bugün

+ ben öss'de birinci olmuştum biliyo musunuz?

birkaç saniye yüzüme baktı. bişey söylemedi.

+ birinci olmuştum zamanında. bütün soruları yapmıştım. hepsini.

güldü.

- şanslıymışsınız.
+ nasıl yani? nerden biliyosunuz? beni tanıyo musunuz yoksa?
- yok beyfendi... araba çarpıcaktı ya az önce. onun için söyledim...

an önceki gülüşü kaybolmuştu. sinirli sinirli bakıyodu bana şimdi adam. "nerden taniim ben seni be? deli midir nedir? pis berduş." der gibi.

ama "şanslı" kelimesini duyunca beni hatırladı bi yerden diye düşündüm. tanıyor diye düşündüm. hayatım boyunca bana en çok söylenen kelimedir çünkü... şanslısın... ne bileyim ben? tanışıyoruz sandım.

şanslı olduğumu anladığım ilk gün öss'ye girdiğim güne denk gelir. o gün de, tıpkı bugün gibi, yağmurdan sonra gelen toprağın kokusu vardı havada. yağmur yağmamıştı. bugün de yağmadı. ama toprak kokusu her yandaydı. çok net hatırlıyorum. az önce, beyfendi beni arabanın önünden son anda hızlıca çekip alınca ve ben de dengeyi sağlayamayıp boylu boyunca adamın önüne kapaklanınca o kokuyu aldım yine. toprak kokusunu. ordan aklıma öss geldi. çağrışım.

toprak kokusuyla uyandım sınav sabahı. şöyle bi kendimi dinledim, hayır. heyecanlı değildim. nefret ettim kendimden yine. bir kere olsun heyecanlandığımı bilmem hayatım boyunca. sırf bunun eksikliğinden dolayı yaşamıyormuşum gibi gelir. nefret ederim. sadece kendimden.

kalkıp kahvaltı hazırladım. hem babama hem kendime. ama fazla yemedim. tam anlamıyla yaşıyor sayılmadığım için tam anlamıyla yemem gerekmezdi. sırf sınavın hatrına bişeyler tıktım ağzıma. yoksa akşam saatleri dışında yemek yemezdim ben.

bir tane kalem buldum evin bi köşesinden. kimliğim, sınava giriş belgesi... su... şişe vardı ama su yoktu. doldurdum musluktan. bir şey eksik... ha silgi. evet silgi. tamam. babama haber vermek için odasına gittim.

+ baba ben gidiyorum.
- nereye gidiyosunuz beyfendi hayırdır?

dün gece söylemiştim oysa ki. duymamış.

+ sınava gidiyorum. öss.
- haaa... şu sınav. o bugün müydü ya?
+ evet baba.
- e git bakalım. sanki üniversiteye gidebilecekmişsin gibi.

durdum... bir şey söylemeden önce... durdum.

+ belki burslu giderim baba. para vermezsin.
- ahaha beyfendiye bak. hemen de çözüm buluyor. tabi zaten herkes sana burs vermek için koşturucak di mi?
+ dershaneye burslu gittim baba.
- saçmalık! hadi şurdan iki paket kısa camel al bana.
+ baba alamam. gitmem lazım. geç kalırım.

aslında geç kalmazdım. erkendi daha. yetişirdim. ama isyan ettim kendimce. dayanamadım... böyle davranmasına... dayanamadım. karşı çıktım. kendimce.

- efendim canım anlamadım?

canım... çift anlam.

+ sınav. sınav var.

esasında bu lafımdan sonrasını hatırlamamam lazım. anılarımdan silmiş olmam lazım. "sonra ne oldu bilmiyorum uyandığımda yerdeydim. burnumdan ve kulağımdan kan geliyordu" şeklinde söylemem lazım kendime.

ama hayır. hatırlıyorum. kendimden geçmedim. her şeyi hatırlıyorum.

sakince geldi yanıma. sakince kolunu kaldırıp olanca hızla yüzüme indirdi. yere düştüm. ama gözlerimi kapatmadım. zihnimi kapatmadım. hissetmek istiyodum. bilmek istiyodum. bu adamın üzerimde uyguladığı her türlü şiddete şahit olmak istiyodum. unutmamak için. bilmek için.

kemeri vardı ama onu da çıkarmadı döverken. yere düştükten sonra birkaç kere üzerime eğildi ve yüzümü tokatladı. karnımı tekmeledi. belime vurduğunu ve sinirlerimin oynadığını hissettim. sağ elimin üzerine bastı. sonra bir kere daha beni ayağa kaldırıp, yüzüme.... bilmiyorum... sanırım hüzünle bakıp tekrar bir tokat indirdi. tekrar düştüm. aynen bu sıra. sonra bir şey yapmadı. durdu. bana bakıyordu. ben ses çıkarmadım.

