve kartonları, gecenin soğuğunda. yerleri kaplayan kar ve soğuk havanın etkisi ile oluşan buzun üstünde kayan çocuklar, aynı sokakta. hayatın en büyük cilvesi, şanslı doğmaktı belki de bu dünyada..."

- insanı derinden sarsan bir paragraf. öylesine derinden ki, boşa harcadığınız kağıtlarla bir ağacı yok ederken, hayatta kalma mücadelesi veren çöp toplayıcısı bir çocuk için ekmek parası sağlıyorsunuz. yaşıtları neşe içerisinde kızak kayarlarken, gecenin soğuğunda kağıt toplamak zorunda olan bir çocuk için. anlatımdaki detay mesaja bakar mısınız! "...sadece buruşturulmuş kağıtların olduğu kutuya atarak..." yazar, böyle yapılmalı diyor; emretmeden, nazikçe, inceden inceye.

"aşık olup mutsuzluğa sürüklenen insanlara acıyorum. ama mutluluğu tercih ettikçe aşktan mahrum kalan insanları görmek de gülünç. aşıkken mutsuzluğa sürüklendiğim yolda, beni yukarı çeken, yine ben olmuştum. her akşam evinin önünden geçiyordum. her akşam odanın ışığı yanıyor mu diye bakıyordum gizlice. bazen yanıyordu, bazen yanmıyor. hiçbir anlamı yoktu, saçmaydı. bir gün yürürken, tercih yapmam gerekti. evinin önünden geçen yol, ve diğeri; diğer yolu tercih ettim. bu belki de, bir tercih değil, bir vazgeçişti. bir zamanlar yaptığım tercih ile mutluluk sebebi olan sen, şimdilerde mutsuzluktan vazgeçişimin sebebi; sen. sen hep aynıydın, ben artık tepeden bakıyorum gibi. insana uzak olunduğu kadar, gerçeğe yakın olunuyormuş meğer.

hani olur da, bir gün sen gelirsen evde miyim diye kontrol etmeye; odamın ışığı yanıyor diye evdeyim sanma, kalbini bana açıp başkalarına gitmişliğini hatırlatmak istemem. üzülürsün belki, ağlarsın ya da. sevdiğinden değil, kaybettiğinin kıymetini anladığından elbet.
bir sevdayı aramak için, bir sevdayı kaybetmek mi gerekir?
birini hatırlamak için, birini unutmak mı gerekir?
yaşadıklarımızı unutmadım diye, hala seni seviyorum mu sandın yoksa?
susmak yüceltmedi seni, konuşsan alçalırdın belki. susmaya devam ettiğin sürece ve ben uzaktan izledikçe olan biteni, daha fazla gülümsüyorum. mutluluk, bir kar tanesiydi. hayatına yağmaya başladı birden, vücudunda eridi. hasta etti seni, yok oldu gitti. ben baharda geldim ilk yağmur damlasıyla, saçlarından alnına aktım bir öpücük gibi. gözlerini ıslatmadan dudaklarına süzüldüm, bir tebessüm oldum kaldım orada. gözlerin kapandı, güneş doğdu, sabah oldu, biz battık. mutluluk, bir kar tanesiydi, sen yanlışına denk gelmiştin. bize gelecek olursak; ya ben erken düştüm hayatına ya da sen adımını geç attın.
biz battık, günaydın..."

- ağır bir paragraf... ağırlığı, ağdalı cümlelerle bezeli oluşundan ya da zor okunup güçlükle anlaşılmasından değil elbet! sözcüklere yüklenen anlamı, kullanılan sözcüklerin güçlükle taşıyabilmesinden. her biri, adeta birer altın külçesi gibi. çok etkileyici, hoş ve güzel kurgulanmış tümceler; yazarın nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu ifade eden ve okuyucunun gönül telini titretir cinsten.

tanzamanitanyeri bu denemesinde sıkı tespitlere yer vermiş. yazarların, tespit yaparken takındığı tavır; "bu da böyle biline..." şeklinde olduğunda, çoğu kez okuyucuda antipati uyandırır. ancak o, tespitlerinin altlarını başarıyla doldurarak o denli güzel beslemiş ve olgunlaştırmış ki okuyucu olarak bir rahatsızlık hissetmiyorsunuz.

bir yazar olarak, ilk öykülerine kıyasen ondaki büyük değişim ve gelişmeyi gördükçe büyük mutluluk duyuyorum. çorbasında bizim de tuzumuz vardır belki, kim bilir.
ağacın katli | konusurgibiyazanadam

öykü yazarları, öykülerinin yapısal kurgulamalarını oluştururlarken daima okuyucuyu gözetmek durumundadırlar. bir öykü yazımında, yazarın kendini tatminden önce okuyucusunu tatmin etmesi, bunun doğal sonucu olarak beğenilmesi, takdir görmesi ve ancak bu olağan seyrin sonunda maddi-manevi bir tatmin beklemesi söz konusu olabilir. dolayısı ile 'yapısal kurgu' bu işin 'elifba'sı, yani başlangıcıdır. her işte olduğu gibi yıllar içerisinde, tecrübelere bağlı olarak geliştirilmiş bir kurallar manzumesine bağlılığı gerektirir. bu kuralları yıkıp öykü kurgulamasında yeni bir çığır açılması, yepyeni bir ekolün yaratıcısı olunması da mümkündür elbet! ama bunun için ortaya konulan örneğin de belli bir okuyucu kitlesi tarafından kabul görüp beğenilmesi temel esastır.

