bugün

sen benim olamadığımsın oğlum

bir garip öss birincisinin devamı olarak efendim:

yaklaşık bir ay sonra... ki bilirsiniz sınav tarihiyle sonuçların açıklanması arasında bir ay kadar zaman oluyor... bir ay sonra telefon çaldı:

+ efendim.
- can? can sen naaptın?

merve'ydi arayan. kız arkadaşım. gerçi kız arkadaşım mı değil mi tam belli değildi. bilmiyorduk ikimiz de ne olduğumuzu. bi keresinde cesaretlenip elini tutmuştum. bir şey dememişti. sonra bir daha tutmadım. ona da bir şey demedi. beraber vakit geçiriyorduk. beni dinleyen tek insandı. kızdı. kız arkadaşımdı. sonra çıktı hayatımdan tabi. hayatımdaki her şey gibi.

can da bendim. yani benim.

+ noldu merve?
- can hemen televizyonu aç! herhangi bir kanalı aç!

telefonu kapamadan televizyonu açtım. kanallar üst üste haber veriyordu: "öss'de bu sene rekor kırıldı!" "180'de 180 soru!" "bir öss efsanesi doğuyor!" "düz lise öğrencisi can garip..."

can garip? kim ben mi?

- can! can nerdesin?
+ burdayım...
- bana neden söylemedin? hani kötü geçmişti?
+ kötü geçmişti merve.. ben... salladım.
- nasıl anlamadım?
+ sadece matematikleri yaptım ben. gerisini salladım.

birkaç saniye durdu merve de... tıpkı beni arabanın önünden alan az önceki beyfendi gibi.

- ahahahaha! şanslıymışsın o zaman desene.

o andaki tepkisinden anladım ki gerçeği kimseye söylememeliydim.

sonra dershaneden aradılar. televizyon kanalları buldu beni. bu esnada babam her zamankinden daha fazla nefret etti benden. hissediyordum. hem onun öngörülerini boşa çıkarmıştım hem de "evin huzurunu" bozmuştum. haklıydı kızmakta.

- sınava nasıl çalıştınız?
+ eee.. planlı olarak... yani inek gibi çalışmadım.

kahkahalar kahkahalar. sanki "inek" lafını ilk kez duyuyorlar.

- buradan sınava girecek kardeşlerinize bir öneriniz var mı?

kardeşlerim mi?

+ valla... çok kasmasınlar. sıkılmasınlar. her şey sınav değil sonuçta.

iyice saçmaladım. basın mensupları da tüm dershane de nefret etti benden. kahretsin.

- teşekkür etmek istediğiniz birileri var mı peki can bey?
+ eee evet. öncelikle babama teşekkür ediyorum.

o gün beni öldüresiye dövmese asla öyle bi çılgınlık yapmazdım...

+ ve tabi dershaneme çok teşekkür ediyorum.
^ e başka sorunuz yoksa şampiyonumuza ödülünü takdim etmek istiyorum izin verirseniz.

birkaç ay içerisinde olup bitti her şey. istanbul'da özel bi üniversite tercih ettim. babamdan kurtulmak için. tek başıma kalabilmek için. böylesi çok daha iyi olacak derler ya... aynen onun için.

+ baba ben gidiyorum.
- git. defol!
+ istanbul'da okulum baba. tatilleri gelirim olur mu?
- soran oldu mu sana nerde okulun diye? hem televizyonlardan öğrenirim ben istersem. ahahaha.
+ görüşürüz baba.
- defol!

3.5 sene boyunca periyodik olarak babamın yanına gelip defoldum. her şeye rağmen insanın tatilde gidebileceği bir evinin olması huzur veriyodu. bana veriyodu en azından.

ama her geçen yıl babam daha da kötüleşiyodu. yani psikolojik olarak. babam şizofrendi. söylemiş miydim? semih garip... şizofren ve karısı tarafından terk edilmiş bir babaydı.

çok hayal kurardı babam... ama ben üniversiteyi kazanana kadar hayal ile gerçeği çoğu zaman ayırt edebiliyordu. okulun bitmesine yakın bu yetisini kaybetti. tepkileri zayıflaştı. beni dövmek bile istemiyordu artık. annemi evde zannediyordu mütemadiyen. kendini de düşünmüyodu. halbuki tek düşündüğü kendisiydi eskiden. onu da boşverince iyice kayboldu.

