bugün

(bkz: arızalı ayetlerin hep kötü yorumlanıyor oluşu)
(bkz: ateistlerin hafif gerizekalı olması)
(bkz: islam a saldırmanın dayanılmaz hafifliği)
konu hakkında yazılanları okuyunca, zeka seviyesinin zaman zaman ne kadar düştüğünü görüyor insan. herşey bir kenara basit bir mantıkla tüme varım yapalım.

1-) islam dünyanın yaşını değil, insanlığın yaşını söylemektedir.

2-) yaratıcı vardır ve dinlerin kaynağı aynıdır

3-) binlerce peygamber gelmiştir

4-) bazı olayların olduğu su götürmez bir gerçektir ve tarihte yeri vardır.

şimdi parçaları ufak bir örnekle birleştirelim,

farz-ı misal m.ö. 2000 yılında bir tufan meydana geldi ve insanların hafızasında yerini aldı, nesiller arasında anlatılmaya başladı.

bu tufan devrin peygamberlerine bildirildi ve ibret almaları için halka anlatılması istendi, olaya uzak kavimlerde duruma vakıf oldular.

o zamanki halk bu büyük olayı yazıya döktü

tufan dini kitaplarda yerini aldı

bütün anlatımlar birbirini destekliyor.

görüldüğü üzere basit adımlarla bunun bir aldatmaca olmadığı ortaya çıkıyor. olayların her biri birbirini tamamlar nitelikte ve bir bütünün parçaları.

şimdi sorulması gereken soru şu, çivi yazısının okunamadığı 600 lü yıllarda kuran nasıl bu bilgilere ulaştı da alıntı yaptı?

bir insan dine inanır yahut inanmaz o kendi bileceği bir iştir ve hür iradesidir ama kuran'ın aldatmaca olduğu söylemesi için embesil olması gerekir zira gerçek gün gibi ortadadır.
(bkz: Allah taksitarınızı affetsin)

(#10037362)
özdemir ince
28 kasım 2010
jean bottéro’nun kırmızı yayınları tarafından yayınlanan “tarihte tanrı fikrinin doğuşu” (naissance de dieu, la bible et l’historien; editions gallimard) adlı kitabı şu çarpıcı cümle ile başlar:

“3 aralık 1872’de kutsal kitap, ‘bilinen en eski kitap’, ‘ötekilerden farklı bir kitap’, ‘bizzat tanrı’nın yazdığı ya da dikte ettiği kitap’ olma gibi çok eski dönemlerden gelen niteliğini yitirmiştir.” (s. 23)
seçmeler kitabi tevrat
o gün londra’nın society of biblical archelogy’sinin önünde ilk asur bilimcilerden biri olan g. smith olağanüstü bir keşif yaptığını açıklıyordu; bu asur bilimciler çivi yazısını sökmek için elli yıl çaba ve gayret göstermişlerdi ve artık antik mezopotamya toprağından çıkan tabletler hazinesinin dökümünü yapmaya başlamışlardı.
smith orada kutsal kitap’ta geçen tufan öyküsüne çok yakın bir öykü ve bu konuyla ilgili ayrıntılar bulmuştu. “gılgamış destanı” idi söz konusu olan. tevrat’ta anlatılan tufan öyküsü ile yaratılış sürecinin kaynağı asur-sümer mitolojisi ise şimdi ne olacaktı? o zaman tevrat’ın yapısal varlığı da değişmeyecek miydi? bu durumda tevrat, israil anonim (sözlü) edebiyatından bir seçmeler kitabı olmuyor muydu? doğrusunu söylemek gerekirse tevrat bir seçmeler kitabı oluyor. zaten öyle olduğu 1872’den sonra iyice kanıtlandı.
kaynak mezopotamya’dan
tevrat (eski ahit) insan elinden çıkma ise, incil (yeni ahit)’in de insan elinden ve ağzından çıkması gerekmiyor muydu? bizim için buraya kadar iyi de, bundan sonrası zor: incil ve tevrat’ın, kuran gibi vahiy yoluyla oluştuğuna (indiğine) inanan müslümanların da dünyası yıkılmayacak mıydı? kuran’ın tevrat ve incil’den yaptığı alıntılar ne olacaktı? tevrat ve incil insan imgeleminin ürünü ise kuran da insan imgeleminin ürünü olmayacak mıydı?
müslümanları bir yana bırakalım. yahudiler ile hıristiyanların büyük bir bölümü kutsal kitaplarının mezopotamya mitolojisinden kaynaklandığını ve israil halkının tarihini anlattığını kabul ediyorlar ama dinlerine inanmaktan vazgeçmiyorlar. bu, sağaltıcı, iyileştirici ilişkiyi çok iyi anlamak ve değerlendirmek gerekir. yahudi ve hıristiyan inancına sahip insanlar dünyanın 5770-5771 yaşında olduğuna inanç kültürü olarak inanıyorlar ama bilimsel olarak dünyanın gerçek yaşının milyarlarca yıla dayandığını da kabul ediyorlar.
iki bin yıl isa’dan sonra, 3 bin 770 yıl isa’dan önce! bu sayı tarihe de uygun!
okuyun, akliniz açilsin
jean bottéro’nun kitabının türkçeye çevrilip yayımlandığı 2010 yılı, tıpkı 3 aralık 1872 gibi bir dönemin başlangıcı. bu kitabı önce dindarlar okumalı: kitabı içlerine sindire sindire okurlarsa, dinden çıkmak yerine daha iyi, daha bilinçli mümin olacaklarına inanıyorum. insan imgeleminin, insan dehasının ürünü olmak, insan imgeleminden, insan elinden çıkmak hiçbir din kitabını değersizleştirmez.
jean bottéro’nun kitabı, (okurlarsa), bütün yazarların ve yazıcıların, yazar ve yazıcı adaylarının gözünü ve aklını açacak bir kitap. ancak o zaman, soldan sağa yazılan bir yazıyı sağdan başlayarak okuma alışkanlıklarından kurtulabilirler.
kuran-ı kerim aldatmacası önermesi çakma salman rüştü türemesidir.
kuran'ın getirildiği zamana dikkat etmeniz gerekiyor öncelikle. ikincisi kuran allah tarafından indirilmiştir, hz. muhammed'in değildir. kız çocuklarının doğar doğmaz diri diri toprağa gömüldüğü bir zamanda kız çocuklarına verilen payı göstererek ikinci plana atıldıklarını söylemek kadar cahilce birşey olamaz. kuran tamamen sistematik bir kitaptır. herşeyin zamanı geldiğinde oturacağı bilinerek indirilmiştir. o zaman kölelik vardı, kölelerinizi öldürmeyin demek, onlara hürriyetleri için getirdikleri bedeli kabul edip onları özgür bırakın demek nasıl olurda kötü bir durum olabilir? o zaman kölelik yasaktır denilse kaç kişi müslüman olurdu? kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir denilseydi o zaman hangi erkek kuran'ı ciddiye alırdı? o zamanda erkeklerin ciddiye almadığını hangi kadın cesaret edipte ciddiye alabilirdi? kuran o zamanın şartlarında indirilmiştir. ilk olarak o zamana hitap etmesi kadar doğal birşey yoktur. boşuna kendinizi eğitin geliştirin denmemiştir. hepsinin bir anlamı, bir amacı vardır. kuran'ın mantığını anlayıp yaşadığın zamana uyduracaksın. "düşünen toplum" tanımı vardır kuran'da. sadece bir yerde değil ayrıca, gözden kaçamaz. düşünen toplum boşuna söylenmiş birşey olamaz. düşünün biraz.
Kesinlikle bir aldatmaca değildir. Sadece ıq su düşük insanların özünü anlamayamayacağı ve kavrayamayacağı kutsal kitapdır.
böyle gereksiz insanlara, söylenebilecek tek şey vardır. o da:

(bkz: oku)
HAZIR MISINIZ GERÇEKLE YÜZLEŞMEYE?


30.05.2010 01:50

"Resmi Tarih"ve "Resmi ideoloji"; Tv'ye çıkan, gazetelere konuşan herkesin ağzında bu iki kavram var. Moda oldu! Herkes "tarihi yıkayıp" yeniden yazmaya, önyargıları kırmaya pek heveskar. Madem öyle, ben de istanbul fethinin 557'inci yılında, toplumda hakim olan bir anlayışı/görüşü sorgulayayım! Hazır mısınız gerçekle yüzleşmeye...

Adı: Hz. Halid Bin Zeyd Ebu Eyyup El Ensari.
Sahabi'ydi.
Hz. Muhammed'i Medine’deki evinde 7 ay misafir etti.
Bedir, Uhud ve Hendek Savaşı'nın kahramanlarındandı.
Hz. Ali'nin hilafeti döneminde onunla birlikte Haricilere karşı savaştı.
Hz. Ali döneminde Medine kaymakamlığı yaptı.
Hz. Ebu Eyyup (Aba Ayyup)'un hayatına dair bundan sonraki bölümler tamamen rivayettir. Yani söylentiden ibarettir.
Bunlardan biri de istanbul Eyüp Sultan'daki mezarıdır.
Eyüp Sultan'daki sandukada aslında ne var?..

80 YAŞINDAKi SAVAŞÇI

Yer: istanbul.
Yıl 667'te olabilir, 668'te, veya 669; ya da 674'tür.
Çünkü; Emevi halife Muaviye döneminde islam Ordusu'nun istanbul'u ilk ne zaman kuşattığı tam olarak bilinmemektedir.
Orduya kimin komuta ettiği de belli değildir. Kimine göre komutan; islam dünyasında zulmün ve kötülüğün sembolü olarak bilinen, Hz. Hüseyin'in katili Yezid'tir; kimine göre ise Sufyan ibn-i Avf'tir.
Rivayetlere göre, Sahabi Hz. Eyyup de istanbul'u kuşatan bu sefere katıldı.
Hemen diyeceksiniz ki, "Hz. Eyyup bu sefere katılmak için yaşlı değil mi?"
Evet ama tarih böyle yazıyor!
Oysa siz haklısınız; Hz. Muhammed 622 yılında Medine'ye hicret etti. O'nu evinde misafir eden Hz. Eyyup, o tarihte kaç yaşındaydı?
Bilinmiyor.
Ama Peygamber'i misafir edecek olgunlukta olduğunu tahmin edebiliriz.
O halde hesapladığımızda; islam Ordusu istanbul'a dayandığında Hz. Eyyup'un yaşının 80-90 yaş aralığında olduğunu düşünebiliriz.
Bu kadar yaşlı biri, ulaşımın deve sırtında ilkel şekilde yapıldığı bir dönemde böylesine uzun bir sefere çıkar mı?
Bakınız bugünün 80-90 yaşlarından bahsetmiyoruz; 1300 yıl önceden bahsediyoruz. Ki o yıllarda normal karşılanan ölüm aralığı 40-50'dir.
Neyse, tarihin doğru yazdığını şimdilik kabul edip, konumuza devam edelim.
Bu arada:
Hz. Ali ile birlikte Haricilere karşı savaşan Hz. Eyyup, nasıl oluyor da düşmanı Muaviye’nin ordusuyla sefere katılıyor; tuhaf değil mi?
Tamam tamam devam ediyoruz...

AVRUPA'YA NASIL GEÇTiLER

istanbul/Eyüp Belediyesi'nin (ki referans olarak Prof. Dr. ismail Lütfi Çakın ve Prof. Dr. Hüseyin Algül'ü vermişler) resmi internet sitesine göre, uzun bir yolculuk yapan Hz. Eyyûb yaşının çok ilerlemesinden dolayı istanbul'a yaklaştıkları bir sırada hastalanıyor; komutanı Yezid'e, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyet ediyor.
Tahmin ettiğiniz gibi, Hz. Eyyup'un defnedildiği yer, bugün Eyüp Camii'ndeki türbe. Evet, genel görüş bu.
O arada, Arap kültüründeki ölü-mezar geleneğine hiç girmeyelim.
Ancak:
Avrupa'nın önemli Osmanlı tarihçilerinden Paul Witter, Hz. Eyyup'un Eyüp Camii'nde değil Ayvansaray'daki kalenin dibinde şehit olduğunu, oraya gömüldüğünü ve hatta bu nedenle "Ayvansaray" adının, Eyyup El Ensari'den geldiğini iddia etti.
Bu arada gözünüzden kaçmasın, tarihçi Witter Hz. Eyyup’un hastalıktan değil savaşarak şehit olduğunu söylüyor.
Peki mezarı neredeydi; Eyüp Sultan da mı Ayvansaray da mı?
Prof. Dr. Halil inalcık, 1455 yılına ait istanbul bina ve nüfus tahrirlerini inceledi ve "Ayvansaray" adının Rumca olduğunu ortaya çıkardı. Ayvansaray'ın Hz. Eyyup ile ilgisi yoktu. Oh!
Peki Hz. Eyyup'un mezarı Eyüp Sultan'da mıydı?
Eğer öyle ise, demek islam Ordusu Eyüp Sultan'a kadar ilerlemişti.
Yani.
Yanisi şu: islam Ordusu'nun Avrupa'ya geçtiği (istanbul'u bilmeyenler için yazalım, Eyüp semti Avrupa'dadır) ortaya çıkıyor!
Oysa, bilinen istanbul'a gelen islam Ordusu kara ordusuydu ve Kadıköy'e kadar gelmiş ve denizi geçemeden geri dönüp gitmişti.
Zaten o dönemde Bizanslılar, başkentin savunmasını güçlendirerek Persleri geri püskürtmüşlerdi. Yani istanbul'u almak hayli zordu.
Bırakın istanbul'u, islam Ordusu (bugünkü Kadıköy'deki) surlarla çevreli Kalkedon'u bile alamamıştı.
Yine soracaksınız:
"O halde Hz. Eyyup'un mezarı nasıl Avrupa topraklarında olur?"
Bilinen dönemin Bizans tarihçileri Hz. Eyyup'un istanbul'u kuşatan orduda bulunduğundan hiç bahsetmiyorlar.
Hz. Eyyup'un orduda bulunduğundan ilk bahseden islami kaynak, ibn Sad'ın "Tabakat" adlı eseriydi. Sonra yazılanlar hep bu kitabı kaynakça göstermişti. işin garip yanı ise, bu kitap islam Ordusu'nun istanbul'a sefere çıkmasından iki yüz yıl sonra yazılmıştı!
Tamam, tamam lafı dolandırmayacağım; dönelim tekrar Hz. Eyyup'un mezarı meselesine...

