bugün

Muhyiddin ibn arabi'ye ait, üzerinde bir ömür tefekkür edilesi çok derin mânâlar içeren söz.
bahsi geçen ariflik 'entelektüel bilgelik ve yüksek erdem' sahibi olma gibi dar bir kalıba indirgenemez. Buradaki ariflik, marifet kapısına varmış olmaktır. bizler daha tarikata bile girememişken bu sözü tam algılayabilecek yetkinlikte değiliz.
(bkz: dört kapı kırk makam)
allah için din var ama. hatta takva da var. yani dini bütünlük durumu.

olum böyle sapık sapık şeylerle kafayı yiyorsunuz sonra ateistler bize gülüyor. (bkz: bi bitmediniz). bi de mevlanacı dümbelekler var. sizin kafanızı böyle şeylerle kim dolduruyor, kim bu muhyiddin ibn arabi, nereden buluyorsunuz, kim öğretiyor size böyle salak salak şeyleri.
sözlük ateistlerini sevindiren sözdür.
sakıncalı söz diyesim var da şirke mi girerim diye korkuyorum. stalin bu konu hakkında ne derdi merak ediyorum.
kolayca fark edileceği üzre 'arif' ile 'marifet' arasında etimolojik bağ vardır. arif, marifet sahibi demektir; peki marifet ne demektir? öncelikle buna bağlı diğer sözcüklere bakalım; "irfan, arafa, araf ve örf..."

araf yüksek yer, irfan ise örf sahibi; örf ise etimolojik bakımdan 'misal ile edinilen bilgi' demektir.
yani arif irfanı misallerden alır, misal ile öğrenir... peki nedir bu misaller?
misal de 'benzetme' demek... Yani bir şeyin hakikatini tam yansıtmamakla birlikte ondan emareler taşıyan, onu simgeleyen şey, durum, eylem, tabir, anlatı...
hakikat'ten bir önceki merhalenin marifet olduğunu düşündüğümüzde, bu kapının hakikate hazırlık olduğunu anlıyoruz.

ibn-i arabi de bektaşi'den önce zaten lübbül-lüb(özün özü) kitabında arifliği marifet kapısına varmış olmakla nitelendirir. şimdi makalat'ta bahsedilen marifet makamlarına bakalım;

1. edepli olmak
2. bencillik, kin ve garezden uzak olmak
3. perhizkârlik
4. sabır ve kanaat
5. haya
6. cömertlik
7. ilim
8. hosgörü
9. özünü bilmek
10. ariflik.

şimdi akla gelen şey, erdemli bir insanın hemen hemen sahip olması gereken bu niteliklere kavuşmak için dergaha, tarikata girmek şart mıdır? tabi şu an için böylesi gerçek tarikatlar bulmak çok çok zor. kaldı ki, geçmişte de hakikat dergahlarının sayısı çok azdır, çoğu şarlatandır. peki o halde bu makamlara kavuşmak için nasıl bir yol ve yordam izlemeli?
ve bunlara dergah ile ulaşmak ile dergahsız ulaşmak arasındaki fark nedir? tam manasıyla ulaşmanın bir an için mümkün olduğunu kabul edelim...

fark şu ki, kişi önce dergaha gelerek bir mürşide bağlanır. tarikata giren herkes hakikate varacak değil. hatta çok çok küçük bir kesim o yüksek mertebeye erişir. bir çoğu tarikatı bile geçemez, yüce sırları öğrenecek erkana sahip olmadığı için bir ömür boyu 'zahit' olarak kalır. mevlana'nın müritlerrinden şems'e edepsizlikler eden, hikmetini kabul etmeyen ve sonunda katleden güruh budur.

kuran'da "ona ulaştıracak vesileler arayınız" demekte... işte sufizm'e göre o vesile hakikate eren şah'tır. onu bulup koşulsuzca bağlanmak, yüz sürüp tevbe etmek ve de hakk dostlarıyla beraber olmak gerekir -ki bunun için dergaha girmek şarttır. 'hakk dostlarıyla beraber olma' ibn-i arabi'nin en baştaki öğütlerinden biridir.

marifete erme makamlarından en zoru perhizkârlık'tır. perhizkar olma, vücudu tüm bedensel arzulardan uzak tutma, nefsi terbiye etmek demektir. bunun da usülleri vardır elbet... bu usüller en başta oruç ve zikr çalışmalarıdır.
dergaha gelerek mürşidinin yardımıyla hakikate varmaya çalışan arif, bir takım dünyevi arzu ve hislerden uzaklaştıkça, yani nefsini öldürdükçe ruhani anlamda başka bir boyuta geçmektedir. arif hakikate erme arzusuyla dolu olduğundan,
mürşidi onu telepatik olarak da izler, kendisine manyetik sinyaller gönderir.

bu noktada astral seyahat, durugörü, teleknezi, telepati gibi bir takım parapsişik yetiler ortaya çıkmaya başlar. yani müridin gözleri başka bir perdeye açılır, daha doğrusu kuran'da bahsedilen o perdeler iner ve öz ortaya çıkar. arif, kainatı var eden evrensel idare mekanizması ile ruhsal irtibata geçmeye yavaş yavaş hazır olmaktadır...

işte bu makamlara dergah içinde hakk dostlarıyla kavuşmak ile kendi başına ulaşmaya çalışmak arasındaki fark budur. kaldı ki, vicdanen ulaşmak kolay olsa da gerçekte kolay değildir. mesela 'özünü bilmek' ve de hakikate ulaştıracak ilmleri öğrenmek tek başına o kadar da kolay şeyler değildir. hatta mümkün değildir diyebiliriz.

