bugün

bir kadını düşünmenin, bir erkeği düşünmekten çok daha güzel olduğu gerçeği.
terkedilen erkeklerin, terkedilen kadınlardan fazla olmasıyla ilişkilendirilebilecek olgudur.
can yücel: cy öğrenci:ö

ö: üstat neden sizin gibi şairler hep biz erkeklerden çıkıyor neden bayan şairlerimiz çok değil?
cy: ne biliyim lan sikimizle mi yazıyoruz şiirleri.

edit: ben elle yazıyorum.

edit2: milli takımı tutuyorum. *
şiirlerin kadınlara yazılmasından kaynaklanır.

şair olabilmek için etkilenmek, hissetmek gerekir.

etkilenebilmek için de eser.

erkeklerin önünde anlatabilecekleri muhteşem bir eser duruyor. bırakalım da şair olsunlar.
Feministlerin pekte hoşlanmadığı bir başka durumdur. Sizde çalışın sizde yapın kardeşim.
kadınlar daha duygusaldır, gerçeğine zıt düşen durumdur.*
Erkek kadın ayrımının yapılması elbette hoş değil sonuçta kimse kimseden üstün değilken hiçbir cinsiyette diğerinden üstün değildir. Arada adı ortaya çıkmayan şey farklılıktır.
evet kadınlar ve erkekler farklıdır. şimdi gelgelelim şairlik mevzusuna;
Erkekler duygularını saklamazlar,kadınlar içlerinde biriktirmeyi içgüdüsel olarak gerçekleştirirler.
Erkekler söyleyeceklerini bekletmeler,kadınlar "o anı" hep kollarlar.

durum böyle olunca da şairliğin en önemli olgusu "söyleyebilmek" erkekleri bu konuda öne çıkartır. Amma velakin bu durum veyahut bu farklılık seksist bünyelerde "ehehuhehe erkekler karılardan üstün oolum ehuhah..." dumuru yarattığından, hep bir geyik konusu olacaktır.
kadınların yaradılışından kaynaklanan bir durumdur.
kadın anaçtır. yani doğurur kadın.
ama erkek öylemi, birşey meydana getirme, oluşturma ve sıkıntısını dökme gayreti içindedir erkek.
ne yapar peki? yazar, mal mal düşünür, şair olur falan.

genellemelerin yanlışlığına karşın erkek filozofların kadınlardan sayıca ve orantıca çok olmasının bir sebebi de budur.

kadınlar, güzel kadınlar, kokularıyla baş döndüren kadınlar...
aynaya bakıp cevaplayacağımız soru. allahaşkına önce bir aynaya bakın, sonrada güzel bir kadın resmine bakın, mesela bellucci'ye. hangisine şiir yazılır?
elif şafak bunu bir yazısında şöyle açıklamıştır:
--spoiler--
Kendine ait bir oda



Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda'da, Shakespeare'in kız kardeşi olarak tanıttığı hayali bir kadın kurgular. Bir de isim takar ona: Judith.

Diyelim ki bu Judith, en az ağabeyi Shakespeare kadar yazmaya meraklı ve gene en az onun kadar yeteneklidir. Peki acaba onun gibi yazarlık yapmaya, hayatını yazıya adamaya muvaffak olabilir mi? Çok büyük ihtimalle hayır, der Woolf sebeplerini uzun uzun açarak.

Hayır, çünkü içinde yaşadığımız toplumun kadınlara sunduğu şartlar ve kurallar ile erkeklere sundukları aynı değildir. Judith şöyle yetenekli, böyle yaratıcı olsun fark etmez, asla Shakespeare olamaz. Zaten kadınlardan beklenilen munis eş-başarılı ev hanımı-vefakâr anne üçlü rol kalıbı içinde böyle bir hareket alanı bulamayacaktır. Her şeyden evvel yazmaya vakit ayıramayacaktır. Gün boyu yemek, temizlik, alışveriş, ütü, çocuk ve bebek bakımı, kocanın istekleri, kaynananın beklentileri, ailevi ve sosyal yükümlülükler.. derken zaman akıp gidecektir avuçlarından. Kendi kendisiyle baş başa kalabildiği nadir anlarda da yorgunluktan sızıp kalacaktır bir kenarda. Nasıl yazsın? Ne zaman yazsın?

Daha baştan itibaren bir erkek olarak Shakespeare sağlanan olanaklar kardeşi Judith'ten esirgenecektir. Kız çocuklarının erkek çocuklar gibi ya da onlar kadar okumaya teşvik edilmediği, erkenden evlendirildiği ve en büyük işlevlerinin evvela kocalarına karılık etmek sonra da çocuklarına annelik etmek olduğunun öğretildiği bu dünyada, kadın yazarlar maça zaten beş-sıfır yenik başlarlar.

Osmanlı ve Cumhuriyet tarihi boyunca Judith gibi kaç kadın vardı acaba? Şair ya da yazar olabilecekken olamayan, yazabilecekken yazamayan Eserlerini bir sır gibi kendine saklayan. Kabiliyetleri çekmecelerde, sandıklarda, kilerlerde saklanan ve gene oralarda çürüyen, heba olan… Namık Kemal'in 1872'de ibret'te yazdığı ve Osmanlı aile yapısını incelediği makalesinde dediği gibi, daha kendileri çocukken çocuk sahibi olur kızlar. Ellerindeki oyuncak bebeklerin yerini sahici bebekler alıverir.

