bugün

(bkz: ender gelişen osasuna atakları)

arkadaş nasıl filmmiş bu? henüz izlemedim ama yorumlar bir garip.

kimi diyor ki;

- kemalistlerin anlamadan dinlemeden bla bla yaptığı...

kimi diyor ki;

- yobazların izlemeden bla bla yaptığı...

kimi diyor ki;

- atatürk'ün bir insan olarak bla bla yaptığı...

herkesin film ile ilgili bir yarası var anlaşılan.

atatürk'ü anlatamadan mustafa'yı anlatınca idrak sınırları zorlanıyor tabi.

(bkz: atatürkçü olmak)
can dündar'ın araştırmacılığıyla ilgili söylenecek bir şey yok. arşivlerden salt film için çıkarılan defterler, atatürk'ün afet inan'ın ismiyle yayınlattığı kitabı vs. adam araştırmasını ciddi tutarak birçok bilgiye ulaşmış ve bu bilgileri kendi süzgecinden geçirip harmanlamış. buraya kadar kimsenin bir eleştirisi yok. ama atatürk'ü çocukluğundan ölümüne kadar anlatırken, ağırlıkla yalnız ve pişman bir ruh hali çizmek ne derece doğru, tartışmak gerek. bu durumdaki hassasiyetler fazlaca yazılmış, daha yazılacaktır da ...

filmde beni en çok şaşırtan, bu belgesel filmin yapısı oldu. bazı sahnelerde film bir slayt gösterisine dönüşüyor gibi geldi bana. perdede akan resimler ve can dündar'ın fondaki sesi filmin büyük bir bir bölümünü oluşturmuş. sinemanın bu kadar basit kullanılması benim hoşuma gitmedi açıkçası. mustafa sanıyorum can dündar'ın ilk sinema filmi, önceki belgeselleri gibi televizyon hassasiyetiyle yapılmış sanki. filmin müzikleri hariç, goran bregovic'e saygılar, sinematografik açıdan ben tatmin olmadım.*
mustafa kemal atatürk'ü, ingilizce alt yazılarla dünyaya tanıtacak belgeseldir!

http://www.hurriyet.com.t...9&gid=61&sz=99818
son günlerin popüler isimlerindendir.
telif hakkı ödemeden popüler konuda film yapıp para kazanma hadisesinin son halkasıdır. korsanını almak helaldir.
can dündar'ın mustafa kemal atatürk'le göbek bağı aynı anda kesilmiştir, filmin adının "mustafa" olması da bundan dolayıdır. ilerde "can" diye film yaparım o da "dasti" diye karşılık verir, geçinir gideriz. tanım yaparsam "kurt cobain'in son günlerini anlatan filmdir."
bir film olduğunu idda etmek yanlıştır, bu bir, belgeseldir, henüz gitmemiş olanlar, ona göre gitsinler.

Bugüne kadar yapılmış, atatürk belgesellerinden çok bariz farkları yoktur, sadece birkaç farklı anektot, daha önce yayınlanmayan resimler, belgeler, mektuplar vs vs... ayrıca birazcık daha film tadı katılmaya çalışılmış, çok olmasa da başırılı olunmuştur.

Can dündar, atatürk'ün zaaflarını da göstermek istemiştir; sürekli iktidar olma arzusu, ihtirasları, intikamları, takıntıları, kadınlarla olan ilişkileri vs...

yani bilinenlerin dışında, dikkat çekici bazı detaylara girilmeye çalışılmış, bana göre başarılı olunmuştur, ancak dediğim gibi, henüz izlememiş olanlar, bir film beklemesinler, diğerlerinden daha kapsamlı bir belgeseldir mustafa.
cumhuriyeti ilan edeceğini o günün gecesi silah arkadaşlarıyla paylaşan bir liderin öyküsü. liderin öyküsü derken çanakkale savaşı belgeseli tadında izlenilecek zannedilmesin. yıllardır bize anlatılan onu tanımamıza vesile olan söylemler görüntüler var zaten neden hala aynı ayarda bir yapım bekliyor insanlar anlamış değilim.

