bugün

'her temas iz bırakır' adlı polisiyenin yazarıdır. bir çırpıda okunan bir üsluba sahiptir. daha çok avrupa polisiye tarzında rastlanılan 'insan ilişkilerine yer verme ve bunları derinlemesine tahlil etme' noktalarını ilk kitabında yakalayabilmiştir. romanında failin bulunması sürecinde okuyucuyu tam yakalayamamış hatta daha sert bir ifadeyle dışarıda bırakmış olmasına rağmen harika bir eser ortaya çıkarmayı başarmıştır. yazarın kitabı, sadece polisiye-macera ögeler barındırmaz aynı zamanda sağlam bir dramatikliğe de sahiptir;ankarada geçmesiyle de kanımca farklı ve samimi bir havaya bürünmüştür. bildiğim kadarıyla öğrenimini dtcf tiyatro bölümünde sürdürmekterdir.

nahit: ya anlamıyorum arkadaş ya, bi insan evladı bunu niye eksiler? hakikaten nedir mesele aga? allahını seversen bir mesaj falan at da söyle ya! ulan yazmışız işte kendi çapımızda bir şeyler. atilla dorsay performansı falan mı bekliyorsun benden? oğlum, bu taraftayım bana bak; deli mi öptü seni aq!

müfit: bi eksi daha aldı bu entry. senin o ortalama zekanın amına koyim ben. son yılların en fantastik gerizekalısı seçtim seni.

erhan: oha lan 3 sene sonra editliyorum. olum bu adamın başlığını açmışım, yarın bi gün çok sikici bi yazar olursa bana da şuku ver. emrahın kitaplarını al ama bana da şukunu ver; bas o artıya. bas lan gebeş!
dtcf mezunu, "her temas iz bırakır" adlı romanın yazarı olandır.
yeni kitabı çıkmış genç yazarımızdır; " son hafriyat "
yine bir ankara polisiyesi.
Gençlerbirliği aşığı.
türk polisiye roman yazarlarından

1982 doğumludur.
zaman zaman birgün gazetesi için söyleşiler yaptı, radikal 2 için tiyatro eleştirileri yazdı. hayvan dergisinin ankara temsilciliğini yaptı. bu dergide ahmet inam ve cengiz güleç ile düzenli olarak gerçekleştirdiği sohbetleri "şen profesörler: metaforla saadet olmaz" (say yayınları, 2006) adıyla kitaplaştırdı.
"her temas iz bırakır" adlı ilk polisiye romanı iletişim yayınlarından çıktı. "son hafriyat" isimli ikinci romanı şubat 2008 yılında iletişim yayınlarından çıktı.

romanlarındaki kahramanı cinayet masasından başkomiser behçet ç.
bu yazarın en önemli özelliği , olayların ankara'da geçmesi ki ilk romanında kapakta "her temas iz bırakır(bu bir ankara polisiyesidir)" yazmaktadır.
bizim mekanlarımızı (ssk , kızılay , tunalı ,vs.vs.) bizim dilimzle muhalif bir şekilde anlatmaktadır..

ve geleceği parlak , adından söz ettirecek bir polisiye yazarımızdır...
şöyle buyurur ki;

Toza dumana gidelim yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. insanlara gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakamayacağı bir yere git demişti. Kıyametin ortasına git. O kadar yaşlıydı ki, öldükten bir hafta sonra sanki on sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes. Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil toplu mezar. On bir yıldır sabah yatıp öğlen kalkıyorum. Hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum. Oysaki hatıralardan konuşmak lazım. Rüyalardan daha karanlık hatıralar var. Daha çok fikir verir biri hakkında. Şekeri bitmiş sakızı, toz şekere batırıp çiğnemeye devam etmen gibi senin. Ben de tüpte satılan çokokremi diş macunu tüpüyle değiştirmiştim bir sabah. Gülmüşlerdi sadece. Oysa bir çocuk numara çekiyorsa gerçekten yemek lazım, yemiş gibi yapmak değil. Yirmi sene sonra Beşiktaş'ta bıraktığımız o ev. Bırakabildiğimiz tek ev. Beş kat seksen iki basamak. Balkon demirlerinden uzak duruyorduk geceleri. Hep daha yukarı bakmak zorunda olan iki vertigozede. Kar taneleri birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle bir başka cümleyi hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları. Yağmur yağar, durur, tekrar başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden mezara kadar. Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine, olsun. Sen biliyorsun nasılsa. Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı.
--spoiler--
Ölenlerin ölü taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi
yaptığını hissediyorum şimdi.Toplum değil toplu mezar..
--spoiler--
afili bir filintadır kendisi.
http://www.afilifilintala...om/index.php/yazar/serbes

