bugün

1- Evren’i kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz.

Zariyat Suresi’ndeki bu ayetin dikkat çektiği husus, binlerce yıldır felsefe ve bilim tarihinde hararetle tartışılmış, düşünce tarihinin çok önemli bir konusu hakkındadır. “Evren sınırsızca sonsuz mudur? Yoksa Evren’in bir yerde sınırları var mıdır?” şeklindeki sorulara felsefe ve bilim adamlarının üç yaklaşım gösterdiğini söyleyebilirim. Aristoteles’in de içinde olduğu birinci grup, Evren’in sabit sınırları olduğunu savunmuştur. Newton’un da içinde olduğu ikinci grup, Evren’in sınırsızca sonsuz olduğunu ifade etmiştir. Kant’ın da içinde olduğu üçüncü grup, aklın bu konudaki ikilemi çözemeyeceğini söyleyerek agnostik bir tutum benimsemiştir. Birçok kişinin çözülemez bir problem olarak gördüğü bu meselede, 1920′li yıllarda, Einstein’ın formüllerinden hareketle ve birbirlerinden bağımsız olarak Georges Lemaitre ve Alexander Friedmann’ın, teorik olarak, evrenin genişlemesi gerektiğini ortaya koymaları bir dönüm noktası oldu. Bundan kısa bir süre sonra Hubble’ın teleskop gözlemleriyle, bu olgu, gözlemsel olarak da doğrulandı Bundan sonra yapılan tüm gözlem ve bulgular da bu olguyu destekledi.

Aristoteles’in sandığı gibi Evren’in sabit sınırları olmadığı gibi, Newton’un sandığı gibi sınırsız-sonsuz bir Evren’de de bulunmadığımızı; Evren’in genişleyen-dinamik sınırları olduğunu, 1920′li yıllardan önce tek ifade eden kaynak Kur’an’dır. Evren’e dışarıdan bakabilecek bir göze sahip olsaydık, belki de ilk söyleyeceğimiz şeylerden biri Evren’in sürekli genişlediği olurdu. Hz. Muhammed’in astrofizikçi olduğunu ve çöle çok donanımlı bir teleskop sakladığını, evrenin genişlediğini bu şekilde bulduğunu veya rastgele bir ifadeyle evrenin genişlediğinin söylenebilecek olduğunu; iddia edebilecek biri olduğunu sanmıyorum!

Bu örnek ışığında, sıkça sorulan bir soruya da cevap vermeye çalışacağım. Soru şu şekildedir: “Kur’an’da modern bilimlerle keşfedilen birçok olgudan madem önceden bahsedilmiştir, peki neden Müslümanlar bu keşifleri yapmıyorlar?” Bu soruyu soranların bilimsel keşiflerin ve bilimsel metodolojinin doğasından habersiz olduklarını söyleyebilirim. Kur’an’daki doğrudan ifadelere karşın; bilim, nedensel ilişkileri açığa çıkartarak, ayrıca birçok zaman keşfedilen araçların da yardımıyla, yeni olgulara, var olan bu basamaklardan yükselerek erişir. Kur’an’ın birkaç kelimeyle ifade ettiği bir hakikate, bilimsel yöntemlerle ulaşmak için, birçok zaman yüzlerce hatta binlerce yıllık bilimsel birikimi kullanmak gerekmiştir. Örneğin Evren’in genişlemesinin bulunması için; öncelikle Einstein’ın formüllerini oluşturabileceği alt yapı, bunun üzerine Einstein’ın formülleri, Doppler Etkisi gibi teleskop gözlemlerinde kullanılan diğer bilimsel bilgiler, optikteki gelişmelerle teleskopun icadı ve geliştirilmesi, ayrıca yüz milyonlarca dolara denk bir bütçenin ayrılarak Hubble Teleskopu’nun inşası gibi birçok basamağın aşılması gerekmiştir… Birçok zaman basamaklar aşılırken -evrenin genişlediğinin bulunmasında olduğu gibi- hiç umulmayan sonuçlarla karşılaşılır. Bilimin metodolojisi ve doğası, bilimsel metodolojiyle basamakların aşılmasını gerektirir. Olguları gözlemlemek, matematiksel formüller geliştirmek ve sistemli birleştirmeler gerçekleştirmek; bilimin gereğidir. Kur’an, doğrudan ifadeler kullanırken, söylediği olguya bilimsel ulaşım için formüller ve teleskop gibi araçlar sunmaz.Bu yüzden Kur’an okuyanların, Kur’an’da işaret edilen olguları, bilimsel metotla neden bulamadıklarıyla ilgili soru; bilimin metodolojisinin doğasını ve Kur’an’ın doğrudan üslubunu göz önünde bulundur(a)mamaktan kaynaklanmaktadır. “Evren’in genişlemesi” ile ilgili ayeti değerlendirirken yaptığım bu açıklama; modern bilimlerle Kur’an arasındaki ilişkiyle ilgili diğer birçok örnek için de geçerlidir.
2- inkârcılar, Evren ve yer birbirleriyle bitişikken onları ayırdığımızı, ayrıca her canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı?

