bugün

kasım'ın, kaçında çıkacağı konusunda meraktan uyutmayacak olan kitap.

buda kapak tasarımı;
görsel

edit: 15 kasım'da, çıkıyormuş, işin yoksa bekle şimdi.

--spoiler--
'annemin öldüğünü anlatma, onun etkisi altında olduğum için kendisini sevdiğimi düşünmesin.'
'tamam galip.'
'karanlıkta uyuyamadığım için gece lambasını açık bıraktığımı anlatma, beni ottan boktan korkan biri zannetmesin.'
'tamam galip.'
'ilk defa âşık olduğumu anlatma, beni bu konularda tecrübesiz biri zannetmesin.'
'tamam galip.'
'geçen sene el frenini çekmeyi unutup kartal’ı boklu dereye yuvarladığımızı anlatma. malının kıymetini bilmeyen biri olduğumu düşünmesin.'
'tamam galip.'
'babamın orospu çocuğu olduğunu anlatma. onu bizzat ben anlatmak istiyorum.'
'tamam galip'.
--spoiler--
yalnızlık tanımlarını bunca yıldır en güzel şairlerin yaptığına inanmış biri olarak şunu söylebilirim ki argo bir dille yalnızlık ancak böyle güzel anlatılırdı;

özdemir asaf; yalnızlık paylasılmaz paylasılsa yalnızlık olmaz.
cemal süreya; yalnızlık bir ovanın düz oluşu gibi bir sey.
yaşar; hapşırsam çok yaşa diyenim yok.
emrah serbes: öyle yalnızım ki siktir git diyenim bile yok...

emrah serbes'in arkadası galip'le tanısmayanlar çok seyi kaçırıyor demektir.
--spoiler--
Galip, “Ben âşık oldum kardeşim,” dedi.
“Farkındayım,” dedim.
“ilk defa âşık oldum.”
“Onu da biliyorum.”
“Ne yapacağım?”
“Hiçbir şey,” dedim. “Oturup çorbanı içeceksin.”
“Hayır,” dedi. “Nuran Hemşire için ne yapabilirim?”
“Hiçbir şey yapamazsın. Belki şarkı sözlerine biraz daha dikkat edebilirsin bu aralar.”
--spoiler--
--spoiler--
"içinde bencillik olmayan hiçbir mutluluk da yoktur. Kimse kimseyi mutlu edemez. Mutluluk sadece gasp edilebilir bir şey. Hayatın boyunca mutlu olduğun anları toplasan, on beş yirmi dakikadan sonra haksız kazanç gibi gelir."

--spoiler--
Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun.
Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık.

Ben de o günlerde bir yerde çakıldım işte.
--spoiler--
ayşenur’un ablası

Ayşenur’un ablası ilgisizlikten öldü. 36 yaşında. Bir sefer mutfakta tencere tava arasında ağlarken görmüştüm onu. Alakasız yerlerde ıstırap çekmek ıstırabı ikiye katlar. Bir mezar başında ağlamak çok daha makuldür, kimse neden diye sormaz. Piknikte çekilmiş bir fotoğrafı kaldı, kalmasa daha iyiymiş, yapıştırılmış gibi duruyor, sanki yok.

işler yolunda gitmiyorsa mazi denilen şey bir enkazdır ve hatıraların da son kullanma tarihleri vardır. Küflenirler, kokuşurlar, bozulurlar. Mezunlar derneğine pilav yemeye gidenlerin çoğunun halinin vaktinin yerinde olması tesadüf olamaz. Ancak şimdiki halinden memnunsan geçmişi hatırlatacak organizasyonlardan keyif alırsın. Hatta geçmişin ne kadar boktan olursa aldığın keyif de o kadar artar. işler yolunda gitmiyorsa hiçbir yere de gidemezsin. Ardında bırakacak bir şey yokken kim gidebilir. Hiçbir yere doğru uzun bir yürüyüş, bunu kim göze alabilir.

Ayşenur, gizemli, kindar ve çok güzel bir kızdı. Sahilde görmüştüm, seneler önce, kapkaranlık bir gündü, okullar kar tatilindeydi. “Benim yüzümden mi?” diye sormuştu. Ablasının kendi yüzünden öldüğünü düşünüyordu. Mahcup, tereddüt içinde, avutulamaz. “Evet,” diyemedim. Böyle durumlarda dürüstlük insanı en çok yaralayan şeydir. Bir soru sorduğumuzda dürüst bir cevap beklemeyiz. Bizi hayal kırıklığına uğratmayacak bir cevap bekleriz. “Hayır,” da diyemedim. “Boş ver,” dedim.