Mehmet ali erbil bu ülkenin belden aşağı esprilere merakının ve ilgisinin bir ürünü olarak mustafa kemal ile alakalı bir filme gidilebilmesi için kriter belirleyecek bir insan değil.*

bir ton zırva , kişisel görüş ve reaksiyon yazılmış film ile alakalı. zırvaların çoğu daha farklı bekliyordum , filmde bir çok ayrıntı atlanmış , mustafa kemal rakı içiyormuş , çocukken karga kovalıyormuş üzerine kurulu. ya arkadaş bir insanı tanımak için doğum tarihini , gençliğe hitabesini , askeri görüşünü , ziyasi görüşünü , akılcı konuşmalarını mı seyretmek gerekiyor. ee biz zaten yıllardır bunları seyretmiyor muyuz?
şu güzide insanın insanlığını , kişisel tercihlerini , hayata bakış açısını gösteren bir film bile onu kaybediyoruz bize yanlış tanıtıyorlar nidalarına dönüşüyorsa vay bizim halimize. Bir insanı tam olarak anlayabilmek için ilkelerini öğrenmek o insanı anlamak veya tanımak anlamına gelmiyor işte. bizler zaten bunları ezbere biliyoruz.

Can dündar'ın bu belgesel-film'i yapış amacını sizlere aktarayım arkadaşlar. Bazı insanlar biz kemalist'iz atatürk'ün ilkelerini her zaman savunacağız diye yollara dökülürken aslında bunu başarabilmek için yüzeysel bilgilerin yeterli olmayacağını bizlere gösteren bir film bu. yani bu yüzeysel kabuğu yırtmamızı istemiş yapımcı. zaten ötesine geçebildikten sonra bazı olguların içini tıka basa doldurabiliyorsun. adamın ne akp sempatizanlığı kaldı , ne satılmış olduğu kaldı , ne de vatan hayini ilan edilmediği. ah şu cehaleti bir aşabilsek ah.

yukarda arkadaş yazmış insanları kandırmış onlara gerçekleri söylemeden savaşa göndermiş. bu konuyla alakalı ona sonsuz katılıyorum çünkü ortada kazanılması gereken bir vatan yaşaması gereken nesiller var. kandırmasaydı ne olacaktı ? gerçekleri bir bir anlatsaydı kafasındaki herşeyi anlatsaydı askerlerine. yazımın girişinde belirttim cumhuriyeti ilan edeceği günün gecesinde en yakın silah arkadaşlarıyla bu düşüncesini paylaşan adam cephe komutanıyken askerlere mi anlatsın? neymiş mustafa kemal yalancı gösterilmiş , neymiş mustafa kemal dinsiz'de değil din düşmanı olarak gösterilmiş. mustafa kemal asimile olma tehlikesinde , sosyal ve kültürel değerlerinin sıkılıpta suyu çıkartılacak müslüman bir ülke armağan etti. sen bunları göremeyip belgeselden yakaladığın iki üç kareyle onun yanlış anlatıldığını belirtiyorsan o aldığın nefesi alma zaten.

sözün özü aslında atatürk'ü sevenlerin bizzat gitmesi gereken bir film. bu yaygara düşünmeden konuşma zihniyeti yok olmayacak ülkemizde o yüzden kalbinizin sesini dinleyerek değil beyninizin sesini dinleyerek gidin.

sembolize edilmiş duygularınızdan arının.10 kasımlarda saygı duruşlarınızı , göz yaşlarınızı anlamlandırın.

(bkz: okuyanların gözüne sağlık)
sıfırdan zirveye gelen bir adamın hayatına samimi bir bakış. Atatürk'ün neden toplumun gözünde bu kadar benimsendiğini ipuçlarını film / belgesel boyunca kulağımıza fısıldıyor Can Dündar. Çünkü o toplumun çoğunluğunun içinde olduğu alt sınıftan gelmiş bir insan. bizimle aynı zevkleri, aynı endişeleri, aynı hisleri paylaşan biri. aynı türkülerden zevk alan, aynı rakıyı içen mütevazi ve bizden biri.

