bugün
- yolda namaz kılan davarlar32
- deprem oldu20
- aykolik yetkili olsun kampanyası44
- 4 hak mezhep19
- aşağılık insanlar11
- espressolab15
- anın görüntüsü16
- fotokopici bi erkek39
- ali koç10
- kendisinden ayrılan kadını rahatsız eden erkek16
- kabataş yalanı17
- erdoğan sonrası hükümet21
- ezberden yasin okuyan sözlük erkeği9
- 27 nisan 2025 eyüpspor galatasaray maçı30
- aknaz beyaz peynir11
- bir erkeğe alınacak en güzel hediye20
- erdoğan ikinci atatürk'tür13
- allah ı niçin göremiyoruz15
- papa francis'in serveti10
- kanal istanbul9
- yazarların ölüme en çok yaklaştıkları an17
- maymunlar evrimden sonra nasıl yeniden var oldular16
- zina çoğalınca deprem olur14
- ekrem imamoğlu45
- sırrı süreyya önder29
- bik bik'in mutfağına konuk olmak22
- ermeni soykırımı için özür dileyelim kampanyası10
- cuma gitmeyen erkeğe kadınların bakışı9
- nervio'nun evleneceği adam16
- kisinin 17 yasina verecegi ogut8
- anamızın rahmine düşmeden önce neredeydik10
- allah'ın fazla acımasız olması10
- akp düşerse filistin düşer kudüs düşer8
- köpeğe dokunanlar değdiği kısmı 7 kez yıkamalıdır28
- 26 nisan 2025 gaziantep fk fenerbahçe maçı12
- fay hatlarını çimentoyla doldurursak deprem olmaz31
- mesajlaşma adabı9
- true nun çaylak olması8
- aykolikin sözlüğe kattığı şeyler13
- ibb de 50 iski çalışanının adliyeye sevk edilmesi13
- uludağ sözlük soruşturması8
- düğünde ne giyeceğim derdi12


entry'ler (255)
biraz üzüldüm.
hepsi bu.
hepsi bu.
görsel
bir güne ne kadar kötü başlanırsa işte öyle kötü başladım.
bir güne ne kadar kötü başlanırsa işte öyle kötü başladım.
görsel
Allahım bu imtihan çok zor olmaya başladı, affet.
Allahım bu imtihan çok zor olmaya başladı, affet.
https://open.spotify.com/...&utm_source=copy-link
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana.
En derin yaralar kapanıyorsa
En büyük acılar unutuluyorsa
Neden korkulur hayatta söyleyin bana.
keşke olsaydı. kendimle kafayı yiyeceğime gider ona isyan ederdim.
bir daha asla çok sevdiğin bir şeyi çok sevdiğin bir insanla bağdaştırma. en sevdiğin şarkıyı onunla şarkın yapma, en sevdiğin grubun şarkılarını onunlayken dinleme, en sevdiğin diziyi onunla dizin yapma, en sevdiğin çizgi filmini, oyuncağını onunla bir hatırlama...
hiç mi şaşmaz arkadaş! bir arkadaşla, dostla, akrabayla, mahalleden bir komşuyla esnafla kimle muhabbet edersen et konu bir şekilde ekonomik durumlara, ülkedeki sıkıntılara geliyor. bir konuşmayı da pozitif şeylerle konuşarak kapatalım nolur ya bu nasıl bir yer oldu böyle artık. hepimiz şikayetçiysek kim bu şikayetçi olmayanlar?
keske bir gün şu sözlüğe şu başlığa mutlu olduğum bir zamanda bir şeyler yazabiliyor olsam. geçici mutluluktan bahsetmiyorum, tek bir güzel andan bir görüntüden değil. mesela şöyle bir haftam güzel geçsin yani ne olurdu. 25 yasıma geliyorum artık ve şöyle bir hafta mutlu olduğum bir an yok ama 6 ay depresyonda kalıp mal mal geçirdiğim bir dönem var. vala bıktım artık. mutsuzluktan, sıkıntıdan, sürekli ölümü düşünmekten o kadar sıkıldım ki bir an önce ölsem de her seyden kurtulsam diyorum. intihar etme olasılım 8-9/10 olduğu dönemden 4-5 lere kadar düştüğünü düşünüyorum aslında son zamanlar için. ama benim 4 puanım bile çoğu için 10dur sanırım. neyse gidip hande yener romeo falan dinleyim, hiç bunları düşünmemiş hiç yazıya dökmemiş gibi. kavga etmez sever beni romeoooooo romeeoooo romeeoooo.
