bugün

en yakın arkadaşın ölmesi

18 yıl önce...

nereden başlayacağımı çok iyi biliyorum...
yasin, soyadı gibi "güzel" bir insandı.ve iyi ki benim arkadaşımdı...

insanı şaşkına çevirecek derecede enerjiyi bu çakır gözlü çocuk nereden buluyordu hala çözebilmiş değilim. üstelik hiç tükenmeden. bir keresinde ona, gülümseyerek "bi dur be çocuk, bi dur allah aşkına! " dediğimi hatırlıyorum.
muzip bir çocuktu yasin. girdiği ortamı kahkaya boğar, o gruptan ayrıldığında bizlerde dağılırdık. çünkü konuşacak hiçbir şeyimiz kalmaz, hiçbir muhabbet onun muhabbeti kadar lezzet vermezdi.

yasin, hem okul arkadaşım hem de sadece yazları gittiğim köydeki en yakın arkadaşımdı..
hiç unutmam. iki köyü birbirine bağlayan bozuk asfaltlı köy yolunda, gece zifiri karanlıkta bizler yol kenarındaki ağaçların arkasına saklanır, o nadiren yoldan geçen arabaların önlerinde -arabalar henüz ona çok yaklaşmamışken- bir ayağını yere sürterek sakat rolü yapar, sürücüleri korkutur bizi kahkaya boğardı. bir keresinde bir arabanın korkudan gelmekle gelmemek arasında kaldığını ve 5 kilometrelik yolu geri döndüğünü hatırlıyorum.

köyde gençlerin gece muhabbetleri geç saatlere kadar sürerdi. o gece yasin biraz tutuktu. nedenini sorduk. bize dün gece eve giderken mezarlığa baktığını (evi mezarlığın karşı çaprazında) ve kendini tuhaf hissettiğini söyledi ve ekledi " korktum hem de çok. bu gece beni eve siz bırakır mısınız?" tabi dedik. aslında gözükara bir çocuktu...

1 hafta sonra....

o gün erkenden kalktım. köy kahvesinin yan tarafındaki boşlukta gizli kapaklı sigara içiyorum. traktörle yasin geldi. beni görünce durdu. ve bana;
kardeşim sigaran var mı yanında, tarlaya zeytinleri sulamaya gideceğiz sigaram yok, yanıma para almadım dedi. birazdan babam da gelecek.
ayıpsın al kardeşim dedim ve paketimden 5 dal sigarayı ona uzattım. yeter mi? yeter yeter sağolasın...
yanımda çakmak yok. tarlada nasıl yakacağım sigaraları diye sordu.
yanımda kibrit vardı. içinden bir tutam kibrit ve yakma şeridinden bir parça yırtarak ona uzattım. teşekkür etti. babası geldi. tarlaya doğru yol aldılar.
.
akşam yemeğimi yedim. pek tabii babaannemin özel tatlısı kulike' yi de...
evde güzel muhabbet sonrası köy meydanına çıktım ve kendimi birdenbire belirli belirsiz bir panik halinin tam ortasında buldum. bakkalın önünde jandarmalar...
topal mehmet (babası) beni görünce gözleri parladı. kolumdan sımsıkı tuttu (acıttı) ve " yasin' i gördün mü? " diye sordu. sabah görmüştüm diye cevapladım. noldu ki? tarlaya zeytinleri sulamaya gittik. "piç kurusu öğle vakti tarladan kaçtı heralde" dedi.tabi zor geliyor çalışması. geldiğinde ben ona sorarım! (meğer zaman zaman tarladan kaçar eve gidermiş yasin). " heralde" derken topal mehmet' in tedirgin olduğu her halinden belliydi.
.
herkes bir şekilde yasin' e ulaşmaya çalışıyor vakit ilerledikçe tedirginlik yerini korkuya bırakıyordu.
birşeyler yapmalıydık.
murat, ismail, ben arabaya atladık ve zaman zaman bilardo oynamaya gittiğimiz 5 km uzaklıktaki kasabaya gittik. bakmadığımız oyun salonu ve onu sormadığımız yaşıtımız kalmadı.
yok! adam yer yarıldı yerin dibine girdi... onu bulabileceğimizi düşündüğümüz en güçlü seçeneğimizle beraber...
köye döndük.
yasin' in annesini balaban çeşmesinin yanındaki meydanda keşke o vaziyette görmeseydim diyorum. perişan bir hal ve yaşlı gözler. ve ağzından dökülenler... " çıkıver be annecim burdayım de.ben askerdeki abine ne derim? ne derim annecim. ne derim ben be annem. allah' ım yardım et oğlumu bana bağışla nolur"
etrafında umut aşılamaya çalısan teyzeler. ellerinde kolonya şişeleri...
dayanamadım. o vaziyet seneler geçse bile hafızamın derinliklerine mıhlanmıştı bir kere. bir köşeye çekilip ağladım. bir sigara yaktım. nasıl bir nefes çektiysem filtrenin sıcaklığını parmaklarımın arasında hissettim.