Manastır'da askeri lisede okurken parasızlıktan hafta sonları çarşı iznine çıkamayan çocuk, ikinci evliliğini yapmış annesine kızgın olan çocuk, istanbul'u ilk kez 18 yaşında, harp okulunda okumaya geldiği zaman gören çocuk, hayatı boyunca hayatın sillelerini yiyip durmuş. 1904'teki mezuniyetinden 1919'a kadar savaşmadığı cephe, mücadele etmediği ordu kalmayan bu idealist insana olan saygınız film boyunca katlanarak artıyor.

Ancak 1923'te cumhurbaşkanı seçildikten sonra kısmen rahata eriyor o. 1919'da kaçak bir Osmanlı paşası olarak gittiği Anadolu'da, yalnızca 4 yıl sonra, yeni bir devlet inşa ediyor kendi liderliğinde. ondan sonrası ama, belki daha trajik. özellikle 1930'larda, giderek yalnızlaşan, depresifleşen bir insan çıkıyor karşımıza. günde 3 paket sigara, 15 bardak kahve, 1 büyük rakıya değil 1 tane, 10 tane karaciğer bile dayanmaz. bir toplumda yapabileceği her şeyi gerçekleştirmiş ve yolun sonuna gelmiş bir adamın yalnızlığı söz konusu. artık gidebileceği deniz kalmamış bir kaptanın beyni saat gibi gene de çalışırken, vücudu iflas ediyor, giderek iflas.

1937 yılında, parlamentonun açış konuşmasını yaparken, ilhamımızı gökten indirildiği sanılan kitaplardan almıyoruz cümlesini duyunca adeta kanım dondu.. herkesin kendi inancı gerçi, saygımız sonsuz ama insanların bir çoğunun da onun bu sözünü bilmediği ortada bir şey.
bu gün izledigim can dündar'ın belgeseli.