şimdi din yoktur meselesine gelelim. yukarıda arif irfanla bezenir, irfan örf'tür, örf ise benzetmedir dedik. işte en büyük benzetme din'dir.
mecazdan ve sembollerden ibarettir.
hakikate erince, onların bir manası kalmaz artık...
bu din islamiyet olmak zorunda değil.
bütün dinler ve hatta mitolojiler de birer benzeti'dir.
dolayısıyla evet, arif için din yoktur...

***

çok bilinen bir bektaşi deyişi;

zahit bizi tan eyleme
hak ismin okur dilimiz,
sakın efsane söyleme
hazrete varır yolumuz.

sayılmayız parmak ile,
tükenmeyiz kırmak ile.
taşramızdan sormak ile,
kimse bilmez ahvalimiz.

erenlerin çoktur yolu,
cümlesine dedik beli.
gören bizi sanır deli,
usludan yeğdir delimiz.

muhy-i sana ola himmet,
aşık ise cana minnet.
cümle alemlere rahmet,
saçar şu yoksul elimiz.

https://www.youtube.com/watch?v=T4uzE33YGs8
kevser yeşiltaş'ın 2012 yılında sınır ötesi yayınlarından çıkan kitabın adıdır.

arif bir mana adamıdır ve mananın şekli yoktur.
yücelik makamı bir tek idris'e (hermes/hızır) bahşedilmiştir. (meryem/57)
mekan olarak yücelik ise ariflerindir.

''kendini tanıyan, rabbini tanır'' Hz. muhammed.
kitapta ibn-i arabi '' insanın kendini bilmesi rabbini bilmesinden önce gelir. ve rabbini bilmesi, kendini bilmesinin sonucudur.'' der..

ibn-i arabi, '' nedensellikler, zerreler, en küçük şeyler, madde, fiziksellikler hepsi gerçekte zihinde oluşan, zihnin oluşturduğu şeylerdir.'' der. Arifler, o muazzam gaybdaki kaynaklarından, bizim arzımıza ışımaları, tahayyülerimizin ötesinde bir sevginin açığa çıkmış halidir.

--

''ve insan da kayıptır, zahir dünyada.
Onun hali, gönlündeki aşk ile anlaşılır''

--
ibn-i arabi benim dinim aşk'tır der.

''ben aşk dininin müntesibiyim, aşk bineği hangi yöne götürürse benim dinim, imanım orada.''

çünkü yaratılmış olan, madde evreninde varlık gösteren ve o'nda yok olan bedenli ancak aşk duyar, hüzün duyar, hasret çeker, çünkü an zamanda da olsa ayrı kalmış, kopmuştur, zahiri bir kopuş ve ayrılıktır ama bir an olsun yitirmiştir ve aşk içinde kalır. fakat yine an zamanda batında, yokoluşta hakk'ta varolduğu zaman ise, sevgiliye kavuşmuştur. bu yüzden sevgiliden gelen yine sevgiliyedir. herşey aşk ile yoğrulur, aşk ile varlık olur.

''derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur'' demiş yunus emre..

--

insan beşeridir, ne çabuk ele verir aslında. zahirde varolduğunda, ayrı düştüğünü, aşk ile dile getirir. söylediği sözcüklere ve yargılarına bakın, sürekli kendi karakterini ifade eder gizliden. kendi gönlünde olanı açığa vurur. oysa batında o'nda yok olduğunda, sevgiye kavuşur. sevgi ise tüm ayrıntıları dümdüz eden keskin bakıştır. çokluk aleminde aşk, birlik aleminde sevgi vardır. sevginin tek zerresi bedenlere inseydi, tüm görünen alem yokluğa geçerdi. sevgi gönülde bir sultandır. ona ulaşacak kudrette olanlar ancak ölümsüzlerdir.

--

görülen tüm güzellik tanrı'nın aşkının zuhur etmiş görüntüsüdür. eksiklikler, acılar ve kayıplar, her olan bitenin aslında ilahi bir ismin yansıması olduğunu bilir. ''o gördüğün güzellik benim aşk'ımdır'' der tanrı!
insanlara seslenir. ama insanlar duymazlar bunu, işiten arif olmuştur..

hakikat, gerçeklik, bedenle değil, ölümsüz parça olan ruhun göz erdemiyle yakalanır. o yakınlık ya da uzaklık kur'an'da şöyle ifade edilmiş; ''iki yay uzaklığı'' belki daha kısa. ''belki'' denmesinin sebebi göreceli olmasıdır. nereden bakıldığına bağlı, iki yay uzaklığı belki daha yakın. yakın. uzak olmayan yakınlıklar, yakın olmayan uzaklıklar.. çünkü sensin, yani arif hakikate ulaşma yolunda nefsini tanıdığı anda rabb'inin aslında yine kendisi olduğunu bilir. arif artık ''zan''lardan kurtulmuştur. aşk içinde olan ''zan'' ile beraber değildir. şehadet alemi, zan alemi, fizik alemi aynı manadadır.

