bugün

lan ipne 10 tl aldın gecen gün benden cabuk getir paramı.
son sevgimi yatırmıştım sana, tek aşktan yattı kuponum ki uslanmam sevgili! başka tenlerden borç alıp, yine sana oynuyorum....
Hiç olmuyo olsanda olmuyo bazen olmasan hiç olmuyo dengesiz, kararsızsın. Gel gitleinden yoruldum. Gözün hiç arkada olmasın ama gözümü hep arkada bıraktın.Hep senin hayatın senin arkadaşların sen sen sen sonra aenin yaptığın dengesizlikler. Sevmeyi beceremiyorsun bırakmıyorsunda. Triplerinden sıkıldım. keşke göründüğün kadar ağır sevimli olsa yüreğin bedenin yerine kalbin olgunlaşsa.Beni anlasan peşimden yanımdan gelsen.
nickaltıma girdiğin entry ile beni gülümsettin. ben fikirlere saygı duyarım görüşlere anlayışla yaklaşırım. * attığım özel mesajdan da anlamış olmanı temenni ederim. bana bu karalayıcı olumsuz yorumla yaklaşmış olabilirsin, öyle görmüş öyle yorumlamış olabilirsin, birşey diyemem. sonuç itibari ile nickaltımı doldurduğun için teşekkür ederim. abartmamak kaidesi ile reklamın iyisi kötüsü olmaz malum.
--spoiler--
Aksam yemegine gec ya da erken gelmemle içten ilgilenen bir kadin uğruna,
butun dehamı ve tum eserlerimi, feda etmeye hazirim...

Ivan Sergeyevic Turganyev
--spoiler--
belki de gerçek mutluluk; ummadığınız anda gelen ummadığınız kişidir. her mesajında havalara uçuran, her sözünde gülümsemeye yol açan, beraberken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığınız o umulmaz kişi.
birincisi tüm o yaptığın anlatım varsayımlardan ibaretti, çirkeflik etmemek için göz yumdum.pi sayısı denen meret 3.14 değil, yaklaşık olarak 3.14 kabul edilir.sorularda da işlem kolaylığı sağlaması açısından 3 alınır.oysa senin bugün o materyallerde çemberin çevresini yarıçapına bölerek elde ettiğin değerler zaten hesaplanmış ve sonucu 3.14 çıkması için uğraşılmış şeylerdi.oysa 3.14 değildi pi sayısı 3.14159... diye devam eden ve günümüzde bile son basamağı kestirilemeyen bir sayıydı.işte bir tek bu soruyu sormam yeterdi aslında sunumunu mahvetmek için, ama yapmadım maksat açık aramak değildi çünkü, veya sunum yapan insanı köşeye sıkıştırmak.her neyse sen hala bir zarın atıldığında üst yüze 3 gelme ihtimalini 1/2 kabul et, olur veya olmaz diyerek.örnek uzay elemanlarını umursamadan.sırf beni sinir etmek için.
işin en tuhaf yanı, kalemi tutuşumuza bile dikkat eden, kesirlerin ebatlarına takan ve her ders o eleştrilerini kılıç gibi kullanan adam nasıl oldu da bu hatanı görmezden geldi hayret.
dedim ya amaç açık aramak değil, zorda bırakmak da değil.ama allah aşkına bulaşma bana artık.her seferinde bu kadar hoşgörülü olamayabilirim.lütfen bulaşma bana, lütfen!
bitirdin, olan şeyi bitirdin; olmaması gerekeni yaptın, hani elden düşen cam tuz buz olur; işte o hayallerim elinden düşen cam parçasıydı. artık yeni camlara.
dört gündür senden haber alamadım. yanıma gelemesen bile telefon etme imkanı yaratabilirdin, yaratmadın. yine keyfi davranıyorsun. ben seni gözümde büyüttükçe senin gözünde iyice küçüldüm demek ki.artık ne doğru ne yalan bilmiyorum. yağmurlu bir ankara gecesindeyim, deli gibi seni özledim ama birazdan dışarı çıkacağım yanımda başka biri olacak...hazırlanırken gözlerim dolu dolu oldu...ağlamadım. son kez aynada kendime baktım ve aynaya parmak uçlarımı dokundurdum diğer tarafta sen ol istedim...bana "gitme" diyecek sesini duymak istedim. bu gidişimden biri zararlı çıkacak ve büyük ihtimalle bu sen olacaksın. tüm bunları şimdi sana yazmak istedim. dokunamadığım, duyamadığım, beni sevdiğini söyleyip sevmeyen ama benim çok sevdiğim bu adama yani sana yazmak istedim.
--spoiler--

karamsar olmak zor değil!

zor olan, çılgın bir fırtınadan sonra gökkuşağı gibi gülümseyebilmektir.

