bugün

entry'ler (300)

beklenmedik şeyler olan gece

bir grup gencin hazırladığı absürd ve gerilimli öğeler içeren basit kısa film. önüne geçilemeyen dizi sektörüne ve oyunculuklara kendi tarzlarıyla bir dur diyebilmek için çalışmışlar. çekimler, telefon kamerasıyla yapılmış.

http://www.youtube.com/watch?v=5tbGt_hMpHQ

şaraba inanmak

şu arab'a inanmaktan daha iyidir.

islamın temeline dair sorular

merhaba islamiyet. sorum aslında sadece sana değil, dört büyük dine.

yazdığınız kitaplardaki cümlelerinizi sormak istemiyorum. o yüzden biraz daha fantastik bir sorum var sizler için. gerçekten merak ettiğim için soruyorum.

''tanrı için zaman kavramının olmadığını söyleyebiliriz. tanrı tanımının bütün yetkilere sahip olduğunu düşündürtüyorsunuz insanlara. onları bazı sorumluluklar altına sokuyor, günahlar sevaplar anlatıyorsunuz. cezalardan, ödüllerden bahsediyorsunuz. basit olarak zeki bir insanın etkileneceği kaliteli kurgulardaki kadar bir kurgu dehası bile göstermiyorsunuz. kaldı ki bu geçmiş anlatıların, kendi zamanlarına, kendi zihniyetlerine hitap ettiğini söylüyorsunuz. kitapta yazanlar eğer o zihniyete, o zamana aitse ve gerçekten de tanrı varlığına, sıradan bir senaristin hikayesindeki tanrı kavramı kadar bile yaklaşamıyorken siz... hala neden o kitaplara ve geçmişe takıldığınızı anlatabilir misiniz bana? ya da teşekkür ederim anlatmayın. ben anladım.''

not: gerçekten meraktan sormuyormuşum. merak edilecek bir anlam barındırmıyormuş zaten.

iran ın uzaya maymun göndermesi

şimdi bu konuyla ilgili bir sürü tanımlar, açıklamalar yapılır da, aslında yapmamak da gerek bir açıdan bakıldığında. sen, devletin uzay bilimiyle uğraşan kurumu olarak, maymunu koli bandıyla paketleyip uzaya fırlatıyorsun; sen 75 milyar(?) nüfusu olan bir ülke, sen milyon... peki! sen, hiç demiyor musun bu insan, pardon maymuun. sen bu maymunu sen ne yaptın!

kızlara söylenmemesi gereken sözler

kızlar merhaba.

- her erkek gibi hayatımın belirli döneminde aşırı mastürbasyon yaptım. sonra giderek azaldı. hala yapıyorum. yapacağım.
- çok güzel kavga etme hikayeleri biliyorum. yüzde 90'ı kurgudan ibaret.
- 8 bira içtim demiştim ya hani, o 4 biraydı.
- kola içtikten sonra eğer boş odadaysam çok sağlam geğiriyorum. insan varsa yapmam.
- çok güzel olduğunuzu söylerken, eğer gözlerinize bakıyorsam doğru söylüyorumdur. bu cümleyi kullanırken herhangi organa odaklandıysam, sadece oranız güzel.
- eski sevgililerimi her zaman düşünüyorum. unutmadım. unutmayacağım. çok iyi de olsanız.
- çok parfüm sıktığınızda nefret ediyorum sizden.
- o, bir şeyi aşağıladığınızda göz döndürme ve kaş kaldırma mimikleriniz var ya, allah belanızı versin.
- çoğu sevişmede tahrik olmuş numarası yapıyorum. muhtemelen siz de yapıyorsunuz. yapmayın.
- boşaldıktan sonra çoğu zaman sarılma ihtiyacı duymuyorum. konuşmak istemiyorum. rica ediyorum bön bön bakmayın.
- aynada biraz zaman geçirin. sigara elinize yakışmıyorsa yeltenmeyin bile.
- kuğul olmak için ses tonumu biraz kalınlaştırıp, hırıltılı yapıyorum. yemeyin. aslında pikaçuyum.
- anlattığınız şeylere tebessüm ettiğimde dalga geçiyorumdur. komik değilsiniz çoğu kere.
- küçükken iki kız beni zorla kızlar tuvaletine soktu. ilk threesome fikri aklıma orada düşmüştü. sapık yönüm var.
- şizofreniyi kuğul olma malzemesi olarak kullanmıyorum, ama öyle zannediyorsunuz. çok işime yarıyor.
- çoğunuzun arkasından bir anıya bakıp kendimi duygusal filmin başrolüne koydum. duygulandım. sandığınız gibi karizmatik karizmatik evde viski içmiyordum. fıstık yiyip kola içtim.
- izlediğim bütün karizmatik adamlı dizilerin yanında the o.c. de izliyorum. anısı var. çok da hoşuma gidiyor.
- en az mental güzellik aradığım kadar görüntüye de bakıyorum. hatta ilk bakışta görüntüdür. mental sonra gelir.
- ilk mesajı bekleme, geç cevap verme taktiklerinizi anladım artık. yeter yapmayın, bir çüke yaramıyor küfür etmemden başka.
- çıplak yatıyorum evet, ama anlattığım gibi değil. hastayım lan. ateşli romatizmam var.
- bakkala giderken tuvalet terliği giyiyorum. ne yapsaydım ya! 2 metre yol için konvers mi giyseydim!