''ben kulumun zannı üzerineyim'' yani '' fizik alemde, herkes neye inanıyorsa, hangi fikir ve düşüncede ise rabb'i de öyledir.'' fizik alemde hiç kimse ''zan'' dışında, rabb'in hakikatine ulaşamaz. ulaştığı an arif olmuştur. tüm zanlardan kurtulduğu an arifler makamındadır...

o kendi nefsinin zanlarından kurtulup, kendi nefsinin hakikatine ermiş ve rabb'in idrakine varmıştır. ancak her şey burada noktalanmaz. kainatta bir son ya da nokta yoktur. son ve baş sadece o'dur, mutlaktır. o'nun dışında hiç bir yaratılmış son ve baş değildir.

işte o vakit arif, idrakine varır ki, ''aşk hasretiyle döner tüm kainat, gezegenler, yıldızlar daima harlıdır bitmez tükenmez enerjileri ile. ruh ile madde aşk ile hayat bulur alemlerde. o hasret olmazsa can nasıl olurdu?''

ama çok azımız bunu fark edebilir. çünkü onu uyandırmanın tek yolu vardır. yaşamın durduğu andır o. aklın derinliklerinde kalbinin sesinde saklıdır o. an zamanda gerçekleşen, varoluş ve yokoluştaki sırda gizlidir. bunu yapabilen arif olmuştur.

sevgi gizlidir bizden, aşikar olan değildir. çünkü sevgi bir kelime değildir, görünecek de değildir, ki hiç bir göz sevgiyi göremez. sevgi ispat edilemez. sevginin gölgesinde var olan, fizik alemidir. sevginin nuru ile aydınlanmıyor, dolaylı olarak aydınlanıyoruz. bakış açımız, güneşin pencereye yansımış hali gibidir. hakikat ışığına doğrudan bakan sadece ariflerdir. beşer, hakikat sevgi'sinin nuru olan güneşin, camlara yansımış halini gerçek zanneder.

'' hatırlayabilir misin sevgi zamanlarını.
ama hatırlayamaz insan.
ona ait olmayan herşeye dokundu.
ve kayboldular!
kalan tek şey gönüllere bırakılan küçük bir sevgiydi.
bedeninde taşıdığın ruhu,
sana güzelliği verenleri hatırlayabilir misin?
ya sevda tarlalarında ahdi yapanları.
ve ey unutan sen.
zulüm gökte değil, sendedir.
tariftesen yalandasın.
çünkü mana'nın şekli yoktur.
o, heyula gibi her surette meydana vurur kendini.
ve dedi ki,
''ben o mana'yım ki, ona ne bir isim ne de bir şüphe düşer''
sırdır nokta alemi-i vücudun içinde,
ayn-ı an'da, alem-i vücud o sırrı-ı noktanın içinde.
fizik alemi, bir zan alemidir, arızidir,
hakk'ikat sadece ''hikmet-i kalbiyye''dir..''

o'nun insan üzerindeki daimi eli sevgidir. oysa, insan isimlere, formlara ve maddesel dünyaya bağlanır. tüm varoluşun,zihnin bir yanılsaması olduğunu, zihinde oluştuğunu unutur ve hata yapar!
o el daima sevgidir..

--

sevilmek zor iştir... sevilmenin hazmına ve yüceliğine erişebilseydik, dünyayı çoktan cennete çevirmiştik.. bu yüzden aşkı bedende yaşamak mühimdir. bedenden vazgeçmek, bedeni yok etmek, bedeni terk etmek, melekler alemine göçmek değildir amaç.

bizden istenen, ''bedende ölmek ve bedende görünmek'' tir. bu bedeni yok etmek terk etmek demek değildir. mana ve idrak ile bunu yapmak başka, fiziki olarak terk etmek başka. beden içinde, manaya ermek, idrake varmak, aşk ile dolmak esastır...
Kevser Yeşiltaş'ın mistik kitapları Türkiye çapında on binlerce okura ulaşmıştır. 2017 yılında yayınlanan ingilizce "Ibn 'Arabi, The Enlightened are Not Bound by Religion" kitabıyla yazar, Dünya çapında okurlara ulaşmayı başarmıştır. ingilizce kitap, Arif için Din Yoktur kitabının ingilizce çevirisi. ingilizce kitap, şu an dünyanın tüm kütüphanelerinde, kitaplıklarında ve akademik kaynaklarda satışta. Ayrıca Amazon, Amazon kindle ve Barnes and Noble ve dünyanın tüm seçkin kitapçılarında okurları ile buluşuyor.