HAMMER VE BABiNGER DALGA GEÇiYOR

Bu arada:
Hz. Eyyup'un, Bizans imparatoru (tarih tam bilinmediği için ya II.Konstans ya da IV. Konstantis olmalı), izin alarak istanbul'a tek başına girdiği; Ayasofya’da namaz kıldıktan sonra taşlanarak öldürüldüğü; ve bugünkü mezarına gömüldüğü gibi akılla, tarihle, bilimle uzaktan yakından ilgisi olmayan uydurulmuş hikayeleri de vardır!
Uzatmayalım; işin aslı şudur:
Büyük devrimci Fatih Sultan Mehmed'in istanbul'u fethetmesiyle, Hz. Eyyup'un mezarı arasında derin bir bağ vardır.
Osmanlı tarihini en iyi bilen tarihçilerden olup, mezar taşında "Yusuf Bin Hammer" yazan Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer (1774-1856), Hz. Eyyup'un mezarının istanbul'un fethi sırasında mucizevi olarak bulunmasının, psikolojik ihtiyaçtan kaynaklandığını "Osmanlı Devleti Tarihi" eserinin I. cildinde yazdı.
Türk tarihi ve dili üzerinde yetkin eserler vermiş olan Alman tarihçi Franz Babinger (1891-1867) de, "Fatih Sultan Mehmet ve Zamanı" adlı eserinde Hz. Eyyup'un mezarının istanbul fethi sırasında bulunmasından, "dini hisleri kamçılayan bu aldatmaca hiçbir çağdaş kaynakta yer almaz" diye bahsetti. Babinger'e göre Fatih, islam dünyasına gönderdiği fetihnamelerin hiçbirinde Hz. Eyyup hakkında bir tek söz sarfetmemişti.

HALiL iNALCIK NE DiYOR

Bu konuda son sözü bizden birine, Prof. Dr. Halil inalcık'a bırakalım. Neymiş bu "psikolojik ihtiyaç" meselesi anlayalım:
"istanbul'un fethi sırasında 4 düşman gemisi Haliç'e gelerek yardım getirdi. istanbul'da halk, surlara çıkarak Türklere karşı gösteriler yaptı. Bizim asker arasında ümitsizlik doğdu, hatta bir kaynağımıza göre (Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın da kışkırtmasıyla) bazı askeri gruplar, 'bu işin sonu yok' diye kuşatmayı bırakıp gitmeye başladılar. Çok nazik bir durum vardı. O zaman Akşemseddin, Fatih'in şeyhidir. Hacı Bayram tarikatındandır. Eyüp El Ensari'nin mezarını bulmak için kolları sıvadı.
(...)Moralin düştüğü bir anda, Peygamber'in sahabesi'nden olan Eyüp'ün mezarını bularak askere moral vermek amacıyla padişahtan müsaade istiyor. Bugünkü Eyüp mevkiinde kazı yapıyorlar, orada eskiden manastırlar vardı, toprak altında yazılı mermer parçalar buluyorlar. 'işte mezar burası' diye orduya ilan ediyorlar. Askere savaş için yeni bir şevk ve heyecan geliyor." (Tarihçilerin Kutbu s. 431)
750 yıl sonra, 1453'te Hz. Eyyup'un mezarı Bizans azizlerinin mezarlarının bulunduğu "Kozmodion" adı verilen bölgede, Akşemseddin'in istiareye yatmasıyla mucizevi şekilde böyle bulunuverdi işte. Ve Yeniçeriler bu moralle istanbul'u fethettiler. Bizim tarihimizde psikolojik savaşı en iyi kullananlardan birinin Akşemseddin olduğunu söyleyebilir miyiz? .
Fatih, fetihten sonra Hz. Eyyup'un mezarının bulunduğu yere cami, türbe yaptırdı. Müslümanlar 557 yıldır Eyüp Sultan'ı ziyaret ediyor.
Sonuçta görülüyor ki, sorunun sorulmadığı yerde kutsal olaylar yaratma ve onu resmileştirme çok kolay gerçekleştiriliyor.
Ne diyor Sadi: "Sormaz ki bilsin, sorsa bilirdi; bilmez ki sorsun, bilse sorardı."

Soner Yalçın
Odatv.com
benim güzel kitabıma çamur atarak ve rahmana karşı gelerek kendini bir halt zanneden ve sözlükte dikkat çekmeye çalışan ve reklamın iyisi kötüsü olmaz kendimi göstereyim yeter düşüncesinde olan yazar ithamıdır. tasvip edilmememktedir. (bkz: lafını bilmeyen çavuşlar döner bokunu avuçlar)
(bkz: kuran ı kerim de matematik hatası yoktur) çok detaylı bir anlatım kullandım umarım buna da sade ve anlaşılır değil diyen çıkmaz.
sen bu yazının altına kuran'ı savunan bir yazı yazarsın. eleman da güler sana. altına entry girme kardeşim. girme. yazdığıyla dımdızlak kalsın madem.
insanların düşüncelerini ifade biçimine engel olmamak lazım. herkes inandığı değerleri saygı çerçevesinde ifade etsin, savunsun. ama kırıcı olmak, aşağılamak banada saçma geliyor. (bkz: kendine müslüman) olmamak lazım. ben şahsen islamı ve kurallarını tanıyorum. ama tanımayan insanlarıda aşağılamıyorum. neden derseniz, herkes müslüman olacak yada herkes müslüman olarak ölecek diye bir kaide yok. kaldı ki bizim inancımıza göre herkes kendi hesabını kendi verecek. annemiz babamız bile kıyamet günü bize yardım etmeyecek. kimse kimsenin kurtarıcısı olamayacak. ha o yüzden herkes kendi inancını yaşasın. kimsenin kimseye birşeyleri dayatmaya kesinlikle hakkı yok. nasıl ki kapanmak isteyen bir kıza devletin yasak koyması saçmaysa, aynı baskıyı ve dayatmayı diğer fikirlerede yapmak yanlıştır. saygılar hürmetler.
Seriat ortaminda ve din adami'nin elinde yetisen kisilerin ortak özelligi, birbirine ters, birbirine zit ve birbirini cerheden seyleri ayni zamanda benimseyebilmek veya benimsemis görünmektir. Bundan dolayidir ki müslüman kisi, hem bir yandan "Islam dini hosgörü dini'dir" diyebilir ve hem de ayni zamanda Kur'an'in: "Islam'dan gayri bir din'e inananlar sapiktirlar" seklindeki hükmünü benimseyebilir. Bu iki düsüncenin birbirine zit, birinin tersi oldugunu düsünmez. Hem bir yandan Kur'an'in "Din'de zorlama olmaz" seklindeki hükmüne sarilabilir ve hem de ayni Kur'an'in, "müsrikleri" (puta tapanlari) Islam'a zorlamak için, "Müsrikleri öldürünüz" seklindeki emrini rahatlikla uygulayabilir. Bu iki davranisin çeliskili ve bagdasmaz oldugunu farketmez. Farketse bile günah isleme korkusundan farketmemis görünür.
Bir yandan "Tanri dileseydi puta tapmazlardi" seklindeki seriat hükmüne inanirken diger yandan puta tapanlarin Cehenneme atilacaklarina dair hükmü dogal kabul etmekten geri kalmaz ve bu iki hükmün çelisir seyler oldugunu düsünmez. Düsünse bile düsünmemis görünür.

Bir yandan "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse ... kalbini dar ve sikintili kilar" seklindeki hükme inanir fakat ayni zamanda bu hükmün uzatmasi olan "Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir" seklindeki satirlari dogal bulur. Bu iki hüküm arasinda çelisme oldugunu aklindan geçirmez. Gecirse bile, gecirmemis görünür.

Bir yandan "Seriat dini, kadini yüceltmistir, yirminci yüzyilin ulasamadigi haklara eristirmistir; kadinin sahsiyet haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini öngörür" seklinde konusurken diger yandan: "Kadinlar aklen ve dinen dûn yaratiklardir; erkeklerin kadinlardan bir üstün dereceleri vardir; iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir; mirasta erkegin payi iki disinin payi kadardir; namazi bozan seyler esek, kara köpek, domuz ve kadin'dir; kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar; Cehennem'in çogunlugu kadinlardan olusur, vs..." seklindeki hükümleri öne sürebilir ve bunu yaparken çeliskiye düstügünü bilmez. Bilse bile, bilmemis görünür.

Sayisiz denecek kadar çok bu örneklerin ortaya vurdugu sonuç sudur ki seriat verileriyle yetisen kisi birbiriyle çeliski halinde bulunan din verilerini gerçegin ta kendisi olarak kabul etmekten geri kalmaz. Bu hükümlerin "kutsalligina" ve "mutlak gerçekligine" öylesine inanmistir ki bunlarda "çelisme", "tutarsizlik" ya da "bagdasmazlik" diye bir sey olabilecegini kabul etmez. Kabul etmek söyle dursun fakat kabul edenleri dinsizlikle suçlamaga hazirdir. Cünkü zekasi, seriat'in olusturdugu ortam içerisinde körletilmistir ve bu ortami olusturan da esas itibariyle din adamidir. Din adami'nin ona belettigi sudur ki Kur'an: "Dogrulugu süphe götürmeyen kitab'tir" (K.2 Bakara 2) ve "Eger o, Allah'tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bir çok tutarsizlik (bulunurdu)" (K. 4 Nisa 82)

Ancak ne var ki akilci bir gözle Kur'an'i okumaga basladigimiz an, daha ilk satirlarindan itibaren çelismeli hükümleri karsimizda bulur ve okumaga devam ettikçe bunlarin çoklugu içerisinde kayboluruz. Sadece bir kaç örnekle yetinmek üzere En'am Suresi''nden bazi hükümlere göz atmakla ise baslayalim: 107ci ayet söyle der: "Tanri dileseydi puta tapmazlardi" (K. 6 En'am 107). Bir kaç ayet ilerde su vardir: "Allah dilemedikçe inanmazlar" (K. 6 En'am 111) . Bundan anlasilan sudur ki inanmak ya da puta tapmak Tanri'nin dilegine baglidir ve eger Tanri dilemis olsaydi kisiler puta tapmazlardi.

Ancak ne var ki bu ayni En'am Sure'sinde: "... puta tapanlardan yüz çevir" (K. 6 En'am 106) diye yazilidir. Bunu pekistirir nitelikte olmak üzere Tevbe suresi'nde de puta tapanlarin öldürülmelerini emreden su ayet vardir: "...Müsrikleri (puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün,.." (K. 9 Tevbe 5). Bir baska deyisle, Kuran'a gore, Tanri kisiyi hem "putperest" (müsrik) birakmistir, ve hem de "putperest'tir" diye cezalandirmaktadir.

Yukardakine benzer bir diger örnek En'am Suresi'ndeki su ayet'dir: "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse... kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir" (K. 6 En'am 125). Dikkat edilecegi gibi ilk iki tümce ile son tümce çeliski halindedir. Cünkü ilk iki tümceye göre kisi'yi "Müslüman" ya da "Kafir" yapan Tanri'dir; fakat Tanri, kafir yaptiklarini Cehennem'e atmaktadir.

Yine Bakara Sure'sinin 6.ayet'i söyle der: "Süphe yok ki, inkar edenleri (kafir olanlari), baslarina gelecekle (azab ile) uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar" (K. 2 Bakara 6). Bu ayet'in hemen arkasindan su ayet gelir: "Zira Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir; gözlerinde de perde vardir ve büyük azab onlar içindir" (K. 2 Bakara 7). Görülüyor ki kisileri "kafir" yapan, onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürleyen Tanri'dir. Fakat böyle oldugu halde Tanri kendisinin "kafir" yaptiklarini, büyük bir azab'a sokacaktir.

Söylemeye gerek yoktur ki Tanri'nin insanlari, hem gözlerini ve kulaklarini mühürleyip kafir yapmasi ve hem de cezalandirmasi çelismeli ve tutarsiz bir davranistir. Fakat islamcilar bu hükümleri, sanki ortada çelisme yokmus gibi müslüman kisinin beynine sokusturuverir.