nerd

mahalle maçlarında 7 numaralı formayı kapmıştım. sağ açıktım muhtemelen. yoksa kim 7 numara olur ki 5 kişinin olduğu takımda? kaptanımız hasan, bizden biraz daha büyük, biraz daha uzun, biraz daha malatyalı'ydı. çevikliğinin doruklarında bir futbol performansına sahipti. bırakın mahalleyi, bütün ilçe onu konuşuyordu. biz mahalle maçı hazırlıkları için kendimizi hırpalarken, o amatör olarak oynadığı takımın koçu tarafından itinayla besleniyor, çalıştırılıyor ve bizim gibilerle betonda oynaması yasaklanıyordu. ama hasan yılmadan, küsmeden, dinlemeden betonda oynamaya devam ediyor; ben tek siz hepiniz'in anasını ağlatma konusundaki ısrarını sürdüyordu.

o sırada mahallede kapkaç, bıçakla tehdit, hırsızlık olayları nüksediyor ve mahalleli çocuklarını koruma çabasına giren delikanlıların, mahalle çocuklarını korkutmaktan başka bir işe yaramadığını görüyorduk. hala da vardı bunlar. bitmiyorlardı. bitemezlerdi. bütün apartmanların merdivenlerini mesken edinmişlerdi. apartman sakinleri artık çok da sakin değildiler.

hasan çok akıllıydı. mahalle maçı için pazardan yaklaşık 10 cm uzunluğunda yapışkan numaralar almıştı. turuncu renkli bu numaraları maça hazırlanırken üstümüzdeki tişörtün sırtına itinayla yapıştırdı. hazırdık artık. herşey çok havalıydı. henüz 9 yaşındaydım ve 13-14 yaşındaki bu çocukların arasında geçen mahalle maçının 7 numarasıydım. bana ihtiyaçları vardı. maç öncesi iki takımın oyuncuları karşı karşıya geldik. aramızda geçen telepatik şiddeti belki 20 yaşındaki biri gülerek izleyebilirdi ama bizim için şiddetli ve korku vericiydi. yine de yılmıyorduk. küfürler havada uçuşuyordu. koyan koyanaydı. sokan sokana ve vuran vuranaydı hatta. maç başlamamıştı ama bahisler ortadaydı artık. karşı takımın benim üzerimde taktik geliştirdiğini görebiliyordum. beni durdurmalıydılar. ilk defa gördükleri beni yok etmeliydiler. top ayağıma değmemeliydi. ilk paranoyam bu oldu hayata adım atarken, evet.

maç başladı. nasıl devam ettiğini hatırlayamıyorum. ama 1 golle öne geçtik ve maç bitti. süreyle oynuyorduk. alıştığımız bir şey değildi. biri saat tutuyordu. normalde 5 devre, 10'da biterdi. uzatmak istersek 2 fark gerekirdi ya da öylesine uzardı. ama mahalle maçının ciddiyeti her halinden belliydi. süre vardı. zaman kavramını algılayamadan, o zaman kavramının en fantastik hayalini tattım. golü attım. 1 farkla öne geçtik ve maç bitti. yenmiştik. artık geriye sevinmek, kutlama yapmak, hava atmak ve gerçekten nasıl koyduğumuzu tekrar tekrar haykırmak kalmıştı. haykırdık...

