bugün

o kişi kesinlikle unutulur. ölen insan en fazla bir yıl yaşar. *
sonra gerçekten ölür. unutulur...
Bir gun herkesin olecegi gerceginin bir kez daha yuzumuze vuruldugu durumdur. En yakin arkadas a kardes demissek de...
en yakın arkadaşın ölmesi ile, onu kaybetmeniz arasında bir fark yoktur..
düşünün çok kıymetli sizin için ama bir gün yok.. bir yerlerde yaşıyor, ne yapıyor, ne yiyor ne içiyor bilmiyoruz..
nerelere gitmiş, kimlerleymiş bilmiyoruz..
bu da bi çeşit ölüm.. hem senin içindeki onun ölümü, hem senin ölümün.
inşallah olmaz inşallah yaşamam bunu dediğim.
Kardesim kadar değerli arkadaşım kanser olmuş sözlük nasıl inanırım ben buna. Nasıl yakıştırırım ona ölümü?
içim kan ağlıyor nasıl bir gün bu?
Elimden dua etmekten başka bir şey gelmiyor.
Çok seviyorum onu çok dayanamam onun gitmesine...
Şu başlığı okumak bile içimin sızlamasına, kalbimin sıkışmasına neden oldu. Hayatta yaşamaktan en korktuğum durumdur. En yakın arkadaşım, kankam... Düşüncesi bile yerle bir eder beni her zaman. Benden önce gitmemeli, dayanamam yoksa ben o acıya. Şu hayattaki her şeyim, biricik kankam, allah ona uzun ömürler versin.
henüz 9 yaşındaydım. arkadaşlık bağlarının inanılmaz kuvvetli olduğu bir dönemdik biz, şimdiki gibi değildi; elimizde telefon yoktu ve 3 ay yaz tatilinden sonra okulun ilk günü sanki bir gün önce berabermişiz gibi kaldığımız yerden devam edebiliyorduk, kola kutusundan top yapıp 10 dakikalık tenefüs arasında hat trick yapabilen bir nesildik biz. kadir vardı, arkadaşım; okuldaki ilk ve en yakın arkadaşım. okulun ilk günü ilk onunla tanışmıştım ve yanyana oturmuştuk. o günden sonra hemen her dakikamız birlikteydi okulda. 2. sınıfın ortalarında kadir okula gelmedi bir gün, ikinci gün oldu gelmedi... günler geçiyordu ama kadir gelmiyordu. telefonla aramak şimdiki gibi değildi ama kaçınılmaz son aramıştım annemle birlikte kadir'lerin evini. annesi bana kadir'in iyi olduğunu ama bir süre gelemeyeceğini söylemişti ve sonra telefona annemi istemişti. annem telefonda konuşurken ben de annemi izliyordum, izlerken annemin kalbine bir şey saplandığını gördüm resmen gözlerinde ve rengi bembeyaz olmuştu annemin. annemi bu hale getiren şeyin ne olduğunu düşünüyordum ben, söylemedi annem.

sonra okulda herkes kadir'in hasta olduğunu öğrendi, hastalığı lösemi idi. ama biz löseminin ne olduğunu dahi bilmiyorduk o zamanlar. sonra yaz tatili geldi, günler geçti su gibi, 2-3 kere aradım kadir'lerin evini ve hep kadir'in hastanede olduğu yanıtını alıyordum evde ulaşabildiğim birileri olduğu zamanlarda. sonra yaz bitti sonbahar geldi. okulun ilk günü kadir'i aradı gözler, en çok da benim gözlerim. annem de ısrarla benimle beraber gelmek istediğini söyledi o gün, ben istemedim. o da peki dedi, ama gelmiş; benden habersiz. sonra kadir'i sorduk sınıf öğretmenizimize ve bize kadir'in hayatını kaybettiğini söyledi. 1 hafta kadar önce kaybetmişiz kadir'i. annem de öğrenmiş ve yaşayacağım hayal kırıklığını tahmin edip yanımda olmak istemiş. ben en yakın arkadaşımı, bir anne canını, bir baba evladını kaybetti. gencecik bir devi kaybetmiştik.

