bugün

kitaptan alıntı olarak,

Bulutlar üzerine eğilince,
Habil bu dünyadan geçmiş. Fazlasını istiyor.
Kalbe ancak sığan duru aklın, emniyetli gönül görüşünün keskinliğinde, görüyor ki:
Her bir yan gölge üstüne gölge.
Gölge gölgeyle didişip duruyor. Her şey oluyor ama hiçbir şey de olmuyor.
Tufan kopuyor ama Habil'in ayakları bile ıslanmıyor.
Yangının ortasında, ateş yakmıyor, saçının tek teli tutuşmuyor.
Can acısa bir türlü, acımasa bir türlü. Perdeyi göremeyen bütün gölgeleri gerçek sanıyor.
Ve oyunu buna göre kuruyor, buna göre oynuyor.
Habil'se gölgelerin üzerinden geçip gidiyor. indirmiş kılıçlarını. Gölgelerle savaşmaya kalkışmıyor. Göklerin vâhid makamına doğru yer'den geçiyor.
Çünkü acı can evine değince her şey yerine döner.
Her şey gölgeye döner.
Kabil diye biri yok aslında. Bir Allah var, bir de Habil.
Kabil, Habil'in ne kadar dayanacağı sınanırken sadece içi boş bir gölge. Çünkü masumlar da gölgeden ateşler çıkararak sınanır. Kabil bir bahane.
Ve. Habil diye biri de yok aslında. Bir Allah var bir de Kabil. Kabil sınanırken de Habil bir gölge. Çünkü zalimler de sınanır. Habil bir bahane.
Habil Kabil'e gölge.
Kabil Habil'e gölge.
Hatta:
Bir Allah var.
ikilik yok arada.
Kabil Kabil'e gölge.
Habil Habil'e gölge.
Allah'a göre:
Habil gölge. Kabil gölge.
Gölge üstüne gölge.
Öyleyse:
Gölgenin derdiyle
dertlenmek niye?
nazan bekiroğlunun yanılmıyorsam son romanı. resmen para biriktiriyorum şu kitabı alabilmek için. gerçi alsak okuyacak vakit mi var sözlük...
okumanız için seçkin kitapçıların ışıklı rafarında sizi bekleyen eser.
"Ey gelmişin ve geleceğin Rabbi! Ey isimlerin sahibi! Ben ayağımın nerede sürçtüğünü, ben hatamı, ben yanılgımı adımı bilir gibi biliyorum. Ben, bin kere kabul ettim kabahatimi. Sen, bir kere affet!"
kitabı okurken cümlelerin değil, paragrafların altını çizersiniz. hatta bazen tüm sayfanın...

"dünyada her şey cennetten nişaneydi. emsalsiz burası, ne güzeldi. öyle güzel öyle sakindi ki sabahın bu vakti, içine bir güven doldu.
insandı işte dünyaya geldiğinin ikinci sabahında dünya ona cennet gibi geldi.
evet, evet dünya sanki cennetti.
ama bu sükunetin nasıl bir tekinsizlik içerdiğini çok geçmeden anladı. dünyanın fena yanıya aniden burun buruna geldi.
olan şu ki; aniden bir kurt zavallı bir tavşanın peşinden seğirtti. güzelliğiyle adem'i mutlu eden ceylan, su içerken can damarından canavara yenildi. zehirli bir yılan kaydı otların arasından. o birini, biri onu, bir diğeri her ikisini yedi, yuttu, parçaladı. kolunu kanadını kırdı, pençe attı, gagaladı.
bu muydu? dünyanın düzeni bu muydu?

yan yana uyurdu kurtla kuzu cennette. sırt sırta dayanırdı ceylan ile pars. kan yoktu orada. vahşet yoktu. burada her şey gaddarlıktı.
iliklerine kadar titredi adem.
burası nasıl bir yerdi?
güzeldi güzel olmasına dünya ya, bu güzelliğin içine bu fenalık nasıl sindirilmişti?
hayır! dünya cennet değildi.
düpedüz cehennemdi."