söykü dergisi'nde yayımlanan kimi öykülerin eleştirilerinde değindiğim 'öykülerde yapısal kurgulama teknikleri'ne yönelik önemli bazı hususlara bu öykü vasıtası ile bir kez daha değinmenin faydalı olacağını düşünüyorum.

bir öykü kitabında, uzunluğu 10 satırı geçen blok paragraflar okunma güçlüğü yaratırlar. bunun sebebi, okuma eylemi esnasında okuyucunun çay-kahve fincanına, meşrubat ya da içki bardağına, meyve veya çerez tabağına uzanmak üzere bir an için gözünü kitaptan ayırdığında, geri dönme anında bıraktığı noktayı bulabilmek için kaybettiği zamandır. 4-5 satırı geçmeyen paragraflarda görsel algı, ayrılınan noktayı röperleyerek anında yakalar. ancak ağacın katli'ndeki gibi uzunluğu neredeyse 3 kitap sayfasına ulaşan blok paragraflarda bu mümkün olmaz. bir süre sonra bırakılan yeri yeniden bulmak, okuyucu için bir eziyet halini alır. zira, o yeri bulmak için okunan satırları tekrar tekrar okumak okuyucuyu sıkar, gerer. bu denli uzun bir paragrafta, bırakınız gözünüzü farklı bir yöne kaydırmayı, üst satırdan alt satıra geçerken dahi devam etmeniz gereken yeri bulmak, okuduğunuz her satırda biraz daha zorlaşır. bunun nedeni, isteminiz dışında, bu işi refleks hareket olarak gerçekleştiren gözünüzün zamanla yorulmasıdır ki vücut bu duruma asla seyirci kalmaz; o gözlerin kapakları yavaş yavaş düşmeye başlar. bu manada örnek öykümüz rahatlıkla 10, hatta 12 paragrafa kadar sorunsuz bölünebilir ve okuyucunun işi çok kolaylaştırılabilirdi.

'ben şöyle dedim', 'öteki öyle dedi', 'beriki böyle dedi' şeklinde yoğun diyaloglar ve kısa tümceler kullanılarak kurgulanan öykülerin; kesinlikle, 'karşılıklı diyalog yazım tekniği' kullanılarak alt alta satırlar halinde yazılması gerekir. bu her şeyden önce, 'dedim','dedi' şeklinde ardı ardına tekrarlanan ve bir zaman sonra okuyucuyu rahatsız etmeye başlayacak sözcüklerden kurtulmayı sağladığı gibi öykünün okunuşunda akıcılık, anlaşılmasında kolaylık sağlanabilmesi için de zorunludur.

"...alaycı bir ses tonuyla; "sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa..." dedim 47. sayfaya. "hah!" dedi ve devam etti: "...bu salak hikayenin en başından beri tek doğru dürüst cümle bu, o da senin değil. birden şanslı hissettim, büyük bir şairin dizesinin üzerime yazılmasından dolayı" diye tamamladı cümlesini. "madem bu kadar şanslı hissettin, hemen bir tane daha yazayım üzerine" dedim ve devam ettim: "içine hiçlik giyince üşümüyor insan." "vaaay! birader çok iyiymiş bu! kimin?" "benim" dedim... "öyle..." dedim. "büyük bir yazarın değil..." dedim. "benim" dedim. "siz" dedim. "...etiket manyağısınız" dedim. "benim" dedim. "anladık" dedi. "hayır! bırak sözümü bitireyim!" dedim. "benim, anlatacak çok şeyim var" dedim. "anlatamıyorum" dedim. "bu da büyük bir şairin: anlatamıyorum" dedi 47. sayfa. "oh be!" diye ekledi..."

yukarıdaki alıntıyı şu şekilde örneklediğimizde söylemek istediklerim daha iyi anlaşılacaktır;

"...alaycı bir ses tonuyla;

- sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa...

dedim 47.sayfaya.

- hah!

dedi ve devam etti;

- bu salak hikayenin en başından beri tek doğru dürüst cümle bu, o da senin değil. birden şanslı hissettim, büyük bir şairin dizesinin üzerime yazılmasından dolayı.

- madem bu kadar şanslı hissettin, hemen bir tane daha yazayım üzerine.

dedim ve devam ettim;

- içine hiçlik giyince üşümüyor insan.

- vaaay! birader çok iyiymiş bu! kimin?

- benim.

- !?

- öyle... büyük bir yazarın değil, benim. siz etiket manyağısınız! bu benim...

- anladık...

- hayır! bırak sözümü bitireyim. benim anlatacak çok şeyim var, anlatamıyorum.

- bu da büyük bir şairin: "anlatamıyorum".

dedi 47.sayfa ve ekledi;

- oh be!"

konusu ve işleniş şekliyle, ağacın katli'nde sergilenen yaratıcılık gerçekten etkileyici. bunun yanısıra, okuyucuya verilmek istenen mesajların inceliği ve güzelliği de takdire değer. ancak, var olan bu güzelliklerin yapısal kurgulamadaki kargaşaya kurban gittiklerini de belirtmek gerek.
kalemtraşk | hipnozcu

ruh sağlığı bozulmuş insanların iç dünyalarını konu alan psikolojik öyküler ile fantastik öyküler arasında temelde büyük benzerlikler gözlenir. bu benzerlikler, her iki türün de engin hayal dünyasının yaratıcılığına kapılarını ardına kadar açmış olmalarından kaynaklanır.