--spoiler--
bana yıldızları getirmek yerine, beni yıldızlara götüren sevgili;
aşığım sana...
değiştirilebilirmişsin, artık özel değilsin.
benim yaşadıklarımın aynısını yaşamanı istiyorum. ama ne fazlasını ne de azını. önce gözüne birini kestir, sonra aylarca ona yaklaşabilmek için fırsat kolla. bir şekilde bulduğun bir bahaneyle o hoşlandığın çocukla tanış. ama çocuk çok yakışıklı ve akıllı olsun. çünkü sen de çok güzel ve akıllısın. sonra bu hoşlandığın çocukla yavaş yavaş samimiyeti kurmaya çalış, hayatını ona göre düzenlemeye çalış, yine bahanelerle telefon numarasını al, o sana mesaj attığında ellerin terlesin, kalbin yerinden çıkacakmış gibi çarpsın, sesini duyamadığında, yüzünü göremediğinde moralin bozulsun. ama ertesi gün konuşacağını, gözlerinin içine bakacağını hatırlayınca içini garip bir mutluluk kaplasın. sonra o hoşlanma yavaş yavaş aşka dönüşsün. yavaş yavaş, ama derin derin. öyle yalandan, hemen unutulacak türden değil. anılarını yıllar sonra dünmüş gibi hatırlayacağın türde bir aşk. sonra onunla yapacağın şeylerin hayalini kurmaya başla. el ele tutuştuğunu, birlikteyken ne kadar mutlu olduğunu, kendini onun yanında ne kadar rahat hissettiğini ve her şeyin mükemmel olduğunu düşün. sonra da aşkın aslında ne kadar güzel bir duygu olduğunu düşün. sanki bu dünyadaki en önemli, en anlamlı şey olduğunu, o olmadan yaşayamayacağını düşün. sabah uyandığında aklına ilk gelen hep o olsun. sabahın köründe okula bir keyifle, umutla gitmenin tek sebebi o olsun. onunla daha fazla vakit geçirebilmek için yolunu uzat ve saatlerce trafikte kal. ama bunlar seni hiç rahatsız etmesin. çünkü hepsini onun için yapmışsındır. onun kusursuz sesini duymuş, harika gülüşüne hayranlıkla bakmışsındır. sonra eve giderken suratında hep garip bir gülümseme olsun. otobüsün ortasında durup dururken dans edebilecekmiş gibi mutlu hisset kendini.

her şey harika giderken aklına hiç olmayacak düşünceler gelsin. bütün kurduğun hayallerin gerçekleşmeme ihtimalini düşün ve moralin bozulsun. sonra da "benden daha iyisini mi bulacak" diyerek avut kendini. her şeyin çok güzel olacağını kendi kendine söyle ve dengesiz bir insan oluver. bir dakika önce moralin çok bozukken hemen ardından olumlu düşüncelerle moralini düzelt ve dünyanın en mutlu insanı ol. sonra bütün cesaretini topla ve hayatta yapmayacağın bir şeyi yap. o aşık olduğun çocuğu al karşına ve tüm hissettiklerini açık açık anlat. ama hep bir şeyler eksik kalsın. sabaha kadar ne hissettiğini anlatsan da bazı şeyleri anlatamadığını, bir şeylerin eksik olduğunu hisset. bütün hissettiklerini o kişiye anlattıktan sonra üzerinden bir yük kalksın ve kendi kendine "yaptım işte, bu kadar kolaymış" de. sonra o çok sevdiğin, onsuz bir hayat düşünemediğin çocuk sana ne hissettiğini anlatmaya başlasın. gözlerinin içine umutla bak ve "ben de senden hoşlanıyorum" cevabını bekle. bunu beklerken kalbin yine yerinden fırlayacakmış gibi çarpsın, ellerin terlesin. ardından yavaş yavaş acı gerçekle yüzleşmeye başla. o çok sevdiğin çocuk cümleye senin ismini söyleyerek başlasın ve bu hissettiklerin için sana teşekkür etsin. sonra da seni çok değerli bir arkadaşı olarak gördüğünü ve arkadaş olarak kalmak istediğini belirtsin. bir de bu cevabından dolayı arkadaşlığınızın bozulmamasını istesin senden. birkaç saniyelik bir boşluğa düşmenin ardından dünyaya geri dön ve ondan özür dile. arkadaşlığınızın bozulmamasını senin de istediğini söyle. 5 dakika daha onun yüzüne bakamadan oturduktan sonra eve git. eve giderken otobüste ağlamamak için kendini zor tut ve bir şekilde eve git. sonra evde yatağına girdikten sonra ağlayarak uyu. emin ol o uyku çok iyi gelecek. en azından o uyku boyunca her şeyi unutacaksın. sabah uyandığında yaşamak için hiçbir sebebin yokmuş gibi hisset. aylarca seni hayata bağlayan umudun yok oluşunu düşün.