Newton’la beraber insanlık ilk defa detaylı bilimsel bir kozmoloji (evrenbilim) bilgisine 17. yüzyılda sahip oldu. Fakat bilimsel bir kozmogoni (evrendoğum) görüşüne insanlık ilk defa olarak ancak 1920′li yıllarda kavuştu. Lemaitre ve Friedmann’ın genişleyen evren modeli, zihinsel olarak geriye sarıldığında, “yerin ve göğün bitişik olduğu” bir durum karşımıza çıkar. Zamanla, Evren’in, “her şeyin bitişik olduğu” durumla başlangıcını tarif eden bu model, Big Bang (Büyük Patlama) ismi ile ünlü oldu. Bu modele karşı tüm itirazlar, bilimsel delillerle cevaplandı. Evren’in başlangıcındaki evrelerden kalan radyasyonun bulunmasından, bu modelin mikro dünyayla ilgili oluşumların açıklamasını en güzel şekilde sunmasına kadar sayısız delil bunların içindedir.

Enbiya Suresi’nin 30. ayetinde, “her şeyin bitişik iken ayrıldığı” söylenerek, Big Bang teorisiyle ortaya konan evren modeline işaret edilmektedir. Felsefe ve bilimin en temel ilgi alanlarından biri olan bu konuyla ilgili, Kuran’dan önceki hiçbir kaynakta, böylesine açık bir açıklamaya rastlanamaz. Bu kadar önemli bir konuda, böylesine açık bir işaretin; rastgele bir söylemeyle, bir tesadüfle veya Hz. Muhammed’in “şahsi kabiliyeti” ile olduğunu söylemek hiç de akılcı değildir. Üstelik bu ayetin hikmeti, Kur’an’ın vahyinden ancak 1300′den fazla sene sonra anlaşılmıştır; Peygamber’in döneminde böylesi bir iddianın inkârcıların alay konusu olmuş olması bile muhtemeldir. Peygamber’in, böylesi bir bilgiyi, kendi yaşadığı dönemde bilmesi mümkün değildir, ama bu mümkün olsaydı bile, inkârcıların iddia ettiği gibi “kendi menfaatleri için din uyduran” bir insanın, kendi yaşadığı dönemde aleyhinde bir durum oluşturacak bir iddiada bulunması mantıklı değildir. Fakat ne pahasına olursa olsun doğruyu açıklayan Allah’ın, Kur’an’ı vahyettiği anlaşılınca, böylesi bir sorun kalmaz.

Bu ayetin işaret ettiği evren modeli, ateistlerin “Evren/madde ezelidir ve her şeyin tek kaynağıdır” iddiasına, bilimsel ve felsefi temellendirmeyle cevap verilmesine olanak sunmaktadır.[19] Sonuçta, Kur’an ayetlerinde ortaya çıkan olağanüstülüklerin/mucizelerin hiçbiri; sadece ve sadece, bir olağanüstülük gözüksün, insanların bilmediği bir şey söylensin, günü gelince bunun değeri anlaşılsın ve bir mucize olsun diye değildir. Kur’an’ın 1400 yıl önce işaret ettiği hususların, modern bilimlerin ışığıyla değerinin anlaşılmasıyla bir “mucize” oluşmaktadır; fakat ayetin vahyediliş amacı, bundan muhakkak daha fazlasıdır, ayetlerle Allah’ın gözümüzü çevirdiği olgular ve onlardan alınacak dersler ile çıkarılacak sonuçlar da, yani ayetin içeriği de önemlidir. Kur’an’da var olan “olağanüstülükler”in hepsi içerikleri önemli ayetlerde tezahür etmektedir.
3- Bir de gaz halinde bulunan Evren’e yöneldi, ona ve yeryüzüne “isteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. ikisi de “isteyerek geldik” dediler.