alışılmışın dışında her türlü sürprize açık olan bu öykü türleri; okuyucularda büyük merak ve heyecan uyandırırlar. bunun doğal sonucu olarak da okuyucularının öyküye pürdikkat bağlanmalarına neden olurlar. ancak bu durum, hiç de kolay gerçekleşmez. tiyatro sahnesinde ya da sinema filminde ruh sağlığı bozuk bir kahramanı canlandırmak; üstlenilecek en zor rollerden biridir. zira, 'deli figürü' çoğu kez, toplumun genelinden farklı düşünen ve zeka olarak ileri ama onu akıllıca kullanabilme becerisinden yoksun karakterler üzerinde yapılandırılır. dolayısı ile canlandırılan karakterin yaratıcısı durumundaki öykü yazarı için bu zorluk misli ile artar. bu durumda yazarlar için en kolay çıkış yolu, kurgulanan karakterin eylemleriyle deli fakat söylemleriyle zeki bir portre çizmesidir ki yazarların büyük bölümü, neredeyse bir teamül haline gelen bu temel hareket noktasını kullanmayı yeğlerler. tam da hipnozcu'nun yaptığı gibi.

- eylem:

"...- o yasak parfümünden biraz daha sık elime.

kadın cevap vermeden, telaşlıca çantasını karıştırmaya başladı. parfümü bulup çıkarması uzun sürmedi.

- biliyor musun? en çok bir kadının çantasında kaybolmaktan korkarım.

kadın güldü. yine telaşlıca, adamın uzattığı sol eline sıktı parfümü. dolu dolu üç pıss.

kadın sağa, adam sola doğru gitti. günlerden pazardı. parfüm, fırından yeni çıkmış bir kurabiye kokusunu andırıyordu. adam elini kokladı..."

- ve söylem:

"...yaşayanlar gece ve gündüz birbirinden farklı kimlikler sergiliyor diye düşündü. gece yazılan yazılar daha duygu yüklü değil miydi gündüz yazılanlardan? gece daha çok ihtiyaç duyuyorsun muhabbete, gündüz ise yalnızlığa. acaba gece, görünmesini istemediğin her şeyi örttüğünden mi rahatça yansıtabiliyordun kendini. tüm gizlerin cebinde.

acaba hep iyiliği temsil eden ''aydınlık'', karanlık kadar iyilik yapmıyor muydu insana? düşündü..."

- bu türdeki öyküler çoğu kez ağır ve ağdalı betimlemelerin sıkça kullanıldığı, girift ve çelişkili ruh hallerini yansıtırlar. ancak, kalemtraşk'da olabildiğince sade ve anlaşılır ifadeler kullanılmış. okuyucunun, kahramanın ruhsal durumunu tasvir eden dolaşık tümcelerdeki düğümleri çözmekten ziyade, kahramanın zekice söylemlerinin analizine yöneltilmesi hedeflenmiş. insanı gülümseten ve ta! ki öykünün en sonunda, kahramanın kendi kendine yaptığını anlayabildiğimiz hoş diyaloglarla süslenmiş. bunun doğal sonucu olarak da rahat okunan, kolay anlaşılır bir öykü çıkmış ortaya.

"- karıma dedim ki; bak hayatım, "son zamanlarda çok kavga ediyoruz, şöyle bir anlaşma yapalım; sen ya da ben- aramızdan hangimiz kavga çıkacağını hissederse, o an dışarı çıkıp biraz hava alsın"

- ee o ne dedi? kabul etti mi bu teklifi?

- etti etti.

- ee sorun çözüldü mü bari? sonrasında ne oldu?

- sonrasında ne olduğunu bilmiyorum evlat; o gün bugündür sokaklarda yaşarım."
aşıp bitimsiz bozkırları | binucyuzon

büyük şehirlerde çalışıp yaşamak zorunda olan insanların içine düştükleri hayat gailesi ile oradan oraya koşturarak tükettikleri zaman, dönüp de kendilerine, dahası o hayatı neden ve bu şekilde yaşamakta olduklarına dair düşünme fırsatı vermez. çoğu kez birer insan olduklarını dahi unutup gün boyu bir makine gibi çalışır dururlar. adeta otomatik pilotaja bağlanmıştır yaşamları. yoğun bir tempoda lakin tekdüze, hep aynı minvalde akıp gider. ne vakit bir seyahate çıkar da dağları-bayırları, çiçeklenmiş yemyeşil çayırları görürler; işte! o vakit doğanın bir parçası olduklarının, soluk alıp-verdiklerinin, duyup hissettiklerinin ve nihayetinde insan olduklarının farkına varırlar. yaşamın, yaşamakta oldukları haline isyan edeleri gelir. yol hikayeleri çoğu zaman, işte! bu uyanışın, farkına varışın coşkusuyla karşılar bizleri.

tıpkı öykümüzde olduğu gibi;

"...kar vardı dağlarda, yeşillenen dağlar da vardı. yıldızsız, ay’lı bir gün ortası. yol devam ediyordu 23 numaralı koltukta camdan yol çizgilerini takip ediyordu..."

- ve ardından yapılanlar, gözlemler, değerlendirmeler;

"...bitimli dağları aştım, yılan yolları, büyük barajları, iki büyük şehir arasında kalan küçük şehirlerden geçtim. küçük şehirlerde uyudum uyandım yürüdüm şiirler okudum ve şarkılar söyledim. kuşları ve indirimli biletlerle devlet tiyatroları’nın oyunlarını izledim. hayaller kurdum alkışladım güldüm ağladım. işıklandırılmış köprülerin altındaki banklarda oturup sigara içtim kitap okudum kuşları ve uçmayı dağları nehirleri ve civanları düşündüm. sevdiğim kadını ve kadınları düşündüm. sevişen insanları düşündüm, kasıklarımın ağrısını dindirdim..."

