bugün

arapça belagattan haberi olmayan gerzeklerin saçmalamalarıdır.

çok basit bir örnek

raci: arapça bir kelime

anlamları
raci: rica eden
raci: rücu eden

lakin bu iki ayrı anlam ifade eden raci kelimesinin arapça yazılışları farklıdır. latin harfiyle çeviri yaparsan cortlarsın.
iyi niyetle bile yazsanız şikirt saldırısına uğramanıza sebep olacak olan ve önümüzdeki dönemde katlinize ferman olup islami usullere göre öldürülme sebebi olacak olan çelişkilerdir.

hiç uğraşmayın adama türkçe çevirileri eksik-yanlış-hatalı dersiniz adam sen ne diyorsun bre kafir der. onları adam yerine koymaya bile gerek yok ya neyse işte.
kelimeler üzerinde aranılıpta ıkınıla ıkınıla bulunan sözüm ona çelişkilerdir. en basidinden nisa suresi 34. ayet;

--spoiler--
Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. iyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah'ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah çok yücedir, çok büyüktür.
--spoiler--

ayetinde dikkat ederseniz ''onları yataklarında yalnız bırakın'' ayetinden sonra parantez içerisinde ''bunlar fayda vermez ise hafifçe dövün'' ibaresi eklenmiştir. ayetin orijinalinde geçen darabe ya da daraba kelimesi arapçada tam 24 farklı anlama gelmektedir ve bu anlamlar cümlenin temel kurgusuna göre aldıkları yapım ekleri ile farklı anlamları karşılamaktadır.

en basidinden darabe ya da darabe kelimesi köpeklerin bir yerde toplaşıp uluması manasına da gelmektedir, yanından uzaklaştırmak, men etmek manasınada, ancak ne hikmetse arapçanın gramerinden zerre haberi olmayan hatta şivelerini hakim olmayan adamlara tefsir yazdırılması sonucunda herkes istediği gibi tefsir yazar oldu. yani bir standarda oturtulamadı.

evet elmalılı hamdi yazır hoca'nın tefsiri üzerine daha tefsir yazılmadı bu ülkede ya da bize onun yazdığı tefsirin daha yetkin olduğu söylendi. velhasıl kelam sipariş üzerine yazılan tefsirden fazla birşey beklenmemelidir. bu fikrime karşı çıkan arkadaşlar hamdi yazır hoca'nın tefsirinin üzerine neden tefsir yazılamadığını anlamaları için 1930'larım türkiyesine bakmalıdır.

yukarıda yazdığım ayet bariz bir örnektir. işin garip tarafı, ingiliz extern üniversitesinde araştırma yapan ekip dünya üzerindeki tefsirleri incelediğinde en yetkin olmayan, orijinale hem gramer hemde öz itibariyle en uzak olan yazımların türkiye'den çıktığını görüyor, yani bir hristiyan araştırmacı bunun farkına varıyor ve bizim ilahiyatçılar yeni birşeyler yapmak adına halen daha uyuyorlar.

sonra turan dursun gibi bir alim türüyor, evet kendisi alimdir. arapçası güçlüdür, fakat artık her ne olduysa yazılarını bir partinin dergisinde yayınlatmaya başlıyor, hatta o kadar bilimsel bir kitap yazııyor ki! kitabın bazı bölümlerinde şu şekilde boşluklar bırakıyor ''........'' neden? peygambere ve ailesine edeceği küfürü alenen yayınlamak istemiyor, allah'tan korkuyor belkide!

sonra ateist arkadaşlarımız, kitabın üslubuna ve metoduna bakmaksızın ve siyer'in adını dahi duymadıkları halde turan dursun vb. kişilerin argümanlarını hakikat kabul edip, akılları sıra fikirlerini güçlendiriyorlar.

bu ülke hiçbir zaman şeffaf olmadı, ne siyasi ne ilmi ne de edebi anlamda... ne de inançlarımız konusunda... acaba suç kimde?
Yukarıdaki kardeşim çok doğru söylemiş. Arapça çok köklü bir dil. Hatalar olabiliyor çevirirken. Koskoca tanrı keşke biraz daha basit bir dille indirseydi, tıpkı kendi dediği gibi apaçık bir şekilde.

