bugün

vera'ya

moskova'nın 110 kilometre doğusunda
oka ırmağından öğrendim gümüş türküsünü ırmakların
durup dinlemeden akıp gitmenin ululuğunu
ırmak gemilerinden suya düşen ışıkların çağrısını uzaklara
oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini.
yaz geceler oka ırmağı
ince kumları ve sedefleriyle
ak bir kadını yıkayarak
aktı odamda kalın kütüklerin arasından
yaz geceleri düşmedi dallarından zamanların yaprakları
gitmeden gittim adını hala bilmediğim topraklara

16 temmuz 1960
Akın var! güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

(bkz: güneşi içenlerin türküsü)
(bkz: güneşin sofrasında söylenen türkü)
serbest şiirlerdir. ben aruz veya hece ölçüsüne sahip olana rastlamadım. epeyce de karşıma çıktılar lakin hala göremediysem bu en azından yok denecek kadar az olduklarını gösterir. ki bu tarz şiirleri yazmak için nazım hikmet olmaya gerek yok. pek çoğumuz günlük hayatta konuşurken birisi bunları not alsa allahın günü herkes 3 tane yazar bu şiirlerden teknik anlamda.

konu olarak ise aklımda mustafa kemal'e burjuva dediği şiir ile trik trak makina bilmem ne şeklinde devam eden bir şiiri kalmış. o ikisinden ise anlayacağımı anladım zaten.

ama bence düz yazıda da son derece başarılı. mesela şu yazısı; bilmeyenlere düz yazı nasıl yazılır, muhatabınız nasıl kalbinden vurulur noktasında ders niteliğindedir.

(bkz: nazim hikmet in kruscev e yazdigi mektup)

not: insan mehmet akif ersoy veya necip fazıl başlığında edilen kelamları okuyup da bu başlığa düşünce edebini korumakta biraz zorlanıyor. ama nazım'a onu sevenler diğer ikisine küfretti diye küfretmem.
hala acı çektirmekte ısrarcı olduğumuz naçizane bir sanatçının şiirleridir.
"nâzım hikmet bu memleketin en büyük şairidir"

(bkz: çetin altan)

(#1080401)
siir degil tekerlemedir bunlarin pek cogu. ahanda bir tanesi aynen su sekilde ;

bana bak
hey !
avanak!
+
trrrrum
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak
makinalasmak
istiyorum
+
siirlerim icilmez
ingiliz tuzu gibi

gordunuz mu buyuk vatan sairi nazim hikmet yoldas'in capini, kalitesini ve edebi gucunu ? makina sesi cikartarak siir yazabaliyor. makinalasmayi degilde hayvan hasatla ilgili bir siir yazsa atiyorum atlarla ilgili bir siir yazmis olsa ihihihihi diye kisneyecek demekki.
(bkz: korler gormese de yildizlar vardir)
Başım köpük köpük bulut,
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim!
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim!
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
11-11-1933
Bursa
Hapishanesi

Bir tanem!
Son mektubunda:
'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun.
'Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
'yaşıyamam! '
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!

Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...

Karım benim!
iyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.

Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
Nazım şiirleri okuyorsunuzdur ve akıllının biri atlar:
- aaa solcu musun sen?
sizin daha bunu düşünmeye fırsatınız olmamıştır ama Nazım öyle etkilemiştir ki sizi aydınlık bir yüzle
-evet kuşkusuz! dersiniz
46 bin mısrası kayıp olan şiirlerdir.
olağanüstü şiirlerdir. insan aklının neleri düşünüp neleri kağıda dökebileceğini anlatan ve aklın ne kadar geniş olduğunu ve düşünmenin sınırlarının olmadığını yansıtan şiirler. tarif edilmesi imkansız gibi.
Makinalaşmak istiyorum!
trrrrum
trrrrum
trrrrum!
trak tiki tak!
Makinalaşmak
istiyorum!

Beynimden etimden iskeletimden
geliyor bu!
Her dinamoyu
altıma almak için
çıldırıyorum!

trrrrum
trrrrum
trrrrum!

Mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
(bkz: #3315117)
Muşambanın üstüne resmini bir kerecik çizdim ama
Günde bin kere resmin çıktı bende tepemden tırnağıma
Fakat ne tuhaf şey hayalin ondan daha çok kalacak
Benden uzun ömürlüdür muşamba...
atatürk

dağlarda tek tek,

ışıklar yanıyordu

ve yıldızlar öyle ışıltılı,

öyle ferahtılar ki,

siyah kalpaklı adam

nasıl ve

ne zaman

geleceğini bilmeden

güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla

duruyordu ki

mavzerinin yanında

birdenbire,

beş adım sağında,

o'nu gördü.

paşalar o'nun arkasındaydılar

o, saati sordu

paşalar: ''üç'' dediler.

sarışın bir kurda benziyordu,

ve mavi gözleri,

çakmak, çakmaktı.

yürüdü...

uçurumun başına kadar

eğildi,

bıraksalar,

ince uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi

kayarak,

kocatepe'den afyon ovasına atlayacaktı.

nazım hikmet
insan
ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...

(bkz: rubailer)
içlerinde aşkı, özlemi ve vatan sevgisi gibi yüce duyguları barındıran şiirlerdir.

ne de olsa (bkz: nazim hikmet ran)
bir ayrılış hikayesi.

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
TAHiR iLE ZÜHRE MESELESi

Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da..
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
Yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Nazım Hikmet - 1947
Yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
ses yalan söylüyorsa,
söz
yalan söylüyorsa,
ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir...

Nazım Hikmet RAN