vakit epey ilerledi. gece bir buçuk civarı. bakılmıştı bakılmasına ama yasin ve babasının sulama yaptıkları tarlaya gitme kararı aldık. arabayı bıraktık. traktörle ve elimizde ışıldakla tarlaya doğru yol aldık. bu kadar kısa mesafe ne kadar da uzun gelmişti bana. nihayet tarladayız. traktör ışığının doğrulduğu her yer zeytin ağacıyla dolu. sulama kanalı, suyu tarlaya aktaran pancar motoru ve çamurlu sarı renkli esneyen bir su borusu...
.
gecenin karanlığında avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz. tek kelime. yasin ! ( korku filminin etkileyici bir sahnesindeyiz sanki) belki de tarlanın bir köşesinde uyuyakalmıştı. kimbilir...
bir ara murat ışıldakla, içi su dolu sulama kanalının başlangıç noktasına gitti. işıldağı suya tuttu ve dehşet verici bir sesle " yasin kuyuda" diye bağırdı. bulunduğum yerden hangi ara kuyunun başına geldim inanın hatırlamıyorum. kalp atışım hızlandı. boğazım düğümlendi. tüylerim diken diken! murat " şaka yaptım" dedi. yeri ve zamanı değildi. üstelik o anki ruh halimiz onu kaldıracak kadar da güçlü değildi.
.
tarla girişinin hemen yan tarafında, yabani böğürtlenlerin önünde 3 tane yere yatırılmış ve traşlanmış düzgün kütükler ve genç dışbudak ağacı vardı. kuvvetle muhtemel dinlenme yerleri ve yemek yedikleri yer orasıydı. böğürtlenlerin önü arkası bakılmadık yer bırakmadık tek ışıldakla.
ve kütüklerin böğürtlenlere bakan arka tarafında içilmemiş 3 dal sigara ve kibritler...

üzgün bir şekilde köye döndük. yasinlerin evinin önü kıyamet gibi. hazırda bekletilen ambulans... herkes avluda. ağlayışlar, bekleyişler. mezarlığın pekte yüksek olmayan set duvarlarına dizildik sigara içiyoruz. bulunduğumuz yerden kalabalığın uğultusu geliyor. arkama döndüm. allah' ım ne kadar korkutucu bir yer. mezarlık! içim daraldı. rüzgarda savrulan onlarca yaşlı selvi ağaçları, sağa sola savrulmuş tarihi mezar taşları ve anıların gömüldüğü bakımsız mezarlar.

gelebilecek bir haber nasıl da mutlu edecekti bizi oysa ki... ya da kimbilir nasıl kahredecekti! bu ihtimali düşünmek dahi istemiyordum.

ve yasin' in annesinde gözlerim. şişman, nur yüzlü, pamuk gibi şeker mi şeker bir teyze. bi ara kendinden geçer gibi oldu. gözlerini kapattı. o psikolojiyi anlamam mümkün değil diye içimden geçirdim. derken gözlerini açtı ve gözlerini bir noktaya sabitleyerek " yasin' im kuyuda. onu o kuyudan çıkarıp bana getirin" dedi. sessizlik kalabalığa dalga dalga hakim oldu. ve sessizliği yaran bir haykırış " mehmet oğlumu o kuyudan getir bana!". yavrum, ciğerim benim...
anne hisseder miydi?

arkadaşımın şakasını yaptığı şey gerçek olamazdı.