tamam cok eleştirildi, ozel hayatına cok yer verildi. bu kadar ayrıntıya gerek yok dedirten, ama belgeleri oldukca gercek olan film. hiçbir gerçeklik yok diyenlerin aksine atatürk'ün kendi imzası olan defterlerinin sayfalarından oluşan bir film. atatürk'ün kendi defterlerinden, özelinden oluşan bir film. ozel hayatına daha cok yer veren film.
ata'mı bazen bir içki düşkünü, bazen kadın düşkünü, bazen egoist olarak anlatan film.
devrimciliğini, kişiliğini, zekasını da guzelce ortaya koyan bir film. birişiyle beni ağlatan film.
hem iyi hem kötü olan, cok eleştiri alan ancak sponsorlarla boyle olacak dedirten film.
sanattır, sanat anlayışıdır.
yine de sagol can dündar, ata'mı ozlemiştim.
Atatürk'ü ayyaş, kadın düşkünü, aciz, dinsiz ve en yakın arkadaşlarını gözünü bile kırpmadan astrabilecek bir dikdatör olarak gösteren bir çıkar filmi. Can Dündar'ın huyudur sağolsun. O dönem ülkenin başında kim varsa ona göre filmlerini yapar. Özellikle filmin 2. yarısına dikkat edilmedilir. Zira dündar o şuh sesiyle çaktırmadan Atatürk'ü suçlar laflar söyler anlamazsınız bile. Atatürk'ün manevi kızı, en yakın arkadaşları ve türlü belgeler filmdeki bu sahnelerin gerçeklikten uzak olduğunu söyleyen yazılar yazmışlardır zaten. Tabi biz çok (sözümona) Atatürk'çü bir millet olduğumuz için adı bile geçen herşeyi izlemeden etmeden koşulsuz kabul ediyoruz. Ancak filmin gerçek Atatürk ile yakından uzaktan alakası yok. izleyin eminimki hak vereceksiniz. Bende dikkatimi çeken birkaç şeyi açıklamak isterim:
+ Filmde Atatürk'ün zamanında gittiği mahalle mektebindeki Kaymak
Hafız'dan dayak yediği gerekçesiyle halifeliği kaldırdığı (sanki bir kin tutuyormuş gibi) söyleniyor.
+ Atatürk küçükken gidecek bir yeri olmadığı için yurtsuz kaldığı için "kendine bir yurt kurdu" ifadesi fragmanda dahi yer alıyor. ilk başta ee ne var bunda? gibi gözüksede işin aslı öyle değil. Atatürk sanki güç simgelemek istiyorda sadece kendi için tek başına bir yurt kurmuş gibi gösteriliyor. Halbuki Atatürk vatanın ve milletin halini gördükten sonra (aldığı eğitimler ve gördüğü refah toplumlar dolayısıyla) buna bir dur diyerek birçok insanla kurtuluş mücadelesi başlatıyor. Yani bu kendine bir yurt kurma meselesi değil "Atatürk önderliğinde halkın kurtuluş mücadelesi" idi.
+ Atatürk'ün içki içiyor olması ikinci yarıda her dakika vurgulanıyor ve abartılıyor. Filmde hep bir içki masasında Atatürk birilerini etrafına toplamış müzikli eğlence yapıyormuş gibi gösteriliyor. Oysaki o yemeklerde siyaset, halkın geleceği, yenilikler konuşulurdu ve masanın karşısındada hep bir kara tahta bulunurdu. insanlar bu kara tahtada fikirlerini paylaşır ve bilgi alışverişleri yapılırdı.
+ Filmde Ata'nın dininin göstermelik olduğuna dair ibareler var. Ve yanılmıyorsam o dönemde halkın tepkisini çekmemek için dinin yanındaymış gibi bir ibarede bulunuyor açık açık söylenmesede (ki akıllı bir insan bunu gayet rahat görebilir)... Halbuki o filmdede geçtiği gibi meclisi Kur-anı Kerim'le açtırmış birisidir. Ayrıca meclisdeki binbaşı ve aynı zamanda hafız olan Mehmet Emin, Atatürk'ün dinine bağlı olduğunu şehitler için her zaman (kendi cebinden verdiği parayla) Yasin okuttuğunu, cenaze gibi günlerde meclise ince saz eğlence ekibini gettirmediğini, çoğu günler yanına çağırttırıp peygamberimizin doğumunun anlatıldığı bölümü çok sevdiği için okuttuğunu, Kuran dinlerken tamamen aklını Kuran'a verdiğini ve çoğu kez dalarak sessizce dinlediğini söyler.
+ Sürekli vurgulanan yalnızlık duygusuda başka birşey tabi. Hepimiz kendimizi zaman zaman yalnız hissederiz zaten ama filmde bu böyle değil. Ata'nnı manevi kızı Ülkü Adatepe Atatürk'ün hiçte yalnız olmadığını yanında her zaman sevdiği insanlar bulunduğunu söylüyor. Zaten yalnızda olsa bunun bu kadar acizleştirilmesine ve bu kadar yer verilmesine bir anlam veremedim.
Anlayacağınız filmi milliyetçi duygularımıza kapılarak izlersek ve bu adam ne diyosa doğrudur dersek Ata'mızın kemiklerini sızlatmış oluruz. Tabiki önyargılıda izlenmemeli ama lütfen bu kadar terörün olduğu bir dönemde bu medya terörünede alet olmayalım. Çünkü bu ülkede hiçbirşey göründüğü gibi değil!
bu kadar yıkıcı eleştiri alınca, izleme arzumu kat kat arttırmış olan film/belgesel.