hala çok özlüyorum seni kadir, keşke hala en yanımda olsaydın.
Olmadı. Yapamadım. Engel olamadım ve son nefesini verirken yanında olamadım. Bakamadım gözlerine son kez şimdi o toprağın altında karanlıkta, nasıl olur?
ÖZÜR dilerim kardeşim gelemedim mezarına bakamam o soğuk taşa sen diye konuşamam dokunamam o toprağa nasıl olur sen varsın orada. Öyle hissizim ki kardeşim ağlayamıyorum. Ben hala inanmıyorum çünkü senin olmadığına.
inanmak istemiyorum yarın sabah yanına gelcem ben hastaneye. Çok sevdiğin o bisküvilerden alıcam sana. Çay icmezsin biliyorum sana meyve suyu alıcam. Sonra beraber bahçeye çıkıp ağaçların altında oturup saatlerce güleceğiz. O gülen gözlerin artık kapalı, inanamıyorum.
Seni çok özledim çok. Dayanamıyorum bu acı nasıl geçer?
Rahat uyu kardeşim, dostum, canım, her şeyim. Seni her zaman özleyeceğim.
bi' anda gerçekleşen durum. şöyle ki benimkine kamyon çarptı. Üniversite ve belediye el ele verip oraya yapılması gereken üst geçiti yaptılar sonunda. ha benim en yakın arkadaşım, birinin sevgilisi, bi ananın kızı öldü. Ama üst geçiti yaptılar sonunda.

bu kafayla her şehirden 10 000 kişi feda etsek mükemmel hizmete kavuşacağız.
korkunç birşey gerçekten insanın birçok arkadaşı olabilir , fakat yakın arkadaşlar birkaç tane olanlardır kardeş yerine koyarsınız , aynı yemeği yer , aynı suyu içersiniz .Eğer bu sekilde bir yakın arkadaşa ve kardeşe sahipseniz , kaybedince gerçekten çok üzülüyorsunuz ve sizde yarattığı boşluk , kalbinizde ve zihninizden hiç kaybolmuyor ama hayatınıza onu bıraktığınız yerden devam ediyorsunuz .
Yikar insani suratina tokat gibi vurur.
Boslukta kalirsiniz.
Kimsesiz yetim .
Inanmak istemezsiniz.
Ara sira eliniz telefona gider ama o tokat gene iner yuzunuze.
Beraber buyumussunuzdur.
Ílk askinizi birbirinize anlatirsiniz.
Ayrilik acisinizi birbirinize sarilarak atlatirsiniz.
Úniversite sinavina girmeden once kiliseye sonra camiye gidersiniz.
Hastaliginin ilk anindan son anina kadar yaninda olursunuz.
Saclari dokulurken saklamaya calisirsiniz sizinkileri.
Hep destek olursunuz.
Kemoterapideyken kusar mesela
sirf gulsun diye saklabanlik yaparsin.
-bu patatesler cok postmodern bir calismanin eseri- dersin .
O guler
dunyalar senin olur.
Gunler sonra
cennet bir melek daha kazanir.
Dunya iyi bir insani kaybeder.
Geriye kalan hayatınızda sıkıntı yaratacak bir olaydır. Aradan uzun yıllar geçsede eğlenceli bir günde napıyorum lan ben ne çabuk unuttun gibi hissiyatlara kapılmanıza neden olur. Onsuz olmaz artık.
bıraktığın gibi burdayım yalnız değilsin yanındayım diye mezarında ağlatan olay. bikaç gün içinde dön ne olur.
yerine kim gelirse gelsin onun boşluğu doldurulmaz.
lise yıllarında ben muhafazakar bir insanken o sekülerdi. ben kürt mahallesinde büyürken o kürt düşmanı olmuştu. destek vericelek parti bulamıyorduk (zaten yaşımız tutmuyordu). sonra o istanbul üniversitesine ben yıldız teknik üniversitesine yerleştim. ben ülkücü oldum o komünist oldu. ama muhabbetimiz azalmadı. bir faşist ve komünist olarak kardeşliğimiz sürdü. giyimimiz, kuşamımız, ideolojimiz, hayata bakış açımız tamamen farklıydı. herşeyi bir kenara atarak eğlenebiliyorduk. komünistlik ona yaramadı kendince kapitalizma savaş açıp okulu bıraktı sonra memleketine geri döndü. ideolojik görüşleri ailesiyle arasını çok bozdu. psikolojik sorunları zamanla büyüdü. çok bunaldığını söylüyordu beni sürekli memleketine çağırıyordu. ben kardeşimi ihmal ettim yanına gitmedim sonra sonra diyerek erteledim. materyalist felsefe onu hayatta amaçsız bıraktı ve bir gün canına kıydı. ancak cenazesine gidebildim.

