bugün

'beni sevmene asla izin vermeyeceğim'
diye yazmıştın kapımdaki not defterime
kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım
içerde olmadığımı bile bile

gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte
uzun, büyük, parlak
siyah ve vahşi!
parçalayacak kadar siyah
ve onarabilecek kadar vahşi!
sanki
aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu
ama hep parçalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi!

gövde'nin tarihi'nde yan yana dururdu yalnızlıklarımız
plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık
kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken
birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri aşık!

ellerin saklamaya çabaladığı o şehir gecesi
başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık
giderken citroen: dudaklarını döven neon gazı
dudaklarındaki kazı tozu, 'ölelim mi? ' demiştin
bak şimdi tam sırası!

dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben
müşterisiz
mütemadiyen ağlamaklı
için için eğlenceli
temiz...
çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı
bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben
bir tahta masa, iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz!

mesela
yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca
ve sağ kulağındaki yabanıl bitki örtüsü
biz birbirimizin çatalı, bıçağı
biz birbirimizin incecik hırsızı, gönül süsü
ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda!

sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe
sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan
merdivenlere yığılıp ölen son şehzade
son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini
son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe!

dağlar, dersini verir acının kuşkusuz
aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta
yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil!
gecenin koynuna ihanet, bir orospu gibi sokulmakta!

Işıktan ışığa geçen o tenha yolda
o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada
seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada
o hırçın, o fazla erkek, fazla kadın noktada
tanımadığım
tanımaya kalkışmadığım
izahı zor, kavranması imkansız bir hastalık gibi
ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı
şaha kaldırdığı boşluklarda!
iz sürmedim
ad sormadım
dönüp bakmadım ardıma!

hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla
o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde
kendi kendimizi
mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya!

'beni sevmene asla izin vermeyeceğim'
diye yazmıştın kapımdaki not defterine
ben de eklemiştim altına:

'aşkı dövmek lazım
kalbe terbiyesizlik ettiğinde! ..'
Yalnızlık .." Sen ne profesyonel bi kaltaksın ! Bütün şehir üstünden geçse , daha gelen var mı diye soracaksın...
'en basit yalanları gözümün içine bakarak söyleyen aptallar tanıdım. inandığımı sandılar; bense onların kuş kadar akılları ve cahil cesaretlerine hayrandım.''

'oksijensiz bir ortamda nefes almaya çalışmak gibi bir şeydi
sen kokan sokaklarda sensiz dolaşmak şimdi o sokaklarda dolaşmıyorum ama
kokunu her hissedişimde sen kokan herkese basıyorum küfrü!

'kapat ağzını sevgilim.! yalanların cereyan yapıyor.!

'erkek şöyle düşünür;isterse başkasını sevsin,
yeter ki sevişmesin. kadında cümle tersine döner:isterse başkasıyla
sevişsin, yeter ki sevmesin.çünkü kadına göre vücudun merkezi yürek,
erkeğe göre etek. erkek eteği paylaşamaz, kadın yüreği.'

'Ben sadece seninim.' diyenler, iki gün sonra aynı şeyi bir başkasına da söylüyor.Tıp buna kişilik bozukluğu, ben ise orospu çocukluğu diyorum.

doğru söze ne denir ki?
Bugün attığı twit ile onu sevmeyenlerin bile takdirini kazanmıştır kendisi.