Yağmur durur ama saçaklardan ve ağaç dallarından damlamaya devam eden taneleri kalır. Hiç kimse bıçakla kesilmiş gibi terk edemez bu dünyayı. Bir insanın tam manasıyla ölmesi için onu hatırlayan hiç kimsenin kalmaması gerekir. Bu memlekette milyonlarca ölü yaşıyor bu hesapla bakarsak. Kimsenin siklemediği insanlar. Ateşböcekleri gibi, görünmek için karanlığa muhtaçlar. Belki bir gece nezarethaneleri andıran demir parmaklıklı zemin katlardan çıkarlar ve ışıltılı bir mezarlık mahallesi kurarlar. Sonra da silahlanıp gelirler ortalığın anasını sikerler. Herkesi öldürürler. Herkes öldüğü için de herkes unutulmuş olur. Böylece eşitlik sağlanmış olur. Bir Tanrı varsa eğer o gece kendini de bağışlamak zorunda kalır.

Bir insan pencereyi açıp sokağa atlayabilir ama hiç kimse pencereyi açıp “Bana acıyın,” diye bağıramaz. Ayşenur’un ablası dördüncü kattan atladı, hastanede öldü, bir hafta sonra. Onu hatırladıkça Görünmez Adam filmi geliyor aklıma. Görünmez bir kadın görünmez bir duvara çarptı ve kimse bunu görmedi.

--spoiler--

canımdan can alan bölüm, kitap bitti ben defalarca bu sayfayı açıp tekrar tekrar okudum.
- 38. çanakkale sendromu -

Bütün cepheleri boşlayıp son cephede insanüstü bir performans göstermek: Türkiye’nin bir ruhu varsa son cephelerde geziniyordur. Biz kaderci değiliz, keşke öyle olsaydık, daha beter bir şey var bizde. Başımıza ne geleceğini bilip olası felaketlerden zevk almak. Canavarı görünce uçuruma doğru koşuyoruz, korkudan değil. Canavarla dövüşmek için sırtımızı uçuruma vermemiz lazım. Son dakikadaki kornere çıkıp karşı kalede gol arayan kalecilere sorun, Türkiye’nin ruhunu en iyi onlar bilir.
eğer benim gibi geçen sene afilli filintalardan yazarı takip ettiyseniz, kısa sürede bitirirsiniz bu kitabı, çünkü çoğu bölüm oradan alıntı. Kitabın türü deneme denebilir. “Erken kaybedenlerden” daha felsefi ve depresif. Ben erken kaybedenleri daha çok sevdim. Çünkü, mesajların dolaylı, yani bir kurgu içinde verilmesi taraftarıyım galiba. Ama yine de bu kitap da başarılı.

Depresyondaysanız okumayın demeyeceğim, çünkü ben geçen sene okudum. Bir şey olmadı. Hatta başkaları da hayal kırıklığına uğruyor galiba, başkalarının da çabaları boşa gidiyor zaten diye düşünüyor insan bu kitabı okuduktan sonra. Tek bahtsız ben değilim gibisinden.

e.g. babam fabrikadan aldığı maaşının yarısıyla yirmi sene boyunca taksit ödeyip inan yapı kooperatifi’nde bir daire sahibi oldu. taksitlerin bittiği ay deprem oldu, ev yıkıldı. tek yumrukla nakavt. her zaman böyle olur. mutlu olmak için bir sürü faktörün bir araya gelmesi gerekir. mutsuzluk için tek neden yeter.

“ insan zaten ziyan olmak için yaratılmıştır” diyor ya (p. 97).. aferin diyorum. Çünkü, insan bazen istedikleri olmadığı için ya da hayatta başarılı olamadığı için ziyan olduğu hissine kapılıyor. Emrah da üzülmeyin zaten ziyan olmak için yaratılmışız diyor. insanın içi rahatlıyor birazcık..

Hatta aşk acısı çekiyorsanız alın üstüne bir de “Genç Werther’in acılarını” okuyun, tam olsun. Ben yıllar önce okumuştum. (emrah’ın kitabında da geçmiş bu kitap: p, 91) inceydi, tavsiye ederim. adam o kadar acı çekiyor ki, insan onun azabını okudukça aşktan soğuyor. Çivi çiviyi söker misali..