Böyle yanlış anlaşılmalar olmazdı dimi?
arapca da bir kelimenin 10 29 55 farkli anlami varsa butun musluman dunyasi islam i yanlis anliyor demektir cunku "aslinda o anlamda degil baska bisi demek istiyo orda". kuran in anlasilabilir oldugu iddiasiyla celisiyor bu.

bak ayni konu sozlukte her yerde donuyor. butun islam dunyasinda erkekler; kolelerini ve kadinlarini islam in dedigi durumlarda ve islam in dedigi sekilde "hafifce durterek" yola getirmeye calisiyolar.

turkiye de bile bilmemnerenin belediye baskani valisi bunu anlatan kitapciklar dagitiyor. bu olanlar sozluge tasininca "aslinda o anlamda degil baska bisi demek istiyor orda" kalibini kullanan muslumanlar cikiyor ortaya. kendi kendilerini yalanliyorlar ama "ateistler dini bilmiyor".

muhammed in ayi yarmasi diye bi konu var. bi tarafta "nasa ayin ikiye yarilmis oldugunu bulmus simdi ne diyosunuz ateistler" diyenler var. diger tarafta "ateistler anlamiyonuz; orda her sey aciga cikti demek istiyo" diyenler var. diger tarafta "ateistler sacmaliyonuz: muhammed in tek mucizesi kuran dir" diyenler var. her musluman farkli bisi soyluyo ama "ateistler islami bilmiyo". he.
kuran en şerefli bir elçinin sözüdür diye bi ayet vardı.
Burada insanların anlaması gereken rüzgar gemi v.s. değildir.
Alışılageldik birtakım tabiat güçleri vardir, bunların sürekliliği esastır ve bu süreklilik insanlar tarafından kaniksanmistir. Bunlar kesilmedikce değeri anlaşılmaz. Bunlar Allah'tandir.
O gün rüzgardır, sonra komurdur, sonra petroldur, sonra nükleer enerji olur farketmez.
Aynen apaciktir.
din;

çelişkiler yumağı diye tabir edilse daha doğru olur diye düşünüyorum. ebu hanzala diye tabir edilen zatın, geçenlerde bir videosunu izlemiştim. söylediği şeylerin içinden kafa takılan bir durum vardı. madem ki başlık açılmış bir yorum da biz bırakalım.

aynen şöyle diyor;

"bakın imam müslüm'ün rivayet ettiği (parantez açtım çünkü gülmemek için kendimi zor tuttuğum bir durum bu. yani gün geçmiyor ki bir imam daha çıkıp bir hadis rivayet etmesin. işte son çıkan imamımız imam müslüm. buyurun taze çıktı fırından. ne demiş bakalım imam müsülüm. yersen) bir hadiste; hz. ali kendi döneminde, ebu - l heyyac adında birine diyor ki; resulullah'ın beni vazifelendirip, gönderdiği bir işe bende seni vazifelendirip göndereyim mi eyy ebu - l heyyac diye sorar. o da tabi ki ya ali, kim istemez allah resulu'nün verdiği bir vazifeyi yerine getirmeyi. bunun üzerine hz. ali git, hiç bir put görme, mutlaka onu sil. ( yani yıkabiliyorsan yık, yıkamıyorsan yüzünü, onu put haline getiren yerlerini sil.) yeryüzünden yüksek hiçbir kabir bulma ki; onu yerle bir et. onu yerle eşit hale getir.

yani peygamber efendimiz ve sahabeye böyle bir vazife verildi. bakın, yeryüzünde arayın; eğer bir kabir görürseniz yerden bir karış yüksek ve insanların ibadethanelere çevirdiği, fitne ve şirklere düştüğü. gidin onu putları yıktığınız, yerle bir ettiğiniz gibi yerle bir edin ve yıkın."

daha sonra da şöyle devam ediyor bu ebu hanzala diyen zat.