Kur’an’dan, Evren’in ve Dünyamızın, şu anki haline dönüşmeden önce bir “gaz evresi” geçirdiğini anlıyoruz. Evren, başlangıcın ilk aşamalarında, çoğunluk maddesi hidrojen ve helyum atomlarından oluşan bir “gaz evresi” geçirmiştir. Diğer atomlar, başlangıçtaki bu gazların çekim gücü etkisiyle sıkışması sonucu oluşan yıldızların içindeki süreçlerle oluşmuştur. Çıplak gözle evrene bakan 1400 yıl öncesinin herhangi bir gözlemcisinin, evrenin geçmişinde bir “gaz evresi” olduğunu bilebilmesine olanak olmadığı gibi ancak 20. yüzyılda keşfedilmiş böylesine önemli bir bilimsel gerçeğin, tesadüfen söylenmiş olmasına da olanak yoktur.
YUKARIDA BAZI BEĞENDiĞiM KiTAPLARDAN ALINTILADĞIM METiNLER VAR. UMARIM YARDIMCI OLABiLMiŞiMDiR. KUR'AN VE BiLiMSEL GELiŞMELERiN ÖRTÜŞTÜĞÜNÜ ANLATMAK iSTEDiM.
eğer amacınız newton, aristoteles ve einstein gibi bilimadamlarının buluşları ile kur'anı kanıtlamaksa buna komedi derler. eğer bir insan kur'an'ı ilk duyduğu ve okuduğu birkaç dakika içinde imana yatkınsa, tarık=pulsar gibi denklemlerden yola çıkarak imanını arttırabilir bu zaten onun inanca meğilli olmasıyla alakalıdır. adı üstünde, kur'an yani islam yani allah inancı "inançtır" ötesi değil.

hiçbir ayetin inanmayan bir kişi için bilimsel bir kanıtı yoktur, olamaz da!

islam veya başka bir iddianın (dinin) gerçek olup olmadığı ancak mahşer gününde anlaşılacaktır. vaadedilen ve herşeyin açıklığa kavuşulduğu söz, mahşer sözüdür. o gün herşey kanıtlanana kadar ya inanırsınız ya da inanmazsınız! bu bilimle islam'ı kanıtlama furyası son 5-10 yılda aldı başını gidiyor. bu kadar saçma sapan bir uğraş olamaz.

nasıl bir kafanın ürünüyse, bu adamlar beni bunları söylediğim için yobaz veya kafir ilan edebiliyor. bu ayetleri okursun, nefsi, imtihanı anlarsın ondan sonra zaten inanmak için bilimsel kanıta falan ihtiyaçta duymazsın. mevzu bahis dinin tanrısı (allah) ısrarla siz onların üzerine bekçi değilsiniz demesine rağmen sürekli bir inanmayan kişiye, kendisinin inandığı şeyi kanıtlamaya çalışan bu furya boş iş furyasıdır. yobaz, mezhepçi, hadisçiler vardı şimdi bi de bilimciler çıktı.
görsel

Kur'an bilimi emrediyor...
Kuran'a göre dağlar tıpkı bulutlar gibi hareket etmektedirler. Bu da kuran'ın bir mucizesi olarak gösterilir zaten, keşke cahiller de bilselerdi.

Kuran'ın hiçbir yerinde dünya merkezli bir evrenden bahsetmez, hatta bir ayette güneşin bile hareket ettiği vurgulanmaktadır. Bu da kuran'ın bir mucizesidir, çünkü güneş de hareket eder, ama cahil ateistlerin çoğu bunu bilmezler, orası ayrı.

Kuran'da matematiksel hata falan yoktur; o olsa olsa yobaz ateistlerin dar bakış açıları sonucunda ortaya çıkmış bir kuruntudur. Bilakis, kur'an muhteşem bir matematik kitabıdır, tabi cahiller yine bilmezler.

'kaburgadan gelen meni' iddiası da yine ateist kuruntusudur, ayeti anlayamayan cahil ateistler, ayeti tahrif ederek cahillikte ısrar etmektedirler.