“galip işhanını” okuduktan sonra Emrah serbes’le bir ortak yanımızı keşfettim.. şöyle ki benden akıl alan, bundan da adam olur mu dediğim tüm deliler ev bark oldu ama ben de hala tık yok. Galiba evlilik akıllıların harcı değil..

Cevap aradığım sorular:
1.Karamürsel’de gerçekten “yağmur fırın” var mıydı, ve gerçekten yandı mı? Biraz gereksiz, ama merak ettim napayım?
2.Emrah önce babam taksi parası olmadığı için taksi tutamadı ve bavullarını taşırken öldü demiş (p. 137). sonra da matbaası vardı, ve Matbaaya kağıt balyaları taşırken öldü demiş (p. 169). Hangisi doğru. Keşke ikisi de yalan olsa aslında..

Bazı anlar bu kitapta kendimden parçalar buldum:
“ben içerken pek birşey yemem, o ikisini ayırırım birbirinden”(p. 141).

Bence emrah otellerde birçok insanla muhattap olduğu için gözlem yeteneği çok gelişmiş. bu özelliğini yazarken kullanıyor olabilir. Şimdiye dek kullanmadıysa da şimdiden sonra kullansın. Çünkü, oteller ve kuaförler hikaye potansiyeli yüksek yerlerdir.

Emrah’ın bu kitabında sakarya’daki “nefes’e” takıldığını yazdığını okuduğumda irkildiğimi belirtmeden geçemeyeceğim.. Son olarak,ankara’da bir imza günü düzenlese diyorum..
az önce tüm izmiti dolaşıp sadece bir kitapçıda bulduğum kitap. iş çıkışı bomontilerimi alıp odama kapanacağım, behzat ç saatine kadar "hikayem paramparça" sonra ise behzat amirim.
yazacak çok şey var ama nedense bu kitaptan bunu yazasım geldi : "galip biz egeli değiliz"
kaybolduğu iddia edilen kitabımdr.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı.

elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. perdeyi kaldırıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı.
Romanlarda anlattılar filmlerde öpüştüler. Anneannemin fısıldadığı öyküler var bir de durağına hiç uğramamış otobüsler. Başkaları sevişirken gıcırdayan yatak yaylarına kulak kabarttın mı hiç. Apartman önlerinde çekirdek çitleyen çocuklara dikkat ettin mi. Yüksek sesle konuşan alçakları dinledin mi yeterince. O zaman çoraplarını çıkar çünkü aynı saftayız.

Anlatıla anlatıla yalama olmuş hatıralar var çok şükür. Başka hatıraların arasına karışıp bambaşka hatıralara dönüşen hatıralar. Ve hiç yaşanmamış hatıralar var bence en güzelleri. O zaman ellerini ceplerinden çıkar çünkü kahve söyledik.

Gitmek istemediğin şehirlerden geliyorum geceleri. Rüyalarında kuruyan nehirlerden geliyorum. Bir kaplumbağanın kalbiyle geliyorum. Bir kaplumbağanın kalbini sökersen o kalp bir saat daha atar. Bir dere elli sene sonra taşar bir telefon yüz yıl çalar. ne öğrendik bu aşktan: insan bir gün herkesi unutabilir. O zaman hayaletlere inan çünkü onlar hep dokunabilir.
izafi olguları bulduğum kitaptır.
güzeldir harikadır.
tek yeni hikaye olmasına rağmen hayal kırıklığı yaratmayan emrah başgan eseri. fotoğraflı motoğraflı. ileride emrah başgan külliyatına baktığında hikayelerin paramparça olmadığını anlayacak.

hep afili filintalar'da kendimize favori öykü seçiyorduk. galip anamızı ağlattı.

''hep senin yüzünden kardeşim''*
yine de favorimiz: ''karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır: yaşayanlar bir sigara yakar.''*
--spoiler--
Gecenin ilk müşterisi olan, sabahçı kahvelerinde, çorbacılarda ayılan genç adamlar. Bazen en anlamsız yüzü yaşamanın ve bazen yel değirmenini arayan içli bir hatıra. Henüz ölmemişler ve ölümle tanışmamışlara yazılmış hikâyeler... Namluya sürülmüş küfür... Büyümemiş bir çocuk... Pati yapan arabalar, yutkuna yutkuna dinlenen şarkılar ve hayattan meseleler. Kutlanan yenilgiler, "hayat kerpiçten bir gökdelen sevgili kardeşim, yanlış bir parantezde yaşıyoruz. Bırak konuşalım, iki çift laf edelim, yüz yüze bakıyoruz..."
--spoiler--