"ibn-i kesir r.a ( artık kimse bu bahsettiği zat. artık önüne gelene radıyallahu anh diye hitap ettiklerinden ötürü şöyle bir araştırayım dedim. kendisi 1301 - 1373 yılları arasında yaşamış suriye'li bir islam tarihçisi. neden r.a diye htap edildiğini anlamamaktayım.) el bidaye ve'n nihaye' de bahsettiği ebu - l aliye' den bize şunu aktarıyor. ebu - l aliye diyor ki; biz tus şehrini fethettiğimizde, orada baktık ki bir kabir var! o kabirin içerisinde peygamberlerden bir peygamber olan danyal aleyhisselam'ın olduğu söyleniyordu. ( danyal a.s kur'an'da adı geçmeyen fakat musevilik, hristiyanlık ve müslümanlık tarafından peygamber olarak kabul edilmiş.) biz sabah 13 ayrı kabir kazdık, çıkardığımız danyal peygamberin naaşını bu mezarlardan birine koyduk ve bütün mezarlarında üzerini kapattık. ( her rivayette olduğu gibi bunda da gereksiz laf ve kelime kalabalığı görülüyor. yok yani kazdığınız mezarları bir de açık mı bırakacaktınız? deli misiniz siz? kapatacaksınız tabii ki, yoksa neden kazdınız ki? neyse konumuza dönelim) neden? insanlar hangisinde yattığını bilmesinler ki, allah'a şirk koşup, fitneye düşerek mezara ibadet etmesinler. bunu bir cuma namazı sonrası caminin avlusunda anlatınca ebu - l aliye dinleyelerden biri soruyor; peki diyor siz danyal a.s'ı çıkardığınızda onun naaşı değişmiş miydi? hayır diyerek cevap veriyor ebu - l aliye, kafasının arka kısmında 1 - 2 saç teli hariç bedeninde hiç bir yer değişmemişti. çünkü toprak peygamberlerin naaşlarını yemez. bu allah resulu'nun hadisidir. toprak peygamberlerin naaşını yemez. ( çok enteresan bir hadismiş bu da. en kısa sürede bunu da inceleyip bir yazı yazacağım sözlükde)"

şimdi bu anlatılan hadisde bir peygamberin kabrinin insanlar tarafından türbeye çevrildiği ve keramet arama noktası haline dönüştürüldüğünü hatta ibadethane haline dönüştürüldüğü için bizzat allah resulu tarafından verilen görev ile sahabeler tarafından da peygamber olarak bilinen bir zatın mezarından çıkarılarak bırakın gösterişini, azametini, kimliği dahi belli olmayacak bir mezara taşındığını anlıyoruz. gerekçe de şu; insanlar burada keramet arıyor, ibadet ediyor, putçuluk sergiliyor, dolayısı ile allah'a şirk koşuyor.

put tanımının özüne indiğimizde cansız, ruhsuz eşya, obje ana fikri karşımıza çıkıyor genel olarak bakıldığında. dolayısı ile bu tanımın içine bir çok şey katılabilir. yapılar ve eserlerde bu tanımın içine pekala girebilir.

buna göre; bir peygamberin kabrinin ibadethaneye ve keramet aranan noktaya çevrilmesinden rahatsız olup, yıkıp 13 birbirine benzeyen kabir yaparak, insanların hangisinin onun kabri olduğunu dahi anlayamayacak noktaya getiren bir peygamberin ve sahabelerinin; her yıl aynı anda 6 milyon müslüman'ın, küp şeklinde olan ve adına kabe denilen bir yapının - binanın tavaf diye nitelendirilen etrafında 7 tur atılması ve müslüman olmanın şartları arasında yer alan hac görevinin kalbi olması durumuna yönelik en ufak bir hadisinin veya rahatsızlığının bulunmaması sizce de garip bir olay değil midir?