Kuran'da dünyanın şekli olarak “Dahv” kelimesi kullanılır ve bu kelime de 'devekuşu yumurtasını' ifade etmektedir. Devekuşu yumurtasının şekli nasıldır?

http://www.mucizeler.com/.../03/dunyanin-geoit-sekli/
''hiç bir din ya da kutsal kitap bilimsel gerçeklikle bağdaşamaz''

evet, ateistlerin çoğunun önyargılı yobazlar olduklarını kanıtlayan yalnızca bir örnek. Bunun gibi bir sürü örnek gösterebilirim. Kur'an'da bilimle örtüşen, bilimsel araştırmaya teşvik eden bir sürü ayet vardır.

tabi yobaz ateistler bunu göremezler.
müslüman bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre, kurandaki bilgilerin yaklaşık yüzde sekseni bilimle örtüşüyor.

kalan yüzde yirmisi ise bilinmeyeni anlatıyor.
madde ile anti madde ne ise kuran ile bilimde öyledir. ikisi bir araya gelemez gelir ise ikisi de yok olur.
Al önce zulkarneynı oku; KEHF SURESi'NDE HZ. ZÜLKARNEYN HAKKINDA ÖNEMLi BiLGiLER VERiLMiŞTiR

Sana (Ey Muhammed,) Zu'l-Karneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim. (Kehf Suresi, 83)

Ayette geçen "öğüt ve hatırlatma" ifadesi son derece önemlidir. Çünkü tarih boyunca Hz. Zülkarneyn kıssası çeşitli yorumcularca çok farklı şekillerde yorumlanmıştır.

Ancak Allah Hz.Zülkarneyn kıssasının ilk ayetinde bu kıssanın aktarılmasının hikmetlerinden bazılarını bizlere açıkça bildirmektedir: Müminlere bir hatırlatma, öğüt verme ve hikmet bildirme...

Hz. Zülkarneyn güçlü bir iktidara ve üstün bir ilme sahiptir

Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik. O da, bir yol tuttu. (Kehf Suresi, 84-85)

Ayetlerden Hz. Zülkarneyn'in ülkesinde sorunların yaşanmadığı, iktidarının çok sağlam, akılcı ve güçlü olduğu anlaşılmaktadır.

Allah ayette geçen, "ona herşeyden bir yol (sebep) verdik" ifadesiyle Hz. Zülkarneyn'e herşeye çözüm ve çare bulma gücü verdiğine dikkat çekmektedir. Hz. Zülkarneyn çok akıllı, ferasetli ve basiret sahibi bir mümindir. Allah'ın verdiği bu üstün özellikler sayesinde karmaşık gibi gözüken her türlü soruna hemen çözüm bulmakta, aksaklıkları gidermektedir.

Hz. Zülkarneyn’in batıya yolculuğu

Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu, yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin." (Kehf Suresi, 86)
güneşin battığı yere kadar ulaştı
ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu...
(Kehf Suresi, 86)

Hz. Zülkarneyn'in ilk önce batıya doğru gittiği anlaşılmaktadır. Güneşin battığı yer olarak tarif edilen bu bölge, dünyanın en batı noktası olabilir. Eğer Avrupa kıtası esas olarak alınırsa bu bölge, Avrupa kıtasının en uç noktasını oluşturan ispanya ve Cebelitarik Boğazı civarı olabilir. Afrika kıtası esas olarak alınırsa bu kez de bu kıtanın en batıdaki noktaları olan Moritanya ve Senegal gibi bölgelere işaret ettiği düşünülebilir. Ancak harita ölçü alındığında en batı noktanın Afrika kıtasına işaret ediyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir).

Ayetlerde Hz. Zülkarneyn'in yöneldiği bu batı bölgesini tarif ederken kullanılan bir diğer tanım ise "kara çamurlu göze" ifadesidir. Bu ifadenin Arapçası "aynin hami'e"dir. Bu ifadedeki "ayn" kelimesi "göz, pınar, çeşme, kaynak" anlamlarına gelmektedir. "Hamie" kelimesi ise "siyah çamur, balçık, bulanık, çamurlu" manalarındadır.

Güneşin deniz kenarında batışını uzaktan izleyen bir kişi, güneşi denize giriyormuş gibi görür. Ya da dağın arkasından güneş batarken, uzaktan bakıldığında sanki güneş dağa giriyormuş gibi hissedilir. Bu kişinin bulunduğu yere ve bakış açısına bağlıdır.

Hz. Zülkarneyn ayette tarif edilen bölgeye ulaştığında orada bir toplulukla karşılaşır. O topluluğa karşı nasıl davranması gerektiğini ise Allah ona bildirir. Hz. Zülkarneyn'in vereceği karşılık hukuki bir karşılıktır. Güzellikle ve iyilikle davranana güzel karşılık verilirken, kötülüğü, zulmü ve isyanı yol edinenlere de ona göre bir karşılık verilecektir. Bu karşılığın nasıl olacağı ise hakimin yetkisindedir. Bu ifadeden Hz. Zülkarneyn'in devlet başkanlığı görevinin yanı sıra hakimlik yetkisine de sahip olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Zülkarneyn, o dönemde mevcut olan ceza hukukuna göre ya hapis cezası, ya gözaltı, ya da başka bir ceza uygulamaktadır.

