bugün

(bkz: ahmet mete ışıkara)
insanları diri diri toprağa gömen müteahhitler.
(bkz: sesimi duyan var mı)
Domino taşı gibi devrilmiş evler.
(bkz: veli göçer)
Soyad-yıkılan evler uyumu.
(bkz: hüzün)
(bkz: keder)
(bkz: üzüntü)
(bkz: sesimi duyan var mı)
kamp nedir nasıl yapılır?

doğada kırık ayakla hayatta kalma teknikleri.

bu komşu çocukları biye bu kadar mal?
16 ağustos günü izmit sakarya falan tüm yıkılmış şehirlerden geçmiş olmam. ertesi gün o gezdiğimiz yerlerin yıkıldığını televizyonda görünce çocuk aklımla bile acayip korkmuştum.
Evimizin duvarinda ki tarihi saatimizin 360 derece donmesidir tabi ki. Daha 6 yasinda bir cocuktum arabada yatisimizi dun gibi hatirliyorum...
apartmandaki kiremitlerinin her bir tanesinin sesleridir. sokakta yerlerde taklalar atan amcayı da unutmak mümkün değil kafası zaten güzelmiş amcamın üstüne yer küre sallanınca dahada güzelleşmiş haykırıyordu noluyor lan noluyorrr diye..
televizyonu kapatıp yeni yatağa girmiştim, ilk önce güm diye bir ses...
sanki biri kömürlükte ağır bir balyoz ile apartmanın kirişine vuruyor.
5 sn kadar sonra aynı ses, ve hızlı hızlı sallanmaya başladı. bir ara durur gibi oldu ama tekrar hızlandı.
bu sefer ağır ama daha savurgan şekilde.
tabiki gök yüzü...
hiç bu kadar çok parlayan yıldız görmemiştim gündüz gibi aydınlıktı gökyüzü.
Dolabımın kapaklarının açılıp sertçe kapanması. Daha 3 yaşındaydım aq. Hayatımda ilk kez depremi tatmışım. Artık nasıl bir travma yaşamışsam tüm olay dün gibi aklımda.
tekirdağ çerkezköy'deydim. evde hamile annem, babam, ben ve 7 aylık bebek kardeşimden başka dedem, babaannem ve halam vardı. raylı sistemle inşa edilmiş, yüksek binalardan oluşan yeni bir sitede ikamet ediyorduk. evimiz binanın 10. katındaydı. gece vakti ani bir telaşla uyandık. etraftaki sallantı seslerini, babaannemin "hüseyin*, çocuğu al" deyişini ve oturma odamızdaki kitaplığın devrilişini hatırlıyorum. ben daha çok küçüğüm o zamanlar. biri "deprem oluyor" dedi, ardından televizyonumuz devrildi. camdan bir baktık ki dışarıya, site halkı gece yatağından fırladığı gibi inmiş aşağı. bizim binayı seyrediyorlar. elektirik direkleri arabaların üzerine devriliyor. her yer deli gibi sallanıyordu. iyi hatırlıyorum tavanda deli gibi sallanan avizeye bakmıştım. o avize o depremden sağlam kurtuldu ve yıllarca kullandık. şu an hala evin bir yerlerinde saklıdır.

ev halkı, neye uğradığını şaşırmış bir halde daireden dışarı attık kendimizi. beni babaannem aldı, daireden çıktık. elektirikler yoktu, babam el feneriyle geldi ve o telaşla, elektirikler kesik olmasına rağmen bizi asansöre yönlendirmeye kalktı. biz de gittik. tabi telaştan ne yapacağını şaşırmışız demek ki. merdivenden inen komşular babama bağırdılar sonra ayıktık durumu. hayır elektirikler olsa bile deprem anında asansör kullanılmazken biz o karanlık apartmanda hangi mantıkla gittiysek artık. annem çok telaşlandı, "10 kat nasıl ineceğiz şaadiiiii*?!" kadın bir de hamileydi lan... neyse, çok şükür aşağı sağ salim inebildik. merdivenden inerken sarsıntı durmuştu zaten. sokakta ağlayanından titreyenine, yaşlısından gencine, gecelikle ineninden atlet donla çıkanına kadar her çeşit insan vardı. o gece babamın çalıştığı şirketin misafirhanesinde kaldık 6 kişi ve 1 bebek.

o zaman küçüktüm. durumun vahmiyetini kavrayamıyordum. büyüyünce anladım, ne kadar büyük bir felaketi böyle ucuza atlattığımızı. halime çok şükür ediyorum. sonuçlarının felaket boyutunu şimdi anlıyorum. 18 bin kişinin ölüp, 48 bin kişinin yaralandığı ve marmara'da yaşayan milyonlarca insanın doğrudan; Türkiye'de yaşayan on milyonlarcasının da dolaylı olarak etkilendiği, hafızalarda ve kalplerde ne gibi izler bırakan nasıl bir felaket olduğunu şimdi kavrıyorum.

büyük geçmiş olsun diyorum ama ülkemizde bu kadar şerefsiz, rüşvetçi müteahhit ve memur varken insan hayatının bu kadar ucuza gitmesinin kaçınılmaz olduğunu biliyorum. türkiye gibi deprem bölgesi bir ülkede 3 kat izinli arsaya rüşvetle 10 kat bina yaptığı halde malzemeden çalan şerefsizler varken bu kayıplar kaçınılmaz.
Çocuktum o zamanlar. Çok bir şey kalmadı aklımda. Ama babam görevli olarak gönderilmişti ve annemle birlikte günlerce endişeli bir şekilde babamın dönmesini beklediğimizi çok iyi hatırlıyorum.