aradan yıllar geçti. o kadar da çok değildi ama çok uzun gibiydi. çocukken zaman yavaş geçermişti ya hani... mahalle kültüründen uzaklaştım. taşındık. hala çocuktum. artık site kültürü vardı, asansör vardı, kapıcı ve aidat kavramları vardı. top oynanacak bir yer yoktu. mahalle maçlarının dönemeçli ve engebeli yollarında aldığımız hazzı, burasının dümdüz ve boş arazisi karşılayamıyordu. ruh yoktu. çocuklar küfürleşmiyordu. çocuklar teyzelerden korkmuyordu. aslına bakarsanız çocuklar yoktu da...

daha anlamını bilmeden 'nerd'liğe adım attığımı o anda farkettim. bu kültür başka bir şeydi. kanınıza işliyordu. önce animeler, çizgi romanlar; sonra karikatürler, fantastik filmler, diziler, star wars'lar, yüzükler ve efendileri... yalnızlığı öğretiyordu. küfürler gittikçe değişiyordu. hatta küfürler yerlerini bay'lara, lord'lara, leydi'lere, karanlık güçlere ve dünya hakimiyeti isteğine bırakmıştı. mınakoyyım'dan daha etkileyici bir şey varsa o da karanlık lord'un yoldaşlarını toplayarak adı gibi karanlık bir dünya yaratma girişimiydi.

bütün yazılı, görsel ve oyunsal aktivitelerini yerine getirmekle meşguldüm, dünyayı karanlık güçlerden kurtarmanın. evren genişliyordu gözümde sanki. paranoyalarım, 'karşı takımın beni göstererek gülmek' halini, 'boş arazinin içerisinde birbirlerini tanımadan uyanan ve ne olduğunu anlayamadan, hapis edildikleri o tarladan çıkmak isteyen 7 insanın kurgusal bütünlük içerisinde birbirlerinden şüphe duyması' haline bırakmıştı. artarak devam eden deliliğime engel olmak istemiyordum bile. körüklüyordum daha çok. hasan muhtemelen fifa 2001 oynuyordu o sıralar. gayet de mutluydu. fifa 98'de eline veriyordum çok rahat. ama durumlar değişmiş olmalıydı. 7 numaranın hakkını verebilmeliydim. eksik kalmak istediğim bir alan değildi simulasyon. çabalarıma simulasyon vidyo oyunlarını da ekledim. çok yönlü hissediyordum kendimi. ama hala, bir ışın kılıcım yoktu. 22 yılın sonunda elde edebildiğim tek şey meyve bıçağı gençler. ama olsun, arkasından lazer tutarak eğlenmesini biliyorum.

kısacası nerd dediğiniz şey, normal hayatın gerçekliğinin bükülmüş başka bir gerçeklik versiyonunun saçma sapan halidir.
siz siz olun, hasan'ı takip edin. biz beyaz tavşanı takip ettik de ne oldu?

duş yapıyorum diyeceğine duş alıyorum diyen cahil

(bkz: take a shower)

dizi tarihinin en iyi sahneleri

dizi tarihinin en akılda kalıcı, en iyi sahneleridir. birkaç örnek vermek gerekirse;

http://www.youtube.com/watch?v=CzCbPbyk2sc house md

http://www.youtube.com/watch?v=QbYLz87Jsjo doctor who

http://www.youtube.com/watch?v=dZX-S7cM3Tg the mentalist

http://www.youtube.com/watch?v=Hrse-N_xQD8 true blood

http://www.youtube.com/watch?v=-NhG9U9pulA once upon a time

sözlük yazarlarının takıntıları

nerede alman görsem, tanışma faslından önce ona ''almanlar yenildi diye biz de yenik sayıldık'' cümlesini söyletirim. söyleyemezse tanışmam.

öğrencinin öğretmene tebeşir fırlatması

orta okuldaydım. sınıfın 15 yaşındaki 2 metre çocuğu melih, kızlara ohh ohh yapıyor, futbol maçlarında defansta sanki bir pepe'ymişçesine mücadele ediyor, en arka sıranın mastürbasyon manyağı çocuğu rolünde oscar'a aday oluyordu. melih'in ön sırasında oturan, orta boy, kızlara karşı çekingen, erkeklere karşı çekirge, öğretmenlere karşı çekilmez derecede çalışkan olan bir öğrenciydim.

din dersimize mülayim bir öğretmenceğiz geliyordu. orta boy, hafif kavruk tenli, sımsıkı bir öğretmendi. tam da bize diğer sınıflarda yaşadığı, üzücü(?) bir hikayeyi anlatıyordu. anlattığı üzere; bir ders önce, okula yeni gelen, sarı saçlı, beyaz tenli, ipince ve hafif uzunca bir kız öğrenci bu mülayim öğretmenimize;

