bugün

Yorgos Lanthimos'ın yönetmenliğini yaptığı 2009 yapımı yunan filmi. çocuklarını evde hapseden ve onlara bu yaptıkları çok normalmiş gibi davranan bir çiftin öyküsü. 11 ayrı festivalden ödüle sahip.
akademide bu filme ödül verecek göt var mı bilemiyorum ama çoğu insan bu filmin yarısında çıkar/kapatır bundan eminim. çok deneysel, çok özgün, kimi sahneleriyle unutulmaz bir film olmuş. film o kadar dokunuyor, öyle diken saplıyor ki bitince nefret dolu oluyorsunuz. filmi beğenseniz de o rahatsız ediciliği sebebiyle mesafeli yorumlar/değerlendirmeler/oylamalar yapıyorsunuz.

kimileri yunanistan bile oscara aday diye adamları küçümsemiş ama bu filme ve sonrasında bizim sinemamıza bakınca aradaki farkı kavrıyorsunuz. bu kadar dar alanda film üreten bir sektörümüz olduğu sürece gelmez hocular o adaylıklar.
son dönemde izlediğim en iyi film.

lakin bu filmin "en iyi yabancı film" dalında oscar'a aday gösterilmesi filme edilmiş en ağır küfürdür.
işte nasıl artık kıyamete ve/veya dünyanın sonuna geldiğimizin göstergesi bi film bu. müthiş salakça bi şey. gerçi bu filmden daha boktan filmler var ama şimdi rastlayınca buna yazmak nasip oldu.

film çekmek felaket ucuz bi şey oldu. ha zaten avangart efendime söyleyim elitist/sanat sineması (ki bunların arasına eşittir koysan sırıtmaz zira ayıramazsın bile anasını satim) kökten gelen ideasıyla bunu benimsiyor. tabi kendilerine boktan sinemacılar demiyorlar o ayrı.

bir haneke, bir dünyanın en mal insanlarından kübrik hep bunları yapıp ekmeğini yedi; eleştirdiği şeyi maksimize ederek bunun filimini çekmek. son zamanlardaki örneklerdinden bir de sirbski film (böyle miydi orijinali?) var. işleyişi az buçuk hoşuma gitmişti gerçi sırp'ın. bir de beyin eritircesine hayvan gibi bi ironi var ki bu filmleri el üstünde tutan, fanatiği olan, ne bileyim kült falan ilan eden insanlar elit; hadi o da olmadı kendilerini "üstinsan" gören plastik adamlar. haneke boktan şekilde "elitistlerin a.q." diyor, burjuva olsun, fularlı toz pembeler olsun ayakta alkışlıyor. cehennemin ve/veya kıyametin bu şekildeki bi tasviri kimin aklına gelirdi ki?

ahaha dur aklıma geldi yine bijita q mu ne vardı bi de visitor q olması lazım, bak o da böyle. hayır misal aşağı yukarı senin yolundan giden başka adamlar da var ve yaptıkları filmler efsane senin filmlerin yanında.

aç bi transpotting izle
aç bi requiem for a dream izle

çok daha sanatsal filmler lan bunlar. hayır müzik kullandı diye mi boktan görüyosun bu filmleri? yapay diye mi boktan görüyosun? ulan sen olan şeyi kendi fantezinle birleştirip bok gibi filmler yapıyosun da diğerlerine nasıl bok atıyosun?

ahahaha bak mesela truman show şu gerizekalı yönetmenlerin yapmak isteyip de hayatta yapamayacağı şeyleri yaptı. sana versek konuyu yine böyle oldboy'un başından arak bi 4 duvar yaparsın, ne bileyim bi tane sabit gizli kameramsı bi şey koyarsın. filmin ortalarına doğru seyirciyle birlikte mide ülserine yakalanan filmin kahramanının vücuduna jilet attırırsın... çünkü böyle sert sert hareketleri dünyalar sıkıcısı biçimde vereceksin ki mal izleyici de buna hayvan kadar anlam yükleyecek, hiç kimse de çıkıp demeyecek ki "lan bu gerizekalı ne yapmış böyle".