kendisine ait filintanın not defterinden bir madde:

afili filintalar madde 36: insanız affet

şöyle diyor emrah serbes:
""
kazancakis’in zorba’sının en sevdiğim cümlesi, “insanız affet.” madam ortans ölüm döşeğindeyken girit’in ileri gelenlerinden biri geliyor, “bugüne kadar senin hakkında ileri geri konuştuysam kusura bakma, insanız affet,” diyor. ölüm döşeğindeki ihtiyar bir fahişeye söylüyor bunu. onun affetmesi mühim çünkü. tanrı zaten affeder, konsepti bu, bağışlayıcı olmak. ama en güçsüz olanın konsepti bu değil, onun elinde tek silah var, affetmemek.
afili filintalardaki en sevdiğim yazardır. bu da yazısı;
malum kopyala-yapıştır.

--spoiler--

33. karanlıkta nüfus sayımı

Babamın öldüğü gün birine âşık olmuştum. Bazen böyle olur, her şey üst üste gelir. Metrodaydım, boş yerler vardı ama en köşede ayakta duruyordum. Onu düşünüyordum, romantik şeyler değil, bir buluşma ayarlayabilmek gibi pratik şeyler ve kaç istasyon sonra inmem gerektiğini de düşünüyordum diğer yandan. Yirmi bir yaşındaydım o zaman, ama çarklar hep döner, her yaşta döner. Büyük bir kentteysen bir sürü gereksiz şey bilmen lazım yoksa kendini salak gibi hissedersin. Sonuçta inmem gereken istasyonda indim. Eve gittim. Herkesin yüzünde aynı ifade. Ölüm haberi vermek zorunda kalanların yaşamaktan duydukları tatlı utanç. Bunlar çehrelere asılı açık kanıtlardır. ilk insanlardan bu yana incele incele bu hale gelmişlerdir. Bir gün öyle bir dil gelişecek ki tek laf etmeye gerek kalmayacak. Herkesin yüzünden anlaşılacak ne demek istediği. Neden diye sordum, ölüm sebebi yani. Söylediler. Gerçek yaşama sevincini görmek istiyorsanız mezarlıklara gidin, orada gezen insanların yüzlerine bakın.

ihtiyar gassali hatırlıyorum babamı yıkadığı mermerin önünde. Beyaz sakallıydı. Ama rüyalara giren aksakallı dedeler gibi değil, Hemingway gibi. işini seviyordu ve çok konuşuyordu. Bu tarz işleri yapan adamların fazla konuşmaması gerekir. Ama o bunu takmıyordu. Bir sürü şey sordu. Cevap vermedim. Cevap alamadığı her sorudan sonra ayrı ayrı şaşırıyordu. Büyük bir samimiyetle şaşırıyordu. Konuşulmaması gereken yerler vardır. Çocuklara ve ihtiyarlara anlatamazsın bunu. Hepsi doğal anarşist.

Cenaze günü çok soğuktu. Sonra hep uyumak istedim. Doğal sakinleştirici. Sevdiğiniz biri öldükten sonra yaşama tekrar devam etmek bisiklet kullanmayı öğrenmeye benziyor. Ama yokuş aşağı giden bir bisiklet oluyor bu. Dengeyi sağlamanın tuhaf coşkusundan bahsetmiyorum burada ya da sadece bundan bahsetmiyorum. Kafayı gözü yarmak üzere olmanın korkusundan da bahsediyorum. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musunuz?

Sonra zaman geçti. Zaman hiçbir şeyi düzeltmez. Daha beter de etmez. Zamandan bağımsız şeyler bunlar. Karanlıkta uzanıp bir sigara daha yakmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Babam öldüğü için değil. Âşık olduğum için değil. 21 yaşında olduğum için değil. Öyle olması gerektiği için.