Yine bunun gibi Bakara Sure'sinde "Dinde zorlama yok" (K. 2 Bakara 256) diye yazilidir. Islamcilar buna dayanarak Islam'in hösgörü dini oldugunu söyler. Söylediklerini pekistirmek maksadiyle: "Süphe yok ki bu (Kur'an) bir ögüttür. O halde dileyen Rabbine götüren yolu tutsun..." (K. 73 Müzemmil 19) ya da "Muhakkak ki bu kitap bir ögüttür. Kim dilerse ondan ögüt alir..." (K.74 Müddessir 54-55) seklindeki ayetleri okur. Buna benzer diger ayet'leri ya da hadis'leri okuyarak seriat dininde inanç özgürlügü oldugunu savunur.

Fakat bunu yaparken, söyledikleriyle çeliskiye düsercesine, Islam'dan baska "gerçek din" olmadigini, bildiren, baska din ve inanca yönelenleri "sapik" ya da "kafir" olarak ilan eden, ya da Tanri'ya es kosanlari (müsrik'leri) ölüme götüren, daha baska bir deyimle inanç özgürlügünü ve hosgörüyü kökünden silen hükümleri siralar. Ornegin Kur'an'daki "Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün" (K. Tevbe 5; Al-i Imran 85) seklindeki emirleri açiklar. Ya da "Kitab Ehli" olanlara (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi savas açilmasini, Islami kabul ettirene ya da "Cizye" (kafa parasi) alinana kadar bu savasin sürdürülmesini öngören hükümleri belletmekten geri kalmaz. Islam dini'nin bu hükümlere dayali olarak yayildigini, Muhammed'in bu maksatla savaslar yaptigini, ölüm döseginde iken "Arap ceziresinde iki din bir arada bulunmayacak" diye vasiyette bulundugunu anlatmaktan bikmaz. Dinde "zorlama" olmadigini bildiren hükümlerle, "zorlamayi" öngören hükümlerin (ve eylemlerin) yan yana, içiçe bulunmasini çeliski saymaz.

Bir yandan: "Iyilik ve fenalik bir degildir... Sen fenaligi en güzel sekilde sav; o zaman seninle arasinda düsmanlik bulunan kisinin yakin bir dost oldugunu görürsün..." (K. 41 Fussilet 34) seklindeki hükümler, diger yandan bunlara ters düsen: "Ey inananlar...size kisas farz kilindi...Ey akil sahipleri kisas'ta sizin için hayat vardir..." (K. 2 Bakara 178-9), ya da ":Bir kötülügün karsiligi, ayni sekilde bir kötülüktür..." (K. 42 Sura 40) seklindeki hükümler bulunur Kuran'da. Hangi kötülüge hangi kötülükle karsi konulacagini da : "... hür ile hür insan, köle ile köle, kadin ile kadin..." (K.2 Bakara 178) ya da "... onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik...Allah'in indirdigi ile hükmetmeyenler, iste onlar zalimlerdir..." (K.5 Maide 45 ayrica bkz. Bakara 179) seklindeki hükümler de bulunur Kuran'da. Bir yandan öç almayi farz kilan bu emirlerle, ya da: "Sen de müsrikleri hicvü zemmet, yahud onlarin hicivlerine mukabelede bulun, Cibril'de seninle beraberdir" seklindeki Hadis'lerle 186 hasir nesir olurken diger yandan: "Her kim öç almayip bagislarsa iste bu hareket büyüklerin karidir" (K.42 Sura 43) seklindeki hükümler bulunur Kuran'da.

Inançlı olup olmama konusundaki çelişkili ayetler::

Kuran diyor ki:

Bakara/272. Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcarsanız, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız -hiç hakkınız yenmeden- karşılığı size tastamam ödenir.

Yunus/99. Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?

Başka bir ayette ise aynen şöyle diyor:

Tevbe/ 29. Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din islam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.

Bu ayet yukarıdaki ayetlerle tam çelişki içindedir. Herşeyi bilen Allah-varsa eğer- fikir mi değiştirmektedir ki, kendisinin inançsız yaptığı kişilerin üzerine müslümanları saldırtarak inançsızları zorla müslüman yapmaya çalışmaktadır. Bu ne çelişkidir.. Her seyi bilen ve onceden goren Allah-varsa eğer fikir degistirir mi? Kendi yarattiklarina hak dini kabul ettirmek icin baski uygular mi?

Kur'an'daki Sure'lerin ya da ayet'lerin ve bunlarda yer alan konularin bilimsel bir siralamasi diye bir sey yoktur. Bir konu'nun biteviye islenmesi diye de bir sey yoktur. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan çesitli sorunlar ve konular birbirlerinin içine girmistir. Ornegin ibadet'le ilgili hükümler hukuk'la ilgili hükümlerle, ya da efsanevi olaylarla karma karisik bir sekilde, iç içedir. Belli bir konuyla ilgili olay anlatilirken hiç yeri ve ilgisi olmadan bir baska olaya geçiliverir. Kisaca fikir edinmek üzere bir iki örnekle yetinelim ve Kur'an'in 2.ci Sure'si olan Bakara Suresi'ne göz atmakla ise baslayalim: Sure'nin 225 ila 238 ayet'lerinde "bosanma" ve "hülle" sorunlari ele alinmistir. Hukuk'la ilgili bu hususlar kurallara baglanirken birden bire karsiniza, bu sorunlarla ilgisi bulunmayan namaz kilma usulleri çikar ki ibadet'le ilgilidir (K. 2: 238-239). Iki ayet'ten ibaret bu hususun hemen arkasindan hukuk'la ilgili "bosanma" konusuna dönülür (K. 2: 240-242) hemen sonra, ve yine hiç ilgisi bulunmadigi halde, "savas" konusuna atlanir ve vaktiyle Yahudilere savas farzolundugu belirtilir, Talud ve Calud ordularinin bozguna ugratilmalari hikaye edilir ve yeryüzü düzeninin, insanlarin birbirleriyle bogazlastirilmasi suretiyle saglandigi anlatilir (K. 2: 244-252)

Gelisi güzel bir baska örnek olmak üzere "Ankebut" Sure'sini alalim. Söylendigine göre bu Sure'nin ilk on ya da ondört ayet'i Medine'de, geri kalan 59 ayet'i ise Mekke dönemi esnasinda Kur'an'a konmustur. Sure'nin basindaki ilk ayet'lerde Bedir savasinda ölenlerin sikayetlerine karsilik: "Hak ugrunda cihad eden ancak kendisi için etmis olur..." (K. 29: 6) seklinde yanit verilirken Ibn Ebu Vakkas ve anasi Hamna ile ilgili hikayelere yer verilmistir. Oglunun müslümanligi kabul ettigini ögrenerek üzülen ve müslümanligi terkedinceye kadar açlik grevi yapacagini söyleyen Hamna vesilesiyle Tanri'nin güya: "Eger ana baba, bana ortak kosman için seni zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme" (K. 2: 8) 187 seklinde konustugu yazilidir. Sure'nin 14ci ayet'inden sonraki kismi Mekke döneminde indigi için çok farkli konulara geçer ve Nuh'un , Ibrahim'in gönderilmesine atlar. Ibrahim'den söz ederken birden bire onu birakip Muhammed'e geçer ve (K. 29:18-23) sonra yine Ibrahim hikayesine döner ve biraktigi yerden alip devam eder (K. 29: 24-26); ederken de daha önceki bir Sure'de (ki 21. Sure olan Enbiya Suresi'dir) söyledigini (yani Tanri'nin onu atesten nasil kurtardigini) yeniden anlatir (K.21: 60-69), sonra Ishak ve Yakub'a ve Lut'a geçer (K. 29:27-28), ve sonra onlari birakir tekrar Muhammed'e döner (K. 29:29), sonra tekrar Ibrahim'e döner (K. 29:31) ve bu sefer daha önceki bir Sure'de (ki 11.ci Sure olan Hud Sure'sidir) söylemis olduklarini tekrarlar, sonra Suayb'in Medyen'e gönderildigine dair hikaye'ye geçer(K. 29: 36) ve bu sefer A'raf Suresi'nde (ki 7.ci Sure'dir) anlattiklarini yeniden tekrarlar, hemen sonra Ad ve Temud asiretleriyle ilgili masallara atlar (K. 29: 38), oradan Firavun ve Haman'a ve Musa'ya ait hikayeleri siralar.

Kuran'da, bazan ibadetle, hukukla ve efsane ile ilgili hususlar birbiri içine geçmis olarak yer almistir: örnegin Mü'minun suresi'nin basinda müslüman kisilerin, baskalarinin yaninda utanilacak yerlerini açmamalari emredilirken, ahitlere riayetin ve namazlarin vaktinde kilinmasinin geregi belirtilir, sonra birden bire insanin topraktan nasil yaratildigi, yer'in ve gök'ün nasil olusturuldugu, gökten nasil ölçü ile su indirildigi eklenir (K. 23: 12-21) Nuh ve diger peygamberlerle ilgili hikayelere geçilir (K. 23: 58) ve sonra "Ayet'lerimiz size okunuyor, siz ise gerisin geriye dönüyor, kibirleniyor (Kur'an hakkinda) ileri geri sözler söyleyor, ondan yüz çevirip uzaklasiyorsunuz" (K. 23: 67) seklindeki yakinmalara geçilir, daha sonra "(Tanri) asla ogul edinmedi" (K. 23: 92) diyerek devam edilir.

Bir diger örnek olarak Al-i Imran Suresi'ni ele alalim. Bu sure'de Uhud savasindan söz edilirken (K. 3 Al-i Imran 121-129) birden bire faiz yasaklarina geçilir (K. 3:30), hemen sonra Uhud savasi ile ilgisi bulunmayan baska konulara atlanir (K. 3: 130-142) ve tekrar Uhud savasi'nin anlatimina dönülür (K. 3: 143-148). Uhud bozgunundan dolayi Tanri'nin müslümanlari sorumlu tuttugu ve cezalandirdigi görülür (K. 3: 152-153); ancak ne var ki hemen akabinde Uhud felaketi'nin, Tanri'nin müslümanlari sinamasi, denemesi oldugu belirtilir (K. 3: 152)

Bu tür tutarsizliklar, uyumsuzluklar ve çeliskiler hemen her Sure'de kendisini gösterir. Bundan dolayidir ki, Kuran'in "Allah/Tanri sozu olmayip", bir insan, yani Muhammed tarafindan yazilmis oldugu sonucu cikmaktadir.

içki konusunda çelişkili ayetler:

Kuran'daki celiskilerden bir ornek de icki konusundadır. Bunlardan birinci ayette: "Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz." (Nahl-16/67) denilmektedir. Daha sonra bu ayetteki anlama karşı gelecek şekilde Bakara-2/219 ayetinde; "Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar; De ki o ikisinde de büyük günah vardır. insanların bazı faydaları varsa da günahları faydalarından büyüktür." (Bakara- 2/219) denilmektedir. Bir başka ayette "Ey insanlar! Sarhoş iken namaza yaklaşmayın." (Nisa-4/43) Ve başka bir ayette de: "Ey insanlar! Şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytan işidir. Pisliktir. Bundan sakınınız. Ta ki kurtuluşa eresiniz." (Maide-5/90) yazmaktadır. Görülmektedir ki, Kuran'da içki lehinde bir ayet ve içki aleyhinde 3 ayet ile bu konuda da çelişki mevcuttur. Aslında bu durum, Kuran'ın Allah'ın-varsa eğer- sözü olduğunu değil, bir insan eseri olduğunun bir diğer göstergesidir. Çünkü, bir Tanrı, aynı konuda çelişkili ifadeler kullanmazdı.

Nahl-16/67. Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar edinirsiniz. işte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır. *
Bakara-2/219. Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "ihtiyaç fazlasını" de. Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz. *
Nisa- 4/43. Ey inananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.
Maide-5/90. Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

Kuran Ve Seriat hükümlerindeki çeliskiler, ve tutarsizliklar konusunda Islamcilar'in tutarsız tutumu:

Seriat hükümleri içerisindeki çelismeler ve tutarsizliklar konusunda din adaminin bilim disi ve olumsuz bir tutumu vardir ki o da her seyden önce insan aklinin yetersizligini öne sürmek ve örnegin : "Celiskiler bize göredir, Tanri'ya ve Peygambere göre degildir" deyip isin içinden siyrilmaktir. Hani sanki "çelismeler", insanlarin gözünde "serab" gibi bir seydir ve aslinda yoktur da insanlar "çelisme varmis" gibi görüyorlardir!

Oysa ki çelismelerin varligi, daha islamin ilk anlardan itibaren farkedilmis ve gerek din bilginlerini ve gerek yöneticileri güç durumlara sürüklemistir. Ornegin Halife Osman, ya da Abdullah Ibn-i Amr gibi ünlüler Kur'an'daki ayet'lerin birbirleriyle çelisir olmasi yüzünden bazi hususlarda fetva veremez durumda kalmislardir 188.

Seriat verileri içerisindeki çelismelerin varligini inkar etmek üzere din adami'nin basvurdugu diger bir yol, Kur'an'in Tanri'dan gelen "son ve tek gerçek" Kitab olduguna, ve "geçmiste ve gelecekte onu batil kilacak olmadigina" (K. 41 Fussilat 41-2), ve Kitab'da bulunanlarin "kesin gerçekler olup bunun disinda baskaca gerçek olamayacagina" (K. Meariç 51), ve "yeryüzündeki her seyin apaçik Kitab'da tespit olunduguna" (K. Necm 75) dair ya da buna benzer hükümleri siralamaktir. Bunu yaparken sirtini özellikle su ayete dayar: "... Allah katindan gayri bir yerden gelseydi, (Kur'an'da) birbirini tutmaz bir çok seyler bulurlardi..." (K. 4 Nisa 82).