tüm gözler haliyle kuyuya çevrildi. köyün erkekleri kuyunun başındayız. karanlık tek belamız. ismini bilmediğim bir abi uzunca bir sopayı suya batırdı. nasıl derin bir su. o uzun sopayı resmen yuttu. abi kolununda bir kısmını suya gömdü.
bilirkişi böyle olmaz, yardım isteyelim dedi. sabah ezanının okunmasına az bir süre kala kim gelirdi ki?
geçte olsa geldiler. vinç ve 2 dalgıç. kendimi idama götürülen mahkum gibi hissettim o an. sonucu belli. ölüm. akşamdan başlayan arama sürecinin içine dalgıçlar ve vinç girince işin ciddiyeti yüzüme tokat gibi çarpmıştı. umarım yanılırım derken elinde ucu kancalı halatla dalgıcın biri suya daldı.
bekleyiş...
kısa bir süre sonra dalgıç su yüzeyine çıktı. bedeni suyun içinde, bir eli kuyu duvarlarında vinç operatörüne işaret yaptı. o an herşey bitti dedim.

kalabalık biraya toplandı. herkes suyun yüzeyine kitlendi.
önce o güzel saçları ve yüzü belirdi halatın ucunda. gözleri kapalı, boynu bükük. alnında koskocaman bir morluk. omuzları ve iki koltuk altından geçen halat ve kanca. sonra kontrollü biçimde tüm bedeni...

"yasin bu kadar uzun boylu değildi. ve alnındaki o morluk neyin nesiydi?"

yasin sulama kanalının duvarına suyu tarlaya aktarmak için çıkmış, o esnada ayağı kayarak kafasını beton bloğa çarparak suya düşmüş ve boğulmuştu. alnındaki morluğun nedeni buydu.

ve topal mehmet...
baba olmak zor iş!
bu şekilde bir ölüme şahitlik etmek zor iş!
sırtını kütüğe dayadı. bastonunu yere fırlattı. ayaklarını boylu boyunca uzattı. yüzündeki derin kırışıklar daha da belirginleşti. iki eliyle yüzünü kapayıp, "yasin' im " diyebildi. ölemedim senden önce, bugünleri de gördüm...

köyde kaba, ruhsuz olarak gördüğüm onca tanıdığım, tanımadığım her kim varsa özlerinde narin, temiz kalpler taşıyorlardı aslında. ağlamayan tek bir insan görmedim. bu nasıl bir sevgi ve yasin'in insanlarda bıraktığı nasıl bir etkiydi?

cenazesine katılamadım. köy meydanında kalmayı tercih ettim.
ağladım hem de çok. yasin' imin canım kardeşimin ölümü, kişiliğimin oluşumundan tutun, ettiğim dualara kadar derin izler bırakmıştır ruhumda.

annesinin uzun psikolojik tedavi gördüğünü duydum.
abisi telefonda ailesinden yasinle ilgili çelişkili cevaplar aldığı için şüphelenmiş ve habersizce geldiği köyde acı gerçekle yüzleşmiş. acısı biraz olsun hafiflemişken köyde rastladım abisine. başımız sağolsun diyebildim. " seni çok severdi kardeşim" dedi. "bende öyle abicim bende" diye karşılık verdim.

yaz tatilinin bitmesini beklemedim. ailemin yanına döndüm. beni oraya bağlayan ne köyümüzün kıyısı olan göl, ne temiz hava ne de doğaydı. bunu anladım.

senede 2 kez köyde kalan birkaç arkadaş ve akrabalarıma kısa ziyaretler gerçekleştiriyorum artık. hepsi bu.

birkaç ay sonra bayram münasebetiyle köye gittim. bir arkadaşımı yanıma alıp beni yasin' in mezarına götürmesini istedim.
kulakları tırmalayan böcek sesi. yasin, mezarlığın diğer ucunda. mezarının başına geldim. mermer bir mezar ve üzerinde şunlar yazılıydı.

" gençlik ateşi başımda
soldum 16 yaşımda
mezarımın başında
bir "yasin" oku bana"

aslında herşeyi özetliyordu yasin suresinin son ayeti.

"fe subhanellezi bi yedihi melekutu kulli şey' in ve ileyhi turceun"

"o halde herşeyin mülkü ve hükümranlığı elinde bulunan allah' ın şanı ne yücedir. siz de yalnız o' na döndürüleceksiniz."

allah evlat acısı çekenlere ve geride kalanlara sabır versin...