bugün

bazen hiçbir çözümü yoktur. hiçbir hayalini gerçekleştiremezsin, karnını doğru dürüst doyuramazsın, depresyondan kurtulamazsın. öyle '' istersen yaparsın, başarırsın '' gibi beylik laflar herkes için geçerli olmuyor. bazıları üzüntü ve depresyonu bastırarak yaşamaya devam ediyor sadece. geçmeyen yaralar vardır ve bunu kabul etmek gerekir.
ne acı, kaybetmek için sahiplik!
ölümlüyü sevmek, ne korkulu iş!..
hayat mı, püf desen kopacak iplik,
çıkmaz sokaklarda varılmaz gidiş.

necip fazıl kısakürek
en güzel yani artık kaybedecek bir şeyin kalmadığı andır herhalde. ya kaybede kaybede iyice içine gömülürsün, ya da kaybede kaybede kazanmayı öğrenirsin.
"...Hangisi daha zor, bilmiyorum," dedim. "Birini aniden kaybetmek mi, yoksa onu yavaş yavaş, günden güne kaybetmek mi?.."

Böğürtlen Kışı, Sarah Jio
Bazen en cesaretlilerin en kallavisini yaşadığı hal.
Ne acı kaybetmek, her türden kayıp için.
Önemli kötü sevdiklerimize kavuşamamak mı?
Yenilgi almak için mi oldu bunlar?
Veya zorla sevgi almak için mi?
Hüsrana uğrattım her şeyi
Yaptığım sadece erkek hegemonyasına
Bir baş kaldırıştı, anlamadılar.
Şimdi onlar çok mutlular benim ise
Kalbim kırgın.
"...Birini kaybetmek istiyorsanız çok sevin, kendiliğinden defolup gider zaten..."

(Bir Delinin Ot Defteri - Küçük iskender)
1 maça kalan kuponunda ikinci yarı daha çok gol olur dediğin maçın ilk yarısında 4 gol olmasıdır.
görsel
Bağımlısı olduğum fiil özellikle insan kaybetmeyi severim.
“ne acı, kaybetmek için sahiplik
ölümlüyü sevmek ne korkulu iş”.
hayatın olağanı.
ölen yakın kişi için de kullanılan tabir. 7 yaşındaydım. dedemlerle yan yanaydı evimiz. torunlarının arasından en çok beni sever, benim üzerime bir başka düşerdi. kardeşim yahut kuzenim bana sataştığında hemen dedeme şikayete koşardım. bir gün babam çok sevdiğim ve dedemin aldığı bisikletimi sinir krizi geçirip kırmaya kalkınca koşarak dedeme haber vermeye gittim. dedemin dışarı çıkması, evimizin az yukarısında kalp krizi geçirip vefat etmesi aniden ve gözlerimin önünde oldu. ben dedemi kaybettim. bugüne kadar bunu hiç düşünmek istemedim, bile isteye bu kötü hatırayı hep es geçtim fakat ölümünün benim yüzümden olduğu gerçeği bu aralar hep aklıma düşüyor. gecikmiş bir yüzleşmeydi kendimle. ah dedem üzgünüm, özür dilerim.
görsel
Birden fazla yitirme duygusu anlamına gelen söz. Evet.
Neye göre kime göre kaybetmek bunu da tartışmak gerekir. Bana göre kaybetmek çok göreceli bir kavramdır. Çünkü günlük hayatta kaybetmek olarak tanımladığımız bir çok olayın aslında nasıl avantaja dönüştüğünü ve bu avantajı farkedemeden nasıl elimizden uçtuğuna şahit olabiliriz veya şahit olmadan o avantaj uçup gider. Eğer birşey deniyorsanız ve kaybettiyseniz denemekten vazgeçmediğiniz sürece eninde sonunda kazanırsınız. Eğer yenildim diyerek kaybettiğinizi sanıyorsanız siz o cümleyi kurarken kaybetmişsinizdir, yenildiğiniz için değil. Birçok şeyi telafi edebilirsiniz. işleri yoluna koyabilirsiniz. Çünkü kazanmak ile kaybetmek arasında o kadar ince bir çizgi vardır ki sadece farkedebilenler kazanabilir. O çizgi küçük harflerle yazılmış azim, fedakarlık, sabır, inanç, çalışma ve sizin gizli sırrınızdır. Unutmayın kazanmak ya da kaybetmeyi olaylar değil siz belirlersiniz. Gerisi sadece bahanedir. Güzelce boyadığınız bahaneler.
Kaybettiğiniz sevdiğiniz birşey ise durun bir düşünün ve acaba gerçekten üzülmeye değer mi? Değer ise kendi öz benliğinizin bunu saygıyla karşılamasına izin verin. Bırakın kaybettiğinizin acısını yaşasın yüreğiniz. Yoksa nasıl olgunlaşırdık ki.
Unutmayın bazı gidenler geri gelmeyecek. Bazı limanlarda biz bekleyeceğiz bazı limanlarda biz bekleteceğiz. Ama şu gerçek ki hayat mutluluk tarlalarına akıttığımız göz yaşlarıyla sulanır. Bu da benden size ufak damlalar olsun. Her daim umutlu kalın.
sometimes you hate the person you love. işte böyle bir şey.
Genelde bir kişiyi kaybetmenin hüznünü yaşamayan ben bu sefer ilk kez gerçekten bu hüznü yaşadığımı sanıyordum. hem de o kişi yanımdayken ve daha da çok yanımda olacağı kesinleşmişken. Yine yaşamıyormuşum bunu yeni fark ettim.