Hz. Zülkarneyn sadece bir devlet adamı ve hakim değil, aynı zamanda bir mürşittir

Dedi ki: "Kim zulmederse biz onu azablandıracağız, sonra Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırır. Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz." (Kehf Suresi, 87-88)

Hz. Zülkarneyn konuşmalarında hemen Allah'ı ve ahiret gününü hatırlatmakta yani onlarla Müslümanca konuşmaktadır. Ayetlerde geçen ifadelerden Hz. Zülkarneyn'in Müslüman bir idareci, devletinin ise Müslüman bir devlet olduğu; tebası altındaki insanları eğittiği, onlara Allah'ın rızasına uygun tarzda hükmettiği açıkça anlaşılmaktadır.

Hz. Zülkarneyn, karşılaştığı topluluğu hemen Allah'a imana, samimiyete, Kuran'da bildirilen salih amelleri, ibadetleri yerine getirmeye davet etmektedir. Bu kişileri teşvik etmek için dünya ve ahiret hayatındaki karşılığa dikkat çekmekte, böylece onları hidayete çağırmaktadır.

Hz. Zülkarneyn’in doğuya yolculuğu

Sonra (yine) bir yol tuttu. Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. işte böyle, onun yanında "özü kapsayan bilgi olduğunu" (veya yanında olup-biten her şeyi) biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık. (Kehf Suresi, 89-91)

Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı...(Kehf Suresi, 90)

Zülkarneyn ikinci kez yol tuttuğunda bu kez doğu tarafına doğru gider. Ayette geçen bu ifade ile, muhtemelen yine haritaya göre en doğudaki Kore, Çin ya da Kuzey Çin (Mançurya) gibi bölgelere işaret ediliyor olabilir.

Ayetin devamında Hz. Zülkarneyn'in "kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim" ile karşılaştığından bahsedilmektedir. Ayette geçen siper kelimesinin Arapçası "sitren"dir ve bu kelime "örtmek, gizlemek" anlamına gelen Arapça "setere" fiilinden gelmektedir. Buradan anlaşıldığı gibi siper kelimesi bu ayette, "elbise ya da binadan müteşekkil örtü" anlamında kullanılmaktadır.

Dolayısıyla söz konusu topluluk, içinde barınabilecekleri bir evleri olmayan, düz bir arazide yaşayan, güneşten korunabilecekleri barınakları, şemsiyeleri veya herhangi başka bir gereçleri bulunmayan, dışarıda yaşayan göçebe bir topluluk olabilir. Geceleri çalışıp, gündüzleri de yer altında bir sığınakta yaşıyor olabilirler. Aynı zamanda giyecekleri olmayan, ilkel şartlarda, medeni olmayan bir ortamda yaşayan bir topluluk olmaları da muhtemeldir.

91. ayette ise Hz. Zülkarneyn'in özü kapsayan bir bilgiye sahip olduğundan bahsedilmektedir. Özü kapsayan bilgi ifadesinin Arapçadaki karşılığı "hubr"dur. Ve bu kelime "bütün incelikleri ve hakikati bilme" anlamında kullanılmaktadır.

Hz. Zülkarneyn’in üçüncü yolculuğu

Sonra bir yol (daha) tuttu. iki seddin arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu. (Kehf Suresi, 92-93)

Zülkarneyn üçüncü kez yol tuttuğunda bu kez geri döner ve en doğu ile en batı arasında bir bölgeye ulaşır. Burası, Himalayalar'da bir bölge olabilir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de aynı bölgelere işaret etmekte ve Hz. Zülkarneyn'in "... Hind ve Çin'deki akvam-ı mazlumeye tecavüzlerini durdurmak için o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvam-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mani olduğunu..."(Bediüzzaman Said Nursi, 16. Lema, s. 101) hatırlatmaktadır. Üstad'ın da belirttiği gibi bu iki set, iki dağ silsilesi olabilir.

Ayette Hz. Zülkarneyn'in yeni gittiği bölgede karşılaştığı topluluğun hemen hiçbir sözü kavramadıkları da ifade edilmektedir. "Hiçbir söz" değil, "hemen hemen hiçbir söz" denmesi, bu topluluğun farklı ve alışılmışın dışında bir dil konuştuğuna işaret ediyor olabilir.