edit: bunun nesini eksiledin lan? merak etmek suç mu allahsız?
Ayrıca şunuda eklemek isterim; tamam Atatürk'ün siyasi başarılarını değilde özel hayatını anlatan bir filmse, demiryolunu genişletmek için yoldaki bir ağaca dokunmayarak çevredeki evleri 5 metre geriye çekecek kadar baskın olan doğa sevigisnden bahsetmiş mi?
Düşünce özgürlüklerine ne kadar önem verdiğinden bahsetmiş mi ("Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler" Atatürk)
Yanındaki korumalardan kaçarak askerlerle arkadaş gibi güreş tuttuğunu ve bir çocuk gibi tramvaylarda yolculuk yapmaktan zevk aldığı anlatılmış mı?
Ve bunu gibi birçok şey. Keşke Can bey Ata'nın colline'ne mektuplarına yer verdiği kadar bunlarada yer verseydi...
filmi izledim. aslında iki bölüm olarak ele alırsak çok farklı yorumlar yapılabilir bu film için. bahsettiğimiz iki bölüm atatürk'ün cumhuriyetin ilanından önceki hayatı ile cumhuriyetin ilanından sonraki hayatıdır.

senarist*, bence ata'nın doğumundan, cumhuriyetin ilanına kadar olan bölümde çok fazla yorum katmamış, tarihsel gerçekleri -bir-iki istisna dışında- belgeleriyle vermiş ve tarafsız bir anlatım sergilemiş. elbette bu bölümde de eleştirilebilecek bazı yorumlar var. örneğin kürtlere özerklik vaadi ya da halkın mustafa kemal paşaya karşı olduğu iddiası ya da memleketi kurtarma görevini mustafa kemal'e vahdettin'in verdiği savları biz kemalistler tarafından kabul görülebilecek şeyler değil. gene de bunları çeşitli zamanlarda zaten tartışılan konular olarak gördüğümden ve dahası bunların yeni iddialar olmadığını düşündüğümden iyiniyetli yaklaşarak ciddi eleştiri getirmek istemiyorum.

ancak ikinci bölümle, yani cumhuriyetin ilanı ile birlikte anlatım birden taraflı bir hal almaya başlıyor. kendinizi adeta bir liberal propaganda izlermiş gibi hissediyorsunuz. cumhuriyeti kurma ve yaşatma, onu ebedi kılma mücadelesini sayın can dündar tıpkı batı yanlısı liberaller ya da ''muhafazakar demokrat'' kesimler gibi veriyor. söylemlerinin birçoğu ''cumhuriyet devrimleri travma yaşatmıştır'' diyen dengir fırat gibi adamlarla veyahut ''cumhuriyet halka tepeden zorla dayatılmıştır'' kanısını halkta oturtmaya çalışan kerameti kendinden menkul aydınlarla çakışıyor. velakin bunu buğulu bir romantizm ambalajıyla verdiği için ilk etapta izleyici metnin içeriğinin aslında eleştiri olduğunu anlayamıyor. sanki söylenen sözler bir övgüymüş gibi algılıyor.

''en yakınlarını ipe gönderdi'' ya da ''muhalefeti susturdu'' iddiaları büyük bir gösterişle tanıtılan, cumhuriyet bayramı gününde gösterime giren bir filmden çok akp ya da diğer liberal-muhafazakar çevreler tarafından hazırlanmış bir dezenformasyon filmine yakışacak anlamlar içeriyor. yapılan işin büyüklüğü -yani 624 yıl boyunca kulluğa layık görülmüş bir ümmet toplumunu akılcı-rasyonel düşünen bir ulusa dönüştürme işlemi- düşünülmeden bazı beylik laflarla, yani daha açığı ''tarihsel olayların dönemin şartlarına göre düşünülüp ona göre yorumlanması'' evrensel düşüncesi gözönüne alınmadan gizlice alaya alınıyor. şapka devrimi gereğinden fazla abartılıp sanki cumhuriyetin kuruluş amacıymış gibi bir anlama sokuluyor.