Bir kişiyi sevemiyorum (ailem dışında). Ne bileyim o kişinin gerçekçiliğine bayılamıyor, yüksek enerjisine tutulamıyor ya da onun yüzünü görünce neşelenmiyordum -ki hala da öyle- sadece o kişiyle aramdaki ilişkiye odaklanıyorum. Tabii ki karakteri genel hatlarıyla ilgimi çekiyorsa ilişki kuruyorum hatta çok ilgimi çeken özelliklerinden bahsetmeye doyamıyorum. Ama ne bileyim işte her zaman o kişiden çok o kişiyle aramdaki ilişkiye odaklanıyorum. O kişiyle aram bozulduğunda onu düşünürsem onun çok neşeli bir insan olduğunu filan asla düşünmüyor direkt beni nasıl hissettirdiğine ve kendime odaklanıyorum. Bunun şu an bana ne kadar bencil, ne kadar kendini hayatın merkezinde sanan bir manyak gibi hissettirdiğini anlatamam bile. Bundan mutluluk duymuyor hatta utanıyorum bile. Yazmak bir şekilde iyi geldiği ve inanılmaz iyi bir gözlem şansı tanıdığı için yazmayı tercih ediyorum. Şans eseri de buraya yazıp mecburen artılara, eksilere, farklı fikirlere açık hale getiriyorum hislerimi ama olsundu yine de yazmalıydım.

Bir kişiyi kaybettiğim hissine kapıldığımı söyledim. Bunu benim yanımda olmasına rağmen hatta daha da yakınımda olacağı halde, hatta her gün görüşsek de görüşemesek de birbirimizi arayıp güzel güzel sohbet ettiğimiz halde bu hisse kapılıyorum. Bu o (sevilen) kişiyi kaybetmek mi? Elbette değil. Peki bu o kişiyle aramdaki ilişkiyi kaybetmek, onun bir süre önce bana hissettirdiği şeyleri şu an yapamaması, benim istediğim gibi içimden geçenleri söylemektense samimiyetsiz, çekingen, “aman ali rıza bey tadımız kaçmasın” modunda yaklaşmamın verdiği kaybetme hissi mi? Aynen öyle.

“Bu kişinin hangi yönlerini seviyorum?” Diye soruyorum kendime, cevap yok. Gerçekten düşünüyorum neyini sevdiğimi. Anaçlığını mı, çok bilmişliğini mi, gıcıklık yapışını mı, güzel çay yapmasını mı?