''benim ailem hristiyan. ben bu dersi almak istemiyorum. müdürle konuştum. size de söylemek istedim. hoşçakalın'' demiş olgun bir kız edasında.

din öğretmenimizin başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibiydi gençler. ayakta duramıyordu neredeyse. ağlamaklı yüz ifadesini atıp bir kulvalla eyhat allah üs samet. ben dedim velam yulet diyecek taakati yoktu. bütün sınıf hayretle izliyorduk ve olanlara anlam vermeye çalışıyorduk.

melih piçi, tam o sırada, öğretmenin zaafını yakaladığını anlamıştı ve kafasında bin bir tilki dolaşıyordu. daha önce bu din öğretmeninin melih'i susturmak için tebeşir fırlattığına şahit olmuştuk. o aunakodumun tebeşiri bana denk gelmişti gençler. bütün sınıf -melih de dahil- gülmüşlerdi bana. benim ne suçum vardı lan inek olmaktan başka. her neyse konumuz bu değil.

melih hazırlık yapıyordu. küçük bir tebeşire hemen arka taraftaki panodan bulduğu bir iğneyi batırdı. ölümcül bir silah hazırlamıştı pezevenk. tek görense bendim ve her şey sanki ışık hızıyla hareket ediyordu. melih'e ''dur mınakoyım. dava benim davam. ben bu kadar dert etmedim. sana noluyo göt?'' demek istiyordum ama hareket edemiyordum. adeta bir korku filmi izliyordum ve müdahale kavramım çökmüştü.

o esnada melih açıyı ayarlamaya çalışıyordu. ve ayarladı da. gerilerek, bütün vücudunun 2 metresini o tebeşire vererek atış yaptı. evet. tebeşir havadaydı. gidiyordu. o 1 saniyelik sessizliği bütün sınıf derinden hissediyordu. din öğretmenimiz ölecekti gençler. az kalmıştı. bir eşedüyen layilahe illallah diyemeyecekti.

hepsi benim yüzümdendi. s.k gibi öğretmenin melih'e attığı tebeşirin önünde durmuştum ve o tebeşir bana isabet etmişti. melih'le arkadaşlığımı gözden geçirmem gerekiyordu ondan sonra bütün bu olacakları hesaba katıp. sırf o tebeşir bana isabet etti diye, beni arkadaşı olarak gördüğü için bu suikasti düzenlemişti. şimdiyse yapacak hiçbir şeyim yoktu ve olan oldu gençler. din öğretmenimiz birden ayağa kalktı isabetin şokuyla. melih, tam 12'den vurmuştu. herkes gülüyordu. ama ortada çok trajik bir olay vardı aslında sadece melih ve benim bildiğimiz...

aradan 3-4 saniye geçti. öğretmenimiz yaşıyordu. acıdan bağırmıyordu veya bir kanaması yoktu. nabzı bile atıyordu, hissediyordum. sınıf daha bir güler hale gelmişti. öğretmenin suratındaki cesur yürek stili beyaz boya, 10 metreden farkediliyordu. apar topar sınıftan çıktı. gidiyordu. ama dönüşü muhteşem olacaktı. tek de gelmeyecekti hatta. melih şimdi 2 metre değildi. gerizekalı melih yaptığı hareketin ciddiyetini yeni yeni farkediyordu. iğnenin havadayken düşmesi bile onu kurtarmayacaktı artık. 2 metre değildi melih. benim kadar olmuştu. hatta benden de kısa. artık yeni melih bendim. en arka sıraya geçtim akabinde.

melih şimdi ne mi yapıyor?
banane .mına koyim.

fikir muhendisi fikri

an itibariyle kötü sözlük'te kasıyor gençler. sol fireym bakire oldu.

ayşe arman ın 17 yıldır sevişmeyen arkadaşı

(bkz: ebced in 17 yıldır sevişen arkadaşı)

detaylı bilgi vermek istemiyorum gençler. sevişen bir arkadaşımdır. evet.

rap kaydı olan uludağ sözlük yazarları

hayatının belirli bir döneminde rap kaydı almış, bundan mutlu olmuş, şimdiyse bu gerçeği utancından gizleyen yazarlardır. çıkın lan ortaya.

edit: açıklamazsanız, ben açıklarım listeyi.
not: benim yok lan, ne alaka.

