bugün

karl Popper'ın en ilginç paradokslarından birisidir. Sınırsız hoşgörü , zorunlu olarak sonunda, hoşgörünün kendisinin ortadan kalkmasına yol açar. Can alıcı soru şudur : Hoşgörüsüz insanlara da hoşgörü gösterilmeli midir?

Cevap: Eğer hoşgörüsüz olanlara da hoşgörü gösterirsek, hoşgörülü olan bir toplumu hoşgörülü olmayanların saldırısına karşı savunmaya hazır olmazsak, hoşgörülülerin ve hoşgörünün kendisi ortadan kalkacaktır. Mesela, demokratik bir toplumda, anti-demokrat olduğunu ya da totaliter bir görüşü savunduğunu ileri süren ve iktidara geldiğinde demokrasiyi ortadan kaldıracağını söyleyen bir partiye bu imkan sağlanabilir mi? Demokrasi, kendisini ortadan kaldıracağını ilan eden bir görüşe hoşgörü gösterebilir mi, göstermeli mi? Paradoks buradadır... (Popper, demokrasinin kendisini koruyacağını bu tip tehlikelerden koruması gerektiğini savunuyor).
sevdiğim paradokslardan birisidir.
kısaca anlatmak gerekirse, hoşgörülü bir insanın hoşgörüsüzlüğe karşı olması ve bu yüzden de hoşgörüsüz birisi olması durumudur.
bu ve benzeri hemen her şeyin temel sebebi referanssızlık oluyor..

bir referans kabulünüz olamadığı müddetçe yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkıyor sorusunun cevaplarında debelenir durursunuz..

kabulünüz olmadığı demedim, özellikle olamadığı dedim..

bilmiyorum bizim insanlarımızın hali ne olacak açıkçası..
bakınız sözlük ben kültürlüyüm entrylerini görmek bile sevindiriyor artık bilgi içerikli bişeyler görüyoruz diye.

yeni olmayan paradokstur.
Hoşgörüsüz olmak için böyle salak şeyler yazıyosunuz ya. demokratik olmayan birine hangi demokratık sistem musste eder, anayasal bi suçtur anti demokrasiyi savunmak neyse saçma zırvalarda sınır yok anlaşılan.

Ayrica hoşgörüsüzlük icin Bahane arıyorsanız saatlerce felsefe kitablarinda aramaya gerek yok, türkçe deyimlerde yeterince sözler var: "birine parmağını verirsen kolunu alır","acıma yetime döner koyar gotune" yada "insanlara iyilik ve hoşgörü yaramaz"vs.ama bahane ve kötü atasozleri aramazsan hosgorululugun yinede iyi olduğunu bilirsin. Neyse tipik müslüman arkadaş galiba.
mesele şu dostum. senin başka biriyle ortak olmanı sağlayan şey nedir. senin gittiğin yola benzer yol giden insanlarla oluşturduğun bir takım ortak değerleri savunma mekanizmasına geçmen senin karşında olan size benzer bir yol gitmemiş olan üstün zekalı ya da toplum dışında kalmasını sağlayan ve içe çekilmesini engelleyen bir hayat yaşamış yani sizden gittiği yol bakımından ayrı kalmış ve sizle ortak değerleri daha az olan bir insana yapacağınız hoşgörü barındırmayan baskılar dayanak noktası mutlak evrensel bilgi denilen hakikat olmadığı sürece o kişiye yapılan şey evrensel bir şekilde meşru kılınamaz. lakin burada içe çekilmeye çalışılan kişinin bir birlik tarafından içe çekilmesi meselesi kendi içinizde çözmeniz gereken bir sorundur. çünkü siz içinizde ortak bir inanca sahip olan kişiler olamazsınız. başkasının sizi kandırmadığını, münafık olmadığını bilemezsiniz. yani siz yek vücut gibi başkasını suçlayamazsınız. sizi birlikte tutan şeyler sağlam değil ve kendi içinizdeki kısmi kesişen fikirleriniz başkasına bir şey diyebilmenizi sağlayamıyor. Elbetteki herkes kendi inancına göre davranıp bunu kendi içinde meşru kılabilir ama olay birlik olmaya gelince orada yek vücut olma paradoksu ortaya çıkacaktır. bakılması gereken nokta hoşgörü paradoksundan öte insanın varoluşunun onun kendi içindeki varoluşsal paradoksuyla olmasıdır. yani demek istediğim insan varoluşunu kaostan kaçışına borçludur. daha da açmak gerekirse bilgi konusunda insan yaşarken yaptığı herşey bulunduğu ortam için bir anlam ifade eder lakin bu ifade edilen anlam içi dolu olan bir anlam değildir. çünkü insan bilip bilemediğini bilmemektedir. bilip bilmediğini bilmeyen bir varlığın yaşaması onun yaptığı her şeyin anlamsal olarak boş olmasına neden olmaktadır. çünkü gidilen yol baştan hakikate ulaşamayacak olmayı kabullenmeyi gerektirmektedir. senin biliyormuş gibi davranabileceğin ya da bilmiyormuş gibi davranabileceğin kendinden başka bir varlık olamaz. bu da seni evrendeki her şeyin bir olduğu düşüncesine götürecektir. zaman algısı bunun mümkün olmadığını düşünmemize neden olur. zaman da zaten kaostan kaçarken sığındıklarımızdan bir tanesi. bilen ve bilmeyen ayrıdır. kavuşamazlar.o konuya girmeyeceğim çok uzar. ama biz bilmeyenler evreninde varoluşu hakikati bilmeyecek olmasına bağlı varlıklarız. çünkü hakikat dediğimiz şey de bizim için yani bu evrende yaşayan varlıklar için ulaşılamayacak olan ve aslında bizim varlığımızı sağlayan bu evrene ait olmayan şey. yani bizim için hakikat yok bizim için hakikatsizlik de yok. biz sadece bu evrende varoluş problemiyle varolabilen varlıklarız. yani bizim varlığımız zaten buna bağlı. ve birbirimizden farkımız yok. ama anlamsızlıktan kaçıyoruz. birleşiyoruz. tanrı gibi yargılıyoruz. yüzleşemiyoruz çünkü kaosla. bir insan inanıyorsa inandığı gibi davranabilir. ben de inandığım gibi davranırım. inançlarımız farklıysa çatışırız. ama benim inancım benim inancımdır. ben yargılarım onu. ben ona göre davranırım. yani bana göre o suçludur. lakin ben de kaostan kaçarak varolanım. toplum da kaostan kaçarken varolmuş. burada demek istediğim insanların inançları vardır toplumun inancı insanın birey olarak inancını yargılayabilecek bir konumda değildir lakin düzenin sürmesi istenir. çünkü kaostan kaçılır. burada demek istediğim insan karşılaşabildiği kişiyi yanlışlayabilecek konumda değildir. toplum da o konumda değildir. insan davranır, toplum davranır. yani hoşgörü dedikleri şey kaostan kaçmayı hoşgörmektir.
Güçlenince teröristlik yapıp gücünü kaybedince hepimiz kardeşiz diyenlerin içinde bulunduğu durum.