+ baba iş buldum ben.
- ...
+ sürekli yurt dışına gidip gelicem.
- sigara alsana bana.
+ baba burada aldım işte.
- kısa bunlar! ben kısa camel içmem!
+ tamam. alırım.
- sanki benim oğlum değilsin sen can.
+ neden?
- benim oğlum değilsin. benim olamadığımsın.

başımı çeviriyorum. son zamanlardaki takıntılarından biri de "şairane konuşmak."

+ istersen dna testi yapalım. emin olalım.
- fark etmez. bu saatten sonra.

anladım ki bu "bu saatten sonra" lafı, "ben seni zaten sevmişim oğlum. bu saatten sonra biyolojik olarak çocuğum olsan da olmasan da farketmez" anlamında kullanılmadı orda. "işimi gör. sorun çıkarma. beni sinirlendirme yeter. zaten bu kadar yıl çekmişim. bu saatten sonra oğlum olup olmaman umrumda değil." anlamında kullanıldı.

+ maaşımı alınca sana da para göndericem. görüşürüz.
- saniye oğlunun arkasından su dök! su gibi gitsin su gibi gelsin! ehehehe.

annemin ismi saniye bile değildi.

çalışmaya başladım. azimliydim, çalışkandım. her zamanki gibi. ama yetmediğini hissediyorum. görüntümden, varlığımdan herkes şikayetçiydi. patronum ona sorun çıkarmadığım sürece beni desteklemeye hazırdı. ama iş yerindekiler... ısınamadı hiç bir zaman bana.

üç ay sonra babamın annemi bilmemkaç kez bıçaklayarak öldürmesinden ve olay yerinde intihar etmesi haberi televizyonlarda geniş yankı buldu. tekrar meşhur olmuştum. ne güzel.

patronum üst üste sorular soruyordu:

- can bey nasıl olur böyle bir olay?
+ bilmiyorum.
- sizin bi alakanız yok tabi?

var tabi. ben gittim diye öldürdü annemi babam. yerini bile bilmiyordu. bilse bile bana söylememişti hiç. gitmiş bulmuş. bir bardak su içmeye kalkmayan adam ülkenin öbür ucuna gidip annemi öldürmüş... benim yüzümden. onu terk ettiğim için.

+ bir alakam yok tabi. haberim yoktu böyle bişey yapacağından. ben öldürmedim annemi ve babamı.
- ben onu demek istemedim...
+ ...
- bir hafta izin veriyorum size.
+ çalışmak istiyorum. teşekkür ederim.
- gidin can bey... gidin.

gidin... biraz ortalık yatışsın. sorun çıkarmayın... anlamında bir gidin. kabul ettim.

bir hafta boyunca düşündüm. çok şey düşündüm. çok şey tasarladım kafamda. ama babamdan... babamın, yüzünü bile hatırlamadığım bir kadını öldürmesinden çok o 120 soruyu düşündüm. oturup hesaplamaya çalıştım. hiç sormamıştım o zamana kadar kendime. kaçmıştım bu sorudan. "bir insan 5 seçenekli 120 soruyu üst üste nasıl doğru cevaplar?" "olasılığı yüzde kaç bunun?" mümkün değil. imkansız. böyle bir şans... imkansız.

sonra birinci olmamla değişen hayatımı düşündüm. geldiğim noktayı. ne kadar çabalarsam çabalayayım ne okulda ne iş yerinde, bir tane insanın beni gerçekten sevmemesini düşündüm. sahte birinciliğimle bana yönelen nefretin artmasını düşündüm. babamın ölümünü... annemi...

sonra kafam yine olasılıklara takıldı. sinirlendim. telaşlandım. ellerim... ellerim titriyordu.

madem böyle şanslıyım neden bizim bankanın kasasının şifresini doğru tahmin etmeyeyim? neden kameralar bozulmasın o gün? neden zengin olmayayım? kimsenin sevgisini bu şekilde kazanamıyorsam ben de parayla kazanırım. neden olmasın? neden olmasın ki?