asla onsuz uyuyamadığım bir ördeğim vardı. hatta teyzemde,anneannemde bile vardı sırf olur da oraya kalmaya gideriz de uyuyamam diye. bir ara baya popülerdi bu ördek, belki sizde de olmuştur.
görsel
bir de pikaçu peluş oyuncağım vardı, eline basınca pika pika diye ötüyordu... keşke hiç atmasalardı oyuncaklarımı.
görsel
bir de pikaçu peluş oyuncağım vardı, eline basınca pika pika diye ötüyordu... keşke hiç atmasalardı oyuncaklarımı.
neden ölüm beni korkutmuyor?
neden heyecanlandırıyor?
bu kadar çok mu istiyorum ölmeyi?
neden heyecanlandırıyor?
bu kadar çok mu istiyorum ölmeyi?
dalıyor gözlerim
bomboş bakıyor bir yerlere
anlamsız bomboş bakışlarım
gözlerimin içindeki o parlaklık,
o yaşam arzusu hiç yokmuş gibi
sanki 80ine gelmişim ve ölümü bekliyormuşum gibi
ben de herkes gibi bir gün ölümü bekleyecek miyim?
yoksa ölüme mi yetişeceğim?
bomboş bakıyor bir yerlere
anlamsız bomboş bakışlarım
gözlerimin içindeki o parlaklık,
o yaşam arzusu hiç yokmuş gibi
sanki 80ine gelmişim ve ölümü bekliyormuşum gibi
ben de herkes gibi bir gün ölümü bekleyecek miyim?
yoksa ölüme mi yetişeceğim?
ölüm,
her ne kadar aşsam da bu konuyu
her ne kadar iyi olduğumu zannetsem de
hüzün çekiyor beni birden
dalıyorum tekrardan bu düşüncelere
engel olamıyorum
kendimi bir rüzgara karşı yürüyor gibi hissediyorum
yoruluyorum bazen rüzgara karşı gelmekten
dinlenmek istiyorum
başladığım gibi de geriye doğru savruluyorum
geçemiyorum bir türlü rüzgarlı yolu
yetmiyor gücüm
yolumu taşlar çıkıyor
ayağım takılıyor zaman zaman
hemen toparlıyorum bazen
ama bazen de düşüyorum ve kalkamıyorum yerimden
geriye savruluyorum rüzgarın esintisiyle
ne yapacağımı bilmiyorum
ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum
dayanmak isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyorum
sıkıldım ben artık bu yolu yürümekten
belki de kendimi rüzgara bırakıp savrulmanın vakti gelmiştir
ne dersin?
her ne kadar aşsam da bu konuyu
her ne kadar iyi olduğumu zannetsem de
hüzün çekiyor beni birden
dalıyorum tekrardan bu düşüncelere
engel olamıyorum
kendimi bir rüzgara karşı yürüyor gibi hissediyorum
yoruluyorum bazen rüzgara karşı gelmekten
dinlenmek istiyorum
başladığım gibi de geriye doğru savruluyorum
geçemiyorum bir türlü rüzgarlı yolu
yetmiyor gücüm
yolumu taşlar çıkıyor
ayağım takılıyor zaman zaman
hemen toparlıyorum bazen
ama bazen de düşüyorum ve kalkamıyorum yerimden
geriye savruluyorum rüzgarın esintisiyle
ne yapacağımı bilmiyorum
ne kadar dayanabileceğimi bilmiyorum
dayanmak isteyip istemeyeceğimi bile bilmiyorum
sıkıldım ben artık bu yolu yürümekten
belki de kendimi rüzgara bırakıp savrulmanın vakti gelmiştir
ne dersin?
"yanıtı olmayan bir soru gibi geldim dünyaya. ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum."
Bugün oturdum ölümü düşündüm.
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken.
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken.
odamda benim uykumu kaçıracak, rahatsız edecek, tak tak tak diye öten bir saat yok. fakat ne zaman misafirliğe gitsem saat sanki kafama kafama vuruyor şu gürültüsünü. sanırım en rahatsız edici ses, saat sesi benim için...patlatacağım şimdi.