- özlemler...

"...virajın alınmasına az kala ufuk ile tepesindeki kuşla buluşmaya başlayan çıplak ağacı ve sıcaklığını esirgeyen güneşi izledim. biletim soruldu su isteyip sakladım. hiçbirinin gitmek istediğim yere götürmediği, özenle sakladığım biletlerimi, kaybettiklerimi ve kazandıklarımı, ağladıklarımı ve güldüklerimi, fırını ve portakal soyan küçük parmaklı elleri..."

- ve sonuç;

"...viraj bitti ağaç ufukla birleşti, güdülendiği yöne havalandı kuş..."

- hoş bir öykü fakat çok kısa... yaşamda gözlemlenen tutarsızlık ya da yanlışlar vurgulanmış elbet ama anlatılmak istenilenleri okuyucu nezdinde netleştirmek ve pekiştirmek için öyküye biçilen zaman yeterli olmamış. bu nedenle de tespitler biraz havada kalmış.
bay waltz | bilgedenferrarisatinalanadam (http://www.itusozluk.com/li.php?id=10260096)

bay waltz, her şeyden önce iskeleti çok sağlam bir öykü. zira yapısal kurgulaması başarıyla gerçekleştirilmiş. olaylar, belli bir sırayla akıp giderlerken okuyucuya sürekli ileri-geri yaptırılarak zaman kaybettirilmemiş, yormadan, rahatça okuma imkanı sağlanmış.

aslına bakılırsa bu durum, kimi öykü yazarları için pek de tercih edilen bir yöntem değildir. özellikle köstebek ve polisiye türünde öyküler yazan yazarlar, olaylar zincirini; başlangıç, gelişme ve sonuç bölümleri arasında sıkı bağlantılar kurarak, yani okuyucularını sürekli ileri-geri yaptırarak kurgulamayı tercih ederler. bunun iki temel nedeni vardır. ilki, okuyucuyu hiçbir detayı kaçırtmamacasına, tam motivasyonla öyküye bağlayabilmek, ikincisi ise sonuç bölümünü okurken dahi başlangıçtaki olayların zihninde canlı tutmasını sağlayarak öykünün bitiminde, onu okuyucu hafızasında bir bütün olarak resmetmektir.

"...waltz parmaklarıyla masaya vurarak ritm tutarken bir yandan yeni kitabı için düşünmekteydi. bir süre bilgisayar ekranına boş gözlerle baktıktan sonra oturduğu sandalyeden kalktı. düşünmesini kolaylaştırmasını ümit ederek son model müzik setinden metal bir müzik açtı. sağ elinin parmakları yine ritm tutmaktaydı. müziğin ritmine göre adımlar atarak yerine geri döndü ve tekrar ekrana bakmaya devam etti. bomboş bir tuvalde narin, estetik çizgiler aramak gibiydi onun yaptığı. sevdiği, sevmediği her şeyi düşündü, tattığı duyguları düşündü. bu ona birkaç kelime yazmasında yardımcı olabilirdi belki. ama ne kadar düşünürse düşünsün herhangi bir şey yazamadı waltz. kafasında kelimeler ışık hızıyla geçiyordu sanki. onları bir ışık hüzmesi olarak görüyor, okuyamıyordu. biraz dinlenmesinin kendisine iyi geleceğini düşündü ve sandalyesinden kalkarak yatağına uzandı..."

- kusursuz bir durum anlatımı, söylenebilecek hiç bir şey yok!

"...waltz komidinin üstünde duran sigara paketinden bir dal çıkardı ve yaktı. 38 senelik ömründe hangi uç duyguları tattığını düşündü. çünkü waltz'a göre bir sanatçının kaynağı duygularıdır, duyguların temelinde ise yaşadıklarımız, anılarımız vardır. söz gelimi bir şairin güzel bir şiir yazabilmesi için sağlam bir aşk acısı çekmelidir. sanatçılar bu şekilde üretir. daha fazla üretemeyeceğini düşünen sanatçılar ise artık hayattaki en büyük duyguyu tatmak isterler, ölüm duygusunu ve intihar ederler. ne kadar da salaklar, öldükten sonra yazamazsın ki. waltz'un ihtiyacı olan tek bir kıvılcımdı, onu büyük bir aleve dönüştürebilirdi, sadece bir kıvılcım..."

- düşünen ve hisseden waltz. pekiyi! o halde neden onun ağzından yazmıyor yazar ve geniş zaman kipleri kullanarak gereksiz yere kendini ön plana çıkarıyor? yanıt basit çünkü tespitler yapacak ve bu tespitlerini kendi yarattığı öykü kahramanı ile dahi paylaşmaya tahammülü yok! onlar ona ait, bu böyle biline...

bakınız aynı metin şu şekilde kaleme alınsa;

"...waltz komidinin üstünde duran sigara paketinden bir dal çıkardı ve yaktı. 38 senelik ömründe hangi uç duyguları tattığını düşündü. çünkü waltz'a göre bir sanatçının kaynağı duygularıydı, duyguların temelinde ise yaşadıkları, anıları vardı. söz gelimi bir şairin güzel bir şiir yazabilmesi için sağlam bir aşk acısı çekmeliydi. sanatçılar bu şekilde üretirlerdi. daha fazla üretemeyeceğini düşünen sanatçılar ise artık hayattaki en büyük duyguyu; ölüm duygusunu tatmak isterler ve intihar ederlerdi. ne kadar da salaktılar, öldükten sonra yazamazsın ki.

waltz'un ihtiyacı olan tek bir kıvılcımdı, onu büyük bir aleve dönüştürebilirdi, sadece bir kıvılcım..."