Sonra biraz içtim ve telefona sarıldım. Bu adil bir şey değil. iki taraf için de. insanlar sizin alkollü olduğunuzu anlar ama bellekleri bunu böyle kaydetmez. Çünkü gelen sadece sestir. O sesin üstüne en ayık halinizi yerleştirir bellek. Bellek böyle namussuz bir orospu çocuğudur işte. Sizi üçkâğıda getirmek için elinden gelen her şeyi yapar. Hepimiz yanlış hatıralara sahibiz. Öyle yaşanmadı onlar. Hatıralarını yazan ihtiyarları düşünün, kitabı bitirdikleri zaman öleceklerini bilirler, o yüzden bitiremezler bir türlü, yaşamak için sallamayı sürdürmeleri gerekir.

Onu aradım ve seni seviyorum dedim. Çarklar durdu, yargılama bitti. Hayatımda ilk kez çekip gitmek istemiyorum. Şimdi bile utanıyorum söylediklerimden. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o günlerde bir yerde işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek.

Sonra konuşalım dedi. Sonra konuştuk. Hastanenin karşısındaki otoparkta. Otoparkın bir köşesini oto yıkamacıya çevirmişlerdi diğer köşesini çay bahçesine. Çok amaçlı grotesk bir yer. Ne konuştuğumuzu yazmayacağım. O kadar da değil. Çünkü bunlar özel şeyler. Zaten ben hayatımı anlatmak istemiyorum ki. Yaşadıklarımı düşünerek oradan bir sonuca varmak istiyorum sadece. Sanırım demode bir yazarım. Genellemeleri seviyorum ve noktayı koyduktan sonra ardımda iyi kötü bir anlam bırakmak istiyorum. Artık bunun bir anlamı kalmadığını düşünsem bile böyle yapıyorum. Lanet olsun, öyle alıştım çünkü, nasıl başlarsa öyle gider.

Sonra yine zaman geçti. Zaman geçmesi önemli değildir. Sanırım bundan bahsetmiştik. “O zamanlar bir şeyleri reddetmeye ihtiyacım vardı ve sen tam bunun üstüne geldin,” dedi. O kadar iyiydin ki o zaman. Annem sanki bu yüzden yedi ay daha yaşadı. Ne demek istediğimi sahiden anlıyor musun?Anlıyordum. iki karışlık mesafede, birbirimizi göremeden uzanmıştık. Kaç kişi olduğumuzu bilemeden uzanmıştık o karanlıkta, yanımızdaki ölülerle beraber uzanmıştık. Karanlıkta nüfus sayımı şöyle yapılır. Yaşayanlar bir sigara yakar.

--spoiler--
afili filintlarda yazdığı şöyle bir şey var:

65. hüzünlü piç

''işler iyi de gitse kötü de gitse her zaman yanımda olan biri var. beraber büyüdük onunla. aynı okullara gittik. aynı teneffüsleri bekledik. el ele tutuştuk karşıdan karşıya geçerken. hâlâ birbirimizi kollarız yaya geçitlerinde. sabah kalkarım başımda bekler. yüzünde sanki başka bir dünyadan gelmiş gibi duran acayip tebessümüyle. bence hiç çıkma o yataktan der, dışarıda berbat bir hava var. pazardan dönen sinirli teyzeler var. havada uçuşan serseri kurşunlar var. ayrıca bütün şoförler yerli yersiz kornaya basıyor.

arkadaşlarla otururken gelir bazen. bir parça uzakta durur. benden başka seveni yok çünkü. biz güldükçe kollarını kavuşturup küskün bakar. büyük bir bilmişlikle de vardır o bakışlarında. yine bana kalacaksın nasılsa der gibi başını sallar.

kuyrukta beklerken muhabbet ederiz genellikle. kuyrukta beklemekten zevk alan tek insan diyebilirim. en son üsküdar’da iki kilometrelik bir iftar çadırı kuyruğunda gördüm onu. oruç tutmamasına rağmen.

kaleciye geri pasın serbest olduğu zamanlardan beri maça gidiyoruz beraber. gelme, uğursuzsun diyorum, gene de geliyor. kaç sefer yakaladım gol yediğimizde çaktırmadan sevindiğini. takım tutmuyorum diyor ama biliyorum kimle oynasak onları tutuyor. felaketlerden zevk alan bir mizacın mı var diye sormuştum bir seferinde. gerçeklere tahammül edebilecek gücüm var demişti.