Ote yandan Islamcilar, çeliskilerin ve tutarsizliklarin ortaya çikmasini önlemek üzere sunu hatirlatir ki Kur'an ve Hadis hükümlerini tartismak, yalanlamak ve bunlar üzerinde süpheci olmak ya da bunlarda çeliski ve tutarsizlik oldugunu söylemek "günahtir", "dinsizliktir", "Tanri'ya ve peygamberine karsi gelmektir". Bu hükümler çeliskili görünse de, akla ve müspet ilme ters düsse de, bunlari hiç bir elestiriye ve tartismaya girismeden olduklari gibi kabul etmek gerekir.

Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami: "Allah ve peygamberine karsi gelenler ... alçaltilacaklardir... Biz apaçik ayet'ler indirmisizdir, bunlari inkar edenlere alçaltici ceza var..." (58 Mücadele 5), ya da: "Allah ve Resulü bir ise hükmettigi zaman (inananlara) artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah'a ve Peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur..." (K. 33 Ahzab 36) seklinde hükümleri gösterirken "Allah'in hükmüne uygun hüküm vermeyen kafirdir" (K. 5 Maide 44) ayet'ini ekler, ve benzer ayet'lerle "süphe" etmenin ya da Kur'an'da çeliski oldugunu söylemenin dinsizlik sayilacagini bildirir. "Dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlar helak olacaklardir" seklindeki hadis hükümlerini belirterek soru sormanin ve soru yolu ile din verilerine karsi gelmenin yasak oldugunu anlatir 189.

Kur'an'da çeliski olmadigini savunmak maksadiyle Islamcilarin basvurdugu bir diger yol, bazi ayet'lerin bazi ayet'lerle kaldirildigini öne sürmektir. Oysa ki hangi ayet'lerin hangileriyle kaldirildigi hususundaki görüs ayriliklari bir yana ve fakat böyle bir iddia, hani sanki Tanri her seyi diledigi gibi önce'den düzenleyemezmis ya da bilmezmis ve bazi ayet'leri yanlislikla yerlestirmiste sonradan hatasinin farkina varip düzeltmis gibi bir anlam tasir ki Tanri'yi küçültmek sonucunu dogurur.

Kaldi ki Kur'an'daki çelismeler, kaldirilmadigi kesin olarak bilinen ayet'leri kapsar ki bunlardan pek bariz olanlardan biri, Ebu Talib'in ölümü vesilesiyle Muhammed tarafindan Kur'an'a konmus olan su ayet'tir: "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse... kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir" ( 6 En'am 125).

Bu ayet'le anlatilmak istenen sudur ki Ebu Talib'in kalbini müslümanliga açmayan Tanri'dir ve Tanri onun müslüman olmadan ölmesini uygun bulmustur. Ancak gerçek bundan çok farklidir.

Bilindigi gibi Muhammed, kendisini bir baba gibi yetistiren Ebu Talib'i müslüman yapmak istemis fakat yapamamistir. Yapamayinca sorumlulugu sirtindan atmak üzere Tanri'nin keyfiligini öne sürmüs ve amcasinin müslüman olmayisini bu keyfilige baglamak üzere yukardaki formülü bulmustur. Ancak ne var ki ayet kendi içerisinde çeliskilidir, çünkü bir yandan Tanri'nin kisileri diledigi gibi saptirdigini belirtirken diger yandan saptirdiklarini Cehennem'e attigini anlatmaktadir.

Konuya biraz ilerde tekrar dönecegiz, fakat simdilik deginmek istedigimiz sudur ki seriat ortami içerisinde ve Islamcilarin elinde yetistirilen insanlarimizin seriat verileri konusunda süpheci olmalari, bu verileri elestiri konusu yapmalari ya da tartismalari mümkün degildir. Mümkün olmadigi içindir ki fikirsel gelisme yoluna girmeleri ve akilci düsünceye yönelmeleri güçtür. Düsününüz ki Ibn Rüst gibi ünlüler bile Kur'an'daki kissa'lara "masal" dedikleri için, din adamlari tarafindan dinsizlikle suçlandirilmislardir 190.

Kuran'daki Celiskilerin nedenleri:

Kuran'da gorulen çeliskiler ne gökten inmedir ve ne de din adaminin dedigi gibi "Tanri'ya göre degil, bize göredir". Bu çeliskiler, Kuran'in yaraticisi olan Muhammed ve onun yardimcilarindan kaynaklanmaktadir. (Bilindigi gibi, Muhammed, okur-yazar degildi ve Kuran'i olustururken okur-yazar yardimcilardan faydalandi). Kuran'i "Gökten indi" diyerek yarattigi dine taraftar toplamak isteyen Muhammed ve yardimcilarinin, çesitli durumlara ve farkli olaylara çözüm saglama siyasetinden dogmustur.

Konu ayri bir kitap olabilecek boyutta bulunmakla beraber pek kisa bir özet olarak söyleyelim ki Muhammed, kendisini Kureysli'lere peygamber olarak kabul ettirebilmek için ilk baslarda (özellikle daha henüz güçlenmedigi dönemde) Kur'an'a "Dileyen Rabbine giden yolu tutar" (K. 76 Insan 29) ya da "Her kese islediklerinin karsiligi ödenir" (K. 46 Ahkaf 19) seklinde ayet'ler koymustur. Böylece kisileri, eger müslüman olacak olurlarsa Cennet'e, olmayacak olurlarsa Cehennem'e gitmek gibi bir seçim karsisinda birakarak kendisine baglayabilecegini hesaplamistir. Daha baska bir deyimle müslüman olup olmamanin "kisisel irade" isi oldugunu, ve müslümanligi seçenlerin mükafatlara konacaklarini anlatarak, ve nasil olsa kisilerin kazanç yolunu (örnegin Cennet'e gitmeyi") tercih edeceklerini düsünerek, iyi bir taktik kullandigina inanmistir.

Ancak ne var ki bu usul ile pek basari saglayamamis ve fazla sayida taraftarlar kazanamistir. Kendisini bir baba gibi büyüten ve koruyan amcasi Ebu Talib'i bile, bütün cabalarina ve yalvarip yakarmalarina ragmen, müslüman yapamamistir. Yapamayinca, basarisiz kalmis gibi görünmemek için müslüman olup olmamanin Tanri'nin istegine bagli bir is oldugunu söylemis ve Kur'an'a: "Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar... kimi de saptirmak isterse...kalbini dar ve sikintili kilar... " (K.6 En'am 125) seklinde ayetler koymustur. Fakat "kafir'lerin" Cennet'e giremeyeceklerini belirtmek üzere "Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir..." (K. en''am 125) seklinde eklemede bulunmustur ki çeliskili durumu yaratan da budur.

Ayni durum, daha sonra Medine'ye geçipte oradaki Yahudileri müslüman yapmaga kalkinca da ortaya çikmistir. Onlari müslüman yapabilmek için ilk önceleri bir takim ödün'ler (tavizler) vermis olmasina ve örnegin Kible'yi Yahudilerin kutsal bildikleri Kudus yönüne cevirmesine ragmen sonuç alamamis, onlari müslüman yapamamistir. Sadece onlar bakimindan degil fakat putperest olan Arap kabileleri bakimindan da ayni basarisizliklara ugrayinca taraftarlarindan bir çogu: "Eger Muhammed gerçekten Peygamber ise, nasil olur da bu kisileri müslüman yapamaz?" seklinde konusur olmuslar ve bu tür konusmalar kuskusuz ki Muhammed'i telasa düsürmege yetmistir. Peygamberliginin süphe uyandirabilecegi endisesiyle onlarin bu tarz konusmalarina engel olmak istemistir. Bundan dolayidir ki, daha önce amucasi Ebu Talib'in ölümü sirasinda uyguladigi taktigi, bu vesile ile pekistirmek gerektigini anlamis ve putlara tapip tapmamanin, ya da müslüman olup olmamanin Tanri'ya ait bir is oldugunu söyleyerek, kisileri müslüman yapamamaktan dogma sorumlulugu sirtindan atmaya çalismistir. Bunu saglamak üzere Kur'an'a: "Tanri diledigini saptirir, diledigi dogru yola sokar" (K. 16 Nahl 93), ya da "Allah dileseydi puta tapmazlardi" (K. 6 En'am 107), ya da "Tanri kimin gönlünü islama açmissa o Rabbi katinda bir nur üzre olmaz mi?... Kimi saptirirsa ona yol gösteren bulunmaz" (K. 39 Zümer 22-23) seklinde (ve buna benzer) ayet'ler yerlestirmistir.

Görülüyor ki çeliskilerin asil nedeni günlük siyasetin olusumu ile ilgilidir: kisileri müslüman yapmak için "irade" özgürlügü ilkesine basvurulmus ve örnegin "Kim müslüman olursa o mükafata erisir" seklinde hükümler konmus ve fakat basari saglanamayinca bu sefer müslüman olmanin kisi iradesiyle ilgili bulunmayip Tanri'nin istegine bagli oldugu tezi'ne basvurulmustur. Bu ve buna benzer durumlar, seriat hükümlerinin birbirleriyle çelisir nitelikte olmak uzere ortaya çikmalari sonucunu dogurmustur.

Islamcilar tartisma ve soru sorma yollarini kapali tutmakla çeliskili düsünme aliskanligini sürdürür.

Nasil ki Hiristiyanlikta koca bir orta çag boyunca Incil 'in elestirilmesi ya da süphe konusu edilmesi büyük günah sayilir idiyse, nasil ki Isa ve anasi Meryem 'le ilgili hususlarda tereddüd'e düsmek ve örnegin Meryem'in bakire olmadigini söylemek dahi ateste yakilmayi gerektirmis ve din sorunlarini tartismak çesitli cezalarla önlenmis idiyse, ayni sekilde Islam'da da Kur'an'i ya da Muhammed'in yasamini elestiri konusu yapmak, akil kistasina vurmak da ayni ölçüde dehset verici sonuçlari dogurur olmustur. Ancak ne var ki Bati dünyasi akil çagi'na girmekle bu durumlara son vermis ve soru-tartisma usullerini her sorunun çözümü yapmis, her seyin temeli haline sokmus oldugu halde Islam'da böyle bir gelisme görülmemistir.

Her ne kadar islamcilar Kur'an'i öne sürerek, örnegin: "Bilmiyorsaniz kitaplilara sorun..." (K. 16 Nahl 43-44) seklindeki ayet'leri göstererek soru sormanin yasaklanmadigini söylerlerse de dogru degildir. Cünkü bir kere bu ayet'lerde, Tanri'nin daha önce peygamber olarak erkeklerden baskasini göndermedigi belirtilmis ve: "Eger bilmiyorsaniz, (kitaplilara) bilenlere sorun" denmistir. Bunun Kur'an hükümlerini tartismakla ilgisi yoktur.

Ote yandan din adami, Kur'an'da belirtilen hususlarla ilgili sorularin "memduh" (uygun) ve "mezmum" (uygunsuz) olmak üzere ikiye ayrildigini ve "uygunsuz" soru'larin "fuzuli" sayildigini ileri sürer. Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir ayirim keyfilige dayali olup soru sorma olasiligini yok kilar nitelikte bir seydir. Cünkü bir kere sorulacak soru'lari "uygun", ya da "uygunsuz" diye ayirima vurdugunuz an, soru sormayi yasaklamis olursunuz. Nitekim din adamlarimizin bugün dahi yaptiklari budur. Nice sayisiz örneklerden birini verelim: Diyanet Isleri Baskanligi'nin yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari... adli yapitin 4.cildinin 536.sayfasinda Muhammed'in, kendi öz anasi Emine için dua ("istigfar") etmek üzere Tanri'dan izin istedigine ve fakat Tanri'nin ona bu izni vermedigine ve vermedigi için anasina magfiret dilemedigine dair Ebu Hüreyre' nin rivayet ettigi bir Hadis vardir. Bunu okuyan bir kimse, hakli olarak kendi kendisine: "Pek iyi ama, Muhammed bir çok vesilelerle -'Analariniz sizi binbir fedakarlik ve zahmete katlanarak yetistirmistir, onlara dua edin... Analarin ayaklari altindan Cennet'ler geçer-' seklinde konusurken, kendi anasina neden dua etmez?" diye sormak ve bunun cevabini almak ihtiyacindadir. Ancak ne var ki böyle bir soruyu tartismak ve buna akilci bir yanit aramaktan islamcilar kacinirlar, günah islemekten korkarlar dusundukleri icin bile..

Yine bunun gibi Kur'an'da, biraz önce belirttigimiz gibi, Tanri'nin, kimi kimselerin gönlünü açip onlari müslüman yaptigina ve Cennet'e aldigina ve kimilerin de gönlünü kapatip kafir kildigina ve Cehennem'e attigina dair ayet'ler vardir (Ornegin En'am 125; Nahl 93; Zümer 22-23 vs...). Söylemeye gerek yoktur ki akla ve mantiga ve Tanri'nin yüceligi fikrine aykiri düsen böylesine keyfi bir davranis karsisinda soru sormamak, susup oturmak mümkün degildir. Ancak ne var ki din adami, islami verilere dayali olarak, size bu olanagi tanimaz; "uygunsuz" soru sordunuz diye sizi, en azindan zindiklikla suçlar, ve biraz daha israr ederseniz, çesitli usullerle "Cehenneme" yollar...!

