bugün

25th hour

a spike lee joint. david benioff yazmış. 2002 yapımı, son on yılda hollywood'dan çıkan sayılı iyi işlerden biri. edward norton, philip seymour hoffman, barry pepper, rosario dawson, anna paquin, brian cox ve 11 eylül başrollerde.

imdb'yi biraz didiklersek, filmin 11 eylül'den üç ay sonra girdiğini görebiliriz. filmin kitaptan uyarlandığını -yazar david benioff- varsayarsak, 11 eylül göndermelerinin sonradan senaryoya eklendiği yüksek bir ihtimal. ölenleri istatistiklere sığdırmaya kalkarsak, 2.974 kişinin getirdiği hassasiyet ve içsızısı filmin her yerine sinmiş.

kısaca filmin konusuna değinirsek, uyuşturucu satıcısı monty brogan gün geliyor, polis tarafından enseleniyor ve hapse gitmeden önceki son gününde arkadaşlarıyla, sevgilisiyle, babasıyla ve en önemlisi kendisiyle çatışmalar yaşıyor. 7 yıllık hapis cezasına doğru yola çıkmadan önce sadece 24 (ve bir seçenek olarak 24+1 saati) vardır.

montgomery brogan. kanımca, ayna karşısında sinema tarihinin en şahane monologlarından birine imza atan karakter. bir nüansı es geçmemek lazım elbette, insanlar küfürbaz bir shakespeare'in ağzından çıkmış gibi duran tirada "çok yapay" diyebiliyorlar. onu diyenler önce aynaya baksınlar, tabii metaforik anlamda söylemiyorum bunu, lavaboyla işini bitirip "siktir git" yazısını gören monty, bu yazıya "tabii, sen de siktir git" diyerek kıvrakça bir yanıt verdiğini sanar. hayatın sıradanlığından çıkagelen bir insana ait vasat bir davranış. sonraki cümleleri ise monty söylemez, ayna söyler, pamuk prenses'in "en güzel sizsiniz kraliçem" diyen aynası insanın, hayır, sadece monty'nin değil, kirli çamaşırlarını, söylemek istediklerini, alt benlik üzerinden ortaya çıkarır. acziyet yansıtmayı beraberinde getirir. polis monty'i kodese tıkarken, monty suçu diğerlerine atar, onlar dışardayken kendisinin içerde olacağı düşüncesi aşağılık duygusu yaratır; saldırır, sataşır, küfreder ve en önemlisi ötekileştirir. her cümlesinde bir milleti, bir güruhu aşağılarken bir anda duraklar ve suçu kendini atar. milleti yahut güruhu aşağılarken, nakavt eden yumruğu kendine indirir. "hayır. hayır! sen siktir git, montgomery brogan. her şeye sahiptin, ve hepsini bir kalemde siliverdin. mal herif!" monty'nin yaptığı ırkçılık değildi, suçlu aramaktı. ki filmin bir yerlerinde, babasıyla giderken tüm bu aşağıladığı insanları sıra sıra dizilmiş görecekti ve hepsi güleryüzlüydü ona.

frank slaughtery. monty'nin en iyi dostu. yuppie'lik yolunda emin adımlarla ilerlerken bizlere takım elbisenin ve bakımlı saçın/yüzün kişiliği ya da geldiğin yeri değiştirmediği oldu. jacob elinsky ile yedikleri yemekte görürüz bunu. frank jacob'a kadınlar hakkında nutuklar atarken, ona ağzın kokuyor kimse seni istemez diyor ve arada geğirmeyi ihmal etmiyor. tabii, sahneyi fazla deşmeye gerek yok, belki de spike lee "kadınların efendi adam yerine piç tercihi"ne bir gönderme yapayım demiştir.

işin özüne gelirsek, hayal ve flashforward tarzı, brian cox'un sesiyle insana dinginlik veren o sahnenin ardından, paşalar gibi hapishanenin yolunu tutmuştur. yönetmen filmin sonunu seyirciye bırakmamıştır, arabanın aldığı yolu coğrafi olarak incelersek bunu daha iyi görebiliriz (tamam, ben de bunu imdb forumlarından öğrendim)

şimdi, nacizane çevirimle, ayna monologu:

"tabii.
sen de siktir git.
siktirip gideyim mi?
asıl sen siktir git.
sen ve bu şehirle içindeki tüm insanlar toptan siktirip gitsin. hayır, hayır, hayır, hayır, hayır.
para için eşelenip arkamdan bana gülümseyen tufeyliler siktirip gitsinler.
arabamın temiz ön camımı kirleten cam silici siktirip gitsin. kendine iş bulsana!
külüstür taksileriyle caddelerde son sürat giden, gözeneklerinden köri buharı çıkartarak günümün içine eden sihler ve pakistanlılar siktirip gitsinler. amına koduğum staj yapan teröristleri. yavaş gitsenize!
kanal 35'de çüklerini sallayan, park ve iskelelerimde birbirlerine sakso çeken göğüsleri ağdalı ve şişkin pazulu chelsea oğlanları siktirip gitsinler.
fahiş fiyata sattıkları meyve piramitleri ve naylona sarıp sarmalıkları lâle ve gülleriyle koreli manavlar siktirip gitsinler. 10 yıldır burada yaşayıp bir kelime ingilizce bilmiyorlar.
brighton beach'deki ruslar siktirip gitsinler. kafelerde oturup dişlerinin arasına küp şekerleri sıkıştırarak küçük bardaklarındaki çaylarını yudumlayan gangster caniler. alavere dalavereler ve çevrilen dolaplar. hangi sikim memlekettenseniz, oraya dönün!
üzerine kepekleri dökülmüş kirli gabardinleriyle 47. cadde'de bir aşağı bir yukarı giderek güney afrika'dan gelen apartheid elmasları satan siyah şapkalı hasidler siktirip gitsin.
wall street simsarları siktirip gitsinler. evrenin sözde efendileri. canını dişine takan insanları paşa gönüllerine göre soymanın yeni yollarını arayan michael douglas-gordon gekko özentisi amına koduklarım. ömür boyu hapse mahkum edin şu enron'lu puştları. sanıyor musunuz ki, bush ve cheney bu mesele hakkında hiçbir sik bilmiyordu? tyco. imclone. adelphia. worldcom. götümden ayrılsanıza.
porto rikolular siktirip gitsinler. bir arabaya 20 kişi doluşuyor; refah seviyesini şişiriyorlar. şehirdeki en boktan gösteriler onlarınki. dominiklilerden bahsetmiyorum bile. zira porto rikolular onların yanında iyi kalır.
naylon eşofmanlarını giyip aziz anthony madalyonlarını takmış jöleli saçlarıyla bensonhurst'lü italyanlar siktirip gitsin. "sopranolar"ın seçmelerine katılmak için jason giambi'nin kullandığı lousville slugger marka beyzbol sopalarını sallıyorlar.
hermes marka şalları ve balducci'den aldıkları 50 dolarlık enginarlarıyla yukarı doğu yakasındaki ev hanımları siktirip gitsinler. çekilmiş kaldırılmış gerilmiş cilalı ve tümüyle gergin besili yüzler. kimsenin gözünü boyayabildiğin yok, tatlım.
taşralı biraderler siktirip gitsinler. hiç pas atmazlar. savunmada durmayı sevmezler. her turnike öncesi beş adım atarlar, sonra da arkalarını dönüp bütün suçu beyaz adama atarlar. kölelik 137 yıl önce kalktı. aşın bunları. sessizliğin hüzünlü duvarının ardında dikilirken anüse cop sokan, 41 el ateş eden yozlaşmış polisler siktirip gitsinler. güvenimizi sarstınız! ellerini masum çocukların pantolonlarına daldıran rahipler siktirip gitsinler. onları koruyup bizleri günaha yönelten kilise de siktirip gitsin.
hazır konu açılmışken, isa da siktirip gitsin. çarmıh'da bir gün geçirerek paçayı ucuz kurtardı. cehennemde bir hafta kal ve ebediyete dek bir alay melek sana ilahiler söylesin. bir de siktiğimin otisville'inde yedi yıl yaşamayı dene isa.
öldürülen binlerce masumun adına; usame bin ladin, el-kaide ve götüyle düşünüp mağarada ikamet eden tüm köktendinci puştlar siktirip gitsin! ahiretteki günlerinizi jet yakıtı destekli alevler içinde, 72 fahişeyle birlikte cehennemde kavrularak geçirmeniz için dua ediyorum. siz sarıklı deve binicileri muhteşem irlandalı kıçımı öpebilirsiniz.
jacob elinsky siktirip gitsin. hoşnutsuz mızmız herif.
sevgilimin kıçına bakarken beni yargılayan en iyi dostum francis xavier slaughtery siktirip gitsin. naturelle riviera siktirip gitsin. ona güvenmiştim ve o da gitti beni sırtımdan bıçakladı. orospu karı beni kodese yolladı. bitmeyen kederiyle barın ardında dikilip sodasını yudumlayan, itfaiyecilere viskilerini verip bronx bombers'a alkış tutan babam siktirip gitsin.
bu şehirle içindeki tüm insanlar toptan siktirip gitsin.
tâ astoria'nın dizi dizi evlerinden park avenue'nun gökdelenlerindeki dairelere; bronx'daki gecekondulardan soho'daki stüdyo dairelere; alphabet city'deki kiralık evlerden park slope'daki kahverengitaştan binalara, staten island'daki oda seviyeleri farklı evlere dek... deprem un ufak etsin; yangın sarsın dört bir yanı, kül oluncaya dek yansın hepsi. sonra sıçanların bastığı bu yer yükselen suların altında kalsın.
hayır. hayır! sen siktir git, montgomery brogan.
her şeye sahiptin, ve hepsini bir kalemde siliverdin. mal herif!"