eleştirdiğin şeyi filme çekerken eleştirdiğin şeyi çok sert bi biçimde kullanmak ve yönetmenlik titrinin önüne "sarsıcı" sıfatını kondurmak dünyanın en kolay işi. çıkıp itiraf edin lan yıllarca zeka geriliğimizi bu beş para etmez filmlerle gölgelemeye çalıştık deyin. birçok mal da bunu yedi deyin. yapın bunu ulan, işte o zaman gerçekten eleştirmiş olacaksın şu kokuşmuş dünyanın, şu kokuşmuş sanatın kokuşma nedenlerini.

sen de o nedenlerden birisin, başka bir şey değil.
yunan yönetmenden akıllara "dış dünyadan soyutlama" kavramını çivi gibi sokan bir film. onların dilindeki kavramlar ile bizim dilimizdeki kavramlar biraz çelişse de yapılmak istenilen çocuklarını kötü sözcüklerden bir haber yaşatma istekleridir. "kedi" onlarda dış dünyada yaşayan ve eğer tek başına, gerekli yaşa, seviyeye ve yapıya gelinmediği zaman ve yayan bir şekilde çıkıldığında saldırabilecek, çok kötü bir yaratıktır mesela.
her türden filmle kıyaslansa da doogtooth/köpek dişi birçok sorundan çok aile içi bağlara değinir. ve bizlere öğretir ki aslın biz süre gelmiş olguların bize dayatılması sonucu bugündeyiz. yani "masa" başkaları dediği için "masa"dır.
yılın en başarılı filmleri arasında baş sıralarda yer alır.
kafamın içindekilerin ne kadarı bana ait ya da ahlak dediğim, din dediğim, mutluluk ve acı dediğim şeyler? filmde aile hem gerçek yaşamdaki aileyi hem de otoriteyi, etrafımızı saran duvarları, okulları, siyasi partileri ve birçok şeyi imliyor benim anladığım. aslında o kadar da(ya da hiç) özgür değiliz' i iyice sokuyor izleyicinin gözüne gözüne.
bu filmi sevenlerin şunları da sevmesi olası. ya da tam tersi, aşağıdaki filmleri ilgiyle izleyenler, bunu da beğenirler.
(bkz: celda 211)
(bkz: blindness)
(bkz: das experiment)
(bkz: funny games) -- haneke
(bkz: die welle)
çok sevdiğim bir film. izlerken kendimi yarıda bırakmamak için çok zor tutmuştum. bayağı rahatsız ediyor. en genel anlamıyla üzerimizdeki kontrol mekanizmasını eleştiriyor. aile olabilir, devlet olabilir,... doğuyoruz ve kimliğimizde müslüman yazıyor. sonra annemiz babamız kaleme, kalem dediği için kaleme kalem demeye başlıyoruz. onların korkularını, onların dinlerini, onların düşüncelerini taşıyoruz. çizilmiş bir yolumuz var, o yoldan çıkmayacak kadar özgürüz işte.
rahatsız edici derecede orijinal bir film. hollywood filmlerinden sıkılanlara iyi bir alternatif.
insanın yönlenmeye ne kadar açık bir hayvan olduğunu gösteren film.
hiç kimsenin dış dünyadan bihaber bırakılamayacağının kanıtı niteliğinde olan film. rahatsız edici filmler arasında da yerini alması kaçınılmazdır.
bayadır izlemek istediğim ve en sonunda bu gece izleyebildiğim film. son zamanlarda bu kadar ağır ve gerçekten rahatsız edici ötesi bir film daha izlemedim. her insanın izlemesi gereken filmlerden. gözlemlediğim bir şey daha bu film hakkında;
hepimiz doğduğumuzdan itibaren yönlendirilmeye ve yönetilmeye açık, bildiğimiz var olan gezengenimizdeki en salak akıllılarıyız.
eğer ttnet piçlik yapmaz da inerse bu film, akşam izleyeceğim. çok yorum duydum hakkında. rahatsız ediciliği en çok söylenen. haneke'ye neredeyse tapan biri olarak merak içindeyim zira kendisinden başka, sağlam rahatsız edici film yapan pek yönetmen bilmemekteyim.