- nasıl da samimi bir hava oluşuveriyor. çünkü yazar, ahkam kesmiyor! sadece kahramanının düşüncelerini onun ağzından kaleme almakla yetiniyor.

"...bay waltz masasının üstünden cüzdanını alarak kadına parasını verdikten sonra tekrar sandalyesine oturdu. hala boş bir sayfa vardı önünde. delirmişcesine düşünüyordu waltz. düşünmeye devam etti. odaklanmaya çalıştıkça düşünmekten uzaklaşıyordu sanki. iki saat geçmişti ama waltz'un karşısında hala boş bir sayfa vardı.

"şu an burada harflerin sikişiyor olması gerekliydi" dedi waltz ve hızla sandalyesinden kalkarak kapıya doğru gitti. platosunu giydikten sonra dışarı çıktı..."

tüm edebi türlerde olduğu gibi öykülerde de 'argo' ya da 'küfürlü' sözcüklerin kullanımında çok dikkatli olunmalı, karşılıklı diyaloglar dışında kullanımlarından olabildiğince kaçınılmalıdır. olmadık yerlerde ve olmadık biçimlerde kullanılan bu tür sözcükler; yerlerini yadırgayıp eğriti durdukları gibi öykünün geneline avam bir hava da verebilirler ve bu bağlamda okuyucuyu da ziyadesi ile rahatsız edebilirler. yazın türlerinin tümü için geçerli kural; erotizm ile amiyanelik arasında net ve kalın bir çizgi bulunduğudur ki tecrübeli yazarlar için dahi bu kuralı çiğnemek büyük riskler almak anlamına gelir. işte! sanat tam da bu noktada gerekli olur. yazar, öylesine sözcükler seçer ve onlara o denli güçlü anlamlar yükler ki hem okuyucuyu rahatsız etmez hem de duyguyu, düşünceyi, içinde bulunulan ruh halini kusursuzca betimler.

misalen şu şekilde;

"şu an burada harflerin birbirleriyle çılgınca sevişiyor olmaları gerekliydi" dedi waltz ve hızla sandalyesinden kalkarak kapıya doğru gitti. paltosunu giydikten sonra dışarı çıktı.

bilgedenferrarisatinalanadam'ın kişileri betimleme ve olayları ifade etme konusunda becerikli olduğu rahatlıkla gözlemleniyor. yapısal kurgulama ile yazım kurallarına uyumuysa takdire değer nitelikte. rahatsız edici eksiklik samimiyet. kahramanların kurgulanmış karakterler oldukları; daha insansı, daha içten, daha sıcak bir anlatımla gizlenebilirmiş gibi sanki fakat her şeye rağmen güzel bir çalışma olduğunu belirtmeden geçmek olmaz.
yanlış hayat | ahlaksiz ve sorumsuz

- çok etkileyici...

bir an için, durum öykülerinin gelmiş geçmiş en büyük üstadı anton çehov'u anımsattı bana yanlış hayat'ı ile ahlaksiz ve sorumsuz. öyle ki, öykü kahramanının yaşadığı ortam, tüm detayları ile usta bir ressamın fırçasından adeta resmedilmiş okuyucu için. sadece ortam mı? hayır! dakika dakika, an be an; düşündükleri, hissettikleri, kendi kendine konuşmaları, kendisi ile tartışmaları, ustalıkla kaleme alınmış.

"...hüseyin aynanın tam karşısında oturmuş durumdaydı şimdi, şakağında içi dolu ikinci el adi bir silah vardı ve mütemadiyen elleri titriyordu. görüntüsüne son bir kez baktı, gözlerindeki duyguyu tanımaya çalıştı; korku mu endişe mi yoksa adını bilemediği bir başka duygu mu? adını koyamadı. günlerini düşündü, birbirinin kopyası günlerini, geçip giden zamanı düşündü – ne duruyorsun? çeksene artık tetiği! yapamadı. “biraz daha zaman. bir sigara...” sigara paketi orada duruyordu, içinde altı tane sigara kalmıştı. “en azından şu paketi bitireyim.” masanın üzerine, odanın her tarafına saçılmış kağıtlara baktı. bir türlü tamamlayamadığı öyküler, bir türlü yayımlatamadığı öyküler... her taraf öykülerle doluydu. bir uzun gece başlıyordu, gün henüz dönmüştü. günlerden neydi? -boşversene çek hadi şu tetiği! “sigaram, önce sigaramı bitireyim.” -yine vazgeçeceksin. vazgeçmek niyetinde değildi..."

- nasıl ama?

o ortamda bulunmak, olanları görmek, yaşamak ve durumdan kendinizce sonuçlar çıkarmak değil sizden istenen. bir okuyucu olarak kahramanın duyguları, düşünceleri, kendi iç çatışmaları dahil var olan her şeyi görüyor, olan-biteni kulaklarınızla duyuyor, ortamın o ağır ve kasvetli kokusunu ciğerlerinize çekiyorsunuz. sizden istenen; sadece algılarınızı açık tutmak. o kadar...

- ne güzel!

belli ki bu öykü yazılmadan önce yenilmiş, yutulmuş, içselleştirilmiş. olası her detay tek tek irdelenmiş, olgunlaştırılmış ve bir hap gibi size sunulmuş. size yalnızca yutmak kalmış.