hayatın dibe vurmuşken ailen, arkadaşların ve sevdiklerinle vakit geçirdikçe daha iyi hissetmeye başla. hayatın aslında ne kadar güzel olduğunu ve sorunun sende olmadığını, kaybedenin o olduğunu düşün. bir şekilde kendini buna inandır. 3-4 ay boyunca onu görmediğinden dolayı tamamen kendine geldiğini, normale döndüğünü düşün. sonra, hiç gelmeyecekmiş gibi yaşadığın o gün gelsin. onunla yüz yüze görüş ve 4 ay boyunca düzeltmeye çalıştığın psikolojin yerle bir olsun. onunla konuşurken yüzüne değil de yere, havaya veya sağa sola bak. zaten yüzüne bakamazsın. duygularını belli etmeyen bir insan olduğundan dolayı normalde ne düşündüğünü kimse bilmez ama o çok sevdiğin çocuğu karşına alıp her şeyi anlatmışsın. senin onun için ne hissettiğini biliyor. işte sırf bu yüzden yüzünden başka her yere bak. onu ne zaman görürsen moralin bozulsun ama bir şekilde kendini toparla. bir gün bu işkencenin biteceğini bil ama daha çok zaman olduğunu da aklından çıkarma. işte böyle bir ruh haline sahip ol. her şeyi unutup içinde olduğun anın mutluluğunu yaşarken birden o gelsin aklına ve moralin bozulsun.

bugün ellerin ellerime değdi. yaklaşık 4 saniye kadar öyle kaldı ama hiç de çekmeye niyetin yoktu. hani filmlerde olur ya, eller birbirine değer ve iki taraf da çekemez. işte aynen öyle oldu bugün. saatlerce o şekilde kalmaya razıydım. elime aslında emri verdim ama bir türlü çekemedim. o 4 saniye sanki 1 dakika gibi geldi. belki de daha fazla. dedim ya unutamayacağın anıların olacak diye. işte onlardan birini yaşadım bugün. ama elini çeken taraf bendim. evet, içim bir garip oldu. evet, benim için unutulmaz bir andı ama ne kadar garip hissettiğimi bilmen imkansız. işte bu yüzden benim yaşadıklarımın hepsini eksiksiz bir şekilde yaşamanı istiyorum. bunu bir beddua olarak algılama lütfen. zaten öyle bir şey olmasına imkan yok. insan hiç sevdiğine beddua eder mi? evet, hâlâ içimde sana karşı sevgi var. sadece mümkün olduğunca bunu gömmeye ve normal hayatıma devam etmeye çalışıyorum. hani dedim ya yavaş yavaş ama derinden aşık ol diye. öyle aşık olunca içindeki sevgiyi de çıkarıp bir kenara atamıyorsun. atsan bile bir şekilde peşinden geliyor. en azından ben atamıyorum. bunlardan dolayı benim yaşadıklarımı yaşamanı, benim hissettiklerimi hissetmeni ve sonuç olarak da beni anlamanı istiyorum. inan bana buraya yazdıklarımın çok daha fazlasını yaşadım. mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışıyorum o yüzden yazdıklarımı. ama insan bir şekilde yaşamayı başarıyor. kolay şeyler değil ama insan tecrübe kazanıyor, hayata bakış açısı değişiyor. zaten sana ciddi bir şekilde zarar vereceğini bilsem hayatta böyle bir şey istemem. dedim ya insan sevdiğinin kötülüğünü istemez. tek isteğim beni anlaman. beni anladığın zaman bana karşı olan hislerin değişmeyecek ama en azından aklına geldiğim zaman bana farklı bir gözle bakacağını umuyorum.