edit: izledim. şu anda bitti hatta. düşündüğüm kadar rahatsız edici bulmadım açıkçası.

--spoiler--

hafif uykum gelmiş şekilde izlerken kızın dambılla dişlerine geçirmesi açık ve net yerimden zıplattı.

düşen uçak tribi çok iyiydi.

tuzluk - telefon.

--spoiler--
görsel
son dönemde izlediğim en acayip film.

--spoiler--
(bkz: ensest)
--spoiler--
"anneniz 2 bebek bir köpek doğuracak" gibi bir cümleyi duyabileceğiniz film. artık ne kadar tuhaf, ne kadar rahatsız edici, ne kadar bir manyak filmle karşı karşıya kaldığınızı siz hesap ede durun.
merak uyandıran bir film. bakalım seyredip görücez.
çocuklarınızı dış dünyadan tamamen koparsanız ve sadece kendi istekleriniz doğrultusunda yetiştirseniz nasıl olurdu?
çok acayip bir film.
genel algıları, gündelik yaşamın getirilerini ve toplumsallığı geride bırakan, hatta yırtıp atan filmdir. cesur bir film olmasının yanında takdire şayan psikolojik ve sosyolojik demeçleri bulunmaktadır. kimi filmlerin aksine sorgulayan bir film değil, insanı sorgulamaya iten bir filmdir. son olarak da; yunanistan yapımı bağımsız film diyelim.
film hakkında neden bu kadar az entry girilmiş, neden bu kadar az biliniyor anlam veremedim. zira ne sıkan bir film ne de bahsedildiği kadar rahatsız eden. sanırım yunanistan yapımı olması biraz tıkamış önünü. her neyse, ben merakla izledim, her an daha bir ilginç bularak.
hangisi daha iyi hangisi daha kötü ikilemde bırakıyor film ve bittiği andan bir süre sonra bile bunu düşünürken buluyor insan kendini. böyle bir noktaya dikkat çekmek sinema adına başarılı bir adım olmuş.

--spoiler--

anneniz iki bebek bir köpek doğuracak.

--spoiler--
zoraki tanım: yunanistan yapımı film.

tavsiye: izlemeyin bu filmi.
sinemanın ne kadar güçlü bir silah olduğunu gösteren film. 5 kişilik çekirdek bir aile üzerinden toplum ve sistem eleştirisi yapabilen, metaforla bezeli enfes film. hele ki şu günlerde izlendiği taktirde, daha bir anlamlı geliyor.

--- spoiler --

totaliter bir baba, ona itaat eden karısı ve 3 çocuğu ile birlikte etrafı dev çitlerle örülü bir evde yaşamaktadırlar. baba tarafından diğer aile bireylerinin bireysel özgürlüklerine izin verilmez ve yaşamları tamamen babanın kontrolündedir. babanın istediği görevler yapılır ve baba da onlara hediye olarak çıkartma verir. ve o hiçbir işe yaramayan çıkartmanın o kadar değerli bir anlamı olduğuna inandırır ki çocuklarını, çocuklar o çıkartmayı kazanabilmek için her türlü zorluğa katlanmak zorunda olduklarını kabul ederler. baba burada devletin ta kendisidir ve tabi ki erkektir. çıkartma ise devletin topluma vaad ettiği özgürlüktür ve aslında hiç bir şeydir, aldatmacadır.