Sevgili Karen,
Eğer bunları okuyorsan, bir şekilde postalama cesareti buldum demektir. Aferin bana. Beni pek tanımıyorsun ama, anlamaya başladın. Yazı yazmanın benim için ne kadar zor olduğuna dair konuşup durmaya meyilliyimdir. Ama bu, bugüne dek yazdığım en zor şey. Bunu söylemenin kolay bir yolu yok. Öylece söylüyorum o yüzden:
Birisiyle tanıştım. Kazara oldu. Arandığımı söyleyemem. Hazırlıksızdım. Kusursuz bir fırtınaya tutulmuş gibiydim. O bir şey söyledi, sonra ben başka bir şey. Ardından, bildiğim tek şey, hayatımın kalanını bu konuşmanın tam ortasında geçirmek istediğimdi. Geriye içimi yakan o his kaldı. Beklediğim kişi o olabilir. Kaçığın teki olduğunu söyleyebilirim. Bir şekilde gülümsetiyor beni. Fena halde nevrotik. Dikkat isteyen harika bir uğraş gibi.
O, sensin Karen. Bu iyi haber. Kötü haber ise, seninle ve korkudan altıma ettiren tüm bu meselelerle tam şu anda, nasıl bir arada olabilirim, bilmiyor oluşum. Çünkü, hemen şimdi seninle olmazsam hayatın içinde bir yerlerde kaybolup gideceğimizi hissediyorum.
Dönüşlerle, kıvrımlarla dolu kocaman kötü bir dünya bu. Ve insanlar bazı anları yok sayarak, ıskalayarak geçiştirmenin yolunu bulmuşlar. Ama bazı anlar her şeyi değiştirebilir.
Aramızda neler oluyor, bilmiyorum. Üstelik sana, benim gibilere neden yok yere bel bağlaman gerektiğine dair söyleyecek bir şeyim de yok. Ama kahretsin, öyle güzel kokuyorsun ki, "yuva" gibi. Ve harika kahve yapıyorsun. Bunlar ele avuca gelir nedenler, değil mi?
Beni ara. Belbağlanmaz Hank Moody'n.
Eğer bunları okuyorsan, bir şekilde postalama cesareti buldum demektir. Aferin bana. Beni pek tanımıyorsun ama, anlamaya başladın. Yazı yazmanın benim için ne kadar zor olduğuna dair konuşup durmaya meyilliyimdir. Ama bu, bugüne dek yazdığım en zor şey. Bunu söylemenin kolay bir yolu yok. Öylece söylüyorum o yüzden:
Birisiyle tanıştım. Kazara oldu. Arandığımı söyleyemem. Hazırlıksızdım. Kusursuz bir fırtınaya tutulmuş gibiydim. O bir şey söyledi, sonra ben başka bir şey. Ardından, bildiğim tek şey, hayatımın kalanını bu konuşmanın tam ortasında geçirmek istediğimdi. Geriye içimi yakan o his kaldı. Beklediğim kişi o olabilir. Kaçığın teki olduğunu söyleyebilirim. Bir şekilde gülümsetiyor beni. Fena halde nevrotik. Dikkat isteyen harika bir uğraş gibi.
O, sensin Karen. Bu iyi haber. Kötü haber ise, seninle ve korkudan altıma ettiren tüm bu meselelerle tam şu anda, nasıl bir arada olabilirim, bilmiyor oluşum. Çünkü, hemen şimdi seninle olmazsam hayatın içinde bir yerlerde kaybolup gideceğimizi hissediyorum.
Dönüşlerle, kıvrımlarla dolu kocaman kötü bir dünya bu. Ve insanlar bazı anları yok sayarak, ıskalayarak geçiştirmenin yolunu bulmuşlar. Ama bazı anlar her şeyi değiştirebilir.
Aramızda neler oluyor, bilmiyorum. Üstelik sana, benim gibilere neden yok yere bel bağlaman gerektiğine dair söyleyecek bir şeyim de yok. Ama kahretsin, öyle güzel kokuyorsun ki, "yuva" gibi. Ve harika kahve yapıyorsun. Bunlar ele avuca gelir nedenler, değil mi?