Ancak Hz. Zülkarneyn bu kavimle konuşabilmektedir. Bu durumda Hz. Zülkarneyn ya özel bilgisiyle bu farklı dili anlayıp konuşuyordur ya da yanında bulunan kişiler bu dili anlıyor olabilirler. Bu ayet, Hz. Zülkarneyn'in yanında bu konularda bilgili özel bir ekibi olduğuna işaret ediyor olabilir.

Ayetlerden ayrıca Hz. Zülkarneyn'in gittiği her yerde sefalet, yoksulluk ve zayıf bırakılmışlık olduğu anlaşılmaktadır. Batı tarafındaki topluluk da, doğudaki topluluk da ihtiyaç içindedir. Doğudaki topluluk güneşten korunacak bir barınakları olmayacak kadar büyük bir sefaletle iç içedir. iki setin arasındaki halk ise cehalet içindedir, kültürel ve teknolojik açıdan gelişmemiştir. Ayrıca kendilerini dış tehlikelerden korumaktan aciz bir topluluktur. Bu nedenle de ülke büyük bir anarşi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Hz. Zülkarneyn'den yardım istemelerinin en önemli nedeni de işte bu yoksulluk, cehalet ve kargaşa olabilir.

Hz. Zülkarneyn, kendisinden yardım istenilen bir liderdir

Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94)

Ye'cüc ve Me'cüc'ün bozgunculukları nedeniyle zor durumda olan bu kavim, Hz. Zülkarneyn'den kendilerine yardım etmesini istemekte, bu yardımın karşılığında da ona vergi vermeyi teklif etmektedirler. Buradan Hz. Zülkarneyn'in tek başına bir kişi olmadığı, bir devleti yönettiği anlaşılmaktadır. Aynı Hz. Süleyman gibi Hz. Zülkarneyn de devlet gücüne ve askeri güce sahiptir.

Ayette işaret edilen bir diğer konu da Hz. Zülkarneyn'in yanında, önceki ayette işaret edilen dil uzmanları gibi, bayındırlık ve imar konularından da anlayan bir ekip olduğudur. Hz. Zülkarneyn'in bu konularla ilgilendiği, mimari ve imar teknolojisini iyi bildiği de yapılan yardım talebinden anlaşılmaktadır. Hatta bu konulardaki bilgisi ile tanındığı, meşhur olduğuna da ayetlerde işaret edilmektedir. Onun bu ünü nedeniyle, diğer devletler kendisinden bu yönde bir yardım istemektedirler. Tüm bu özellikleri, Hz. Zülkarneyn'in devletinin gücünü ve çapını anlamak için de bir delil niteliğindedir.

Hz. Zülkarneyn'in hem batı tarafında hem de doğu tarafında böyle büyük saygı görmesi ve etkili olması onun dünyaya hakim bir devletin başında olduğunun göstergesi olabilir. Dolayısıyla ayetlerden onun, yeryüzüne barış, adalet ve güvenlik getirmekle sorumlu olduğunu bilen bir lider olduğunu anlıyoruz. Kendisini sadece kendi ülkesinden değil, dünyanın her bölgesinden sorumlu hissetmektedir.

Hz. Zülkarneyn kıssasıyla ahir zamanda islam ahlakının da –aynı Hz. Zülkarneyn'de olduğu gibi- tüm dünyaya hakim olacağına işaret edilmektedir.

Hz. Zülkarneyn yaptığı yardım karşılığında hediye almamıştır

Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım." (Kehf Suresi, 95)

Kuran'da peygamberlerin bu ahlakıyla ilgili başka örnekler de bulunmaktadır. Hz. Zülkarneyn'in teklif edilen maddi karşılığı kabul etmemesinin pek çok hikmeti olabilir. Bu hikmetlerden biri alacağı bir yardımın karşı tarafta oluşturabileceği olumsuz etkileri engellemek olabilir. Çünkü insanın maddi yardımda bulunduğu bir kişiye karşı saygısında, itaatinde ve boyun eğiciliğinde azalma olabilir. Bu, insan psikolojisinde olan bir ruh halidir. Ayette böyle bir duruma mahal vermemek için, yapılan bir yardımın ücretsiz ve ikram olarak yapılmasının önemine işaret edilmektedir. Hiç şüphesiz böyle bir yardım hem sevgiyi, hem de bağlılığı daha çok artıracaktır. Üstelik Hz. Zülkarneyn de tıpkı Hz. Süleyman gibi, ekonomisi ve hazinesi çok güçlü bir devletin başındadır ve bu zengin devletin, yaptığı yardıma bir karşılık beklemeye ihtiyacı yoktur.

