bugün

kuyucaklı yusuf

türk romanının ana sorunsalını değiştirip 1950'den sonraki yazılan romanlara öncülük eden bir toplumcu gerçekçi romanların prototipi sayılabilecek romandır. 1950'lere kadar türk romanı köy ve köylüyü daha genel ifade edersek anadolu'yu daha çok batılılaşmanın uzantısı olarak ele almıştır. (bkz: yaban) bu romanda ise sabahattin ali toplumsal yapının kendisini yönelerek onu sorgulamaya başlamıştır. bu meyanda bakıldığında türünün ilk örneğidir diyebiliriz.

romanda anlatılan konulardan birisi memur-çıkarcası ve eşraf ilişkileridir yani taşradaki iktidar ilişkileridir sözkonusu olan. ama romanda "sömürüye gereğince değinilmemekte... sömürünün ve baskının ekonomik içeriği yansıtılmaz"(ahmet oktay, bir yetimin romanı). bununla birlikte özlermler vasıtasıyla roman toplumcu gerçekçiliğie inkilap ettirilmekle birlikte "ıssız adam yusuf" un bireysel boyutu da korunmuştur.

roman bir anlamda anadolu'nun bir yansımasıdır. ezilen kesim-köylüler ve ezen kesin eşraf ve de bunların arasında kalmış bir kesim olarak ifade edersek memurlar. eşrafın binbir dalavereler ile yanına çekmeye çalıştığı kişidir memur. bu arada kalmışlık özellikle selahattin bey tarafından güzel bir şekilde ifade edilir. bu anlamda zaten memur üç türlü tepki verbilir, ya onlara uyar ve onların çıkarlarına muayyen hareket eder;yeni gelen kaymakamın davranışını bu meyanda tasnif edebiliriz ya da selahattin bey gibi ortada kalır veyahut da yaşar kemal'in teneke romanındaki gibi "boyun eğmeyen" memur olarak türlü dalavereler ve tehditler ile yıldırılır ve arkasından teneke çalınır.

selahattin bey ikinci tipe girer suya sabuna dokunmaz halktan yana olmasına rağmen pasifisttir. hatta romanda hilmi beylerin hatasını ve zayıf bir anını yakalamasına rağmen(şakir olayıdır) hiç müdahele etmez. bu aslında yazar tarafından kalp hastalığına hasredilmiştir ama bu hastalık da peyda olmasa müdahele edeceği şüphelidir.

bununla birlikte roman birbirini pekiştiren karşıtlklardan oluşmaktadır(berna moran, türk edebiyatına eleştirel bakış). şehir-doğa(kasabanın içi ve dışı özellikle selahattin bey'in kasabanın dışına çıktığında hissettiği rahatlık), aşk şehvet(yusuf-muazzez aşkı ile kasabaya hükmeden eşrafın evlerinde düzenlenen ahlaksız ilişkiler silsilesi), yapay insan-doğal insan karşıtlıkları ile örülmüştür. mesela kasaba-doğa karşıtlığı daha çok kasaba=eşraf doğa=yusuf şeklinde sembolize edilmiştir.

yusuf ise batı 18.yy da batı edebiyatlarında şumülli bir yer işgal eden le sovage noble kavramıın bir yansımasıdır. daha çok batıdaki gezginlerin yabanda gördükleri "bozulmamış adam"ın erdemleri konusunda övgüler düzmüşlerdir. bu meyanda yusuf daha çok doğal insanı ifade etmektedir. yusuf'un eğitimsiz olması daha çok bu düşüncenin bir yansıması gibidir. daha çok doğallığını korumak amacı güdülür. bununla birlikte yusuf'un bu dönemde yaptığı çkarımlar on yaşındaki bir çocuğun çıkarımları olamaz. aynı hata muazzez gibi evde büyümüş bir kızın bazı değerlendirmelerinde de açığa çıkmaktadır) yusuf'un akranlarından daha çok tecrid halde büyümesinin bir nedeni de aslında bu l'homme natural ve l'homme artifciel karşıtlığında yatar.

romanın özellikle üçüncü bölüümünde yusuf değişmeye başlar. ayrıca yapılan iş ve büroratik düzenin işleyişi insanın insani özelliklerini siler. onu kişiliksizleştirerek bir çarkın onsuz olunamayan dişlisi durumuna getirir(atilla özkrımlı, kuyucaklı yusuf) başlarda gördüğümüz o sağlam karakterli kahramanın yerine ise daha mütereddid kasaba hayatının değiştirip yabancılaştırdığı bir kahraman karşımıza çıkar ve kasabada barınamaz. nitekim romanın sonunda da kahramanımız dağlara çıkar. bazı duyumlara göre romanın ilk bölümüdür bu ikinci bölümü olan çineli kübra'nın bir başlangıcıdır. ama roman serisi yarım kalmıştır. diğer bölümler yazılmamıştır. zaten kübra ve annesinin ortadan kaybolması ve yazarın buna dair olarak okuyucuda soru işaretleri bırakması aslında bu iki karakterinin kayboluşu pek gerçekçi gelmedi; hem de bu bitmemiş roman serisinin ilkinde kayboluşları ve bir daha ortaya çıkmayışları romanı okurken bende onların bir daha ortaya çıkacakları beklentisini özellikle roomanın kurgusal bütünlüğü açısından incelendiğinde canlı tuttu.

romanda ayrıntılar en realist biçimde ve mükemmel bir şekilde kullanılmaktadır. romanın başındaki tasvirler ciddi anlamda hayranlık uyandırıcıdır ve gözlem gücü de bu inandırıcılığı artırmaktadır. ayrıntıların kullanılması bu meyanda çok önemlidir. yusuf'un kesik parmağı ve ileride askere gidememesi işte bu ayrıntıların kullanılması açısından önemlidir. tabi ki bu olay fathi naci'nin belirttiği gibi çehov'un aşağıdaki sözlerini gözler önüne getirir;

"If in Act I you have a pistol hanging on the wall, then it must fire in the last act"
alıntı için: http://en.wikipedia.org/wiki/Anton_Chekhov

(bkz: Chekhov s Gun)

ama aynı ustalığı kübra ve annesinin birden ortadan kaybolmasında göremeyiz.

bunların yanındaki teknik anlamdaki eksiklikler de romanda günyüzüne çıkmaktadır. yazarın belki de kendini pratogonist ile fazla özdeşleştirmesinden kaynaklanabilecek olan yusufun çocukluk ile ilgili anılarının anlatıldığı bölümler etrafındaki çevre ile doku uyuşmazlığı yaşayan yusuf'un romanın başındaki çocukluk anıları yusuftan ziyade sabahattin ali'yi anlatmaktadır. romanın başlarındaki realist betimlemeler olmasına rağmen özelikle karakterler ile alakalı bazı tanımlalamar olsun kurgu olsun belirli yerlerde gerçekçi olmaktan uzaktır. ama bu teknik aksaklıklar kuyucaklı yusuf'un türk edebiyatındaki yeri özellikle toplumcu gerçekçi romanın öncüsü olması, yazarın sade ve gerçekçi üslubu onu önemli bir roman kılar.