- işte! böylesi öyküler, okuyucuda büyük saygı uyandırırlar. bu uyanış, ortaya konan eserin yaratılmasında gösterilen ustalık ve özenle, aslında yazarın kendilerine gösterdiği büyük saygının bir yansımasıdır ki bir öyküden, bu gerçekleşmeden sonra daha ne bekleyebilirsiniz.

"...silahı orada bırakıp ayağa kalktı, rengi solmuş kot pantolonunu giydi, sonra da işyerinde giydiği siyah beyaz çizgili gömleği. cüzdanı pantolonun arka cebindeydi. karnı acıkmıştı, canı bir şeyler içmek istiyordu. dışarıda akıp giden hayatın nasıl bir şey olduğunu anlamak istiyordu, belki de intihardan vazgeçmek istiyordu. kapıya yöneldi, kapının hemen yanında duran vestiyerden paltosunu ve ayakkabısını aldı, paltosunu sırtına, ayakkabısını ayağına geçirdi. kapıyı kilitleyip aşağıya inen merdivenlere yöneldi. aşağıda resepsiyonda hep beraber televizyon izleyen pansiyon müşterilerine ve pansiyonu işleten adama selam verip, kendini nemli tarlabaşı sokaklarına attı..."

-tanımlamalar ne kadar berrak. tümceler ne denli akıcı ve akılda kalıcı kurgulanmış. okuyucu olarak, istimini almış da düz ovada kıvrıla kıvrıla, hiç zorlanmadan, neşe içinde giden bir lokomotif gibisiniz.

derken birden, raylar üzerinde büyücek bir taş beliriyor;

"...hemen ceketinin cebindeki adi sarı plastikten mürekkep adi garson kalemini çıkardı ve komiden biraz peçete istedi..."

- böylesi bir öyküde nasıl da sırıtıyor değil mi? bu lokomotif o taşı ezip geçecektir illaki fakat risk almaya yelteniş neden? 'mürekkep' değil 'mamul' olacak o sözcük zira, mürekkep olabilmesi için iki veya daha çok yapısal bileşeni olması gerek. oysa ki 'adi' ve 'sarı' birer niteliktir, yapısal bileşen değil. sonra, 'adi garson' ifadesinin de bilerek ve isteyerek oraya konduğu kanaatinde değilim ama öyle ise de söyleyecek bir şeyim yok! diyeceğim, bu tümce keşke olmasaydı. nazarlık deyip kendimizi avutalım bari, ne yapalım.

"...kominin getirdiği hesap kağıdına baktı, ödeyemeyeceği miktarda bir hesap gelmişti. uzun zamandır kavga da etmediğini hatırlayarak hesaba itiraz etti. kasadaki adamla bir süre bağrışarak tartıştılar, cebinde olan tüm parayı çıkarıp kasaya fırlattı. kasadaki adam bu harekete iyiden iyiye sinirlenip hüseyin'in yakasına yapıştı. hüseyin, karşılık vermedi, hemen elini ceketinin cebine atıp üç adet peçeteye yazdığı hayatının şiirini sıkıca kavradı ve adama okkalı bir küfür etti. küfürle birlikte burnuna bir kafanın inmesi bir oldu, hüseyin ellerini kullanamamanın da dezavantıjıyla kendini yerde buldu. galiba burnu kırlımıştı, akan kanı durduramıyordu, çevredeki insanların, hem endişeli bir ifadeyle hem de “kim ulan bu cuma gecemizi mahveden hıyar.” diye bağıran ifadelerini bulanık birer silüet olarak gördü. midesinin bulandığını hissediyordu, bir türlü yerden doğrulamıyordu, birden ağzına dolan bir tükürük ve midesinden yükselen bir öğürtüyle kustu. komiler ve garsonlar kasiyeri zaptetmeye çalışırken kavganın etrafında müşterilerden oluşan çemberden iki kişi hüseyin'i yerden kaldırıp barın dışına bıraktılar, kasadaki adam hala bağıra bağıra küfretmeye devam ediyordu..."

- yüksek çözünürlüğe sahip bir kamerayla çekilmiş film şeridi değil gözlerinizin önündeki; yazarın kaleminden itinayla ve belli bir ahenk içinde dökülen sözcükler sadece...

kuşkusuz örnek bir öykü bu; müşkülpesent bir okuyucuyu dahi mutlu etmenin yollarını öğreten...
an itibariyle yayınlanan, söykü dergisi 17. sayısı.

keyifli okumalar; http://www.soykudergi.com/17-kalem/
ağacın katli - konusurgibiyazanadam

gerek konuşma satırı olmaması, gerekse 'dedi', 'dedim' kelimelerinin çokluğu, hem görsel hem de işitsel olarak çok yorucu olmakla birlikte öyküyü bohem bir havaya sokup, -okuyucu açısından- konuya hakim olma duygusunu elinden alıyor.

anlatılmak istenen olay döngüsü sürükleyici ve orijinal olmakla birlikte ihtimam gösterilmesi koşuluyla çok daha iyi olabilirdi.

umarım bu yorum yazar için olumlu olur ve onu yeni öykülerinde bir basamak daha yukarı çıkartır.
kalemtraşk - hipnozcu

insanoğlunun bilinmeze ve şaşırtıcı olana duyduğu meraktan mıdır nedir, sonunu tahmin etmekte zorlandığım öyküleri okumak zevk veriyor bana. bu öykü tam da onlardandı.