- hadi bakalım git sınavına şimdi. pis yılan. şunun tipine bak yarabbim.

ben... benim saçlarım açık sarıdır. limon sarısının çok az koyusu. gözlerim de mavidir. çok açık mavi. görüp görebileceğiniz her türlü maviden daha açık. tenim de beyazdır... bembeyaz. yani albinoya beş kala oluşturulmuş bir tipim var. ben kendime öyle derim. "albinoya beş kala." komik değil mi? bence komik.

omuzlarımdan tutup apartman kapısının önüne fırlattı babam beni. tipime bilmemkaçıncı kez sövdükten sonra. apartmanın önünde de yere düştüm. yüzüm gözüm... evet.. burnum ve kulağım da kanıyor... yüzüm gözüm burnum kulağım kan içinde. e tabi yüzüne kırmızıyla renk verilmeye çalışılmış pembe suratlı mavi gözlü komşu oğlunu balkondan görünce küçük ceren "anneeeee" diye ağlamaya başlıyor. yüzümü çeviriyorum korkmasın diye. toprak... toprak kokuyo. ne güzel.

ceplerimdeki kalemi silgiyi şuyu buyu kontrol edip yola koyuluyorum. suyu alamadım. neyse zaten içmiyorum.

sınav yerine varmak çok zor oldu benim için. yolda bikaç kere kustum. demin zorla ağzıma tıktığım ne varsa kustum. sırtım sızlıyodu. yüzümü tam temizleyemedim. yoldaki bi büfeden ıslak mendil gibi bişey aldığımı hatırlıyorum. onla biraz düzelmeye çalıştım. canım acıyordu.

son anda da olsa sınava yetiştim. kapıdaki görevli: "öss'ne bile böyle geç geliyosan yandın koçum sen." dedi. kızdı bana. ama ben onu sevdim. hala da zaman zaman onu düşünür severim. kendimce.

sınav başladığında ilk önce matematik sorularını çözdüm. öyle demişlerdi dershanede. "ilk önce en iyi bildiğiniz alandan başlayın." ben de öyle yaptım. matematik... kolay geldi. kontrol etme zahmetine bile girmedim. sanki her soru bana belli bir kuralı haykırıyordu. "böyle yapacaksın" diyordu. öyle de yaptım.

sonra fen bilgisine geçtim... geçtim ama birden feci derecede başım dönmeye başladı. bünyemde kusacak bişey kalmadığı için kusamadım da. "keşke biraz su olsaydı" diye düşündüm. zaten sınav gününden sonra yanımda hep küçük bir su şişesi bulundururum. içmem. ama bulundururum.

susadım. su içemedim. başım döndü. sırtımı çekiyorlardı bir yandan sanki. sırtım çok ağrıyordu. bir sorun vardı içerlerde mutlaka. durup durup sancıması hayra alamet değildi. "ama şimdi olmaz" dedim. "bitirmem lazım."

büyük molalar vererek, duraklayarak, içimden inleyerek fen sorularına giriştim... çok yavaşlamıştım. farkındaydım. sürekli duruyordum. birkaç kez gözetmen yanıma geldi baktı bana. kopya falan çekiyo muyum diye.

toplamda 60 küsür soru yaptığımı hatırlıyorum. net hatırlamıyorum. bilemiyorum. sonra gözetmenin "son 10 dakika arkadaşlar." dediğini duydum. 15 dakika da olabilir. dediğim gibi. hatırlamıyorum. son 15 dakika. ben 60 soru yapmışım. daha önümde 120 soru var. kazanamıcam... olmaz. bişeyler yapmam lazım. "bitirmem lazım."

bitirdim. bitirdim allah için. aldım cevap kağıdını, soruları bile okumadım. türkkçe, tarih, coğrafya, kimya... rastgele cevap kağıdına işaretledim. kalemimle. a, b, c, c, d, d, a, b, e, c... bitirdim gerçekten. kendimi bitirdim. yapmış olduğum 60 küsür soruyu da sildim attım böyle sallayarak. kendi kalemimle.

böyle bir aptallığı neden nasıl yaptım bilmiyorum. zaten o esnada bilincimin tam yerinde olduğunu da sanmiyorum. babamın dayağı etkilemişti beni belki de. travma geçirmiştim. olabilir değil mi? hem duygusal hem de zihinsel travma geçiren genç 120 soruyu sallayarak işaretledi... neden olmasın? olabilir.

neticede 180 sorunun 180'ini de işaretledim. zaman dolunca görevliye teslim ettim. başım felaket dönüyordu. gözümden yaş geliyordu. yine fiziksel mi duygusal mı bilmiyorum... karar veremedim. hem hayatım mahvolmuştu. hem sırtım çok acıyodu.

fazla yürüyemedim. okul bahçesinin arkasına seyirttim. bir tane bank vardı kırmızı. zaten o esnada seçebildiğim tek renk kırmızıydı. oturdum. sonra bayıldım. bayılmışım. her şey bitmiş. kaybolmuş. her şey.

bir kısım not: to be continued demem yanlış olur sanırım. devamı gelecek diyeyim en iyisi.

bir kısım not 2: devamı geldi efendim. sen benim olamadığımsın oğlum olarak.
sınav açıklandıktan sonra kameralar karşısına geçip, ''burdan okulumdaki hocalarıma, dersane hocalarıma, arkadaşlarıma teşekkür etmiyorum, çünkü kendi emeğimle, kendi sayemde buraya geldim, sadece anneme verdiği destekten ötürü teşekkür ederim'' diyerek, olağanın dışına çıkmış, hafiften de küstah öss birincisidir... aynı ibne için; bir sonraki sene, dersanenin biriyle anlaşarak sınava girdiği söylenir ama doğruluk derecesi belli değildir...