kardeşim senden özür dilerim. seni bu komünizm zehrinden kurtaramamadım. bu canavar seni hayattaki amaçlarından saptırıp hayatını son vermeye kadar götürdü. ben faşist kardeşin bu iğrenç ideolojiyle kendi çapımda her platformda uğraşacağım. senin gibi bir genci dünyadan kopardı başkalarını koparmaması için ömrümün sonuna kadar savaşacağım.
Kokusunun, yüzünün gözünüzün önünden gitmemesidir. Haberini aldığımda kendime gelemedim saatlerce, senin gibi neşeli bir çocuk nasıl olurduda böyle, bukadar kötü birşekilde can verirdi? inkar ettim, inanmak istemedim. Ama zaman biliyosun herşey zaman..Zaman bütün herşeyi sırasıyla yaşatıyor, şoku atlattıktan sonra o güzel gülüşün, sohbetlerin geldi aklıma canım çok yandı çok. Şimdi babamin mezarına komşu oldun. Sohbetlerimiz tek taraflı artik, ben sigarami yakiyorum sana anlatiyorum, sen sadece beni dinliyorsun. Ömür boyu aklımın köşesinde olacak resmin. Rahat uyu.
üniversitenin ilk yazıydı, memlekete dönmüştüm. bu zamandan bir hafta sonra çocukluk arkadaşım mehmet'le buluşmak için sözleştik. hem özlemimizi giderecek, hem de birbirimize üniversitemizi, yeni anılarımızı anlatacaktık. öyle de oldu.

günün sonunda okuduğumuz lisenin yanında bi park vardı oraya geldik. lisedeyken de öğle aralarında buraya gelirdik, mehmet sigara içer ben ise öğle yemeğini fazla kaçırmanın vicdanıyla meyveli sodamı içerdim.

'ne günlerdi be!' dedim. mehmet hiçbir şey demedi. sigarasını çıkardı bana uzattı. 'bu sefer seni kırmıcam' diyerek aldım sigarayı. 15-20 saniye sessizlik oldu. mehmet konuşmaya başadı..

'kronik astım vardı bende doğduğum günden 10 yaşına kadar çocukluğum hastaneler de geçti. toza alerji yanında ekstrasıydı. siz çocuklarla mahallede top oynarken ben sizi camdan seyrederdim. annem üzülmeyeyim diye ara sıra içeride top oynamama izin verirdi. okula gidemedim birkaç yıl bu hastalıktan dolayı, yaşıtlarımdan çok geç öğrendim okuma yazmayı. neyse ki o kötü süreci atlattım.

tam her şey düzeldi derken kabakulak oldum. nolucaktı ki kabakulaktan herkes geçiriyordu. ama benim öyle olmadı milyonda bir görülen yan etkisi vurmuştu bana. 2 ay hastanede yattım. türkiye' de bulunmayan iğneleri babam tüm birikmiş paramızı vererek yurt dışından getirtmek zorunda kaldı. evladı sonuçta. düzeldik çok şükür. hastalıktan birkaç sene sonra öğrendim ki eğer o iğneleri vurulmasaymışım beyin ölümümün bile gerçekleşme ihtimali varmış. zaten o hastane günlerini de yarım yamalak hatırlıyorum, pek kendimde değildim. şaşırmamak lazım.

bundan bir süre önce dönemin son sınavında bayılmışım, ambulans çağırmışlar hiçbir şey hatırlamıyorum. her neyse önemsemedim başta, sonuçlar çıkınca doktorun annenle babanla konuşmam gerek deyince anladım kefeni hala yırtamadığımı. omiriliğimden itibaren tüm beynime yayılmış tümör. geçmek bilmeyen baş ağrıları, mide bulantıları, sebepsiz el, kol, bacak titremelerinden belliydi. kepoterapi görmem lazımmış. neyse ben istemiyorum kemoterapi görmek ama annemle babam üzülmesin diye kabul ettim. tek evlatlarıyım, umutlular işte. nabıcaksın be abi onlarınki de ana baba yüreği.'

sigaralarımız bitmişti. donmuştum, göz kapaklarımı bile hareket ettiremiyordum. bu haldeki insana ne denirdi ki. 'korkma iyileşeceksin' gibi klişeler söyleyemezdim. mehmet ikinci sigarasını yaktı ve konuşmaya devam etti..