çok çok büyük bir ihtimalle bu yazdıklarımı okumayacaksın. ama okumanı o kadar çok isterdim ki... olur da bir şekilde denk gelir de okursan belki de bunun sana yazıldığını anlayacaksın. eğer okursan, selamlar z!

klasik müziği çok sevdiğini söylemiştin. sen bunu söylediğin zaman ben de merak sardım ve gerçekten de dediğin kadar varmış. şu ana kadar dinlemediğim her güne pişman oldum. o yüzden sana iki parça hediye etmek istiyorum. ilki umut versin sana. dinlediğin zaman yüzünde garip bir gülümseme oluşsun, hayata pembe gözlüklerle bak diye. gerçi tam klasik müzik değil ama: http://ulu.so/uatp2o

diğerini de eğer sevdiğin kişi tarafından reddedilirsen diye armağan ediyorum sana. ağıt yakman için: http://ulu.so/utiolt
he editör oldun da neyin editörü oldun acaba ben çok merak ediyorum!

facebook denen o zımbırtıda 'ayyy çok yoruldummm, çok yorucu bi iş günüydü' demek ne demek yaa. yorulduysan git, yat, uyu, zıbar. yorgunluk falan yok bence.

bütün gün editörlük yaptım dediğin eminim iki tane kıçıkırık, kıytırık yazı okumuşsundur. şurda virgül olsa iyi giderdi falan demişsindir. neyin yorulması! yorulsaydın para verseler fecebook'a girip de ilgi bekleyen o iletiyi yazmazdın. ilgi manyağı, egosu şişmiş, lepiska saçlı, sıska ve çirkin şey!

ayyyyyy onca yıl en yakın arkadaşımdın bi de yahu. ayyy nefret ettim şu kendini beğenmiş ilgi manyağı hallerinden. ne gereksiz laflar ettirdin bana burda. ooof of!
--spoiler--

Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz

--spoiler--
"sonra da buruşturup attım." diye devam etmesi muhtemel cümle.
bilmem. ben bu yazıyı sana yazdım işte. öylesine, anlamasan da. uzun cümleler kuramam, kurmam, kurmayı sevmem. bilirsin. bazen öyle bir zaman gelir ki; ne yaparsak yapalım boşuna. dönüş olmaz ne kadar pişman olsak da. ya da öyle bir şey. sen yoluna gitmeyi tercih ettin, beni yoluma gönderdin işte. bir daha kesişmemek üzere. salla gitsin. bundan sonra ne yapasak yapalım eskisi gibi olmayacağız. bazen insan ömrü öyle bir çıkmaza düşüyor ki; girdapta gibi; dönüyor, boğuluyor ama ölemiyor. geriye de dönemiyor. ne yapsın. sonsuza kadar o girdapta dönmeye mahkûm oluyor işte. bazen bir şeyler öyle oluyor ki, ne yapılırsa yapılsın, insan biliyor ki bir daha eskisi gibi olunmayacak. ileriye de bakılamayacak. hep o girdabın içinde sonsuza kadar dönüp duracak. benim lanetim de bu işte; o girdabın içinde kurtarılmamak üzere sonsuz defa, defalarca boğulmak.

farketmişindir, yine içtim. bilirsin içtiğim zaman en dişli şaire, filozofa bile taş çıkarırım. neyse işte. ayılınca ben de kendime hayret edeceğim bu cümleleri ben mi kurdum diye. gittin işte, hoşçakal. beni arayacak olursan o girdabın içinde boğulmakla meşgul olacağım. sakın kurtarmaya çalışma, çünkü ben boğulmakla lanetlendim artık...
bir de sen gel.
gel ki tamam olsun.
giden gitsin sen geldikten sonra.
sen geldiğinde tamam olan eksilsin sen gidene kadar.
ama sen gidersen ben eksilirim.
sonra ben giderim.
geriye hiç kalır.
gölgende vehmimde kalmış, ben yokken alırsın bir ara...

hala sadace kendi kalbim atıyor göğsümde. senle birlikte olmayı en çok sen küçük bir kuş, yavru bir kediymişçesine göğsüme dayalı kalbinde yaşamanı dinlemek için istemiştim. neşeli gülen sesini, laf sokan yorumlarınla; gülünce çekilen gözlerine bakarken dinlemek isterdim. ne yaptın, ben ne yaptım, ne oldu? hiç birşey anlamadım.
yok işte o öyle değil. o öyle olmuyor. nasıl olduğunu sen de çok iyi biliyorsun. içinde ''unut demek kolay'' söz öbeğini barındıran onlarca şarkı, şiir varken o dediğin, o kadar kolay değil sultanım. ve bunu sen de çok iyi biliyorsun.