Ote yandan din adami, sadece sorulari "uygun" ya da "uygunsuz" ayirimina baglayarak degil fakat bir de fazla soru sormanin günah olacagini hatirlatmak suretiyle sizi susmusluga zorlar; dayanagi yine seriat verileridir. Gerçekten de din adami'nin belletmesine göre Muhammed, Tanri'nin igrenç bildigi üç seyden birinin "Kesret-i sual" (fazla soru) oldugunu bildirmis ve: "Ben sizi bir seyden nehyedersem, ondan içtinab ediniz, bir seyin ifasini emredersem , onu da ...yerine getiriniz" demis ve dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlarin helak olacaklarini eklemistir.

Din adami, bundan baska bir de Kur'an'nin: "Size açiklaninca hosunuza gitmeyecek seyler sormayin" (K. Maide 101-102) seklindeki ya da buna benzer diger ayet'lerini öne sürerek mü'min kisileri soru sormak ve hele tartismak hevesinden uzak kilar 191. Cünkü soru sorma ve tartisma geleneginin islam dini'ni temellerinden sarsabilecegi görüsüne saplidir. Sunu bilir ki Emevi 'ler ve Abbasi 'ler döneminin bazi halifeleri zamaninda din sorunlarinin tartisilir olmasi, islamin özüne bagli çevrelerce bu sekilde kabul edilmis ve önlenmis ve bu ise girisenler "dinsiz" ve "bilgisiz" diye bellenmis ve bu tutum bugüne dek sürüp gelmistir. Gerçekten de bu halifeler döneminde yer alan fikir alis verisi sirasinda Kur'an'in bile Tanri sözleri degil fakat insan yapisi bir kitap oldugu öne sürülmüs ve bu tür egilimler seriatçilara pek tehlikeli görünmüstür.

Bundan dolayidir ki islamcilar, 20.yüzyilin bitmek üzere bulundugu bu uygarlik döneminde dahi insanlarimiza, yemek yerken yemek kabina sinek düsecek olursa, sinegin disarda kalan kanadini yemegin içine batirip sonra çikarip atmalarini, ve çünkü bunun bir "Peygamber emri" oldugunu, "peygamberin söylemesine göre" sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbüründe sifa bulundugunu ve "idrak sahibi" olan sinegin önce zehirli kanadini yemege soktugunu ve bu nedenle eger diger kanat iyice yemege batirilacak olursa hastalik olmayacagini belirtirlerken, bazi kimselerin: "Bir sinegin iki kanadinda nasil olur da hem da (hastalik) hem deva (hastalik giderici ilaç, çare vs...) olan iki zid hassiyet bir arada toplanmis? Sonra hakir bir sinek nasil olur da yiyecek içine önce zehirli kanadini sokmayi, deva olan kanadini geri birakmayi bilebilir?" seklinde soru sormalarini "günah" saymakta ve soranlari en azindan "inatci cahil" olarak tanimlamaktadirlar 192. Buna benzer daha nice örnekleri siralamak mümkün.

Kisi özgürlügü bakiminda önemli olan sey sadece soru sormak degil fakat din emirlerini tartismak ve gerektiginde kinamaktir. Iste Islam'in, daha ilk anlardan itibaren önlemek istedigi sey, asil bu olmustur. Bundan dolayidir ki Kur'an'in Tanri sözleri olmadigini söylemek ya da Muhammed'in yasam ve davranislarini elestirmek ya da buna benzer görüsler öne sürmek, dehset verici cezalara baglanmistir ki bunlar arasinda ellerin ve ayaklarin "çaprazlama kestirilmesi" gibi olanlari vardir (Bkz. K. Maide: 5). Unutmayalim ki dünyevi nitelikteki bu çok korkulu ve dehset verici cezalari, bir de gelecek dünya Cehennem'lerinin kaynar ateslerinde yakilmak gibi olanlari tamamlar. Din adamlarimiz için bu tür cezalar sistemini ayakta tutmak kadar kazançli ve mutluluk yaratan baska bir sey yoktur. Oysa ki insanlik tarihi boyunca elestiri ve tartisma olasiligina yer vermeyen hiç bir sistem gerilikten çikamamistir.

Kaynak: Ilhan Arsel'in "Din Adamlari" adli eserinden yararlanilmistir.
"kölelik insan usunun açınımı yani köleliği reddetmesi ile protestanlık dinin kurucusu m. l. king tarafından kaldırılmıştır."

neresini düzelteyim ve burada ne diyor? ismi martin luther olan herhangi biri herhangi bir zamanda köleliği kaldırmadı. köleliğe karşı mücadele veren zenci insan hakları savunucusunun adı martin luther king jr. protestanlığı kuran alman teologun adı martin luther aralarında kabaca 500 sene ve bir okyanus var.

ve dediğim gibi köleleliği kaldırmışlığı yok her ikisinin de...
Kur'an'dan mucize aramak son yıllarda müslümanlar arasında "hobi" niteliğinde bir uğraşı haline gelmiştir, aslında müslümanların böyle "sözde" mucizelere ÇOK ihtiyaçları vardır...

Mucize aramak islamcıların büyük bir saplantısı eskiden beri, eskiden dünyanın düz olduğuna inanılan bir dönemde de islamcılar dünyanın düz olduğuna dair Kur'an'dan "işaretler, mucizeler" buluyordu, artık devir değişti şimdi de yuvarlak olduğuna dair ayetler bulup "mucize" şeklinde sunuyorlar! Bunun üstüne bir de "zemzem suyu mucizesi", dağda taşta Allah yazısı mucizesi gibi saçma sapan iddialar, islam gibi bir dinin kendini gayri müslimlere kabul ettirebilmek için illa ki mucizelere ihtiyacı olduğunu kanıtlıyor. Sürekli, Kur'an'ı çağa UYDURMA uğraşı var şimdi "mucize" diye iddia edilen şeyler ilerde değişirse bilim aksini söylemeye başlarsa o zaman da müslümanlar yine "kıvıracak" ve Kur'an'ı o zamanın görüşlerine uydurmaya çalışacaklar.

Mucize ararken genel olarak yapılanlar ve durum şudur:
1) Amaca uygun Kur'an çevirileri kullanmak, ayrıca ayetleri bilimsel verilere uydurmaya çalışmak(en çok karşılaşılan durum budur)
2) "Kur'an zamanında bilinmesi mümkün değil" denilen birçok bilginin Kur'an dan yüzyıllar önce bilinmesi durumu.Daha önemlisi Muhammed'in bu kişilerle bazı ilişkilerinin olduğunun kanıtlayan bazı kaynaklar!
3) Kur'an da bulunan bazı "mucize" iddialarının Kur'an dan önceki kitaplarda bulunması...

Bu yazımda Kur'an'daki çeşitli mucize iddialarına değineceğim, aşağıdaki yazı daha sonra güncellenecek ve genişleyecektir.

1)Atmosferin "7 katmanlı" olmasıyla ilgili bilginin Kur'an da verildiği iddiası:

Ayetler:
Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 29)

"Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?" (Nuh Suresi, 15)

Bu ayetlerle atmosferin katmanları konusunun hiçbir ilgisi yoktur...Kur'an daki "yedi gök" ifadesinin ilgili hadislere de bakılırsa bambaşka konularla ilgisi olduğu görülür...

Harun Yahya sadece işine gelen ayetleri ve işine gelen kısımlarını yazmıştır.. Mesela aşağıdaki ayetlerde EN YAKIN GÖĞÜN YILDIZLARLA DONATILDIĞI YAZMAKTADIR:

67:5- Andolsun biz,en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.

41:12- Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. işte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir. (görüldüğü gibi Kuran 7 gökten bahsettikten sonra en yakın göğü kandilerle donattık diyor!!!)

YILDIZLAR ATMOSFER KATMANLARINDA (hele EN YAKIN GÖKTE/troposferde)
OLAMAYACAĞINA GÖRE Kur'an'ın atmosferin katmanlarından bahsettiği iddiası çürür...

Kur'an daki 7 gök değimi bazı islam alimlerince "cennete giden 7 yol/gök" olarak yorumlanmıştır..

Ama 7 gök ile ilgili ifadeleri eski uygarlıklar da kullanmışlardır.

Eski putperest Araplar güneşin, ayın,Satürnün Jupiterin, Mars'ın ve Merkür'ün ve Venüs'ün gökteki bu 7 objenin ilahlar olduğuna inanıyorlardı(bu gezegenleri çıplak gözle görebiliyorlardı)

Haftada günler de bundan türemiştir...
ingilizcelerine dikkat edelim..

Saturday
Sunday to Sun (Dies Solis),
Monday to Moon (Dies Lunae),
Tuesday to Mars (Dies Martis),
Wednesday to Mercury (Dies Mercurii),
Thursday to Jupiter (Dies Jovis)
Friday to Venus (Dies Veneris).

Ayrıca Muhammed'in bu "7 gök" inancı Yahudilikte de bulunuyordu yani yeni birşey değildir..

Bu 7 göğün atmosfer katmanlarıyla ilgisi olmadığı bazı hadislerin bunları açıkça açıklamasıyla daha iyi anlaşılabilir...

2)Kur’an’ın bilimsel bir şekilde "yörüngelerden" bahsettiği idiası:

Ayetler:
"özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış" (Zariyat Suresi, 7)

Ayete bakalım..

Zariyat 7- "Yollara sahip göğe andolsun ki,(elmalılı)"

Görüldüğü gibi Kur'an daki bu ayet bilimsel verilere yaklaştırmak/uydurmak uğruna "yollar" ya da benzeri anlamdaki kelime, "yörünge" diye çevrilmiştir!!!

Bir de şu ayetler:

"Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor". (Enbiya Suresi, 33)

"14:33- Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi"

ilk önce çok çok önemli olan birşey dikkatimizi çekiyor bu ifade sayesinde Kur'an'ın ne demeğe çalıştığına dair önemli bir ipucunu yakalıyoruz..

Günaş-ay bunlar "yörüngelerinde yüzüyor" peki ya NEDEN DÜNYADAN BAHSEDiLMiYOR?!?

Eğer Kur'an dünyadan bahsetseydi gerçekten bu ayet bir mucize olurdu! Ama tabi ki Kur'an ın hiçbir yerinde "dünya yörüngesinde hareket ediyor" diye bir bilgi yoktur...

Güneş...ay...

Güneş, hakikaten de eski toplumlara göre hergün DOĞUDAN BATIYA “yörüngesinde yüzer” ay da aynen öyle...Kur'an ın demeğe çalıştığı da budur

Aslında Kur'an da bu ayette bilimsel bir mucize olacağına bilimsel bir "hata" olduğu bile savunulabilir.Çünkü Muhammed'in gerçekten çıplak gözle , güneşin doğudan batıya "hareket ettiğini" düşünmüş olma olasılığı fazladır...

Şu ayet bizi bu konuda şüpheye düşürür...

"36:40- Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler."
Yani Muhammed'in gerçekten de güneşin dünya etrafında hareket etiğinden ve aya çarpmaması/çatmamasından bahsettiği güçlü bir olasılıktır

Yani Muhammed'in "güneş,ay yörüngelerinde yüzüyor" sözüyle anlatmak istediği tabi ki Ay'ın dünyanın etrafında döndüğü ya da bilimsel anlamda "yörüngesi" olduğu değildir...Sadece, bazı hadislerde de açıkça belirttiği gibi (Taberi Volume 1 yaratılış ve Tufan ile ilgili bölüm sayfa) ,Güneşin " kendisi için belirlenmiş bir alanda" periyodik olarak KENDi YOLUNDA doğudan batıya hergün hareket ettiğidir...Bu hareketin de "Allah tarafından kendisi için belirlenen yörünge/kader/yol" olduğudur..

Zaten Muhammed'in çıplak gözle gördüğü de bu olaydır..Aynı şey ay için de geçerlidir...

3)Kur'an ve embriyoloji

Ayetler:

"Ali imran / 6 Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir"

"22:5. Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim.........................."

"Müminun / 13 Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik"

"Müminun / 14. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik."

"39:6- O, sizi bir nefisten yarattı. Hem sonra onun eşini de ondan var etti. Sizin için yumuşak başlı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor."

Bu bilgiler Muhammed'den yüzyıllar önce Yunanlı Galen’in yazmış olduklarıyla çok büyük paralellikler göstermektedir..

ilk önce bazı ayetlerde geçen "alaka" ya da "alak" sözcüğü bazı çevirilerde "aşılanmış yumurta" olarak gösterilmiştir..ve bilimsel bir anlam yüklenmeye çalışılmıştır...

Ama "alak" kelimesi için birçok çeviride(hem Türkçe hem ingilizce) kullanılan sözcük basitçe "pıhtı" ya da "kan pıhtısı" dır...

Birkaç çeviride de "yapışıp kalan birşey" gibi kelimelerle sözcüğe bilimsel anlamlar yüklenmeye çalışılmıştır..