'benim durumumda olmanın en iyi yanı ne biliyor musun?' cevap vermemi beklemeden konuşmaya devam etti. 'ölecek olduğun zamanı üç aşağı beş yukarı bilmek. daha duyarlı oluyorsun be, insanları kırmıyorsun, eskiden kırdıklarınla da aranı düzeltiyorsun, hakkın yendiğinde de gülüp geçiyorsun içinden, helal olsun, diyorsun. sevdiklerine tek tek veda ediyorsun. işte eski dostum ben seninle veda etmek için buradayım, hakkını helal et..'

gözlerim dolmuştu, gücümü topladım. kolumu omuzlarına attım, fısıldar bir şekilde 'helal olsun' dedim.

mehmet'in durumu da tam böyleydi işte, öleceği günü bilerek yaşamak.

toprağın bol olsun kardeşim.
insanı derinden yaralayan bir kayıptır.
Beyin problemi olduğu için bu başlığı görünce gözlerim doldu.
tek çocuk olduğumdan dolayı mıdır bilmiyorum ama en yakın arkadaşım içim her zaman kandan ayrı candan öz kardeşim demişimdir, kardeşim çünkü o benim ailem haricinde sırtımı yaslayabileceğim bana yamuk yapmayacağını bildiğim tek insan da odur. her problemimde daima yanımdadır onu kaybetme düşüncesini bile aklıma getirmek istemiyorum kendine böyle yakın gördüğü insanı kaybetmenin acısı katlanılamaz olduğunu şimdididen biliyorum umarım bu acıyı yaşamam yaşayan içinde tek diyebileceğim şey kendinize iyi bakın hayata küsmeyin maalesef olan ile ölene çare yok bi şekilde yaşamaya bakın.
18 yıl önce...

nereden başlayacağımı çok iyi biliyorum...
yasin, soyadı gibi "güzel" bir insandı.ve iyi ki benim arkadaşımdı...

insanı şaşkına çevirecek derecede enerjiyi bu çakır gözlü çocuk nereden buluyordu hala çözebilmiş değilim. üstelik hiç tükenmeden. bir keresinde ona, gülümseyerek "bi dur be çocuk, bi dur allah aşkına! " dediğimi hatırlıyorum.
muzip bir çocuktu yasin. girdiği ortamı kahkaya boğar, o gruptan ayrıldığında bizlerde dağılırdık. çünkü konuşacak hiçbir şeyimiz kalmaz, hiçbir muhabbet onun muhabbeti kadar lezzet vermezdi.

yasin, hem okul arkadaşım hem de sadece yazları gittiğim köydeki en yakın arkadaşımdı..
hiç unutmam. iki köyü birbirine bağlayan bozuk asfaltlı köy yolunda, gece zifiri karanlıkta bizler yol kenarındaki ağaçların arkasına saklanır, o nadiren yoldan geçen arabaların önlerinde -arabalar henüz ona çok yaklaşmamışken- bir ayağını yere sürterek sakat rolü yapar, sürücüleri korkutur bizi kahkaya boğardı. bir keresinde bir arabanın korkudan gelmekle gelmemek arasında kaldığını ve 5 kilometrelik yolu geri döndüğünü hatırlıyorum.

köyde gençlerin gece muhabbetleri geç saatlere kadar sürerdi. o gece yasin biraz tutuktu. nedenini sorduk. bize dün gece eve giderken mezarlığa baktığını (evi mezarlığın karşı çaprazında) ve kendini tuhaf hissettiğini söyledi ve ekledi " korktum hem de çok. bu gece beni eve siz bırakır mısınız?" tabi dedik. aslında gözükara bir çocuktu...