en nihayetinde -senaristin ifadesine göre-; ''muhalifler susturulduktan'', ''memleketin dört bir yanına heykeller dikildikten'' sonra, sıra atatürk'ün ''emeklilik(!)'' yaşamına getiriliyor. kurulan rakı sofraları her zaman olduğu gibi gene abartılarak veriliyor. melankolik, sorunlu hatta kaba tabirle ruh hastası bir atatürk portresi çiziliyor. yaşamının son anlarına kadar türk dili, türk tarihi üzerine büyük araştırmalar yapan, kurumlar kuran ve çeşitli toplantılara iştirak eden yani sürekli bir mücadelenin içerisinde olan ulu önder'in yaşamının son 4-5 yılını boş gezenin boş kalfası gibi geçirmiş gösterildiğini görüyorsunuz.

sonuç olarak can dündar kendi görüşlerini bir belgesel film içerisinde üstelik sanki atatürk'ü övüyormuş gibi yaparak size dinletiyor. özellikle de cumhuriyetin ilanından sonraki bölümde bunu yapıyor.

bu film mehmet ali birand'ın yanında yetişmiş, amerikancı ntv'de programlar yapan, aydın doğan'ın milliyet'inde yazan, (bunları eleştiri olarak değil çok farklı bağlantıları olan birisi olduğunu vurgulamak için yazıyorum), demokrat olmak adına çoğu zaman pkk'ya ve dincilere bile ılımlı yaklaşan, ab yanlısı can dündar beyefendi için büyük bir kariyer sıçraması olabilir. ancak varlığını atatürk'e, cumhuriyete, devrimlere adamış insanlar açısından gerçek bir hayal kırıklığıdır. ''atatürk de eleştirilmeli'' diye bas bas bağıran kitlelere hoş gözükebilecek bir filmdir. romantik bir üslup kullanılarak yapılması ve anlatıcının, dinleyici de ''şimdi biraz da iyi şeyler söyleyecek'' düşüncesini uyandırması avantajdır. sesini iyi kullanan ve kenidisini seven kitleyi çoktan oluşturmuş can dündar için belki kimse çıkıp açıkça ''atatürk'ü yeren film yaptı'' demeyecektir ama zaten daha önceden de bildiğimiz düşüncelerinde herhangi bir değişiklik yoktur.
"..............." cümlesiyle eleştirilmiştir.

apostrof kullanımı yanlış.
de bağlacı ayrı yazılmalı.
ayrıca ünsüz sertleşmesi yazı dilinde kullanılmaz.

doğrusu "................." şeklindedir.

bütün bunları niye yazdım. dikkat ediyorum da eleştirenlerin çoğunluğu türkçe'yi doğru kullanmayı beceremiyorlar. sadece bu noktadan bakınca bile insan kendisine bi saf seçiyor yahu.

not: sadece bi kişiye yönelik entry değildir bu, genel olarak konuşuyorum ama bi örnek vermek elzemdi.. kabak kimsenin başına patlamasın.

edit: entry üstüne mesaj geldi, yazdığım cevap şu oldu:

"yazıda katılmadığım çok şey vardı ama zaten bu konularda yeterince şey yazdığım için cevaben yeni bi entry yazmak istemedim, kaldı ki o uzun entry'yi belgeseli seyrettikten sonraya saklıyorum.

dilbilgisi hatasına gelince, daha pek çok hata vardı ama tek kelime içinde üç tane hata birden görünce dayanamadım. ayrıca not olarak da belirttim ki o entry'yi tek bi yazara hitaben yazmadım, genelleme yaptım. genel olarak belgeseli kim eleştirse hep türkçe'yi yanlış kullanıyorlar dedim. sizin yazınızı okumasaydım bile öyle bi entry girmek aklımdaydı zaten, tesadüf oldu o hatayı görmek.

ayrıca dilbilgisi hatası yüzünden kimseye de mesaj atmadım bugüne kadar, ukalaca bulurum bunu çünkü. ama şimdi yine ukalaca bi cümle etmek zorundayım (çünkü soru geldi el mahkum), eğer dilbilgisi hatası yüzünden mesaj atsaydım bayağı uzun bi mesaj olurdu o.. tek hata değil o çünkü.