"annenizi sadece bugün hatırlıyorsanız aranızdaki göbek kordonunu cidden kesmişler demektir."
yarım porsiyondur.
13 nisanlı tweetinde söyküyü taıtmış,reklamını yapmış olan şair.
"cehennemin dibindeyim dese yanına gidecek kadar sevdik bazılarını" diyen şair.
Sanki çok ömrümüz varmış gibi, beklemeyi öğretiyor bize hayat..
beni sevmene asla izin vermeyeceğim' diye yazmıştın kapımdaki not defterime .kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım içerde olmadığımı bile bile .gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte uzun, büyük, parlak siyah ve vahşi! parçalayacak kadar siyah ve onarabilecek kadar vahşi! sanki aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu ama hep hırpalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi! gövde'nin tarihi'nde yan yana dururdu yalnızlıklarımız plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri aşık! ellerini saklamaya çabaladığı o şehir gecesi başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık giderken citroen: dudaklarını döven neon gazı dudaklarındaki kazı tozu, 'ölelim mi? ' demiştin bak şimdi tam sırası! dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben müşterisiz mütemadiyen ağlamaklı için için eğlenceli temiz... çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben bir tahta masa, iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz! mesela yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca ve sağ kulağındaki halka küpeden atlardı çığlık çığlığa tenimdeki yüm yabanil bitki örtüsü biz birbirimizin çatalı, bıçağı biz birbirimizin incecik hırsızı, gönül süsü ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda! sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan merdivenlere yığılıp ölen son şehzade son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe! dağlar, dersini verir acının kuşkusuz aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil! gecenin koynuna ihanet, bir *ro*pu gibi sokulmakta! işıktan ışığa geçen o tenha yolda o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada o hırçın, o fazla erkek, fazla kadın noktada tanımadığım tanımaya kalkışmadığım izahı zor, kavranması imkansız bir hastalık gibi ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı şaha kaldırdığı boşluklarda! iz sürmedim ad sormadım dönüp bakmadım ardıma! hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde kendi kendimizi mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya! 'beni sevmene asla izin vermeyeceğim' diye yazmıştın kapımdaki not defterine ben de eklemiştim altına: 'aşkı dövmek lazım kalbe terbiyesizlik ettiğinde! ..'
türk yazın hayatına bir lokma dahi katamamış
yetersiz, yeteneksiz, tuhaf bilinçli biridir...

keçinin olmadığı yerdeki koyun da diyebiliriz.

dünya üzerinde ergen zihinliler kalmasa
3 dakikada eriyip gidecek kişi de
yine odur sanırım,
odun sanırım...

(bkz: overrated)
sen nasıl bir üstadsın ya!

El tarafından evlat edinilmiş sahipsiz bir birlikteliğin sonucuydu ihanetin..
Piçliğine verdim; Gidebilirsin.
Ağır Bir Parfüm Reveransı

Senden Sonraydı..

hayvansız kalmış bir orman
gibi ağlamaklıydı kainat;
Senden Sonraydı..

hangi dağda ateş yansa
o yana ağlardı atlar,
ve bir kartal
bir kartala dayıyorsa başını
aşk
çağrıldığı her randevuya
geç kalmış demekti!

Senden Sonraydı..
gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı
ah onun zarif parmaklarına dolanmış kuğular,
ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu
yeryüzünde,
ümit: kurugül çocuk! ümit: aksigül çocuk!
hayat! beni ılık ılık esir al!
diye bağırıyordum çakal karasında
hançer nefesinde!

çünkü
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine
aşağı gölde kıyıya vuran genç nilüfer
ağzında bir başka genç nilüferle
ölmekteyse, ve akşamüstü
bir annenin çocuğunun üstünü örtüşü gibi
örtüyorsa sancıyı ve ölümü,
bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine!
çünkü
uyuyacak kurt soyunur
üstünden dağları çıkartırdı!
dağlar, kokarcalarına alevcesine sokulurdu
dağlar, sularına alev içercesine dokunurdu
dağlar, dağlarına dürüsttü
dağların namluya sürülü
kurşunu yoktu!
dağların mor avı çoktu dağların zor avcısı çoktu
dağlar, dağlara bir kez daldı mı
kendi doruklarından mahşeri vurgunlar yerdi
dağların grevi borandı, çıyandı, yabanıl ottu

dağlara sinsi bulutlarla inen eşkıya baruta
kuytu, postal niyetine haysiyet giydirirdi!

hele mermi bir kez müstehzi bir ifadeyle
savurduysa tunç buhardan yelelerini,
atların toynaklarına kan gibi menzil
bakışlarına menzil gibi kan otururdu!

atlara dağ kaldırmışlığı karanlığın
o şen nallarda rakseden yosma şavkın gerdanı
altına batırılmış isyanın şakırtısıyla tutuşurdu!
tutuş benim yağız yılanımı puşi gibi sarıp da
tutuş benim delioğlan fırtınamı
ağzında ağıt gibi yakıp da
dumanıyla
isiyle,
dermanıyla
iniyle,
inlenen ismine nakış gibi işlenen kahpe fermanıyla
kapına dayanan tanrı misafiri sevdam, aşkımla
belalanan dağım! belalı dağlım!
dağlara adak adamış bir toprağın yangınıyım ben de!

bakma! dağını emziremedim
siyah sütümde zehir şıngırdar!
kızma! dağına bir taş da ben koyamadım
kumumda tuz var!

ama senin kulağına eğilip
DAĞ diye fısıldayan bu dudak
bir gün ya elinden ya ayağından
ya eteğimden ya da alnından
öfkelenme, öpmeyecek,
sadece şehit düşmüş bir hayalet nehir gibi fışkırıp
başka
bambaşka dağlara at sırtında dörtnala kan olup akacak!