baba çocuklarının dış dünya ile bağlantı kurmasını yasaklamış ve çitlerin dışına çıkmamaları için, insan yiyen canavar olarak tanımladığı kedi üzerinden korku imparatorluğunu inşa etmiştir. ben buradaki kedi metaforunu hukuk sistemi ile eşleştirdim. devletin, aslında bambaşka bir işlevi olan hukuku nasıl insan özgürlüklerini kısıtlayıcı bir canavar gibi gösterebldiğini anlatmak istiyor bence.

devlet tarafından kadının nasıl yok sayıldığı, babanın oğlu için eve fahişe getirirken kızları için aynı şeyi yapmaması; hatta fahişeyi eve getirmekten vazgeçtiğinde kızlarını oğluna sunması şeklinde anlatılmış.

özgürlüğün kazanılması ise, filme ismini de veren köpek dişinin düşmesine bağlanmış. yani yetişkin bir insanın normal koşullarda köpek dişinin kopması mümkün olmamasına rağmen, baba çocuklarına böyle bir umut veriyor. imkansız değil ama normal koşullarda olması mümkün de değil.

filmde aile fertlerinden sonra en fazla gördüğümüz şey mercedes marka araba. evden dışarıya sadece bu arabayla çıkılıyor ve sadece baba araba kullanmayı bildiği için sadece o çıkıyor(hatta çocuklarına araba kullanabilmeyi öğrenmeniz için köpek dişinizin düşmesi gerek diyor bir sahnede). bir anlamda araba gücün sembolü, sadece güç sahipleri özgür kalabiliyor ve o gücün sahibi de erkek. filmin sonunda da kızlardan biri köpek dişini kendi kırıyor ve evden kaçıyor. ama artık özgür olmasına rağmen yine de ona öğretilen yalan yanlış bilgilerden sıyıramıyor zihnini ve koşup gitmek varken arabanın bagajına saklanıyor. çünkü dışarıya sadece arabayla(güçle) çıkılabileceğini zannediyor. arabayla beraber dışarı çıkabilmesine rağmen bagajda kilitli kalması ise tek kelimeyle yönetmenin/senaristin dahiliği. aslında özgür olduğumuzu hissettiğimiz anda bile özgürlüğümüzü kısıtlayan faktörlerin varlığını ortaya koyuyor bu sahne ki filmin en anlamlı sahnesidir bana göre.

o kadar çok sembol var ki filmde hepsini birden bir araya getirip birleştirebilmek mümkün değil. hep bir şeyler havada kalıyor. mesela ben köpek meselesini çözemedim. köpeğin eğitime gönderilmesi, adam rex diye bağırmasına rağmen köpeğin tepki vermemesi, 5. evreye geldiğinde köpeğin geri alınması vs. çözebilen var ise beni aydınlatsın.
bilinmeyen dediğimiz canavara karşı, merakın cesaretini kuşanıp savaşan bir hanım kızımızın schrödinger’in kedisine dönüşmesinin hikayesidir.
izledigim en rahatsizlik verici filmdi. bittikten sonra ekrana bakip kaldim. kucagimdaki bilgisayara baktim belki de bu aslinda telefondur diye. degisik. sorgulayasi geliyo insanin bugune kadar bildigi, gordugu, ogrendigi herseyi. ama herseyi.

---azcik spoiler---
buyuk kardesin beni bruce diye cagirdiginda bakicam dedigi sahne. ve son sahnede kucuk kardesin bruce diye bagirmasi?
anlamsiz etiketlerin cocuklar icin buyuk anlam tasimasi.
her ucak gectiginde keske dusseydi demeleri.
kizin telefonu gorunce korkmasi.
cocugun anne bahcede iki zombi buldum napiyim demesi.
---azcik spoiler---

annemle babami cok seviyorum ve filmi herkese tavsiye ederim. 94 dakika zaten. az sorgulayalim salak gibi yasiyoz.
(bkz: Köpek dişi)