hipnozcu öyküsünde sağ gösterip solu öyle güzel vurmuş ki, hamlenin sertliğiyle savrulan yanağınızdan sıçrayan kan damlaları bir delinin gömleğine düşüyor.

hep böyle yazsın, biz hep şaşıralım.
ellerine, emeğine sağlık.
aşıp bitimsiz bozkırları - binucyuzon

hafızam beni yanılmıyorsa binucyuzon'un söykü'de yayınlanan ilk öyküsü.
keşke daha uzun olsaydı da tadını tam olarak alsaydık. yazarın, yeni sayılarda, noktalama işaretlerine ve yazın diline ihtimam göstererek yazdığı öyküleri de görmek nasip olur inşallah.
bay waltz - bilgedenferrarisatinalanadam (http://www.itusozluk.com/li.php?id=10260096)

bilgedenferrarisatinalanadam'ın öyküsünde kahramanımız her ne kadar günümüzde yaşasa da ( bunu bilgisayar ekranına bakmasından, son model müzik setinden metal müzik dinlemesinden anlıyoruz) benim gözümde 18. yüzyıl, avrupa'sında, duvarlarını kandillerin aydınlattığı koyu renklere boyanmış, ahşap bir karyolanın bulunduğu oda canlandı.

yazarların yazmak için ihtiyaç duydukları duyguları temin etmedeki çabalarını mütemadiyen aşk acısı çekerek giderdiklerini malumumuz. lakin bu öyküde yazar çok daha farklı bir yöntemle muhtaç olduğu duyguya sahip oluyor.

ölüm her zaman kırılan bir kalem değildir. bazen kalemin kendisi de bir ölüm sebebi olabilir.

kendini okutturan ve yalın, anlaşılabilir bir dille yazılan bu öykü yazarın yeni öyküleri için heyecan duyma sebebimiz.

hiç bir tene saplanmamış bir kalemle yeni öykülerini de okuruz umarım.
yanlış hayat - ahlaksiz ve sorumsuz

söykü'nün bu ayki sayısı kalem olunca, yayınlanan öyküler genel olarak aynı tarzda işlenmiş ve kalemi bildiğimiz anlamında ve görevinde kullanan öykülerle bezenmiş.

ahlaksiz ve sorumsuz'un bu öyküsündeki anlatım dili, okuyucuyu hikayenin içine çektiği yetmiyormuş gibi aynı odanın içine hapsediyor. öyle ki okuduğunuzda tarlabaşı'nda o pis ve hissi odada, olanca hisle dolu oluyorsunuz.

bir erkeğin iç dünyasını, bunalımını ve hayat bakış açısını anlatan bu öykü ne kadar karamsar bir öykü olsa da, kahramanı içine düştüğü durumdan kurtaranın nesnenin 'kalem' olması, kaleme, bir nesneye yüklenebilecek en güzel manayı yüklemiş oluyor.

yazarın eline sağlık.
kalemi dert görmesin.
john fante'nin anıldığı öyküler demeti.
--spoiler--
kalemi açtığımda memelerini sıvazlıyordu.
--spoiler--
exp dayı nerelerdesin deyü deyü dövündüğümüz sayıdır, artık yazdığımız öykülere ne yorum yapılır oldu ne de zamanında yayınlanır oldu, bu dergi işinin en kısa sürede disipline edilmesi şart oldu. exprimental nerelerdeysen duy sesimizi öksüz kaldık.
pek dikkat çekmeyen bir sayı oldu zannedersem.
bugün yayınlanması beklenen dergi. herkesin kalemine sağlık.
arkadaşların ellerine sağlık, güzel öyküler okumamıza vesile olmuş dergi. kritik yazısı yazamıyorum, pek beceremiyorum o iş elimden gelmiyor o yüzden okuduklarıma bir cümleyle değineyim.

hayaller içinde boğulan gerçekler: ahmet'in hayal ve gerçek arasında gidip gelen hayatını okumak güzeldi, sanki çok aceleyle yazılmış gibi geldi, çok çabuk bitti. onun dışında beğendim.

kalemin özgürlük saltanatı : bir hikayeden çok bir denemeyi andırdı. bütünlüklü bir yazı olmuş, içinde çok beğendiğim cümleler de oldu "mutluluğun olmadığı bir özgürlükten bahsedebiliriz ama özgürlüğün olmadığı mutluluğu hayal edemeyiz" gibi. genel olarak beğendim ama bir eksiklik de hissettim ama bu eksikliğin tam adını koyamıyorum.

ağacın katli : bir yalnız yazar hikayesi, yine hayal ve gerçek arasındaki çizgi aşılmış, daha ayrıntılandırılabilir ve daha sert bir öykü olabilirmiş ama yine de keyifle okudum.

kalemtraşk : yine bir deliren adam hikayesi, bu sayının konusu delilik olsa yeriymiş. ben bu hikayenin kurgusunu beğendim, sade anlatımı da hoşuma gitti. galiba bu sayıda en çok bu hikayeyi sevdim.

aşıp bitimsiz bozkırları : tadı damağımızda kalan, şiirsel bir nesir olmuş. gerçekten bütünlüklü olarak güzel bir yazı olmuş lakin sanki biraz fazla kısa olmuş.
eyvah benim öyküm yayınlanmadı hezeyanı yaratabilitesi yüksek sayıdır, bir "exp kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır" sayısı daha.
yine, çıkışı ertelenen.
experimental dayıyı yine geçen seferki gibi heyecanla beklediğimiz sayıdır.
Yeryüzünün en barışçıl silahı olan kalem, insanca olanı ve ona yakışanı bembeyaz sayfalar üzerinde yazıya döktü. Kurşun kalem yazdıkça köreliyor, köreldikçe yeniden açılıyor ve açıldıkça yongalar halinde tükeniyordu.