Beni ara. Belbağlanmaz Hank Moody'n.
her filmi beni derinden etkileyen, başarılı bir senarist ve yönetmen.
sonra aramıza şehirler girecek,
hiç karşılaşmayacağız.
tesadüfler bile bir araya getiremeyecek.
sonra da belki birimiz öleceğiz,
diğerimiz hiç bilmeyecek.
hiç karşılaşmayacağız.
tesadüfler bile bir araya getiremeyecek.
sonra da belki birimiz öleceğiz,
diğerimiz hiç bilmeyecek.
Başım köpük köpük bulut
içim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Budak budak
Şerham şerham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında.
içim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı'nda
Budak budak
Şerham şerham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında.
"gündüz, ilerleme gibi görünen tekdüze bir süreçtir. sabahın parlak ışıkları akşam karanlığına dönüşürken, bize bir gelişme olduğu hissini verir- belli bir yönde ilerliyormuşuz gibi bir duygu. zamanın yapay göreceliği üzerine nadiren durup düşünürüz. her allahın günü, aydınlığın karanlığa doğru akışı bizi önüne katıp koşturur. ama gün boyunca, ister sabah on, ister öğlen üç olsun, hepimiz, gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur. çünkü, sonunda gece olacağını ve - gündüzle kıyaslarsak - dilediğimiz gibi davranma fırsatınıa kavuşacağımızı biliriz.
kitaplar gece okunur. sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. gece sarhoş oluruz, gece kumar oynarız.
her şeyden arınmış çıplak vücut geceye aittir. vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. gün boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alınan, akşam üzeri dost toplantılarında sohbet konusu edilen şeyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yaşanır. çıplaklık geceye özgüdür, gündüze değil. - bunun tersi, yani var olmanın doğal gereği, yani güneşin altında çıplaklık, ancak baskının sona ermesiyle gerçekleşebilir. -
geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize " seni seviyorum" dedirtir. gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar geceye gönderme yapar."
acıktığı için değil, yemek saati geldiği için yemek yiyen insanlar vardır.
uykusu geldiği için değil, vakit geç olduğu için uyuyanlar da onlardır.
böyle insanlar içindir gündüzün telaşı, kargaşası, karmaşası, iktidar savaşı...
uyuyamayanları bir kenara koyarsak, bir de uyumayanlar vardır geceleri.
yani daha çok geceleri yaşayanlar.
ve bunlar; bir kuzinenin üstündeki telaşsız, ağır ağır ve sükunetle demlenen çaydanlığa benzerler.
yaşamayı bilme işinin ne ustası var, ne de bir reçetesi.
olmasın da zaten.
kimisi tercihleriyle, kimisi de zorunluluklarıyla yaşayıp gitmekte bu adil olmayan dünyada.
lakin, birinin tadı ekmek çayı kıvamında olur ister istemez.
diğeriyse tavşan kanı.
demlenmeye vakit gerek.
kitaplar gece okunur. sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. gece sarhoş oluruz, gece kumar oynarız.
her şeyden arınmış çıplak vücut geceye aittir. vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. gün boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alınan, akşam üzeri dost toplantılarında sohbet konusu edilen şeyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yaşanır. çıplaklık geceye özgüdür, gündüze değil. - bunun tersi, yani var olmanın doğal gereği, yani güneşin altında çıplaklık, ancak baskının sona ermesiyle gerçekleşebilir. -
geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize " seni seviyorum" dedirtir. gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar geceye gönderme yapar."
acıktığı için değil, yemek saati geldiği için yemek yiyen insanlar vardır.
uykusu geldiği için değil, vakit geç olduğu için uyuyanlar da onlardır.
böyle insanlar içindir gündüzün telaşı, kargaşası, karmaşası, iktidar savaşı...
uyuyamayanları bir kenara koyarsak, bir de uyumayanlar vardır geceleri.
yani daha çok geceleri yaşayanlar.
ve bunlar; bir kuzinenin üstündeki telaşsız, ağır ağır ve sükunetle demlenen çaydanlığa benzerler.
yaşamayı bilme işinin ne ustası var, ne de bir reçetesi.
olmasın da zaten.
kimisi tercihleriyle, kimisi de zorunluluklarıyla yaşayıp gitmekte bu adil olmayan dünyada.
lakin, birinin tadı ekmek çayı kıvamında olur ister istemez.
diğeriyse tavşan kanı.
demlenmeye vakit gerek.