Kur'andaki bu konuyla ilgili ayetleri toplarsak karşımıza şu sonuç çıkar:

Doğum öncesi Kur'an ın bildirdiği safhalar:

Safha1: "nutfa" yani sperm
Safha2:"Alak" yani "kan pıhtısı",
Safha3: "mudahgha" yani "bir et parçası"
Safha4: "adaam" yani kemikler
Safha5: Kemiklerin kaslarla örtülmesi

(BU AŞAMALAR MUHAMMED'DEN YÜZYILLAR ÖNCE YAŞAMIŞ GALEN'iN BiLDiRDiKLERiYLE BÜYÜK PARALELLiK GÖSTERiR)

ayetlerde anlatılanlar Kur'an'ın sanki bilimsel bir hata yaptığı izlenimini vermektedir..
Çünkü;

Cenin'in oluşumunda "pıhtı" ya da "kan pıhtısı" ile alakalı bir safha yoktur(Dr. William F. Campbell)

Kur'an daki bir bilimsel hataya daha değinelim...

"2:259...................Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?"

Kaslar ve kıkırdaklar kemiklerden önce aynı zamanda oluşmaya başlar sekizinci haftanın bitiminde ancak kemikleşme oluşumları görülür fakat ceninde kemikleşme oluşumlarından önce zaten kas hareketleri ve oluşumları gözlenmektedir...

Yani kemiklerin oluşması ve üstüne etler giydirilmesi tanımı yanlıştır,kaslar kemiklenmiş kemiklerden önce zaten vardır...

Yani Kur’an ın yukarıdaki ifadesi hatalıdır bu ifadeyine Galen'in düşündükleriyle paralellik gösterir...Galen'in yaptığı bazı hataları aynen Kur'an da tekrarlanmıştır...

Yani şurası kesindir ki "Kur'an zamanında bilinemez" denilen bu basit bilgiler Muhammed'den önce yaşamış eski Yunanlı doktorlar tarafından bilinmektedir ve elimizde onlara ait eserler vardır...

ilk önce Hipokrat'ı inceleyelim...(MÖ 460)

Hipokrat'ın yazılarında;

Annenin kanının pıhtılaşması:

"Tohum(embriyo),...zarın içinde.....Annesinin kanı dolayısıyla büyür rahime iner..."(ingilizcesinde bölüm 14 sayfa 326)

Beden:
"bu aşamada annenin kanının pıhtılaşması ve inmesiyle ET OLUŞMAYA BAŞLAR"(ingilizcesinde aynı sayfada bölüm 14 sayfa 326)

Şimdi Kur'an için gösterdiğimiz aşamaları Hipokrat için gösterelim..

Safha1: Sperm
Safha2:Annenin kanının zara inmesi
Safha4:Kemikler

Milattan önce 460 yıllarında yani Muhammed'den yüzyıllar önce yaşamış Hipokrat'ın yazılarında bu bilgileri bulabiliyoruz ve bu bilgiler Kur'an ınki ile büyük paralellik gösteriyor!

Yine milattan önce 350 yıllarında yaşamış "Aristotle" nin "On the generation of Animals" adlı eserinde şu bilgiler yer alır:

ingilizcesinde bölüm 654 b de Aristotle, etin kemiklere "sarıldığını" "liflerle takıldığını" bildirir..

Yine bu bilgiler Kur'an ile çok büyük bir paralellik gösterir
Safha1:sperm
Safha2:Regl kanı
Safha3:beden/et
Safha4:kemikler
Safha5:Etlerle beraber büyümesi

GALEN'e bakalım:

Galen Ms131 de doğmuştur.
"De semine" adlı kitabında ingilizcesinde sayfa 50 de Galen Aynı Kur'an 76:2 deki bilgiyi vermiştir yani" bir damla karşık sudan" ayeti Galen'in verdiği bilgilerle %100 benzerdir..

Kitabında Ceninin ilk başlarda şekillenmemiş olduğundan daha sonra kemikleşerek "etlenerek" büyümesinden bahsetmiştir...Aynı Kuran 23:14 de olduğu gibi!!!!!!

Şimdi Galen'inkine bakalım:
Safha1: iki "semen"
Safha2:+ regl kanı
Safha3:ŞEKiLLENMEMiŞ VÜCUT
Safha4:KEMiKLER
Safha5:ETLER KEMiK ÜZERiNDE BÜYÜR

Görüldüğü Muhammed den önce yaşamış Galen Kur'andaki bilgileriçok önce vermiştir...

Peki Muhammed kendisinden çok daha önce yazılmış bu bilgilere nasıl ulaşmıştır veya nasıl duymuştur?

Ms528 de Kuzey Arabistanda konuşulan dil "Süryanice" idi

Bu yıllarda "Sergius al-ras Ayni" adlı kişi (Ms 536 da ölmüştür) GALEN'iN 24 KiTABI DA DAHiL OLMAK ÜZERE TIPLA iLGiLi BAZI ESERLERi GREKÇE DEN(YANANCADAN) SÜRYANiCE YE ÇEViRMiŞTiR

Aristotle'nin Hipokrat'ın Galen'in eserleri o bölgede zaten süryanice ye çevrilmişti okunabilir olarak bulunuyordu(The Role of the Nestorians and Muslims in the History of Medicine, Allen O. Whipple, 1967, Princeton Univ. Press, p. 16)

Daha sonra Araplar Nestorians lara bu çalışmaları Arapça'ya çevirtti.
Süryanice ve Arapça birbirine çok yakın diller lduğundan bunu yapmak çok kolaydı..

Muhammed zamanında Arabistan da bu bilgileri bilen kişiler tabi ki bulunuyordu(Mesela bunlardan biri "Harith ben Kalada"(Ms550 de Ta'if de doğmuştur)
Bu şahıs Yemen'e ve iran'a seyahatler yapıyor Galen,Aristotle ve Hipokrat ın "buluşları" konusunda kendisini geliştiriyordu...
Bu kişi daha sonra iSLAMIN BAŞLADIĞI ZAMANDA Arabistan'a geri döndü ve doğduğu yerde "Ta’if" te oturmaya başladı

Dr. Dr. Lucien LeClerc "Histoire de la Médecine Arabe" adlı kitabında şöyle yazmıştır:

"Harith Ben kalada Jandi Shapur'da tıp öğrenmiştir..Muhammed bu konulardaki bilgisinin bir kısmını Harith Ben kalada'ya borçludur" (LeClerc, op.cit., p. 123.)

Ayrıca Muhammed ile ilişkisi olan "tıp konusunda bilgili" insanlardan biri de "Nadr ben Harith" idi..

Bunun gibi birçok kişi vardır...

Görüldüğü gibi Hipokrat tın da tıp konusunda bazı hataları vardı Aristotle'nin de "Galen'in de onlardan kopya eden KUR'AN'IN DA!!!

Bir de müslümanların bilimsel olarak yorumlamaya çalıştığı şu ayet:

"39:6- O, sizi bir nefisten yarattı. Hem sonra onun eşini de ondan var etti. Sizin için yumuşak başlı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor"

"Üç karanlık içinde" cümlesi çeşitli islam alimlerince bambaşka şekillerde yorumlanmıştır ama günümüzün "Kur'an araştırmacıları" bu ayeti de bilimsel bazı verilere uydurmaya çalışmaktadır....

FAKAT MUHAMMED BU ÜÇ KARANLIK iLE iLGiLi KONUYU DA DiREK SAĞDAN SOLDAN DUYDUĞU KiŞiLERDEN ALIP KUR'AN A KOYMUŞTUR BU BiLGi HiPOKRAT'IN ESERLERiNDEN GELiR...

Hipokrat'ın eserlerinde bu "üç karanlık" konusu ayrıntılarıyla açıklanmıştır...
Muhammed o dönem için bilimsel sayılabilecek bu konuları ilişki içinde olduğu + sağdan soldan duyduğu bilgileri Kur'an a geçirmiştir bu konuyu ortaçağ düşünürü "Ibn Qayyim al-Jawziyya" şu şekilde açıklamıştır..

"Hipokrat....bazı zarlar ilk önce oluşur diğerleri ikinci ayda diğerleri ise üçüncü ayda....demiştir..BU NEDENLE ALLAH “Sizi analarınızın karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa yaratıp duruyor" şeklinde buyurmuştur..Bu zarlardan her birinin kendi 'karanlığı' vardır.Allah bu yaratılış aşamalarını/bir aşamadan diğerine geçişi ima ettiğinde bu 'zarların karanlığını'da ima etmiştir..Ayrıca Hipokrat 'kulaklar açıldı, ve sıvıyla dolu gözler' BU NEDENLE MUHAMMED beni yaratan işitmemi ve gözlerimi açana ibadet ederim"

1. (Ibn Qayyin (Damascus, 1971) Tuhfat: Tuhfat al mawdud bi ahkam al-mawlud, pp. 254-291
2. B. Musallam, op. cit., p. 56 )

SONUÇ:

Sonuç şudur:

"Muhammed zamanında bilinmesi mümkün değil" denilen bilgiler Muhammed'den yüzyıllar önce biliniyordu.Ayrıca Muhammed'in yaşadığı zamanda ve Muhammed’in çevresinde bu bilgileri çok iyi bilen eğitimli kişiler vardı...Bunların Muhammed ile ilişkisini kanıtlayan çok sayıda kanıt vardır...

Ki zaten Hipokrat'ın Aristotle'nin Galen'in ve dolayısıyla Kur'an ın bu SADECE ZAMANINA GÖRE BiLiMSEL SAYILABiLECEK bilgilerin bugün önemli yanlışlar da içerdiği modern tıp tarafından kanıtlanmıştır...

21:104 -" Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi, katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz bunları yaparız."

Kur'an da geçen "göklerle yer bitişik iken onların ayrılması" cümlesinin Big Bang ile ilgisi olduğu tam olarak açık değildir...

Farzedelim ki gerçekten bu ayet Big Bang'i anlatıyor(varsayım)

Kur'an'dan çok çok önce yazılmış Hindu kutsal kitapları Brahmana’larda ve Upanishad'larda "KOZMiK YUMURTANIN BÖLÜNÜP PARÇALANMASI/yarılması" ve sonrasında evrenin oluştuğu ifadesi aynen bulunmaktadır..Üstelik "kozmik yumurta" kelimesi aynen bugün bazı bilimsel çevrelerde de kullanılmaktadır...

Yani herşey "bitişik" iken ayrılmıştır
Sümer metinlerinde de üstü biraz kapalı olmakla beraber bu herşeyin "ayırıp,bölünüp yaratılması" ifadesi aynen kullanılmıştır...

Bu "ayrılma" konusu çok açık olmamakla beraber Tevrat'ta da bulunur...

Sonuçta Kur'an'daki bu düşünce orijinal değildir..Kur'an'dan çok çok önce başka "kutsal kitaplarca da dile getirilmiştir...

Sözde "big crunch" ı ifade eden ikinci ayete baktığımızda ayetin Big crunch olayına yorumlamak için oldukça uğraşıldığını görüyoruz....

Yine de bu ayetin "big crunch" ı ifade ettiğini varsayalım...

Big Crunch HiPOTEZi (evet sadece bir hipotez) bilimsel çevreler tarafından artık ciddiye alınmamaktadır...

Çünkü son yıllarda yapılan deneyler göstermiştir ki evren "bir kitap ya da kitabın sayfalarının dürülmesi gibi" "big crunch" a uğramayacak TAM AKSiNE genişlemeye devam edecektir..Çeşitli bilim adamlarının görüşü budur...Big Crunch hipotezi 2002'den beri,çoğu bilim ad göre geçerliliğini yitirmiştir...(1)

Ayrıca Enam suresi 110'da söz edilen evrenin "yoktan var olduğu" ayeti değişik çevirmenlerce değişik şekillerde çevrilmiştir..(bkz.Y.N. Öztürk çevirisi)..zaten bu "yoktan var olma" konusu da yine Kur'andan çok çok önce yazılan Hint metinleri Rig-Veda'da ve upanishad'larda bulunur(2)

Zamanın izafiliği 1400 yıl önce mi açıklandı?
Ayetler:

32:5-" O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O'na yükselir"

70:4- "Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar."
Eğer bu ayetler gerçekten "zamanın izafiliği"ni anlatıyorsa Kur'an'dan yüzlerce yıl önce yazılmış şu Tevrat ayetine ne diyeceğiz?
Mezmurlar 90:4 " Çünkü senin gözünde bin yıl geçmiş bir gün, dün gibi bir gece nöbeti gibidir"
Ayrıca incil de de benzer ifadeler bulunur:
2 PE 3:8 " Sevgili kardeşlerim, şunu unutmayın ki, Rab'bin gözünde bir gün bin yıl ve bin yıl bir gün gibidir."
Bazı müslümanlar gerçekten Kur'an dan en küçük bir şey bulduklarında heme mucizevi olduğunu iddia etmekte bir numaradırlar!!!
Kur'an ve evrenin genişlemesi iddiası:
Ayet:
51:47- "Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz".(Elmalılı)
51:47- "Göğe gelince onu biz ellerimizle kurduk,hiç kuşkusuz biz genişleticileriz" (Y.N. Öztürk)
Bilimsel bir teoriye göre "evrenin genişlemesi" konusu gündeme gelmeden önce ilgili ayetin BÜTÜN çevirileri "biz geniş kudret sahibiyiz" şeklinde idi...