Küçük iskender
" kalp herkeste var; yürek başka bir şey..."
tesadüf bu ya aynı kol saatinde durmuşuz.
sen sabaha karşı kalkan bir uçaksın.
ben bir kadeh daha içsem iyi olacak limited şirketi...
bıraksam. yani...yani bıraksam
kendine çekilecek çok cinayetli bıçaksın.
eski sevgiline dönüyorsun kalbin tek kapılı buzdolabı
her yer kirli, çünkü her yer çiçek açmış
eşyalar hafızasını kaybederse
acımaz vururlar adamı
üstelik...
üstelik bildik bir şarkıdan hamileyiz hepimiz
doğursak doğursak iki notalı ezgiler doğururuz çalıntı
da...sen doğursan o hüzünlü şeyi bana fırlatıp kaçacaksın
varsa bir nöbetçi bar
bir bar daha getir bana içeriden lütfen bol yoğurtlu
ben dışarıdan seni sevsem iyi olacak limited şirketi
sen de iç. içkiye sevişe sevişe alışacaksın
yahut gerisin geriye ismimi söyle
ismim tersten fazla anlamsız
yaşadıklarımız şimdi fazla fazla anlamsız tersten
gittiğini düz söyle bari
tersten söylersen sen de anlamayacaksın.
tesadüf bu ya aynı kol saatinde durmuşuz.
sen sabaha karşı kalkan bir uçaksın.
ben geçirmeye gelmesem seni iyi olacak limited şirketi
sen nasılsa kanatlarını kopartıp attın.
artık yalnız ellerinle uçacaksın.

küçük iskender .
Her gidenin arkasından zaten orospuydu der gönül kerhanesinin has pezevenkleri..
onu bilmemde, röportaj verirken replikleri hellraiser'dan almış. kendisi portakalda vitaminken, clive barker vardı. gitsin ayrılık işiyle ilgili şiirler yazsın. acı neyine senin evladım, valla tikeldim sinirden.

http://magazin.haberturk....r/748183-aciyi-tarif-etti
''Şerefsizim! Seni seviyorum'' dedi.
Hangisine inanacağımı şaşırdım.

küçük iskender
"evde kedi köpek beslemekle hayvansever olunmaz; hayvansever dediğin, benim gibi koynunda yılan besleyecek.."

diyerek, ne denli düz mantık ve bayağı şair olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
yine bir allame-i aforizmasında;
"Küfrü bende sevmem ama orospu çocuğunun da başka bir adı yok be kardeşim." (!) ?
"size 3 gün yeterli olan şarj aleti, 5 gün yeterli olmaya başlıyorsa, yalnızsınız demektir." der...

kendisi, bir şairden öte; kronik türk düz mantığını yansıtıyor.
şiir kavramı ayrı absürd, şairim diyen kendisi apayrı. ülkem şaireneliğinin şair geçinen böyle insanlara kalması ne kadar da acı..

ayrıca şairlik, hesiodos dan beri, avamlık ve bayağılık göstergesi olarak, her daim soylularca hakir görülen bir uğraşı olmuştur. bu devir de, ise yeri hiç yoktur!

bu giri, homofobik bir dayanakla not düşülmemiştir. sadece, şair çok başarısız ve yavandır.
'Ben sana ömrümün tamamını versem,
Sen acımadan tam'amına koyarsın' sözlerinin sahibi büyük şair, yazar.
(bkz: derman iskender över)
"..bazı aşklar bitmesi için yaşanır.
Bazı
doğum günleri kötü geçer.
Bazı romeolar julietleri iplemez...
Boşver
Kim aşktan Ölmüş ki !"
yayık ayranıyla güzel gidendir.
(bkz: küçük iskender in şiirlerine farklı bakış açıları)
Ah hayat!
Yola gireceğine bana giriyorsun ya, ayarını seveyim..
Keşke tanımasaydım seni demiyorum..!
ama,,
keşke tanıdığım gibi kalsaydın...!
--spoiler--
o kadar güzel unutmuştun ki beni, hatırlatmaya kıyamadım.
--spoiler--