Allah tekrar yaşatmasın o kara günleri bu ülkeye.
rahmetli amcamlar memlekete (tokata) gelmişlerdi.
tam 1 hafta deprem olunca (3 kızı ve diger amcamlardan haber alinamayinca) acilen geri dönüş yapmışlardı istanbula.

not:allahtan hepsi sağlam birsey olmamis..
bizim binanın yarısı feneri olan büyük radyonun etrafında toplanmış yan bahçede haberleri dinlemeye çalışıyorduk sonra da çamlıca tepesine gittik o gece 3-5 komşu aileyle orada kaldık.
11 ağustos günü güneş tutulmasını izlemek için arkadaşla tophaneye çıkmak ve tutulmayı izledikten sonra gözüme ilişen orhangazi türbesi'nin önündeki tanıtım yazısındaki "1855 depreminde yıkılan yapı abdülaziz tarafından yeniden yaptırılmıştır" yazısını okuyup şaşırmam. (1855'te Bursa'da çok büyük bir deprem olduğunu ve tarihi eserlerin ciddi hasar aldığını o bilgiden öğrenmiştim ilk)
Daha sonraki bir gün rüyamda deprem olduğunu görüp oturduğumuz binanın yıkılması ve bina tam yıkılırken uyanmam.
deprem gecesinde birisinin beni dürttüğünü düşünmem sebebiyle sinirlenmem ve fazlaca artık dürtüldüğümü düşünüp sinirle yataktan fırlamam (o ara izmir'e gitme mevzusu vardı ailede, ani kararla yola çıkmayı düşünüp beni uyandırmaya çalıştıklarını düşünüyordum) ve depremle büyük şaşkınlıkla yüzleşmem, rüyamı da hatırlayınca eyvah rüyam gerçek mi oluyor diye bir an paniklemem.
bir süre sonra depremin hızını kaybetmesi ve bir sorun olmadan depremin sona ermesi, o anda da birden elektriklerin gitmesi
bütün mahallede herkesin sokaklara inmesi ve zaman geçtikçe istanbul'da büyük bir deprem olmuş, şehre ulaşılamıyormuş, çok sayıda bina çökmüş dedikoduklarının yayılması
ertesi günlerde gemlik merkezli ve artçı olup olmadığı anlaşılamayan 5 küsürlük deprem sonrası ahmet mete ışıkara'nın tüm bursalılar geceyi dışarıda geçirsin demesi ve bu uyarı üzerine hayatımda ilk kez dışarıda (kültürpark'ta) sabahlamam
bir tanıdığın da her gece bizimle gelmesi ve oluşan muhabbet ortamı sebebiyle (sanki depremler sadece gece olurmuş gibi sabah eve dönüyorduk) bu sabahlamaların tam bir hafta sürmesi
bu süre içerisinde her sabah göletin üzerinde sanki bir ritüel yaparmış gibi ses çıkararak uçan yüzlerce karganın çirkin sesiyle uyanmak (gerçekten karga sesleriyle uyanmayı hiç güzel bulmamıştım)
okula orta hasarlı-ağır hasarlı binalardan sağ çıkmış (hatta önümde oturan kız enkaz altından çıkarılmıştı) izmit-sakarya ve yalova'dan bir sürü öğrencilerin gelmesi
onların anlattıkları ürkütücü deprem anı anlatıları ve diğer birçok konu hakkında muhabbetlerimiz
önümdeki yalova'da enkaz altından çıkarılan (sarışın o güzel kızdan) kızdan giderek hoşlanmaya başlamam ve ilerisi için acaba kız arkadaşım olabilir mi diye ciddi ciddi düşünmem (diyaloğum gayet iyiydi)
okulda bazı kızların "yok bursa'ya binlerce ceset torbası göndermişler, yok büyük bir deprem olacakmış dedikodularının önümdeki sırada oturan depremzede kızların morallerini bozması ve ailelerinden uzak yeni yaşamlarına bir türlü alışamamış olmaları nedeniyle ani bir kararla yalova'daki çadırkente ailelerinin yanlarına dönmelerinden dolayı moralimin bozulması. (maalesef bir daha o güzel kıza ulaşamadım)
gökyüzünü unutamıyorum. bu kadar yıldızı bir arada hiç görmemiştim.
"Sesimi duyan var mı?"
Allah bir daha yaşatmasın.