“Ben herhangi birinin hangi özelliklerini severdim?” ya da şöyle diyelim “benim birini sevmem için onun hangi özelliklere sahip olması gerekiyordu?” iyi mizah anlayışını, bambaşka bir bakış açısı olmasını, olaylara mantıklı yaklaşımını, sohbetinin çok iyi olması (bu birinci galiba), her konuda biraz bilgisi olmasını, çevresinin geniş olmasını severdim ya da bu özelliklere sahip kişilere bayılırdım. Çünkü ucu bana dokunuyordu. Oturup sohbet edince keyif alacak, gülecek, bilgi edinecek, bir şey anlattığımda onun mantıklı yaklaşımından yardım alacak, onun aracılığıyla yeni insanlarla tanışacaktım.
Böyle bir insanı severdim de ilişki kurardım da. Aram bozulursa da bu kişinin sadece ucu bana dokunan özelliklerini anımsardım. “Ne kadar güzel sohbet ediyorduk, içimden her geçeni söyleyebiliyordum ve bunların hiçbiri için beni yargılamıyordu, ne gülmüştük ya...” diye geçer aklımdan ve aramızın bozulduğuna üzülürüm. Aynısı gelirse üzgünüm ama unuturdum. Hatta aynısı gelmeden bir başkasıyla iyi sohbet edince, gülünce aklıma gelmiyor yatağıma yatınca ya da işim olmayınca aklıma gelip ağlayacak gibi oluyorum.

O yüzden eskiden iyi olan ama şimdi boka saran bi ilişkimi kurtarmam gereken kişiye aramızın bozulmasındaki tüm suçum neyse kabul edip, konuşup eskiye döndürebilirim.

Ben suçumu kabul ediyorum. Suçunu kabul etmek suçlu hissetmek demek değil. Evet kendime kızdım ama bunu düzeltmek için fırsat tanımak gerek. Kendi kendine düşman olarak yaşanmaz.

Böyle upuzun yazmanın ardından gelen sallama hissini o kadar seviyorum, o kadar güzel ki.
Bi tek polyana da olmayan durum sanırım.
Gerçi o da kesin evde gizli gizli ağlıyodur. Yoksa bu kadar gamsızlığın başka bi mantığı olamaz.

Şerefsiz polyana nasıl pozitif olcam diye milletin moralini bozuyodun.

Polyanacılık akımı seni bitircem kızım. Nasıl unutuldun ama diye başlıklar açıcaz.
Hiçbir zaman kazanan olamayanların sürekli yaptıgı eylemdir. Kaybetmek ne kadar çabalasan da, ağlasan, bagırsan da. insana öyle bir koyar ki hele bir de hiçbir şey yapmadan kazananları gördüğünde isyan noktasına gelirsin.
Bazen bir kişi bazen bir eşya.
Oysa kaybetmek,
ne güzeldir kaybetmek...
Kimseye ilişmeden, yüreğinden vazgeçmeden,
kendin kalıp, öylece kaybetmek ne güzeldir...
Kaybettikçe yeniden filizlenmek,
çirkinleşmeden,
onurla yürümek, sevgiyle bakmak yeryüzüne,
ne güzeldir...
Kaybetmenin kötü bir şey sanılması Kazanma hırsından doğuyor aslında insanın. Esasında bazen kaybetmek insanın dünyasını aydinlatip ilerde büyük kazançlar elde edilmesine sebebiyet verebilir.

Ama dediğim gibi, çok hırslıyız.
herhangi bir olayda , bir şeyin değerini anlamak için zaman zaman olması gereken diye aktarılan durum. bu da yanlış aslında. içten içe, bir şeyin , birinin vs anca kaybedince değerini anlıyoruz nasıl olsa diye, bir şeye , birine sahipken uğraşmıyoruz değerini bilmeye.
Tek soru ve hiç bir cevap
Biri çıkıp size ne derse desin öylece yüzüne baktığınız anda
Zaten bitmiştir.
"hep denedin,hep yenildin.olsun.yine dene , yine yenil.daha iyi yenil." yani samuel beckett abimiz diyor ki kaybetmekten korkma kaybede kaybede kazanmayı öğrenirsin bazen, sen denemeye devam et.