bugün

beğenilen, biçimli, düzenli, itibarlı kişiler için kullanılan bir sıfat olmakla birlikte bazı halklar yanlış anlayarak mahzun ve masum ile beraber görüldüklerini beyan etmişler ve ona göre de kullanmışlardır. yanlıştır efenim düzeltir özür dilerler bir ara.
Araplar, bilirsiniz, sade kahveye sade, şekerli kahveye maassükr, fakat orta kahveye de mazbut derler.

Aslında bunun fıkrası da vardır da, anlatanı oyarlar.

Mazbut, genel anlamıyla orta halli demektir ve Türk memurları bunu çok severler. Daha doğrusu, severmiş gibi yaparlar.

Örneğin, her ne kadar solcu geçinse de aslında Ankara bürokrasisinin mükemmel bir temsilcisi olan Zülfü Livaneli dostumuz, kendisi zengin bir hayat sürerken (elhak eserlerinden kazandığı helal parayla, gözümüz yok, güle güle harcasın) Türk halkına hep mazbut bir yaşam biçer... Sık sık gittiği Yunanistan'da halkın ne kadar orta halli olduğuna imrenip, niçin bizim de öyle olamadığımıza üzülür. Kaç kere yazmıştır bunu.

Zengin olduğu halde kendini orta sınıftan gibi göstermeye çalıştığından, Tarabya sırtlarındaki evine röportaj yapmaya gelen televizyonculara “yüzme havuzunu çekmeyin çocuklar” demiştir.

Türkiye ikiyüzlü bir ülkedir.

Türkiye'de herkes zengin olmak ister, bunun için didinir, kimisi bu uğurda suç da işler, beceremeyen de hiç olmazsa düşler, fakat sorarsan 'para kazanmak ayıp karşılanır'... Nedeni basit bir “haset” duygusudur, servet düşmanlığı falan değil. Yoksullar servetin varlığına değil, onun kendilerinde olmamasına kızarlar.

Sosyalizm insanlara yoksullukta eşitlik vaadettiği için tarihe karışmış, komünizm halkta yokluğun ve yoksulluğun yanısıra çok iyi yaşayan yeni ve çok da gaddar bir yönetici sınıf yarattığı için nefret kazanmış, Türk halkı sola hiçbir zaman işte bu nedenle yüz vermemiştir. Hele hele memur diktasını sol diye satmak isteyenlere hiç mi hiç güvenmemiştir.

Livaneli dostumuz kimsenin niçin mazbut olmak istemediğini bir türlü anlayamaz; çünkü bütün yönetici memurlar gibi halkın vahim ve vahşi tüketim açlığını es geçmiştir, Osmanlı da kendisine öğretilmemiştir.

Çünkü memur tüketmez, istese de tüketemez, bu yüzden de tüketeni ya kıskanır ya düşman kesilir.

Tüketmek fiiline bile hep olumsuz yönünden yaklaşmıştır solcu geçinen bürokrat yazarlar (örneğin ilhan Selçuk), bu onlarda hep kötü çağrışımlar yaratmıştır, yiyip bitirmek, ziyan etmek, falan.

Koskoca bir cihan imparatorluğunun çocuklarından mazbut olmalarını bekleyemezsiniz. Görkem özleyecekler ve arayacaklardır.

Yokluk canlarına tak demiştir ve sınıf değiştirmek isterler.

Köyünden kıçında yamalı donuyla gelip birkaç yıl içinde gecekondusunun yerine boktan da olsa bir apartman diken ve topraksızlıktan gayrımenkul sahipliğine geçiveren halkı sosyal konutlara tıkmak isteyen sosyalistler, her seçimde neye uğradıklarına bu yüzden şaşırmışlar ve şaşıracaklardır...

Dedesinin dedesi Viyana'yı yağmalayamadığı için, torun şimdi istanbul'u yağmalar. Hem de böylelikle, imparatorluk görkeminden kendisine pay vermemiş eski başkentten intikamını alır.

Halkımız mazbut olmaya yatkın değildir, o bir memur zavallılığıdır.

işte memurlar da, otuzlu ve kırklı yıllarda halka yaşattıkları yokluk ve yoksulluğun faturasını öderken sinirlenmekte, 'bu halk adam olmaz, kime oy vereceğini bilmez' safsatası buradan doğmaktadır.

Halk kime oy vereceğini çok iyi bilmektedir: Kapitalist kalkınmaya ve gelişmeye.

Çünkü böylelikle kendisine de akmasa da damlayacaktır.

Halk, aşırı sağcıların düşlerinde yer alan 'eski usul ahilik dayanışmasını' yani faşistlerin bir çare olarak sundukları 'korporatizmi' falan da çok gerilerde bırakmıştır, yememektedir.

Bunu gören, seçimi de kazanır, iktidara da gelir. 1950 yılında da böyle olmuştur, 1965 yılında da, 1983 yılında da, 2002 yılında da.

'Ekonomik gelişme tabana yansımıyor, dolayısıyla AKP düşecek' beklentisi bir memur avuntusudur ve gerçeği yansıtmaz.

Göremeyen de ya darbe ister, ya ağlamaya koyulur, ya halka küfür eder.

Ben de memur çocuğu olduğum için durup durup 'niçin bu memlekette doğru dürüst bir sol parti yok' diye yakınırım, olmamıştır ve olmayacaktır.

Arada kesintiye uğrasa, önüne atlılar çıksa da, kervan da bir şekilde yürür.

engin ardiç
yeni bir yazarımız. hoş gelmiş.
ıstanbulda yasamayan bir istanbul beyefendisidir kendileri. arzederim.
bulduğu bir açığı her gördüğü yere yazan yazar. dağlara taşlara. şimdi geldi toplu mesaj çekti millete. noluyo lan dedim. cevap yazdım cevap vermedi. evi aradım babası açtı. dışarı çıktı dedi. duvarlara yazıyormuş şu sıralar.

(#5915193)
(#5915202)

onu bırak garibim bütün entrylerimi sıradan eksilemiş. ay yazık, kıyamam.
büyük ihtimale kürtleri aşağilamak için yazdigi her entryden sonra bir de 31 çekerek kendini rahatlatan yazar.
kürtler hakkındaki düşüncelerine katılıp erdoğan hakkındaki düşüncelerine katılmadığım şahıs. öyle bir yazar.
#7257770 entrys'le ağlatan yazardır. Böyle bilinçli kişilerin olduğunu görmekte güzel.
(bkz: recep tayyip erdoğan ın mal varlığı/#7417856) entrysiyle 15 dakika kahkaha attırmış yazar.

allah iyiliğini versin.
(#11628462) entrysi ile güldüren yazar.
(#16727520)entrsiyle takdiri hak etmiş yazar. biraz geç fark ettik ama olsun güç olmasında, geç olsun demiş atalar.
1. Elegeçirilmiş, zaptedilmiş; düzenli, düzgün, beğenilen.
2. Bir yere yazılmış, deftere geçirilmiş; doğa olaylarından etkilenmeyecek biçimde korunmuş olan, muhafazalı.
3. Unutulmamış, hatırda kalmış

(bkz: ) http://mazbut.nedir.com/#ixzz2Imf8HK61 adamı ayar etmeyin itlik yapma yerimi lan burası bilgi verin sonra ne bok yerseniz yeyin. sözüm meclisteki halkalı lolipop olanlara.
-elegeçirilmiş, işgal edilmiş.
-çok eskilerden kalan sapasağlam yapı.