Öyle ki eski çevirilere baktığımızda hepsinin "geniş kudret sahibiyiz" şeklinde çevrildiğini görüyoruz..

Ama ne zaman bu konu gündeme gelmeye başladı esnek Arap dilinin olanakları kullanılarak ilgili ayet "biz evreni genişletmekteyiz" şekline dönüştürüldü!...

ilgili ayet ile evrenin bilimsel olarak genişlemesi arasında bir bağ kullamak son derece güçtür...

Bu ayetten çok daha açık bir biçimde, aynı konudan söz eden, Kur'an'dan yüzyıllar önce yazılmış Tevrat ayetlerine baktığımızda;

işaya 42:5 "Gökleri yaratıp GEREN, yeryüzünü ve ürününü seren dünyadaki insanlara soluk,orada yaşayanlara ruh veren Rab...."
işaya 51:13 Sizi yaratan, gökleri GEREN......
işaya 40:22"............Gökleri PERDE GiBi GEREN,........."

Kur'an'daki zorlama Arapça ayettten çok daha açık bir biçimde konuya değinildiğini görüyoruz...

Tabi bu ayetin bilimsel olarak kesinlikle "evrenin genişlediğinden" söz ettiği %100 iddia edilemez yalnız Kur'an'da ilgili ayetin orijinal arapça ifadesinden ÇOK DAHA AÇIK bir şekilde bu "genişleme" konusuna uyarlanabileceği söylenebilir...

Sonuçta Kur'an'daki ilgili ayet zorlama yöntemlerle "evreni genişletiyoruz" şeklinde saptırılsa bile Kur'an'ın orijinal bir düşünce getirdiği söylenemez..

Yeryüzünün en yakın bölgesi mevzusu:
Ayetler:

30:2-3 "Yenilgiye uğratıldı Rum,yeryüzünün en yakın/en alçak yerinde..."(Y.N.Öztürk)
Ayetteki Arapça esnek olan bir ifade (aslen en yakın al gelir) en ALÇAK şeklinde de yorumlanarak Lut gölü civarında yenilen "Rum"un gerçekten de yeryüzünün el alçak yerinde (Lut gölü) yenildiği iddia ediliyor...

ilk önce Yn.Öztürk dışında çeşitli çevirilere bakalım:

30:3. "Arapların bulunduğu bölgeye en YAKIN bir yerde onlar, Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir." (Diyanet)
30:3- "YAKIN bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir"(Ali Bulaç)
30:3. (Arapların yaşadığı) bölgeye en YAKIN yerde... Yenilgilerinden sonra yeneceklerdir" (Edip Yüksel)
30:3-"yeryüzünün YAKININDA; ama onlar bu yenilgilerinin arkasından muhakkak üstün geleceklerdir," (Elmalılı)
30:3 (Bölgeye) En YAKIN bir yerde. Onlar (bu) yenilgilerinden sonra yeneceklerdir" (Süleyman Ateş)

Arapların ve çeşitli Arapça uzmanlarının çevirilerine bakalım:
YUSUFALI: In a LAND close by; but they, (even) after (this) defeat of theirs, will soon be victorious-
PICKTHAL: In the NEARER LAND, and they, after their defeat will be victorious
SHAKIR: In a NEAR LAND, and they, after being vanquished, shall overcome,
in the nearer part of the land A.J. Arberry
in a neighboring land N.J. Dawood
in the lands close-by Muhammad Asad
in a nearby land M.A.S. Abdel Haleem
in the neighboring land, F. Malik
In the land nearby Sher Ali
In a near land Maulana Muhammad Ali
in a nearby land Muhammad Sarwar
In a nearer land ;Abdul Majid Daryabadi
In the nearest land Saheeh International
on the nearest front! T.B. Irving
In the nearest land Rashad Khalifa
in the nighest parts of the land Palmer
In the nearest land (Syria, Iraq, Jordan, and Palestine) Hilali-Khan
In the land nearby (- Syria and Palestine) Amatul Rahman & ;Abdul Mannan ;Omar

Görüldüğü gibi "EN YAKIN KISIM" şeklinde çevrilmiştir, bu kelimenin son zamanlarda çeşitli birkaç üçkağıtçı tarafından "EN ALÇAK YER" şeklinde çevrilmesi Arapça'nın elastikliğinden ve çeşitli konuları Kur'an'a uydurma çabasından ibarettir

Fakat bu kelimenin sadece "yakın" değil bir de "en alçak" anlamına geldiğini iddia eden bazı müslümanlar vardır...

Bu görüşün doğru olduğunu varsayalım...
Romalılar tam olarak nerede yenilgiye uğratılmışlardır?

Gerçekten de ölü deniz veya yakınlarında mı? Yani dünyanın el alçak bölgesinde mi?
Hayır.

Romalılar dünyanın en alçak yerinde mağlup olmamışlardır, dünyanın en alçak yeri ÖLÜ DENiZ dir (Deniz seviyesinden 420 metre aşağıda) Onların mağlup edildiği yer (Kudüs) ise deniz seviyesinden YUKARDADIR!

Kur’an’daki Romalıların galip gelmesi ile ilgili iddia edilen önbildiri:

Ayet:
30:2- "Rumlar yenildi.
3- (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından mutlaka galib geleceklerdir.
4- (Bu da) birkaç yıl içinde (olacaktır). Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah'ındır ve o gün müminler, sevineceklerdir."

Kur'an'ın Romalıların yenilgisinden sonra "yenecekleri" ve bunun da BiRKAÇ YIL iÇiNDE olacağı,ve gerçekten de Romalıların birkaç yıl içinde galip geldikleri iddia ediliyor

iddia edildiği gibi Roma, Persleri yenilgiye uğrattı ama bu Kur’an’da söylendiği gibi BiRKAÇ YIL iÇiNDE OLMADI!

Kur'an'ın bu ayeti MS 613-615 yılları arasında indirilmiştir:

"In those days the Byzantine occupied territories adjacent to Arabia were Jordan, Syria and Palestine, and in these territories the Romans were completely overpowered by the Iranians in 615 A. D. Therefore, it can be said WITH ABSOLUTE CERTAINTY that this Surah was sent down IN THE SAME YEAR, and this was the year in which the migration to Habash took place."

Kaynak:
http://www.usc.edu/dept/MSA/quran/maududi/mau30.ht- ml#S30

Abdullah Yusuf Ali şöyle demektedir:
"... The defeat, in a land close by; must refer to Syria and Palestine. Jerusalem was lost in 614-615 A.D., shortly before this sura was revealed."

Kaynak: (Ali, The Holy Qur;an, Translation and Commentary, p. 1051

MUhammed Asad şöyle demektedir:

"Egypt fell to them in 615-16, and at the same time they laid siege to Constantinople itself. At the time of the revelation of this surah - ABOUT the SEVENTH year before the hijrah, corresponding to 615 or 616 of the Christian era - the total destruction of the Byzantine Empire seemed imminent"

Kaynak: ((Asad, The Message of the Qur'an [Dar Al-Andalus Limited, 3 Library Ramp, Gibraltar; rpt. 1993], p. 617

Ahmadiyya Maulana Muhammad Ali şöyle demektedir:

"... When the news of this conquest reached Makkah, the Quraish were jubilant, as their sympathies were with the fire-worshipping Persians more than with the Christians, who, being the followers of the Scriptures, were classed by them with the Muslims. It was in the year 615 or 616 that this revelation came to the Prophet
Kaynak: ((Ali, Holy Qur'an - Arabic Text, English Translation & Commentary

[Ahmadiyya Anjuman;at Islam Lahore Inc. USA 1995], p. 775, n. 1930)

Yusuf Al'ye göre BiR KAÇ YIL manasına gelen Arapça kelime (Bidh''un), 3 ile 9 yıl arasındaki bir period manasına gelmekte.. Ama tarihi kaytlara göre roma galibiyeti nerdeyse 14 YIL sonra geldi. Persler M.S 614 veya 615 yılında Roma yı yenip Kudüsü ele geçirdi. Bizans ın karşı saldırısı 622 yılına kadar başlamadı ve galibiyet 628 yılına kadar elde edilemedi. Bu da 13-14 yıllık bir zaman dilimi anlamına geliyor! Ku!ran da iddia edildiği gibi 3-9 yıllık bir zaman dilimi DEĞiL!

Al Tabari de Roma nın galibiyetinin 628 yılında Hudeybiye barışının imzalanmasından sonra olduğunu söyler.( AL TABARi NiN TARiHi: iSLAMiYETiN ZAFERi)

Heraclius 627 yılında pers i istila ya uğrattı ve bu yılın aralık ayında antik Ninevah? (Irak ın kuzeyinde bir şehir) yakınlarında önemli bir zafer kazandı ama kısa süre sonra geri çekilmek zorunda kaldı. Ne var ki; 628 yılının şubat ayında Pers imparatoru suikasta uğradı ve yerine geçen oğlu barışı arzuladı 628 yılının Mart ayında Heraclius kendini galip ilan edebilirdi ama pers lerin roma imparatoruyla savaşa girip girmeme konusundaki tartışmaları 629 yılının haziran ayına kadar sürdü. 629 Eylül ünde Heraclius istanbula kendini galip ilan ederek girdi ve 630 Martında Kudüsde Kutsal Hacı restore etti.

Kur'an ve "duman":

Ayet:

41:11- "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "isteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin." dedi. Her ikisi de: "isteyerek geldik" dediler."
Evrenin duman halinde sıcak bir gaz kütlesinden oluştuğunu ve Kur'an'ın da bunu belirtmek için en uygun kelimeyi kullandığı belirtiliyor..

Ancak bu iddiada önemli problemler var:

a)Fussilet suresinde bildirildiğine göre dünya "bütün evren duman halinde iken" zaten vardı!

Ayetin öncesine bakarsak;

"41:10- O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.

41:11- SONRA duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: "isteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin." dedi. Her ikisi de: "isteyerek geldik" dediler"

Yani bu "duman" meselesinden önce dünya vardı hatta sabit dağlar ve rızıklar zaten bulunmaktaydı...

Yani eğer Kur'an'ın belirttiği "duman" ile ilgili konu gerçekten de "evrenin oluşumu" ile ilgili olduğu kabul edilirse o zaman Kur'an'da büyük bir hata var demektir...Çünkü bu, dünyanın evrenin/uzayın en yaşlı ve ilk cismi olduğu anlamına gelir!!!Yani bu, mesela dünyadaki dağların gökteki bütün yıldızlardan daha eski olduğu anlamına gelir!

Kullanılan kelime iddia edildiği gibi "evrenin oluşumu aşamasını" belirtmek için en uygun kelime değil...
Eğer anlatılmak istenen gerçekten iddia edilen konu olsaydı "Duman" değil "gaz" (Arapça:Ghaz) kelimesi kullanılırdı...
Gaz ile "duman" ifadeleri çok farklı anlamlara geliyor...

Duman organik parçacıkları içerir,başlangıçta var olan "gaz evresinde" hiçbir organik maddenin bulunması mümkün değildir...Bu nedenle "duman" tanımı tamamen yanlıştır!

Yani Kur'an da eğer "duman konusu" bu şekilde yorumlanırsa, bilimsel mucize olacağı yerde bilimsel bir hataya dönüşür çünkü başlangıçtaki gaz evresi kesinlikle "duman" diye nitelenemez!

Su döngüsü:

Su döngüsünün Kur’an’da ifade edilen ve edilmeyen bazı evrelerini şu şekilde açıklayabiliriz..

a)Denizlerden ve okyanuslardan buharlaşan sular,(Bilinmesi en zor olan budur ve Kur'an'da geçmez)
b)Bulut
c)yağmur
d)Toprağın böylece ürün vermesi

7:57- Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarları gönderen O'dur. O rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir memlekete gönderir, sonra onunla yağmur yağdırır ve onunla her çeşit ürünü yetiştiririz. işte Biz, ölüleri de böyle diriltiriz. Gerekir ki düşünür, ibret alırsınız.
Ayeti b,c ve d aşamalarını içerir...
Herhangi bir insan bile hiçbir bilimsel bilgisi ya da araştırması olmaksızın b,c,d aşamalarını bilebilir/anlatabilir...

Ama a aşamasını yani okyanuslardan,denizlerden,göllerden buharlaşma olup bulut oluşturma aşaması Kur'an'ın hiçbir ayetinde yoktur...

Müslümanlar, Kur'an'daki bu konuyu anlattıktan sonra "Muhammed'in uydusu" biçiminde esprili bir şekilde bu olayların onun zamanında bilinemeyeceğini söyler yalnız Kur'an'ın hiçbiryerinde bulunmayan, ilk ve anlaşılması en zor hatta imkansız olan aşamayı Tevrat son derece açık bir şekilde anlatmıştır...