1 hafta sonra....

o gün erkenden kalktım. köy kahvesinin yan tarafındaki boşlukta gizli kapaklı sigara içiyorum. traktörle yasin geldi. beni görünce durdu. ve bana;
kardeşim sigaran var mı yanında, tarlaya zeytinleri sulamaya gideceğiz sigaram yok, yanıma para almadım dedi. birazdan babam da gelecek.
ayıpsın al kardeşim dedim ve paketimden 5 dal sigarayı ona uzattım. yeter mi? yeter yeter sağolasın...
yanımda çakmak yok. tarlada nasıl yakacağım sigaraları diye sordu.
yanımda kibrit vardı. içinden bir tutam kibrit ve yakma şeridinden bir parça yırtarak ona uzattım. teşekkür etti. babası geldi. tarlaya doğru yol aldılar.
.
akşam yemeğimi yedim. pek tabii babaannemin özel tatlısı kulike' yi de...
evde güzel muhabbet sonrası köy meydanına çıktım ve kendimi birdenbire belirli belirsiz bir panik halinin tam ortasında buldum. bakkalın önünde jandarmalar...
topal mehmet (babası) beni görünce gözleri parladı. kolumdan sımsıkı tuttu (acıttı) ve " yasin' i gördün mü? " diye sordu. sabah görmüştüm diye cevapladım. noldu ki? tarlaya zeytinleri sulamaya gittik. "piç kurusu öğle vakti tarladan kaçtı heralde" dedi.tabi zor geliyor çalışması. geldiğinde ben ona sorarım! (meğer zaman zaman tarladan kaçar eve gidermiş yasin). " heralde" derken topal mehmet' in tedirgin olduğu her halinden belliydi.
.
herkes bir şekilde yasin' e ulaşmaya çalışıyor vakit ilerledikçe tedirginlik yerini korkuya bırakıyordu.
birşeyler yapmalıydık.
murat, ismail, ben arabaya atladık ve zaman zaman bilardo oynamaya gittiğimiz 5 km uzaklıktaki kasabaya gittik. bakmadığımız oyun salonu ve onu sormadığımız yaşıtımız kalmadı.
yok! adam yer yarıldı yerin dibine girdi... onu bulabileceğimizi düşündüğümüz en güçlü seçeneğimizle beraber...
köye döndük.
yasin' in annesini balaban çeşmesinin yanındaki meydanda keşke o vaziyette görmeseydim diyorum. perişan bir hal ve yaşlı gözler. ve ağzından dökülenler... " çıkıver be annecim burdayım de.ben askerdeki abine ne derim? ne derim annecim. ne derim ben be annem. allah' ım yardım et oğlumu bana bağışla nolur"
etrafında umut aşılamaya çalısan teyzeler. ellerinde kolonya şişeleri...
dayanamadım. o vaziyet seneler geçse bile hafızamın derinliklerine mıhlanmıştı bir kere. bir köşeye çekilip ağladım. bir sigara yaktım. nasıl bir nefes çektiysem filtrenin sıcaklığını parmaklarımın arasında hissettim.

vakit epey ilerledi. gece bir buçuk civarı. bakılmıştı bakılmasına ama yasin ve babasının sulama yaptıkları tarlaya gitme kararı aldık. arabayı bıraktık. traktörle ve elimizde ışıldakla tarlaya doğru yol aldık. bu kadar kısa mesafe ne kadar da uzun gelmişti bana. nihayet tarladayız. traktör ışığının doğrulduğu her yer zeytin ağacıyla dolu. sulama kanalı, suyu tarlaya aktaran pancar motoru ve çamurlu sarı renkli esneyen bir su borusu...
.
gecenin karanlığında avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz. tek kelime. yasin ! ( korku filminin etkileyici bir sahnesindeyiz sanki) belki de tarlanın bir köşesinde uyuyakalmıştı. kimbilir...
bir ara murat ışıldakla, içi su dolu sulama kanalının başlangıç noktasına gitti. işıldağı suya tuttu ve dehşet verici bir sesle " yasin kuyuda" diye bağırdı. bulunduğum yerden hangi ara kuyunun başına geldim inanın hatırlamıyorum. kalp atışım hızlandı. boğazım düğümlendi. tüylerim diken diken! murat " şaka yaptım" dedi. yeri ve zamanı değildi. üstelik o anki ruh halimiz onu kaldıracak kadar da güçlü değildi.
.
tarla girişinin hemen yan tarafında, yabani böğürtlenlerin önünde 3 tane yere yatırılmış ve traşlanmış düzgün kütükler ve genç dışbudak ağacı vardı. kuvvetle muhtemel dinlenme yerleri ve yemek yedikleri yer orasıydı. böğürtlenlerin önü arkası bakılmadık yer bırakmadık tek ışıldakla.
ve kütüklerin böğürtlenlere bakan arka tarafında içilmemiş 3 dal sigara ve kibritler...