özür dilerim ama ne yapayım, eleştirilerde gördüğüm genel özellik bu. ha bu noktada son bi şey eklemem gerek. şahsi bi eleştiri değil bu, kastım şu;

bu belgeseli hep türkçe'yi yanlış kullananlar eleştiriyor derken aslında üstü kapalı bi şekilde belgeseli eleştirmeye haiz olunmadığını söylemek istedim ben. bu dilbilgisi hatasından daha ağır bi suçlamadır bana göre.

yine de eğer çok rahatsız ediyorsa entry'yi silebilirim."

sonuç.. ben hala yaptığımı çok yanlış bi şey olarak görmüyorum ama yanılıyor da olabilirim bilemem. entry'yi silmek yerine entry'de sözü geçen yanlışı noktayla sansürledim. çünkü gerçekten derdim bi kişiye laf sokmak değil, genel olarak belgeseli eleştirenlerin yanlışını göstermekti. bu haliyle o amaca yeterince hizmet ediyor sanırım.
uzun uzun eleştirilere bir türlü anlam veremediğim, insanların neden beğenmediğini asla anlayamadığım, bence müthiş bir belgesel.
yunanistan (selanik)muhacirlarinda 3 erkekden birinde olan isim.
Filme göre;
- Atatürk'ün çok boş zamanı vardı.Karga kovalardı.

- Manastırdaki okulunda Atatürk'ü canladıran şahıs, efemine bir tipleme çiziyordu...

- Atatürk karanlıkta uyuyamazdı, korkaktı.

- Atatürk annesinin ikinci evliliğinden rahatsızdı o yüzden ondan kaçtı, vatanı kurtarma düşüncelerini gerçekleştirmek için değil...

- Atatürk kısa ve zayıftı.Arkasında Fransızların oldugu fotograf gosterildikten sonra ne kadar kısa ve zayıf oldugu vurgulanıyor.

- Atatürk Kürtlere özerklik vermeyi taahhüt etmiş ve Kürtlerle aykırı düşmenin ne kadar tehlikeli olduğunu belirtmiş.

- Atatürk en yakınlarını ipe gönderecek kadar acımasız bir "diktatör"müş.

- Atatürk Pera'da, istanbul'da caf caflı bir hayatın özlemi ile yanıp tutuşurken, parasızlığı nedeni ile haline ağlamış.

- Atatürk son günlerini çevresinde hiç bir seveni olmadan geçirmiş.

- Atatürk zevk-i sefayı seven adammış , ama yine de memleket kurtarmış.

- Son sahnelerde adeta ocak başında çalıgıcıya kadeh kaldıran içki düşkünü bir adamın mizanseni yaratılmış...Kahraman,dürüst kişiliğinden bahsedilmeden.

- Atatürk yine son (3-5 yılını) dönemlerini işsiz güçsüz can
sıkıntısında balolar davetler içki masalarında geçirirmiş...Hatayı vatana katmak isteyişinin çok üzerinde durulmuş değil mi...

Türklerin bile Atatürk'ten şüphe etmesini sağlayan can dündara teşekkürler... Hükümsüzdür
(bkz: atatürk ün başına çuval geçirme denemesi)