(1)http://en.wikipedia.org/wiki/Big_crunch
(2)Rig-veda 10:129, Chandogya upanishad 3:19:1 ".......Before creation, this universe was non-existent"
(3)http://www.usc.edu/dept/MSA/quran/maududi/mau30.ht- ml
(4)(Watt, Muhammed Medinede, 113-114) Ayrıca Ostogorsy, Bizans Tarihi, 103-4)

iKiNCi KISIM: Diğer sözde "mucize" iddiaları

Son yıllarda insanları, Kur'an'ın Tanrı'dan geldiğine ikna etmek için çeşitli numaralar yapılmaktadır....ilk önce Kur'an ayetlerini bilimsel verilere uyarlama şeklinde "mucize" arama çalışmaları oldu..Bu sözde "mucizeler" pek çok web sitesinde detaylarıyla çürütülmüştür(1) Bu sözde "mucize" arama çalışmalarından sonra Ömer Çelakıl gibi araştırmacıların, Kur'an'ın içinden "şifre" bulma yoluyla, Kur'an'ın Tanrı'dan geldiğine ikna etme çalışmaları başlamıştır...Peki Ömer Çelakıl'ın iddiaları, biraz yakından incelenince, ne gibi bir sonuç çıkmaktadır? Gerçekten de Kur'an'da DNA'ya, Halley yıldızına veya atom numaralarıyla atom ağırlıklarına işaret var mıdır? Ömer Çelakıl'a göre "evet",Pek çok ilahiyatçı profesöre göre ve konuyu yakından inceleyenlere göre "hayır"...

Çelakıl'ın argümanlarının özeti ve özü internetteki web sitesinden okunabilir..(2)

"Dna ve genetik tarihinin başlangıcı"

Başlıklı yazının altında Kur'an'da 18:65 numaralı ayette DNA harfllerinin yan yana geldiği söylenmektedir...Peki bunun ne anlamı var? Yazara göre 1865 tarihi çok önemli bir tarihtir..

1865 yılında Mendel, "Experiments on Plant Hybridization" adlı kitabını 2 toplantıda dile getirip okumuştu..Bu yapıt 1866 yılında yayımlandı...Fakat bu çalışmanın önemi ancak 1900'de Hugo de Vries, Carl Correns, Erich von Tschermak'in çalışmalarıyla keşfedilip doğrulanabildi...Mendel'in bu yapıtı genetik ile ilgiliydi...Ancak 1865 yılında DNA diye bir molekül bilinmiyordu..DNA diye birşey yoktu...DNA molekülünün bulunuşu yani ilk keşfi ancak 1869 ila 1890 yılları arasına denk gelmektedir...Yani 18:65 numaralı ayetin dolayısıyla 1865 tarihinin DNA ile ilgisi yoktur...Sadece Mendel'in genetik ile ilgili çalışmasını toplantılarda okuduğu tarihtir...Dolayısıyla Çelakıl'ın yorumu oldukça zorlamadır...

Şimdi 18:65 numaralı ayetin Arapçasına bakalım:

"Fe veceda abdem min ıbaDiNA ateynahü rahmetem min ınDiNA ateynahü rahmetem min ınDiNA ve allemnahü mil ledünna ılma"

Yani "ıbadina", "ındina", "ındina" kelimelerinin "DiNA" kısmını alıp "DNA harflari ardarda tekrarlanıyor" deniliyor....

işin ilginç yanı eğer bu mantık ile düşünürsek BAŞKA AYETLERDE DE "DNA" harfleri ardarda geliyor...Onlar hakkında neden hiçbir yorum yok?

Mesela:

Meryem suresinin 63. ayeti:
"Tilkel cennetülletı nurisü min ıbaDiNA men kane tekıyya"

Kasas suresinin 48. ayeti:
"Felemma caehümül hakku min ınDiNA kalu levla utiye misle ma utiye musa e ve lem yekfüru bima utiye musa min kabl kalu sıhrani tezahera ve kalu inna bi küllin kafirun"

Şöyle bir yorum yapılıyor:
"Evet diğer ayetlerde de DNA harfleri yan yana geliyor ama 18:65 de 3 defa tekrarlandığı için bu nedenle birşey denmek isteniyor"

Görüldüğü gibi yorumlar son derece zorlama...Pek çok ayette DNA harfleri (indina,ibadina) yan yana tekrarlanıyor ama 18:65 de 3 defa gelmiş..Indina ve ıbadina kelimeleri de kullanılmış...Bu nedenle mucize olmalı deniyor...Aramaya başlanıyor... 1865 tarihinin DNA molekülü ile hiçbir ilgisi yok..onun yerine Mendel'in 1865 yılında toplantılarda okuduğu ancak 1866 da bastırdığı...(başka biri de çalışmalarını yaptığı tarihin 1864 olduğunu söylüyor ama 1865 yılında okunmuş) önemi ise anca 1900 lerde keşfedilip ortaya çıkmış, hipotez doğrulanmış genetik yasalarına/konularına değiniliyor...Sonuçta ortada hiçbir mucize ya da şifre yok ama son derece zorlama yorumlar ve mantık yürütmeler var..

"ÖNEMLi BiR MUCiZE: HALLEY YILDIZI VE 76 YIL"

Başlıklı yazının altında ise söylenen yahut yapılan son derece zorlama yorum şu: Halley yıldızının dönüş süresi 76 yılmış, H-A-L-L-E-Y harflerinin iLK TEKRARLANDIĞI ayet Enam suresinin 76. ayetiymiş...Bir de bu ayette üstüne üsatlük "yıldız"(kevkeba) kelimesi de geçiyormuş...Dolayısıyla bu mucize büyük bir mucize oluyormuş...

Peki bu H-A-L-L-E-Y harfleri nasıl tekrarlanıyor görelim:

Enam 76:
"Felemma cenne aleyhil leylü raa kevkeba kale haza rabbı felemma efele kale la ühıbbül afilın"

Burada "HALLEY" kelimesinin benzeri birşey var mı? Yok...

iddia edilen kısım: "aleyhil leylü raa kevkeba"

Kevkeba yıldız anlamına geliyor..onun hemen öncesinde "aleyhil leylü raa" kelime grubunun "halley" ile ne ilgisi hiçbir ilgisi olmadığı açıktır... Yukarıdaki kelime nasıl tekrarlanıyor? "Aleyhil leylü" den "hALLEY" çıkar mı? "Aleyhil" kelimesinin 5. harfinden "h"yi birinci harfinden "a"yı sonuncu harfinden l yi ikinci kelimeye dönüp "leylü" den tekrar "l" yi yine birinci kelimeye dönüp "Aleyhil" kelimesinin 3. harfini sonradan dördüncü harfini alırsak ancak HALLEY kelimesini görüyoruz) tabi ki bu yöntemle içinden "Halley" kelimesi çıkaramayacağımız bir kitap yoktur.....bu kadar zorlama bir yorum ile nasıl mucize olduğu iddia edilebilir? Anlamak gerçekten çok zor...Bir de bu aşırı zorlama yorum yetmezmiş gibi bu yöntemle içinden "HALLEY" kelimeleri çıkarabileceğimiz çok ayet vardır Kur'an'da zaten yazıda da itiraf edilir bu...Neden diğerlerinde "hAlley"e ilişkin bir yorum yapılmıyor da bu ayette yapılıyor? Sadece "ilk" olduğu için mi? Nasıl "halley" kelimesi çıkartılabiliyor?

Görüleceği gibi ortada mucize olmadığı aşikardır...

"Güneş hidrojen ve helyumdan oluşur"

Başlıklı yazının altında güneşin %90'ından fazlasının H ve HE simgeli atomlardan oluştuğu söyleniyor...Güneş suresinde (Şems) ayetlerin hepsinin H ve HE ile bittiği söylenmektedir...

Şems suresine bakalım:

"1 Veşşemsi ve duhaha
2 Velkameri iza telaha
3 Vennehari iza cellaha.
4 Velleyli iza yağşaha.
5 Vessmai ve ma benaha
6 Vel'ardı ve ma tahaha.
7 Ve nefsin ve ma sevvaha.
8 Feelhemeha fücureha ve takvaha.
9 Kad efleha men zekkaha
10 Ve kad habe men dessaha.
11 Kezzebet semudü bitağvaha.
12 izinbe'ase eşkaha.
13 Fekale lehüm resulullahi nakatallahi ve sukyaha.
14 Fekezzebuhü fe'akaruha fedemdeme 'aleyhim rabbühüm bizenbihim fesevvaha.
15 Ve la yehafi 'ukbaha."

Bir kere Güneşin o elementi "he" değil de "HA" olsaydı çok daha tutarlı olurdu..Ama element "HE" hadi yukarıdaki ayetler "He ile bitiyor" yorumunu yapalım..

Güneş hidrojen(H) ve Helyum(He) dan oluştuğuna göre yukarıdaki ayetlerin de hem H ile hem de "HA" (HE) ile bitmesi gerekirdi Ama ayetler sadece "HA" ile (he/helyum) ile bitiyor yani hepsi "AHA" ile bitiyor "H" ile biten ayet yok...Çelakıl'ın mantığıyla gidersek Kur'an'ın güneşin sadece helyum'dan oluştuğunu söylediği ve HATA YAPTIĞI sonucuna varırız...Böylece bu iddia da çürümüş oluyor...

"Ay ile dünya arasındaki mesafe" başlıklı yazının altında

"Surenin başlığı olan "Ay" kelimesi ile "Dünya" kelimesi arasındaki harfler toplam 333 adettir ve araya tam olarak 111 adet Ay kelimesi sığmaktadır. Çünkü Arapça'da Kamer(Ay) kelimesi 3 harften oluşur.
Aynı şekilde gezegenimiz Dünya ile Ay arasına da ortalama 111 adet Ay sığmaktadır yani aradaki mesafe Ay çapının toplam 111 katıdır"
Deniyor...
Yakından incelendiğinde:
Dünya - Ay mesafesi merkezden merkeze ortalama= 384,400 km
Dünya Çapı: 12,742 km
Ay Çapı: 3,476 km
Dünya Ay arasındaki boşluk mesafe = 384000 - 12742/2 - 3476/2 = 375891 km
Buraya sığan ay adedi = 375891 / 3476 = 108.14 adet

Çelakıl, Dünya ay mesafesini (yani ayın merkezinden dünyanın merkezine olan mesafeyi) almıştır ,ki bu mesafe değişkendir. 363,300 km - 405,500 km arası elips bir yörüngedir. Bunun ortalama değeri 384,400 km'dir

Çelakıl, bu değeri almış ayın çapına bölmüş.

Yani 384,400/3,476 = 110.58 bulmuş bunu da 111'e yuvarlamış.

Sonra da "... gezegenimiz Dünya ile Ay arasına da ortalama 111 adet Ay sığmaktadır" demiş.

Halbuki dünya ile ay arasındaki boşluk mesafesi = Ayın merkezinden dünyanın merkezine olan uzaklık - Ayın yarıçapı - Dünyanın yarıçapı şeklinde hesaplanmalıydı....

(1) http://www.answering-islam.org/Quran/Science/index- .htm
http://www.answering-islam.org/Science/index.html
http://www.islamacevap.ne...odules.php?nam...icle&;- amp;sid=60
http://www.islamacevap.ne...odules.php?nam...icle&;- amp;sid=62
(2)http://www.kuranca.com

yazının hepsi şu adresten kopyalanmıştır: http://fikirsel.ipbfree.c...hp?showtopic=88&st=80
yazar meseleye farklı bir açıdan bakar.her nedense inkarcılar iddia eder ,delil ve açıklama ise,inananlardan gelir.

bu rol, sanırım hz.Muhammed (s.a.v)'den bu güne yada kıyamete kadar, allah tarafından müslümanlara verilmiş bir rol olsa gerek.

çünkü; müddei, iddiasını ispatla mükellef iken, müslümanlar yine de bir imana sebep olabilirmiyim kaygısıyla , ispat külfetini omuzlarında hisseder.

açıkçası ben inkarcı olsam bu hastalıktan kurtulur ve mesnetsiz isnat eden sıfatından sıyrılıp ,kendi göbek bağımı kendim keserdim.

gerçekten denenmesi iktifa eder.bunu denediğinizde, yani şüphelerini kendiniz gidermeye azami gayret gösterdiğiniz taktirde, size öğretilen beşeri mutluluk kıstaslarının ketenperesinden kurtulacak ,mutluluğu huzurla bütünleştireceksiniz.

netice-i kelam;

allah yok savının ortasına ''neden'' kelimesini araya sıkıştırın.

şüphecilikten her zaman inkarcılık çıkmaz, hakiki imanda çıkabilir.
(bkz: dine bok atarak prim yapmaya calisan mal yazar)
okunan kitap
sayın

Türkçeleştirmeye verilen öneme de bak sen. fakat niyet çok açık ortadadır küçümsemek.
(bkz: fair play) *
biri kağıt mendil versin, arkadaş salyalarını silecekmiş.

aldatmacası diyen adam, kalkar bir yerde fikir özgürlünden bahseder, bir yerde saygıdan bahseder.. ama bunca insanın kutsalı hakkında aldatmaca diye konuşur.

allah iman nasip etsin ne diyeyim.
inanç bambaşka bir konu olduğu ve gerektiğinde insanlar mucizeyi görebildiği için oturduğu koltuğa yumurta koysan civciv çıkacak bünyelerin fazla ısınmış beyin hücreleri algılamayabilir bu konuyu.

(bkz: çıktım erik dalına anda yedim üzümü)
dine karşı atılan her çamur gibi bunun da aslı ve astarı yoktur.
(bkz: #5378064) atatürk hakikaten dunu demişse ve adı altına yazılarak uydurulmamışsa ben başka bir atatürk tanıyormuşum. kusura bakmasın, benim için bitmiştir!