Ancak Hz. Zülkarneyn, maddi karşılık almadığı bu kavmin, yapacağı yardıma insan gücüyle destek olmalarını istemektedir. Böylece kendi devletinin insan gücünü kullanmayı tercih etmemekte, yardım ettiği kavmin yerel halkını görevlendirmekte, onlara çeşitli sorumluluklar vermektedir. Bu şekilde, onlara sanatı ve bilimi öğretmekte, kültürel ve teknolojik açıdan ilerlemelerini sağlamaktadır. Ayrıca atıl ve boş duran insan gücünü harekete geçirmektedir. Böylece hem kendi devletinin hazinesinden gereksiz harcama yapmamakta, hem de kendi savunmalarında görevlendirmek suretiyle onları ülkelerine fayda sağlar hale getirmektedir. Adalete, saygıya ve hakkaniyete dayanan böyle bir ilişki hiç şüphesiz karşılıklı güveni ve halkın desteğini kolaylıkla elde edebilir.

Hz. Zülkarneyn ileri bir inşaat teknolojisi kullanmıştır

"Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır (katran) dökeyim." (Kehf Suresi, 96)

Ayette Hz. Zülkarneyn'in iki dağ arasındaki bu sağlam engeli yaparken demir ve erimiş bakırı (bazı tefsircilere göre katranı) kullandığı haber verilmektedir. Hz. Zülkarneyn, seti oluştururken demir kütlelerini günümüzdeki köprü yapım teknolojisindeki yöntemle kullanmış olabilir. Bunun için demirler uç uça getirilmiş, daha sonra birleşme noktalarından kaynak yapılmış ve böylece büyük bir set meydana getirilmiş olabilir. iki dağın arasında betonarme bir köprü de yapmış olabilir. Bu köprüyü oluşturan demir kütlelerinin arasına ilaveler yapıp, kaynakla birbirlerine yapışmalarını sağlamış olabilir. Önce demirler çatılmış, sonra ya körükleme yoluyla ya da erimiş bakırı (ya da katran) zamk gibi kullanarak demirleri birbirine yapıştırmış olabilir. Demirleri birbirine yapıştıracak bu zamklama için de bir oluk oluşturmuş ve bu oluktan erimiş haldeki bakırı akıtmış olabilir. (En doğrusunu Allah bilir).

Katran

Ayette "eritilmiş bakır" olarak çevrilen ifadenin bir anlamı da "katran"dır. Katran, demiri nem ve deniz suyundan korumak için kullanılan, çam ağacından ve maden kömüründen elde edilen bir kaplama maddesidir. Hz. Zülkarneyn katranı, oluşturduğu demirden yapının üzerine akıtmış ve bu sayede demirin okside olup, paslanmasını engellemiş olabilir. Nitekim bugün modern betonarme teknolojisiyle inşa edilen yapılarda da bu sistem aynen kullanılmaktadır.

Hz. Zülkarneyn betonarme yapıyı oluşturmak için üzerine katran akıtılmış olan demiri, kum, kireç, çakıl taşı ve sudan oluşturulan bir harç malzemesi ile birleştirmiş olabilir. Böylece çok güçlü ve kolay kolay yıkılmayacak bir set meydana getirmiş olabilir. Normal şartlar altında kum ve kireçle yapılan bir harç kolaylıkla delinebilir. Ancak bu harç demirle takviye edilince, delinmesi mümkün olmaz. Bu yapı, delmek isteyenler açısından son derece caydırıcı olur. Bu betonarme yapının üzerine uygulanan bir baskı sonucunda yıkılması, zarar görmesi, üzerinde geçiş yapılacak bir delik açılması çok zordur. Özellikle de ters veya düz çarpraz şeklinde dizilen demirlerle oluşturulan bir betonarme yapının o zamanki şartlarda yıkılması Allah'ın dilemesi dışında imkansızdır.

Hz. Zülkarneyn bu setin imarı sırasında günümüzde yaygın bir şekilde kullanılan baraj teknolojisinden de faydalanmış olabilir. Bu da farklı bir yöntemdir. Bunun için aralarında set çekilecek olan iki dağ arasında bir baraj kurulması gerekmektedir. Eğer bu baraj ters eğilimli olarak inşa edilirse, böyle bir durumda bu setin geçilmesi de asla mümkün olmaz.