üzgün bir şekilde köye döndük. yasinlerin evinin önü kıyamet gibi. hazırda bekletilen ambulans... herkes avluda. ağlayışlar, bekleyişler. mezarlığın pekte yüksek olmayan set duvarlarına dizildik sigara içiyoruz. bulunduğumuz yerden kalabalığın uğultusu geliyor. arkama döndüm. allah' ım ne kadar korkutucu bir yer. mezarlık! içim daraldı. rüzgarda savrulan onlarca yaşlı selvi ağaçları, sağa sola savrulmuş tarihi mezar taşları ve anıların gömüldüğü bakımsız mezarlar.

gelebilecek bir haber nasıl da mutlu edecekti bizi oysa ki... ya da kimbilir nasıl kahredecekti! bu ihtimali düşünmek dahi istemiyordum.

ve yasin' in annesinde gözlerim. şişman, nur yüzlü, pamuk gibi şeker mi şeker bir teyze. bi ara kendinden geçer gibi oldu. gözlerini kapattı. o psikolojiyi anlamam mümkün değil diye içimden geçirdim. derken gözlerini açtı ve gözlerini bir noktaya sabitleyerek " yasin' im kuyuda. onu o kuyudan çıkarıp bana getirin" dedi. sessizlik kalabalığa dalga dalga hakim oldu. ve sessizliği yaran bir haykırış " mehmet oğlumu o kuyudan getir bana!". yavrum, ciğerim benim...
anne hisseder miydi?

arkadaşımın şakasını yaptığı şey gerçek olamazdı.

tüm gözler haliyle kuyuya çevrildi. köyün erkekleri kuyunun başındayız. karanlık tek belamız. ismini bilmediğim bir abi uzunca bir sopayı suya batırdı. nasıl derin bir su. o uzun sopayı resmen yuttu. abi kolununda bir kısmını suya gömdü.
bilirkişi böyle olmaz, yardım isteyelim dedi. sabah ezanının okunmasına az bir süre kala kim gelirdi ki?
geçte olsa geldiler. vinç ve 2 dalgıç. kendimi idama götürülen mahkum gibi hissettim o an. sonucu belli. ölüm. akşamdan başlayan arama sürecinin içine dalgıçlar ve vinç girince işin ciddiyeti yüzüme tokat gibi çarpmıştı. umarım yanılırım derken elinde ucu kancalı halatla dalgıcın biri suya daldı.
bekleyiş...
kısa bir süre sonra dalgıç su yüzeyine çıktı. bedeni suyun içinde, bir eli kuyu duvarlarında vinç operatörüne işaret yaptı. o an herşey bitti dedim.

kalabalık biraya toplandı. herkes suyun yüzeyine kitlendi.
önce o güzel saçları ve yüzü belirdi halatın ucunda. gözleri kapalı, boynu bükük. alnında koskocaman bir morluk. omuzları ve iki koltuk altından geçen halat ve kanca. sonra kontrollü biçimde tüm bedeni...

"yasin bu kadar uzun boylu değildi. ve alnındaki o morluk neyin nesiydi?"

yasin sulama kanalının duvarına suyu tarlaya aktarmak için çıkmış, o esnada ayağı kayarak kafasını beton bloğa çarparak suya düşmüş ve boğulmuştu. alnındaki morluğun nedeni buydu.

ve topal mehmet...
baba olmak zor iş!
bu şekilde bir ölüme şahitlik etmek zor iş!
sırtını kütüğe dayadı. bastonunu yere fırlattı. ayaklarını boylu boyunca uzattı. yüzündeki derin kırışıklar daha da belirginleşti. iki eliyle yüzünü kapayıp, "yasin' im " diyebildi. ölemedim senden önce, bugünleri de gördüm...