homeless man with golden voice

http://www.youtube.com/watch?v=6rPFvLUWkzs

homeless man with golden voice, bir yaşam öyküsüdür. tek yeteneği sesi olan evsiz bir adamın, mütevazilikte sınır tanımadığını, her mimiğinin altın değerinde ibretlik olduğunu söylemek gerekir. buradaki ibret samanyolu ibreti değildir gençler. mütevazilik, anahtar kelimemiz. sonuç olarak abimiz, güzel bir iş bulmuştur bu viral video'nun akabininde. radyo ve nba müsabakalarında spikerlik yapmıştır.

not: ''then alcohol and drugs'' dediği anda adamın hayatını okuyunuz lütfen.

metrobüs teyze

otobüs teyzelerinin bir üst modelidir.

geçen gece eve geliyorum efendim. haliyle metrobüsteyim. zincirlikuyu'dan bindim ayakta gitmeyeyim diye. ilk durakta teyze dolmuş metrobüse güp atladı. ''yahu teyze beklesene 2 dakika da oturabil. bu ne özgüven lan'' diyemedim gençler. e haliyle yer vermek istemiyorum. ilk elin günahı yoktur prensibimi sonuna kadar korumak istiyorum. yaşlı da değil zaten. teyzeliğinin ilkbaharında. 3 gün, bilemedin 5 gün önce ablalıktan teyzeliğe terfi olmuş belli ki. aradan 1-2 dakika geçti. teyze subliminal mesaj atıyor kızılötesiyle bana. almamaya direniyorum. bluetooth'la yolluyor bu sefer. bütün teknolojisini kullandı kalkayım diye. bir eşşoğleşşeklik edip kalktım ben de. ''buyur teyze, gel sen otur'' diye. öffleye pöffleye oturdu gençler. ergen tribi yemediysem namerdim. ben de ''zaten kalabalık. bari şu koltuğun arkasındaki boruya tutunayım'' dedim. demez olaydım sayın yazar kardeşlerim. az daha teyzeyi taciz etmekle suçlanacaktım. boru meğersem onunmuş. rahatsız olmuş. biliyorsunuz bizim metrobüs cengaverlerimiz çoktur. teyze hafif mırın kırın etse, 15 kişiye saldırdım saldırıcam. o derece vukuata yakınız. her neyse gençler, sonuç olarak apar topar teyzemizin borusunu teyzemize teslim edip arkalara doğru uzaklaştım. siz siz olun, bilmediğiniz borulara tutunmayın. *

çok güzel hoşuma gitti

2012'nin son dakikalarıyla, 2013'ün ilk dakikaları arasında bastıran depresif uykuya rağmen ayakta kalmayı başardım. farkında olmak istiyordum yalnızlığın. toplumsal bir gerçek var ki; o da toplumun ortak davranışlarının, bireysel duygular üzerinde arttırıcı veya azaltıcı etkisinin yüksek olması. yani insanların o an deliler gibi eğleniyor olmasının yalnızlık seviyenizdeki artışta ister istemez etkisi var. uyuyabilirdim. ertesi sabah kalktığımda ise kutlama ertesi yığın enerjiyle karşılaşır, katılmadığım katılamadığım için mutlu olur, kendimi teselli edebilirdim.

2013'ün etkileri yok değil. insanlar her ne kadar '' 2012'nin 2013'e bağlanması durumunun önemsiz olduğunu '' söyleseler de, ortak toplumun bu etkiyi oluşturduğu yadsınamayacak bir gerçektir. her bireyin gerçekliği farklıdır. ama toplum, bir bütün olarak ortak etkiyi, en istikrarlı biçimde sürdürmesiyle toplum olmuştur zaten.

insanların sürekli depresyonda olduklarını söylemeleri, şizofrenik belirtiler gösterdiklerini iddaa etmeleri veya asosyal mağdur sıfatları taşıdıklarını ifade etmeleri benim de hoşuma gitmiyor. ama anlasanıza; bu insanların yüzde 90'lık bilinçli kısmı kendilerine subliminal mesaj veriyorlar. telkin ediyorlar sürekli kendilerini. bilinç üstü veya bilinç altı seviyelerde frekanslar gönderiyorlar karşılarındakilere ve kendilerine. hayatta kalma mücadelesi bu. istiyorlar ki biraz ilgilenilsin. kendilerini ifade ediş biçimlerinin tartışılmasını istiyorlar. insanlık ediyorlar. ayıp etmiyorlar.