yok tabii ki benim uydurduğum bi laf değil bu, vatanpervert yiğit bulut'un lafı. biz yazsaydık terörist olurduk, adam bunu milliyetçi duygularla yazmış.. ironiye gel.
can dündar ın cok tepki aldıgı belgeseli. o kadar tepki almasına üzüldüm rüyama girdi valla..
bir belgesel olarak lanse edilen fakat belgesel olmanın kıyısından köşesinden gecemeyen ucubik bir film..atatürk şööyleydi böyleydi olaylarına girmeyeceğim ama çekilen film belgesel tanımına uymuyor..sanki can dündar atatürk üzerine yazmış oldugu uzun bir köşe yazısını filme çekmiş adına da mustafa demiş..
belgesel belge kelimesinden türetilmiş bir kelime olup belge de bilgi ile kökteşdir..peki bu film izleyiciye yeni bir bilgi vermişmidir..hayır..sadece can dündar atatürk hakkında bilinen şeyleri o duygulu ve ağlak sesiyle mikrofona okumuş ve canlandırmalarla goruntulemiş bir iki arşivlik fotoğraf sergilemiş bir iki belge bulmuş 120 dk yı böylece kotarmıştır..
bir belgesel olarak kesinlikle doyurucu değildir..hatta bir belgesel bile değildir..
atatürk'ün insan olduğunu, putlaştırmaya meyilli kıt kafalılara anlatmak için yapılmış muhteşem bir film.

yaftalama temali zaman gazetesi reklami gibi, yapılan esere zerre laf edilemiyor. çünkü yalan hiç bir şey yok. e doğal olarak zaman gazetesinin reklamına yapıldığı gibi, eserden ziyade yapımcısına bok atılıyor.
tabular resmen yıkıldı.
doğan medya grubunda bulunan yazarların bile eleştirdiğini görünce şaşırdığım belgesel filmi.
biraz önce hakkında star "haber" denen oluşum tarafından can dündar'ın katıldığı genç bakış isimli gençlikle ne kadar alâkası olduğunu anlamadığım programdan alıntılanan kemalist üniversiteli gençlerin beyni yıkanmış liseliler gibi absürd sorular sorduğu bölümlerin cımbızlandığı film.

can dündar haydi gel bizimle ol isimli programda neden muhalif bir kimlik olmasına rağmen tepki çekmediğine yönelik soruya "üslubumdan dolayı" demişti. zannediyorum kemalist gençlerin bu "derin sığlığı"* karşısında üslubun falan hiçbir şeye yaramadığını idrak etme fırsatı bulmuştur.

bu "gençler"in yıkanmış beyinleriyle mustafa filminin "atatürk'e ihanet etme" mertebesine yükseltmesi, onu adeta bir peygamber, yaptığı şeyleri de değiştirilemez, eleştirilemez, irdelenemez bir dinin ritüellerine çeviriyor. can dündar "eleştiren" "genç"lerden birinin "neden uğur dündar gibi atatürk'ün katledilen mirasını ortaya çıkarmak için belgesel yapmıyorsunuz" tadında naif sorusuyla yüzleştikten sonra kendini aydınlanmış gören bu cehaletin üslup müslup tanımayacağını ve rejimin kendini savunmak üzere ürettiği militer beyinlerin korkutucu sığlığını idrak edebilmiştir umarım. uğur dündar da "bu gençlerle nasıl da gurur duyduğunu" gazetecilik adına sergilediği tetikçilikle göstermesinin yanında bunu sözlü olarak da ifade etti ve şöyle dedi: "atatürk ülkeyi gençlere emanet etmekle ne güzel etmiş!"*
evet uğur dündar, inan bu ülkeyi uzlaşmaz sorunlara iten bu atgözlüklü fikriyat rejimin ömrünü uzatacak. bekleyelim ve görelim.
atatürk'ü yeriyor mu övüyor mu anlayamadığım belgesel. belgeselde iki konu dikkatimi çekti. birincisi atatürk'ün 'gökten indiği sanılan kitaplardan' diye devam eden cümleden neyi kastettiği; bir diğeri de atatürk'ün samsun'dan sonra kurtuluş savaşı'na başlarken rusların yardım göndermesi. yardım hindistan ve azerbaycan'dan geliyor. tamam ruslar bu yardımı atatürk'e ulaştırıyor ama bir kısmına el koyarak. bu neden söylenmemiş onu da anlamadım.