Kadınlar ancak doğal vazifelerini aksatmadıkları ölçüde başka işlere soyunabilirler. Bu mantık uyarınca, Osmanlı'nın son dönem şeyhülislamlarından Musa Kazım'ın Hürriyet-Mutasavvat (Özgürlük-Eşitlik) başlıklı yazısında nasihat buyurduğu gibi, kadınların belli bir noktadan sonra eğitime ihtiyaçları yoktur. Okula gönderilmeleri gerekmez. Zira gereğinden fazla eğitim alırlarsa doğal vazifelerini ihmal edeceklerdir.

Aynı dar zihniyet yüzünden Fatma Aliye gibi müthiş bir yazar dahi yazı dünyasında birbiri ardına engellere takıldı. Fatma Aliye gibi son derece kabiliyetli bir yazarın evlendikten sonra geleneksel kadınlık kalıpları içine hapsedildiğini, hatta roman okumasına dahi izin verilmediğini görmek etrafındakileri, bilhassa Ahmed Midhat'ı yakından sarstı. Midhat, Fatma Aliye'nin yaşadıklarından esinlenerek, erkek kılığında dolaşan ve Acemi Ali diye anılan, ama asıl ismi Ulviye olan bir kadın karakter yarattı. Ancak erkek kılığına girince hareket imkânı bulan bir kadın yazar.

O günden bugüne çok şey değişti elbette. Ama değişmeyen bir kural var: Erkek yazarlar evvela yazar olarak algılanırlar, sonra erkek kadın yazarlar ise evvela kadın, sonra yazar.



29.07.2007
--spoiler--
şiir ağlamak ve ağlatmaksa, mutlaka yakınlarda , sevgilinin dizinin dibinde,çaresiz salya sümük ağlaşan erkek şairler vardır.
uğruna şiirler yazılacak, dağlar delinecek, çöllere düşülecek tiynette erkek olmamasından veya pek az sayıda olmasından * kaynaklanabilir durumdur.
söyleyen yücedir, söyletenden ötürü... yine kadının başarısıdır, çünkü o yazmaz yazdırır...
erkek rahmandır, bağışlar (sunar); kadın rahimdir, esirger.
erkeğin, kadına olan zaafının kanıtıdır...
kadınların yaradılışından kaynaklanan bir durumdur.
kadın anaçtır. yani doğurur kadın.
ama erkek öylemi, birşey meydana getirme, oluşturma ve sıkıntısını dökme gayreti içindedir erkek.
ne yapar peki? yazar, mal mal düşünür, şair olur falan.

genellemelerin yanlışlığına karşın erkek filozofların kadınlardan sayıca ve orantıca çok olmasının bir sebebi de budur.

kadınlar, güzel kadınlar, kokularıyla baş döndüren kadınlar...alın işte bir erkek hayvanı hemen şairane şekilde sayıklamaya başlar söz konusu kadın olunca.

demem o ki kadın şiir yazsa bile şair olabilemez. olsa bile sürdürebilemez.
sürdüren varsa da azdır.
erkeklerin genel alıcı talep eden olması bu yolda şiirler döktürmesi -diğer çabaları bir yana- kadınların genellikle ulaşılmaz olması çoğu zaman arz piyasasını elde tutması nedeninden kaynaklanan tutum. şiir yardım çığlıdır bazen kadına yazılan bir melhem ol yarayan kanama.
erkek egemen dünyanın bir getirisi. kadınların en yoğun olarak yaptığı ev işleridir mesela. bir de bakım işleri var bak. gerçi hemşirelik de elden çıkmak üzere. malum kapitalist düzen işsiz bırakıyor insanları.

şiiri aşk şiirinden ibaret sananlar da büyük ihtimal erkektir di mi? yaratılışımız gereği biraz salağız, kusurumuza bakmayın anaçlarım.
"baktım aşk dizesi ayakta duramıyor
kadın adına da söylenmemişse"

Cemal Süreya
(bkz: ekek aşçıların kadın aşçılardan çok olması)
(bkz: kuyruk acısı)
biri ve diğeri meselesi...

biri rüzgarda savrulandır
diğeri rüzgardır savuran
birinin omzu geniştir
diğerinin başı küçüktür

birinin aşkı müptezel
diğeri eşsiz bir güzel

diğeri olmadan biri benzer ölüye
birinin varlığı diğerine hediye
ikisine ayrı üflemiştir ruhundan tanrı
biri sevsin, diğeri sevilsin diye...

biri saipsiz
Osmanlı dönemi Türk kültüründe kadınların kapalı, erkeklerin açık olmasından kelli hayalgücü kayması. Kapalı olan merak ediliyor vallah.

(bkz: bayan filozoflar)
erkeğin duygusal anlamda kadından önde olduğu anlamına gelmez.
kimin numaracı olduğunu gösterir.*