herkesin bu tarz platformlarda kendilerine has tarzları var. şu ana kadar okuduklarından etkilenenler var, konuşma tarzını yazıya dökebilenler var, küfredenler var, ayar verenler var, ayar alanlar var, ayarlar var, saygı gösterenler var, karşılık verenler var, ilgi göstermeyenler var, sadece duranlar var, insan gözlemcileri var, değerlendirme yapmak için yaşayanlar var...

kuğul olmak, kuğul davranmak güzeldir elbette. ama buna gerek duymayanlar var, duyanlar var. belirli kurallara takılmış olanlar var. obsesif yanlarını karizma zannedenler var, obsesif yanlarından nefret edenler var. bütün bu varların içerisinde hoşgörünün olmaması kadar ilginç bir şey de yoktur. bir olgu varsa, tezatı da vardır. doğru göreceli bir kavramdır. taraf olan kişi, bir olguya sahip olan kişi, hoşgörüsüz davranabiliyorsa bu, davrandığı platformun çoğunluğunun gücünü kendinde hissedebilmesinden kaynaklanır. yoksa bu şartların oluşmaması durumunda, eğer bir olgu hoşgörüsüzlüğünün arkasında güce sahip değilse, hoşgörüsüzlüğün kendisine dönebileceğinin farkında değildir. nitekim tezatın olduğu yerde dengeler sabit kalmaz. hoşgörü istememe durumunu da alkışlarla karşılanabilir hale getiren yegane şey, hoşgörü konusunda nötr davranabilmektir.

insanlığın, acılarından kurtulmak için beyinlerini uyuşturduğu altın dönemlerin ortasında değiliz. gönül ister ki 28 yaşına gelmeden hayatı bırakmayı seçsin, hiçlikte devam etsin kariyerine. woodstock'ta varolmuş bütün asit zihniyetinin yanında, bunlara hiç gereksinimi olmayacak kadar potansiyel ruhun doruklarda olması belki de insanoğlunun en bilinçli, en harikulade çağı olduğunun da göstergesiydi. ne yapalım yani şimdi? savaşın ortasında sanat yapıp hoşgörüyle barışı getiren insanların ruhlarına müteakiben barışın orta yerinde soğuk savaş mı yaşayalım? haklısınız, çok güzel hoşuma gitti.

yazarların sabah dinlediği şarkılar

the monkees - i'm a believer.

http://www.youtube.com/watch?v=XfuBREMXxts

kapitalizm

bir şiirdir.

bir evim var dubleks
kürk giyerim, atarlı
oğlum kızım çok fıleks
para saçıyom, abartıp

iki gözüm görmez benim
paradan başka hiçbir şeyi
beş gün evde durmaz benim
eşim için, alış veriş

bir eşim var huyu batsın
para nerede orada yatsın
gücü bulsun hava atsın
benim için alış denir

sır saklarım, yalan da var
tangalardan bıktım ama
düşük bel de vardı hava
atmak için yarış benim

berkcan sözüm çok par'eder
fakirleri ezer geçer
günah yanından hiç gitmez
eşim dostum param benim.

not: orijinali için aşık veysel - bir pipom var yamalıklı.

jamiroquai diyebilmek

yurdum insanının diyemediğidir.

http://www.youtube.com/watch?v=VbZ6etcX4UE

- jamina kuayi (mınakoyarım edasında)
- jamira kuey (oralı değil)
- jamiro küaye (kibarlık)
- jamiro gu guya (adamın işi var)
- jerime kuğa (adam fransız beyler)
- jamiro küağ (jamiro kolaydı da bu devamındaki nedir)
- jameri kua (jamaica sandı)
- cemile kurar (tam bir kaynana)
- jamire kuayi (ingilizce'm 3 beyler)
- camir apo (yorumsuz)
- jemeri fa (buna niye sordunuz lan)
- jamiro go i (ele inat)
- jemiroyi (yeni transfer kanka)
- camila guyi (ciguli demek istedi)
- jemoro kuya (doğru söyledim di mi panpa)
- jamiroo kuayi (aferin lan)
- jeberekoay (istemem cebime koy)
- jcamnilro kuüa (çokluk)
- jammiryo (adam net. zaten tanıyor jammiryo'yu)

simitçi muhtemelen tanrıdır. ya da peygamber en kötü. gizli polis bile olabilir.

not : en sondaki amca ''cemil okuyo'' diyerek herkese ayarı vermiştir.

kate upton

memedir kendileri.