köyde kaba, ruhsuz olarak gördüğüm onca tanıdığım, tanımadığım her kim varsa özlerinde narin, temiz kalpler taşıyorlardı aslında. ağlamayan tek bir insan görmedim. bu nasıl bir sevgi ve yasin'in insanlarda bıraktığı nasıl bir etkiydi?

cenazesine katılamadım. köy meydanında kalmayı tercih ettim.
ağladım hem de çok. yasin' imin canım kardeşimin ölümü, kişiliğimin oluşumundan tutun, ettiğim dualara kadar derin izler bırakmıştır ruhumda.

annesinin uzun psikolojik tedavi gördüğünü duydum.
abisi telefonda ailesinden yasinle ilgili çelişkili cevaplar aldığı için şüphelenmiş ve habersizce geldiği köyde acı gerçekle yüzleşmiş. acısı biraz olsun hafiflemişken köyde rastladım abisine. başımız sağolsun diyebildim. " seni çok severdi kardeşim" dedi. "bende öyle abicim bende" diye karşılık verdim.

yaz tatilinin bitmesini beklemedim. ailemin yanına döndüm. beni oraya bağlayan ne köyümüzün kıyısı olan göl, ne temiz hava ne de doğaydı. bunu anladım.

senede 2 kez köyde kalan birkaç arkadaş ve akrabalarıma kısa ziyaretler gerçekleştiriyorum artık. hepsi bu.

birkaç ay sonra bayram münasebetiyle köye gittim. bir arkadaşımı yanıma alıp beni yasin' in mezarına götürmesini istedim.
kulakları tırmalayan böcek sesi. yasin, mezarlığın diğer ucunda. mezarının başına geldim. mermer bir mezar ve üzerinde şunlar yazılıydı.

" gençlik ateşi başımda
soldum 16 yaşımda
mezarımın başında
bir "yasin" oku bana"

aslında herşeyi özetliyordu yasin suresinin son ayeti.

"fe subhanellezi bi yedihi melekutu kulli şey' in ve ileyhi turceun"

"o halde herşeyin mülkü ve hükümranlığı elinde bulunan allah' ın şanı ne yücedir. siz de yalnız o' na döndürüleceksiniz."

allah evlat acısı çekenlere ve geride kalanlara sabır versin...
Ben hiç öyle bişey düşünmemiştim. Sanırsın çevremdeki insanlar ölümsüzlüğü bulmuşlar gibi. Kızılayda patlama olduğunda kızılaydaydım. iş yerimede yakındı. Patlamadan sonra en yakın arkadaşım en yakını da geçtim onun deyimiyle ciğerimi bilen tek arkadaşım aradı. Sesi çok kötü dokunsan ağlayacak. Konuşuyor dikket et diye. Bende dedim ydvrum çekirge bir iki üç misali ikisinde de - hem garda hem kızılayda- yakındım iki etti dedim. Manyak ağlamaya başladı. Beni korkutan şey ölmen değil senin gülen yüzünü vücudunu parlalanmış görmek bir hiç upruna öldüğünü düşünmek dedi. Şimdiye kadar öyle bi cümleyi bana ne kardeşim ne ailem kurmuştu. Artık kendime daha dikkat ediyorum. Sırf onu üzmemek için.
en yakın arkadaşım yok.
allah rahmetler eylesin yasin' e.
benim de bir emre'm var..
10 sene oldu.. her sene 30 mart olan doğumgününde anarım..
ara ara aklıma düşünce gözlerimi dolduran can dostum.. daha önce biraz daha detaylı bahsetmiştim..
eminim ki yine delirdiğim bir gün kusarım buraya..

bu seferlik söyleyeceğim ise..
emre'nin yurtdışına yerleştiğidir..

kardeşim hariç hiçbir aile ferdim bilmez akıbetini..
hatta annem arada sorar bile siz konuşmuyor musunuz oğlum! diye..
araya yıllar, yollar girdi be anne.. olabildiği kadar işte diyorum..

bu da benim toprakta yatan kardeşimle aramızda küçük bir dalaveredir..

her neredeysen, bütün huzurum seninle olsun..
Kucagimda ölmüştü,dayanamamistim o sıralar. Çok zordu. Geçti mi geçmedi. Ama odalara kapanmalarim,sürekli aglamalarim geçti. Şimdi ise aklıma geldiğinde sessizce bir yere odaklaniyorum,bence keşke aglasaydim.