O daima aklın düşündüğünü yazdı ve onuruna yaraşan evrensel değerini onun sayesinde buldu insan. Söz uçtu yazı kaldı. Kendi tükendikçe yazdıkları insanlığa miras kaldı.

"insanlar, haklar bakımından özgür ve eşit doğar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak faydaya dayanabilir.

Her bir politik birleşmenin amacı; doğal ve dokunulamaz insan haklarını korumaktır. Bunlar; özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı, güvenlik hakkı ve baskıya karşı direnme hakkıdır.

Egemenliğin temeli, esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz.

Özgürlük başkalarına zarar vermeden istediğini yapabilmektir: Her bir insanın doğal haklarını kullanması da toplumun diğer üyelerinin de aynı hakları kullanmasını garanti altına alacak sınırlar içindedir. Bu sınırlar da sadece yasalarla belirlenebilir.

Yasa sadece topluma zarar verebilecek eylemleri yasaklar. Yasaların yasaklamadığı hiçbir şey engellenemez ve kimse yasanın emretmediği bir şeyi yapmaya da zorlanamaz.

Yasa genel iradenin ifadesidir. Bütün yurttaşlar bizzat veya temsilcileri aracılığıyla yasaların oluşturulmasına katılma hakkına sahiptir. Koruyan veya cezalandıran olarak yasa herkes için aynı olmalıdır. Bütün yurttaşlar yasalar önünde eşit olduğu için yeteneklerine uygun olarak ve özellikler ile yetenekleri konusunda ayrım görmeden, her türlü rütbe, mevkii ve göreve de eşit olarak getirilirler.

Yasanın belirlediği haller veya yasanın öngördüğü biçimin dışında başka bir yoldan hiç kimse suçlanamaz, yakalanamaz ve tutuklanamaz. Keyfi düzenlemeler yapılmasını isteyen, keyfi emirler veren, bunları uygulayan veya uygulanmasına izin verenler cezalandırılmalıdır. Ancak yasaya uymaya davet edilen veya yasalarca yakalanan her yurttaş yasalara itaat etmelidir. Yasalara karşı gelmek onu suçlu kılar.

Yasalar sadece kesin ve açık bir şekilde gerekliliği olan cezalar belirlemelidir ve hiç kimse suçun işlenmesinden önce ilan edilen ve gereği şekilde uygulanan yasalar dışındaki başka bir yasa nedeniyle cezalandırılamaz.

Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayıldığı için; tutuklanması kaçınılmaz olduğunda, yani suçlu olduğuna karar verildiğinde göreceği sertlik yasa tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır.

Hiç kimse, dışavurumu yasalarla oluşturulan düzene zarar vermediği sürece inançları nedeniyle sorumlu tutulamaz.

Düşüncelerin ve inançların serbestçe dışavurumu en değerli insan haklarından biridir. Her bir yurttaş yasaların belirlediği durumlarda bu özgürlüklerin kötüye kullanımından sorumlu olmak şartı ile bu ifadelerini özgürce konuşabilir, yazabilir ve yayınlayabilir.

insan ve yurttaş haklarının garanti altına alınması resmi bir gücü gerektirmektedir. Bu güç herkesin yararı için oluşturulmuştur. Bu gücü kendilerine emanet edilenlerin özel çıkarları için oluşturulmamıştır.

Bu kamusal gücün ve yönetim görevlerinin devamlılığını sağlamak için genel bir vergi zorunludur. Bu vergilendirme bütün yurttaşların olanaklarına göre eşit ölçüde bölünmelidir.

Bütün yurttaşlar bizzat veya temsilcileri aracılığıyla verginin gerekliliğini belirleme, bunu serbestçe kabul etme, bu vergilerin kullanımını gözlemleme ve verginin miktarını, matrahını, tahsil şekli ve süresini belirleme hakkına sahiptir.

Toplum tüm kamu görevlilerinden, görevleriyle ilgili olarak hesap sorma hakkına sahiptir.
Hakların güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur.

Mülkiyet dokunulmaz ve kutsal bir hak olduğu için, yasaların belirlediği kamusal gereklilik açıkça doğmadıkça ve meşru bir tazminat ödenmedikçe kimse bu haktan yoksun bırakılamaz."
o kalem ki, kul dilinde yazar ahval-i beşer
gönülden gönüle üflenir hak izni ile yaşar
nesl-ü adem nazar eder, asırdan asra taşar
hakkın ulu gölgesidir, baş alır hakim elinde

kalemdir, olur mevlana elinde aşık-i büryan.
yunus elindedir yanar, eder devr-i devran
en muktediri hak'tadır, yazar kader-ü cihan
süleyman dahi acizdir, dil-i zar olur elinde.
aklın düşündüğün; dil söyledi.
dilin söylediğin; kalem yazdı.
kalem yazdığınla kitap eyledi,
okuyup da ilim eyleye çocuklar.

- doğru söyleyeni bu dünyadan kovdular! yağlı urgan ile darağacına vurdular. vurdular da yalan mıydı sözleri? padişahı da bu ülkeden kovdular.

"yürü bre! Hızır Paşa; senin de çarkın kırılır.
güvendiğin padişah ise, o da bir gün devrilir."

pir sultan abdal