onunla ortak bir şeyler yapmanın da imkânı yok. ben film seyretmek istiyorum o eski fotoğraflara bakmak istiyor. sürekli eski günlükleri karıştırıyor. tam bir şimdiki zaman düşmanı. on beş dakika öncesini bile özlüyor.

omzumun üstünden bakıyor yazarken. dudak büküyor. berbat bir yazarsın diyor. neden diyorum. maziye saygın yok diyor. istikbalden haberin yok. ayrıca üslubun berbat. on beş yaşında bir kızın anlayabileceği kadar bayağısın. hiç proust okumadın mı allah aşkına? ya ciddi bir şeyler yaz artık ya da bırak bu işleri bir kuruyemişçi açalım.

ne zaman berbat bir birahanenin önünden geçsek koluma giriyor, gel şurada oturalım diye ısrar ediyor. istemiyorum, işim gücüm var diyorum ama dinlemiyor, kolumdan çekiyor. paldır küldür giriyoruz içeri, iki bira söylüyorum mecburen. ben içmeyeyim sağ ol diyor. içmeyeceksen niye getirdin beni buraya diyorum. lütfen garsonun önünde tartışmayalım diyor. kafayı bulunca cep telefonumu elimden alıyor, kimseyi arama böyle güzel diyor. nefret ediyorum yalnız ve sarhoş olmaktan. hiç kimse yalnızken tam anlamıyla sarhoş olamaz, şahit gerekir sarhoşluk için. o zaman gel onu arayalım diyor. benim hiç gururum yok mu, nasıl istersin böyle bir şeyi benden diyorum. seni sevmeyen birini sarhoşken arayamazsın. seni sevmeyen birini gece yarısından sonra arayamazsın. seni sevmeyen birini öğleden sonra bile arayamazsın. belki akşamüstü mesaj çekersin. olsun yine de arayalım diye tutturuyor. olmaz diyorum. herkesin içinde çocuk gibi ağlamaya başlıyor. ağzını kapatıyorum. elimi ısırıyor. şişeyle vuruyorum kafasına o zaman. küsüp gidiyor. birkaç gün gözükmüyor ortalıkta. sonra ansızın çıkıp geliyor yine, hiçbir şey olmamış gibi sarılıyoruz.

neredeydin diyorum nasılsın iyi misin? seni özledim diyor. kalbini kırdıysam özür dilerim kardeşim diyorum. önemli değil diyor, zaten kalbini ikea’dan almış, söküp takabiliyormuş. ayrıca yalanlara inanmaya ihtiyacı varmış. bütün çaresiz insanlar gibi. bütün hasta yakınları gibi. dağılan bir okul gibi.

hüzünlü piç diyorum ona ismini bilmediğimden. o da bana acemi piç diyor. yok dünyadan haberin. bir fabrika paydos ederken ortalığa çöken hüznü bilmiyorsun. bilmiyorsun suya bırakılmış kâğıttan kayıkların gerçek anlamını. rüzgârda uçuşan torbaları. moloz dökülmüş arsaları. bu hızla ölmeye devam edersek bütün dünya mezarlık olacak. ama sen hâlâ ölümü kişisel bir şey olarak algılıyorsun. herkes uzmanı olduğu konunun zalimi olmuş. ben de mi diye soruyorum. sen de diyor. ama üzülme. hiçbir şey bırakmayacağız arkamızda. çekip giderken sırtımıza saplanacak bir çift göz olmayacak. enkazımızı toplayıp öyle gideceğiz. asgari centilmenlik toz olmayı bilmeyi gerektirir.

acılarımız da birbirine benziyor artık. birbirine benzeyen parmaklar gibi ama. her birinin eşsiz bir izi var. bazen gözlerim doluyor karanlıkta. ama fısır fısır konuşmaya başlıyor yine kulağımın dibinde, hiç susmuyor, ağlamama asla müsaade etmiyor. her şey affedildi diyor, hiç ayrılmayacağız diyor. keşke kadın olsaydın diyorum öyle konuştuğunu duyunca. bu kış çok kar yağar belki beraber kayboluruz diyor o da bana. söylediği her şeye inanıyorum o zaman. gözlerimi kapatıyorum her yer bembeyaz oluyor. yine el ele tutuşuyoruz iki çocuk gibi. sessizce söz veriyoruz birbirimize. sessizce verilen sözlere kim inanmaz.''
inci yürekli bir senaristtir.