bi koysana kendini benim yerime ne yapardın? kim canının yanmasını ister? kim adam gibi yaşamayı istemez? kim bu kodumun saatlerinde istisnasız her gün ayakta olmayı ister? kim gözleri kapanmasına rağmen kafasını yastığa koyduktan sonra 3 saat düşünmeyi ister? böyle yaşamak istemediğimi biliyorsun. ama kolay olmadığını da bilmen lazım. gelme üstüme, senin söylemene gerek yok her gün yüzlerce savaş veriyorum kendimle. zaten herkes aynısını söylüyo. bari sen yapma bari sen anla.

ben kötü değilim böyle, tamam iyi de değilim. ama ilk gün dediğin gibi çok da kötü değilmişiz be. değiliz. senden beklentim yok. yok işte, senden çok yalnızlığım üzdü beni zaten. bu yüzden bu kadar derin, etkili yaşadım belki de. bilmiyorum dediğin gibi bilmiyorum. ama senin gösterdiğin yol da kolay gidilir yol değil be sultanım. adın gibi biliyosun.
her ne kadar sözlük aleminden uzak olsanda, her ne kadar bu yazdığımı okumayacak olsanda, sana defalarca söylediğim şeyleri bir kerede buradan yazmak istedim.

hayatımın en anlamlı varlığı olmandan dolayı, beni her fırsatta mutlu etmeye çalışman sebebiyle, beni hayat arkadaşı olarak seçtiğin için binlerce kere teşekkürler....

iyi ki varsın sevgili sevdiceğim.
--spoiler--

toprağın altında
sarmaş dolaş köklerle
bağlanmışız birbirimize
cennet gibi biryerlerde
kader varsa benimki bu olsun
aşk masalsa gerçek olsun

bağlanmış kökler gibi
hayat veren toprak gibi
tüm anneler gibi güçlü olsun
camdan sızan güneş gibi
gökte yıldızlar gibi
dolu hayatlar gibi sonsuz olsun

toprağın üstünde
yanyana duran çiçeklerde
sarılmışız birbirimize cennet gibi biryerlerde
kader varsa benimki bu olsun
aşk masalsa gerçek olsun

bağlanmış kökler gibi
hayat veren toprak gibi
tüm anneler gibi güçlü olsun
camdan sızan güneş gibi
gökte yıldızlar gibi
dolu hayatlar gibi sonsuz olsun...

toprağın altında
toprağın üstünde
hatıralarımda,rüyalarda

bağlanmış kökler gibi
hayat veren toprak gibi
tüm anneler gibi güçlü olsun
camdan sızan güneş gibi
gökte yıldızlar gibi
dolu hayatlar gibi sonsuz olsun