Hz. Zülkarneyn tarafından yapılan set aşılamamıştır

Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler. Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır." (Kehf Suresi, 97-98)

97. ayetteki ifade setin yüksek olduğuna bir işarettir. Ayrıca o dönemin insanlarının bu seti delmeye güç yetirememeleri ise setin dayanıklılığına dikkat çekmektedir. Bu dayanıklılık da yine söz konusu setin yapımında, günümüzde tüm modern yapılarda kullanılan betonarme teknolojisine benzer sistemle inşa edildiğinin delillerinden olabilir.

Ayrıca 98. ayette bildirildiği üzere, Hz. Zülkarneyn'in setin yapımını tamamladıktan sonra ilk hatırlattığı şey Allah'ın, Rahman ve Rahim sıfatlarıdır. O, bu setin Allah'ın merhametinin bir delili olduğunu ve Allah dilemedikçe böyle bir seti yapmayı hiç kimsenin başaramayacağını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle de seti yapanın Rabbimiz olduğunu hemen hatırlatmakta, böylece insanların bu başarıyı kendilerinden sanma gafletine düşmelerine engel olmak istemektedir.

Kehf Suresi'nin 98. ayetinde Hz. Zülkarneyn'in inşa ettiği bu güçlü setin kıyamete kadar baki kalacağı da haber verilmektedir. Ayette geçen vaad kelimesi, bir sonraki ayetten de anlaşıldığı gibi kıyameti ifade etmektedir. Bu ise, setin kıyamete kadar korunacağı anlamına gelmektedir.
bastonla deniz ayırma, aynı baston mu bilmiyorum ama yılana dönüşme, balığın inançlı birini yutup (balık yunus olarak belirtilir) sonra yutulan kişinin imanlı olduğundan kıyaya geri bırakması... vs vs vs. gayet bilimsel bence, sıkıntı yok yani.

kuran-ı kerim'i türkçe okuyun ! okutun...
dostluğu 600lü yıllara dayanan, daima birlikte gezen, birbirlerine arka çıkan, sevecekseniz ikimizi birlikte sevin diyen iki kafadar.
kuran bilimle uyuşuyor diye bir şey yok. evrim adem palavrası ve tasarımcıyla çeliştiği için hemen yasakladılar. ulan iran bile yasaklamış evrimi, adam anlatıyor diyor ki bunlar böyle diyor ama bizim dinimiz bunu diyor bizim dinimiz doğru değip konuyu geçiştiriyormuş.
türkiye ise o kadarını bile yapmıyor. sonra kuran vay efendim bilimle uyuşuyor. kuran kendini yalanlamayan bilimi destekliyor kendini yalanlayınca hemen o artık yasak hale geliyor.

aha da gördünüz, en basiti bizim ülkemiz. belki bide ışid evrimi anlatmıyor o kadar. nihaha ha.
(bkz: et ve tırnak)
https://mobile.twitter.co...status/811263218618351616

https://mobile.twitter.co...status/811262703679508480
Ah şuan müsait olsaydım da kur'an ile evrim arasındaki ilişkiyi, ilk insanın adem olduğunu ancak insan tipinde canlıların adem'den önce var olduğunu, melekler ile allah arasında geçen bu konu hakkındaki diyalogu ayetlerle destekleseydim. Sözde bunların hepsi çok zeki, kuran okumuş, hafız, 2 sene namaz falan kılmış insanlar. Olum yok böyle bir şey ya adamlar hâlâ kuran ile uğraşıyor. Olum evrim vs. Hristiyanlığın bir problemi, müslümanlara saldırma neyin nesi?
(bkz: oksimoron)
Müslüman ülkelerin ilim ve bilimdeki müthiş ilerlemiş seviyelerine bakmak yeterlidir.
Tüm semavi dinler toplamda bilimin inkarıdır.
Bilim gelişip dünyayı gerçek temelinde açıkladıkça dinler geri çekilir.
Din bilim uyumunu iddia edenler din adına son çırpınışlarla bilimi yozlaştırma çabasında olanlardır.

Yeryüzünü serip, dağlarla sabitleyenlerin,
Dünyanın sonuna gidip güneşin balçıkta battığını görenlerin,
Ayı eliyle ikiye bölüp sonra birleştirenlerin,
Atmosfere giren göktaşı yanmasını, şeytan taşlamak için yıldızların atılması olarak açıklayanların,

Bilimsel olma iddiası bilime hakarettir.
Gerçek islam bu iki mukaddesin birleşimidir. islam bilgi dinidir. Karalamaya çalışanlarda batının peşkeşine aldananlardır. Net. Gerçek islam isid veya boka haram ın dini değildir.
çelişen iki kavram. kimse kusura bakmasın.