* ve ayrıca, gerçekten çok sevdiğim bir dostumdur. delikanlının da hasıdır.
--spoiler--
madde 38. evlilik teklif ederken dikkat edilmesi gereken hususlar

çocukken bir arkadaşım vardı sadece ön dişlerini fırçalardı. arka taraftaki dişler nasılsa fazla gözükmüyor diye. o zamanlar garip geliyordu bu davranışı ama neden öyle yaptığını şimdi anlıyorum. çürümeyi kimsenin taktığı yok aslında, çürümekten zevk alıyoruz. yeter ki o çürükler görünür bir yerde olmasın. bize bir şey öğretebilecek tek hoca var, utanç. yirmi küsur yıl okuduk, yüzlerce hoca gördük, hangileri aklımızda kaldı, bizi en çok utandıranlar. bütün sınıfın önünde yüzün kızardığında aldığın dersi en süper okulları bitirdiğinde alamazsın. sınıfın en tembeli bile olsan orada idrak edilmesi güç bir sırra vakıf oluyorsun çünkü. esaslı bir bok yediğinde, çürükler ortaya çıktığında yani, bütün toplumun sana karşı nasıl tek yumruk olduğunu orada öğreniyorsun. toplum derken anne baba da dâhil buna. en sevilen haber ne, çocuğunu kolundan tutup polise teslim eden baba. yahut çocuğunu polisin elinden alıp dövmeye devam eden anne. gazetecilerin kafası genelde az çalışır. çok fazla bilgi akışı var çünkü; motor hararet yapıyor, sentez yeteneklerini kaybediyorlar. ama bu mesleki deformasyona rağmen bütün basın mensuplarının çözdüğü bir sır var. en sahici hikâyenin en çürük hikâye olduğu sırrı. çocuğunu polise teslim eden ana baba haberinin neden rağbet gördüğünü çok iyi biliyorlar. karısını polise teslim eden koca haberi böyle rağbet görmez ama. kocasını ele veren kadın haberi de. hırsızın karısıdır artık o yahut katilin kocasıdır. doğal suç ortağıdır. o ittifakı hiçbir ihanet bozamaz, hiçbir devlet bozamaz. çünkü evliliğin temel prensibi bu, yardım ve yataklık etmek. belki de insanlar topluma karışmak için değil, topluma karşı iki kişilik bir savunma hattı kurmak için evleniyorlardır. belki de çürümeyi paylaşmak için. kim bilir. bir seferinde evlilik teklif etmiştim. evet ya da hayır gibi rutin bir cevap bekliyordum ama başka bir soruyla karşılaşmıştım. neden? beraber çürümek yalnız çürümekten iyidir. bunun içindi. bunu söyledikten sonra kabul ettirmesi zor tabii.
--spoiler--
sonunda ramiz dayı'nın da okuduğu yazar.
(bkz: erken kaybedenler)
şenyuva dizisinin senaristidir.
bugüne kadar facebook'ta hayran sayfası değil de bizzat kendi hesabı olduğunu gördüğüm tek yazar.
01-12-2010 tarihli siyasal bilgiler fakültesinde yapacağı söyleşide isteyenlere behzat'ın ç sini açıklayabilirim diyen yazar.
afili parçalar

madde 50. o gece

kurtuluş parkında yaprak dökümü. hava açık. yıldızlar yere yakın. taş atsak bir ikisini düşürebiliriz. neden olmaz diye soruyorum. mutsuz oluruz diyorsun. herkes mutlu olacak diye bir kural yok biz de mutsuz olalım. birbirimizin yüzüne bakıyoruz. sanki az önce, orada bir yerde, kaybettiği anahtarlığı arar gibi.
behzat ç'nin gerçek yaratıcısıdr. bilhassa behzat ç karakteri, tepeden tırnağa bu adamın eseridir.

dizinin senaristi, erdal hoca falan da çok başarılı ama asıl bizim tarafımızdan hakkı teslim edilmeyen biri varsa o da serbestir.

gerçi popülerliği sallayacak bi adam olduğunu da düşünmüyorum ama birilerinin böyle adamları hatırlatması gerekiyor galiba bazen.
--spoiler--
insan en az üç kişidir. kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. en sahicisi de bu üçüncüdür. olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.

ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.

kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. berduşlara ve kör kedilere bakarsın. gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.

Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. bir kokuya sarılma isteğini. bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.

gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.
--spoiler--
--spoiler--
her şeyi anlamak zorunda değiliz. kaç yaşında olduğunu anlamak için kesilir mi bir ağaç. bir dalgıç nasıl siler gözyaşlarını. kederli günlerde bağlanmaya daha açık oluyor insan. ama zaten her şey yolunda giderken kim sevebilir. bizi bir araya getiren sebepler ayıran sebeplerle aynı. ama şimdi bunlar biraz hüzünlü konular özet geçelim.

cep telefonu ışığında ameliyat yapan doktorlar var afrika’da ben burada kapıyı açamıyorum. ben burada o kadar ciddi konuşuyorum ki şaka yaptığımı zannediyorsun. oysa kanamak da bir gülüştür yeryüzünde.

hayatımızı değiştirecek insanlar sessiz sedasız geçtiler yanımızdan. onları görmedik yoktu kara atları. ne öğrendik onca bulmacadan: çinekop lüfer balığının küçüğüdür. resimdeki şarkıcıyı yolda görmüştük bir seferinde. sıhhiye köprü altında o mahşer yeri provasında. çok daha fazla şey öğrenmiştik.

bazen bir hikâye tutuşmuş iki eldir, kenetlenmiş on parmaktır. şimdi gizlice söyle bana, saklı düşler ne demektir. yağmur ne demektir terk ne demektir. işte o zaman anlayacağız yeniden gitmek ne demektir.
--spoiler--
daha da birşey demiyorum ben.
yirmi yıl sonra türkiye edebiyatında orhan veli muamelesi görecektir.
kendisiyle muhabbet etme imkanım olmuşdur. tatı mı tatlı konuşma şekli vardır. kafasında aniden senaryo uydurabiliyor. genç yaşta o kapasite, ilerde çok alkışlanıcak çok. çok fena gençlerbirliği fanatiğidir ayrıca.
otuz yıl + bir gün önce doğan adam. *
Babamın doğduğu gün doğmuş bir adam tanıdım (yıllar farklı tabii) Bazen öyle olur. Her şey üst üste gelmez ama saçma sapan rastlantılar çarpar. O rastlantılardan birini yaşarken bir diğerini hatırlıyorum. Tadım kaçıyor. Aklım bulanıklaşıyor. Unutmaya çalışmıyorum. inadına üstüne gidiyorum. Yeneyim falan diye değil. Hep o anda kalayım diye de değil. Niye? Olmayanları biliyorum ama iki şık elemekle milyon tane şıkkı olan soru çözülmüyor işte. Şunu da biliyorum: Hiç pişman olmadım o tarihlere dair. Şunu da şöyle yapsaydım böyle olmazdı demedim. Ya onların günahını çekiyorum ya da mükafatım inanılmaz geç kaldı. Yalan yok. Hafiften Allah belamı vermiş gibi de hissediyorum. Uğraşıyorum, keşke demeye dilim varsın diye. Olmuyor. Neyse ki "iyi ki"lik bir durum da yok aklımda. Öyle olsa bir dakika beklemez yanıt alamayacağım telefon numarasına koşardım. Basardım. Önce yeşil sonra kırmızı. Bomba imhasına benzemez. Ama bazen bir doğum günü başka bir doğum gününü hatırlatır. Çok üşünen bir geceyi hatırlatır. Burası çok sıcak şimdi. Oysa mevsim değişmedi. Duymuyorsun, ne güzel. Yalan söylüyorum.
Yeni yaşın sağlık, mutluluk, güzelli.. ieaağğh sikerler.
behzat ç. dizisi ile tanımaya başladığım, hemen akabinde iki kitabını (her temas iz bırakır ve son hafriyat) bir çırpıda okuduğum muhteşem yazardır... behzat ç'nin devamı beklenmektedir kendisinden.
çok içten ve samimi bir insan.