allah'ın her yerde var olabildiğini söyleyen bir kitabı yalanlarcasına milyonlarca müslüman'ın cansız ve ruhsuz bir binayı kendilerine kıble diye seçmesi neden hiç bir hadiste ele alınmaz. siz çıkıp put oluşuyor diye peygamberlerin kabirlerini yıkacaksınız, sonra da küp şeklinde bir binanın etrafında müslümanlar'ın dönmesini emredeceksiniz. bu başlı başına bir çelişki değilde nedir?

bu sadece basit ve sorgulayamayan insanlara inat sorduğum sorudur. çalişkiler yumağı haline gelmiş bu dinin binlerce çelişkisinden sadece biridir.
Doğru tercüme edilmemesinden kaynaklanmış örnekleri vardır.
(bkz: yaran yanlış okumalar)

(bkz: kuran çekilişleri)
21. yüzyılda bile hala kuranın iyi bir türkçe mealinin olmaması kuranın zaten çokta harika bir kitap olmadığını gösterir. vr gözlük yapan adamlar var bi kitap çeviremiyor bizim müslümanlarda. sonrada kuran kusursuz müslümanlar kusurlu. görün artık insan eliyle yapılan hiçbir şey kusursuz değildir.
ayrıca beni dinden çıkartan şeyler çelişkiler ve allahın zalimliğidir çok zalim olmasıdır.
bir tanrı varsa bu kadar zalim olamaz.
Allah ; Cebrail vasıtasıyla elçisi Muhammede vahy ! ettiği Kuranda kendi gücünün tarifini :

"Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, "ol" dememizdir. O da hemen oluverir"
(Nahl 40) diyerek yapıyor.

Böylesine azametli özgüven dolu,sınırsız güçü karşısında hak dini islama ve onun elçisi Muhammede "iman ve itaat" edilmesini ister.

Bu itaat ve iman emrine uymayaların da "Allaha ortak koşanların "onları yakalayıp hapsedilmelerini hatta artık buldukları yerde "öldürmelerini"
emreder. (Tevbe5)

Lakin bu emri verirken kendi sözlerini unutmuş,adeta çelişki oluşturmak ister gibidir.

"Allahın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez."
(Yûnus100)

Bu "emri" vahy ! etmemişcesine övündüğü o sınırsız gücüne rağmen yarattıklarını adeta kiralık katil misali kullanmak isteyerek,onlardan :
"Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mümin topluluğun gönüllerini ferahlatsın." diyerek istekte bulunmakta.
(Tevbe 14)

Halbuki buna gerek duymaması gerekmektedir zira:

"Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mümin olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?(Yûnus 99)" diyerek
Elçisi Muhammedi ikaz etmektedir.

Ve bunun nedenini de

"Allah dileseydi ortak koşmazlardı."(Enâm107)
Belirtir.

Çünkü : "Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır." (Bakara 256)

Lakin bu emri de yine bir öncekiyle tezat oluşturmaktadır.

"Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın" (Tevbe 5)

Sanki bu emrini de unutmuş veya yok saymaktadır.

"Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir."(Nahl 93)

Bu emrini unutmuş olmasından olsa gerek,aba altından sopa gösterircesine ;

"Rabbinin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız." ( Tâ-Hâ 127)
demeyi ihmal etmez.

Bir "tık" daha ileri giderek,insan akıl ve iradesini küçümsercesine onlardan

"Savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz."(Bakara 216)

ister.
Burada da şu söylemleri havada kaldığını görmeyelim..

Nahl 93 Allah DiLESEYDi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, DiLEDiĞiNi saptırır, DiLEDiĞiNi DE doğru yola iletir.

Ve bu söylemlerin sahibi !

Bir şeyi dilediği zaman, Onun emri o şeye ancak "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.( Yâsîn 82)

iddia eder.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar