londra da çalışırken

Could I have a glass of pimms diyen müşteriye "sure, a glass of Pimps's coming ASAP deyip ardından karşılıklı iki dakika sessiz durmamız.

pimms: içki
pimps: pezevenkler
milk e maylk demistim. ama kimse caktirmadi lan niyeyse. maylk ney laan.
tam olarak türkçe karşılığını söylemeye çalışmak. ne grammar kalıyo ne kelime kafa karışıyo mal gibi bakıyoruz.
parlamenter monarşiyle yönetilen bir arap ülkesinde düzenlenen bilim fuarına yarışmacı olarak katılınır. üç gün boyunca yüzlerce kişiye proje ana hatlarıyla anlatılır. akademisyenlere, bilimle uğraşanlara veya sadece meraklı olanlara ise proje detaylarıyla aktarılır. genel olarak pozitif yorumlar alınır ve ego tatmin edilir.

ülkenin kodamanları dördüncü gün fuarı teftişe gelir. spor bakanı, kültür bakanı ve ülkenin prensi gelenler arasındadır. bizim standın hemen girişin yanında olması ve iki standlık yeri kaplaması sebebiyle heyet ayrılmadan önce hep beraber bizim standı ziyaret etmiştir. iki arkadaşım projelerini anlattıktan sonra sıra bana gelir. akıcı ingilizcemle günlerdir tek hata yapmadan anlattığım projeyi, bir kez daha anlatmak için kolları sıvarım. *

ülkenin prensi, ülkenin bir bakanı ve fuarı düzenleyen kuruluşun ceo'sunun oluşturduğu üçlü dibimde, yirmi kişilik heyet onların arkasında beni izlerken prens bana "hello" der. refleksif olarak "hi" şeklinde cevap verdikten sonra beynim "öncelikle misafirperverliğiniz için teşekkür ederiz" gibisinden bir şey demeye karar verir ve "hospitality miydi lan misafirperverlik?", "thanks mi desem thank you mu desem?" şeklinde ikilemler saliseler içinde beyinde dolaşır.

bir saniyelik bir beyin donmasının ardından nedense "ııııı..... welcome!" derim. prens "yok canım sen hoşgeldin, buralar hep bizim" der. sıçtığının farkına varan beynim hemen toparlanır ve "sorry ehehe" dedikten sonra projeyi anlatmaya başlar. tanrıya şükür proje anlatırken tek bir hata yapılmaz ve ardından oraya götürdüğümüz hediyeleri prense takdim ederiz.

ingilizce konuşurken yaptığım en büyük salaklık budur sanırım.

edit: yoğun istek (bir kişi) üzerine yarışma sonucunu açıklıyorum. 100 üzerinden 99 alarak (bir puanı nereden kırdıklarını çözemedim) best research prize kazandım.

jüri heyetinin en saygın üyesinin o ülkedeki en iyi üniversitede biyokimya bölüm başkanı olması ve projemin de biyokimya alanında olması ödülü kazanmamda büyük bir etkendir tabii.

ikinci edit: yarışmayı kazanınca ne olduğunu sordu bir arkadaş. cv'ye yazmaktan başka bir faydası olmayacak gibi duruyor şimdilik. ha bir de yaklaşık 1500 tl'lik bir ödül vardı sembolik, onu da arkadaşlarla yedik.
knight'ı kınayt diye okurduk.
ağzı yayarak ne bok söylediği anlaşılmayınca iyi ingilizce konuştuğunu sanmaktır mesela.
yeni mottomu for sexx yapan gençler, durup durup ellerimi açıp for sexxxx diyesim geliyor.

http://www.gazetea24.com/...magdurolan2turk_2329.html
ı want to be engineer yerine, hocanın suratına bakarak böğüre böğüre 'ı want an enginner' demek. hoca şöyle kaşları çattı baktı,düşündü. sonra bütün sınıf farkına vardı gülmeye başladı, tabi kızda güldü. arkadan da 'kız mühendis istiyomuş abii sana bakmaz' diye cümleler gelmişti*
aksanlı konuşacam diye kasmak. senin anadilin değil ki bu niye kasıyosun boşuna.
ingilizce konuşurken içtiğiniz sigaranın külünü dalgınlıkla içkinize dökmeniz, oynadığınız sivilcenizi karşınızdakinin suratına patlatmanız gibi herhangi bir dili konuşurken de yapabileceğiniz salaklıklardır.
bir kediyi konuşturan salak ergenin lafıdır:
i'm the turkish cat.
ingilizce'yi öğreten öğretmeni bu ergen yüzünden işini iyi yapmadığını algılayarak işi bıraktı. *
-for example sir...
+ say again please.
-haniii*, uh sorry.
+honey?! heheh.
"said" kelimesini "seyid" şeklinde telaffuz etmektir ki sınav notlarınız kaç olursa olsun ingilizcenizin bok olduğunu gösterir bu.
"Do you like soccer" diye soran yaşlı Amerikalı işverenin karşısında sus pus kalmak ve ısrar üzerine evet demek. Utançtan yerin dibine girmek ama dakikalar sonra aslında o kelimenin 'sucker' olmadığını anlayıp utanç duymada farklı boyutlara ulaşmak.
'Pray to god, its my last week' diyerek tehdit etmek.
onu bunu bilmem de bu zat-ı muhteremin adanalı şivesiyle ingilizce konuşmasına şukusunu verdim keratanın.
what can ı do sometimes...
http://www.youtube.com/watch?v=GxVvgkX0uLE
superlative i süperlatif diye okumak.
sözcüğü yanlış söyleyip cümle arasında 'ay pardon'demek.
everything little little on the middle..
ingiliz aksanıyla konuşmaya çalışmak. neyin peşindesin kardeşim? derdini anlatmak neyine yetmiyor?
Telaffuz hatasından dolayı sahil anlamına gelen ''beach'' kelimesini fahişe anlamına gelen ''bitch'' kelimesi gibi okumak başlıca yapılan hatalardandır.
Olay türkiye de bir üniversitenin hazırlık speaking* sınavında gerçekleşmiştir.
hoca: where are you from*
öğrenci: I am from turkey*
hocanın ve partnerinin bakışlarından bir gariplik olduğunu anlayan öğrencinin aklı başına gelir ve düzeltir:
ö: I am from ankara.
korkuncu büyük i'lerin türkçedeki gibi yazılması. 4. sınıftan sonra kurtulmanız gerekiyor.
hotel'e hotıl demek. doğrusu olduğu gibi; ho-telle. dil okuyorum, iki sefer yaptığım bir hata, hala da akıllanmadım.

write fiilini olduğu gibi okumak. oysa ki w'nun yutulması gerekiyor. right, rite gibi. en son 5. sınıfta yaptığım bir hataydı çünkü sınıftan uzun bir dişi arkadaş 'vrayt değil o, rayt!' şeklinde uyarıda bulunmuştu. hala aklımdan çıkmıyor o an. sağol idil.
illa ki gramer kurallarına uyayım derken bir cümle kurmak için on dakika düşünmek ıııı eeee gibi sesler çıkarmaktır.
garsona "ben bir bardak soğuk su istiyorum" demenize gerek yok "su" diyin getirir o bir bardak su. damacanayı kapıp gelecek değil ya.
(bkz: i said no dedim)