gece iş yerine gittim. güvenliğe açtırdım kapıyı. "önemli evraklarım var hemen almam lazım sabaha yetiştiricem." dedim. bizim kata çıktım. patronun odasına gittim. kapı kilitlenmemişti. unutmuş. şans işte. şans.

kasa anahtarlarını nereye koyduğunu biliyordum. kaç kere para alıp, yerleştirmek için bana getirtirdi anahtarı. kasaya benle gitmezdi ama. o kadar güvenmiyordu bana.

anahtar her zamanki yerinde değildi. farklı bi yerdeydi. nerde buldum anahtarı hatırlamıyorum. bilmiyorum. ana kasanın olduğu yere gittim. açtım kapıyı. şifresi vardı. girdim rakamları rastgele. evet rastgele. rakamları da hatırlamıyorum. kaç kere düşündüm sonradan hatırlamak için. hatırlamıyorum.

şifre doğruydu tabi ki. açtım kasayı. bir iki tomar para sıkıştırdım cebime... sonra durdum. hayır. "napıcam ki ben bu parayla?" dedim kendi kendime. "baban bile sevmemiş can seni... neye yarar?"

sonra yine aklıma kasanın şifresi geldi. 9 haneli şifre. doğru şifreyi bulma olasılığım? nasıl olur? nasıl bi oyun bu? ne şekilde yapıyorum ben bunu?

- can bey?

güvenlik görevlisi.

+ efendim.
- napıyosunuz burda?
+ hiç.. düşünüyorum.
- neyi düşünüyosunuz?
+ rakamları.

sonrası malum. tutuklanma. banka soymaya teşebbüs. yargılanma süreci. 5 yıl 4 ay hapis.

tabi hapishaneden çıkınca hiç bi yerde iş bulamamıştım. bu soygun haberiyle üçüncü kez meşhur olmuş ve mimlenmiştim. sabıkalıydım. evim, arabam hiç bir şeyim yoktu. en önemlisi... çabalayacak gücüm yoktu içimde. uyuşmuştum. hapishanedeyken ve çıktığım zaman... tek düşündüğüm bu olağanüstü şansımdı. mucizemdi. her zaman yüzüme gülmeyen ama en önemli anlarda karşıma çıkan talihimdi. benimdi. biliyordum ki asla beni yalnız bırakmazdı.

ben de akışına bıraktım her şeyi. ama her şeyi. yaşamımı, ihtiyaçlarımı, hislerimi. kendimi. geleceğimi düşünmedim. kendimi düşünmedim. sokaklara bıraktım "can"ımı. uykum geldiği an neredeysem orda uyudum. paramın olmamasını dert etmedim. nasıl olsa ihtiyacım olan her şey karşıma çıkacaktı. şanslıydım. öyle de oldu. yolda kredi kartı bulup tabi ki rahatlıkla kullandığım oldu. ayazın kol gezdiği gecelerde kapısı kitlenmemiş dükkanlarda uyuduğum oldu. sıkıntı çekmedim.

bu şekilde bir hiçe vardım. amacı olmayan... gayret göstermeyen... yaşayıp yaşamadığını anlayamayan bir hiç. garip bir hiç.

benim garipliğim... orhan veli'nin, istanbul'un orta yerindeki garipliği değil. benimkisi tuhaflıktan. sıradışılıktan. kimse olamamaktan. ucubelikten. albinoluktan. benlikten. benliğimden.

o yüzden benliğim üzerime gelen arabadan bir an bile korkmadı. birinin sırtımdan tutup çekeceğini biliyordu. al işte.

- şanslıymışsınız gerçekten.

Garip bir öss birincisiyim. Birinciliği kendisi dahil kimseye yaramamış bir birinciyim. Soruları ard arda sadece içinden öyle geldiği için işaretleyen bir birinciyim. Hayatını da aynı prensiple rezil etmiş bir birinciyim.

şanslıyım. gerçekten. çok şanslıyım.

bir kısım not: bu yazıyı 2003 öss rekortmeni emre kacar'a ithaf ediyorum. lisedeyken, okulumuza asılan posterlerini yırtmışlığım oldu. bir iki kez. böylece özür dilemiş olayım. stanford'dan okur bu yazıyı belki. belli olmaz.

bir kısım not 2: experimental'a da selam ederim.