bugün

2012'nin son dakikalarıyla, 2013'ün ilk dakikaları arasında bastıran depresif uykuya rağmen ayakta kalmayı başardım. farkında olmak istiyordum yalnızlığın. toplumsal bir gerçek var ki; o da toplumun ortak davranışlarının, bireysel duygular üzerinde arttırıcı veya azaltıcı etkisinin yüksek olması. yani insanların o an deliler gibi eğleniyor olmasının yalnızlık seviyenizdeki artışta ister istemez etkisi var. uyuyabilirdim. ertesi sabah kalktığımda ise kutlama ertesi yığın enerjiyle karşılaşır, katılmadığım katılamadığım için mutlu olur, kendimi teselli edebilirdim.

2013'ün etkileri yok değil. insanlar her ne kadar '' 2012'nin 2013'e bağlanması durumunun önemsiz olduğunu '' söyleseler de, ortak toplumun bu etkiyi oluşturduğu yadsınamayacak bir gerçektir. her bireyin gerçekliği farklıdır. ama toplum, bir bütün olarak ortak etkiyi, en istikrarlı biçimde sürdürmesiyle toplum olmuştur zaten.

insanların sürekli depresyonda olduklarını söylemeleri, şizofrenik belirtiler gösterdiklerini iddaa etmeleri veya asosyal mağdur sıfatları taşıdıklarını ifade etmeleri benim de hoşuma gitmiyor. ama anlasanıza; bu insanların yüzde 90'lık bilinçli kısmı kendilerine subliminal mesaj veriyorlar. telkin ediyorlar sürekli kendilerini. bilinç üstü veya bilinç altı seviyelerde frekanslar gönderiyorlar karşılarındakilere ve kendilerine. hayatta kalma mücadelesi bu. istiyorlar ki biraz ilgilenilsin. kendilerini ifade ediş biçimlerinin tartışılmasını istiyorlar. insanlık ediyorlar. ayıp etmiyorlar.

herkesin bu tarz platformlarda kendilerine has tarzları var. şu ana kadar okuduklarından etkilenenler var, konuşma tarzını yazıya dökebilenler var, küfredenler var, ayar verenler var, ayar alanlar var, ayarlar var, saygı gösterenler var, karşılık verenler var, ilgi göstermeyenler var, sadece duranlar var, insan gözlemcileri var, değerlendirme yapmak için yaşayanlar var...

kuğul olmak, kuğul davranmak güzeldir elbette. ama buna gerek duymayanlar var, duyanlar var. belirli kurallara takılmış olanlar var. obsesif yanlarını karizma zannedenler var, obsesif yanlarından nefret edenler var. bütün bu varların içerisinde hoşgörünün olmaması kadar ilginç bir şey de yoktur. bir olgu varsa, tezatı da vardır. doğru göreceli bir kavramdır. taraf olan kişi, bir olguya sahip olan kişi, hoşgörüsüz davranabiliyorsa bu, davrandığı platformun çoğunluğunun gücünü kendinde hissedebilmesinden kaynaklanır. yoksa bu şartların oluşmaması durumunda, eğer bir olgu hoşgörüsüzlüğünün arkasında güce sahip değilse, hoşgörüsüzlüğün kendisine dönebileceğinin farkında değildir. nitekim tezatın olduğu yerde dengeler sabit kalmaz. hoşgörü istememe durumunu da alkışlarla karşılanabilir hale getiren yegane şey, hoşgörü konusunda nötr davranabilmektir.

insanlığın, acılarından kurtulmak için beyinlerini uyuşturduğu altın dönemlerin ortasında değiliz. gönül ister ki 28 yaşına gelmeden hayatı bırakmayı seçsin, hiçlikte devam etsin kariyerine. woodstock'ta varolmuş bütün asit zihniyetinin yanında, bunlara hiç gereksinimi olmayacak kadar potansiyel ruhun doruklarda olması belki de insanoğlunun en bilinçli, en harikulade çağı olduğunun da göstergesiydi. ne yapalım yani şimdi? savaşın ortasında sanat yapıp hoşgörüyle barışı getiren insanların ruhlarına müteakiben barışın orta yerinde soğuk savaş mı yaşayalım? haklısınız, çok güzel hoşuma gitti.