bugün

insanın ömründen çalan lanet bir gündelik hayat ritüelidir. ritüel tabi, evet. bir nevi ibadet biçimidir çünkü alarm ile uyanmak. iş hayatının önümüze sunduğu monotonluk dininde ikamet edenlerin sabah ayini. çalar saatle uyanmak mekanikleştiriyor bizi. belli kalıplar dahilinde hareket etmenin, zamanın daima sabit bir değişken olduğu yatmaların, kalkmaların, yemek yemelerin ruhumuzu un ufak ettiği, nefesimizi kestiği anların somut halidir çalar saat ile uyanmak. melodilerle oynadım sürekli safça. en sevdiğim şarkıları yaptım sabah uyanma müziğim, yine olmadı. sevdiğim şarkılardan bir bir nefret etmeye başladım bu defa. vazgeçtim. okul gibi değil işte. o zamanlarda kalkıyorduk alarm ile ama arkadaşlarımızın yanına gidiyorduk, geyiğe gidiyorduk, haylazlığa gidiyorduk. koymuyordu bu kadar. bir araştırma yapılsın insaoğlunun binlerce yıllık tarihinde ne zaman en keskin biçimde hayata küsmeye başlamış, ne zaman suratlar daha sık asılmaya başlamış, ne zaman griye çalmaya başlamış sabahları gökyüzü, ne zaman "bu sabahların bir anlamı olmalı"lar türemiş diye. kesinlikle alarm ile, çalar saat ile beraber başlamıştır hepsi. ömrümüzden çalıyor bu meret. diken üstünde hayatlar vaadediyor bize. çalar saat-ya da alarmlı cep telefonlarımız- modernizmin her sabah uyanalım diye suratımıza boca ettiği koca bir bardak soğuk su. üşüyorum ulan.
bir de chuck baba'dan; (bkz: calar saatle baslayip televizyonla biten gun)
eve anahtarla girmeye benzer, yalnızlığı çağrıştırır.