--spoiler--

şebnem ferah - aşk
http://fizy.com/#s/12x6su
"she remembered putting the plate carefully down on the gravelly ground and then starting to step on it and stopping, remembered taking off her plain cotton panties and putting them into the pocket where the plate had been, and then carefully slipping the first finger of her left hand carefully against the cut in her at the place where old stupid god had joined her and all other girls and women imperfectly, but somethng about that place must be right, because she remembered the jolt, remembered wanting to press, remembered not pressing, remembered how delicious her vagina had been naked, without the cotton panties in the way of it and the world, and she had not pressed, not until her shoe pressed, her black patent leather shoe, not until her shoe pressed down on the plate, then she pressed on the cut with her finger the way she was pressing on the blue woman's forspecial china plate with her foot, she remembered the way black patent leather shoe covered the delicate blue webbing on the edge of the plate, she remembered the press, yes, she remembered the pressing in the drawers, pressing with finger and foot, remembered the delicious promise of finger and cut, remembered that when the plate snapped with a bitter brittle snap a similar bitter pleasure had skewered upward from that cut into her guts like an arrow, she remembered the cry which had broken from her lips, an unpleasant cawing like the sound of a crow sacred up from a cornpatch, she could remember staring dully at the fragments of the plate and then taking the plain white cotton slowly out of her dress and putting them on again, step-ins, so she had heard them called in some time unhoused in memory and drifting loose like turves on a flood-tide, step-ins, good, because first you stepped out to do your business and then you stepped back in, first one shiny patent leather shoe and then the other, good, panties were good, she could remember drawing them up her legs so clearly, drawing them past her knees, a scab on the left one almost ready to fall off and leave clean pink new babyskin, yes, she could remember so clearly it might not have been a week ago or yesterday but only one single moment ago, she could remember how the waistband had reached the hem of her party dress, the clear contrast of white cotton against brown skin, like cream, yes, like that, cream from a pitcher caught suspended over coffee, the texture, the panties disappearing under the hem of the dress, except then the dress was burnt orange and the panties were not going up but down but they were still white but not cotton, they were nylon, cheap see-through nylon panties, cheap in more ways than one, and she remembered stepping out of them, she remembered how they glimmered on the floormat of '46 dodge desoto, yes, how white they were, how cheap they were, not anything but cheap panties, the girl was cheap and it was good to be cheap, good to be on sale, to be on the block not even like a whore but like a good breedsow; she remembered no round china plate but the round white face of a a boy, some surprised drunk fraternity boy, he was no china plate but his face was as round as the blue woman's china plate had been, and there was webbing on his cheeks, and this webbing looked as blue as the webbing on the blue woman's forspecial china plate had been, but that was only because the neon was red, the neon was garish, in the dark the neon from the roadhouse sign made the spreading blood from the places on his cheecks where she had clawed him look blue, and he had said why did you why did you why did you do, and then he unrolled the window so he could get his face outside to puke and she remembered having dodie stevens on the jukebox, singing about tan shoes with pink shoelaces and a big panama with a purple hatband, she remembered the sound of his puking was like gravel in a cement mixer, and his penis, which moments before had been a livid exclamation point rising from the tufted tangle of his public hair, was collapsing into a weak white question mark; she remembered the hoarse gravel sounds of his vomiting stopped and started again and she thought well i guess he ain't made enough to lay this foundation yet and laughing and pressing her finger (which now came equipped with a long shaped nail) against her vagina which was bare but no longer bare because it was overgrown with its own coarse briared tangle, and there had been the same brittle breaking snap inside her, and it was still as much pain as it was pleasure (but better, far better, than nothing at all), and then he was grabbing blindly for her and saying in a hurt breaking tone oh you goddamned nigger cunt and she went on laughing just the same, dodging him easily and snatching up her panties and opening the door on her side of the car, feeling the last blind thud of his fingers on the back of her blouse as she ran into a may night that was redolent of early honeysuckle, red-pink neon light stuttering off the gravel of some postwar parking lot, stuffing her panties, her cheap slick nylon panties not into the pocket of her dress but into a purse jumbled with a teenager's cheerful conglomeration of cosmetics, she was running, the light was stuttering, and then she was 23 and it was not panties but a rayon scarf, and she was casually slipping it into her purse as she walked along a counter in the nice notions section of macy's - a scarf which sold at that time for $1.99.
cheap.
like her."

tek cümleyi oluşturan bu kitap satırları tamamen seni anlatıyor, ama senin bunu anlaman mümkün değil, o kapasiteye sahip değilsin. stephen king ile aramızdaki bir sır bu. genel fikir oluşturmak gerekirse; burada, bu tek cümlede anlatıldığı kadar değersizsin.
öyle sınırsız
öyle derin
öyle çok severim ki korkarsın.
çok depresif bir cümle. yahu "ben bu yazıyı sana yazdım" denir mi hiç kimseye? nil karaibrahimgil gibi "sana kek yaptım" demek bile daha güzel. kek mis gibi kokar en azından, yenir, karın doyurur, ağzı tatlandırır. birine bir yazı yazacağım varsa bile, onu uluorta sergilemezdim herhalde. ya aklımdakileri direkt gidip söylerdim yahut da yalnızca kendisinin okumasını sağlardım falan. "ben bu yazıyı sana yazdım demek, devamında da (en kibar tabirle) "al hayrını gör" der gibi sanki. bana tuhaf geliyor.

lakin yine de bir kısım insanların deşarj olmasını, rahatlamasını, mutluluk haline dikey geçiş yapmasını vs sağlıyorsa, yazdıkları yazılara "ben bu yazıyı sana yazdım" şeklinde başlık atmaları sıcak bir başlangıç da olabilir. bilemeyiz tabii. herkesin psikolojisi farklı. herkesin bi' popisi var neticede.
güncel Önemli Başlıklar