bugün

ta m e guilass

youtube'da bir korku oyunu videosu izlerken, araya giren reklam sayesinde haberim olan, harika film.

"intiharın en büyük günahlardan olduğunu biliyorum fakat mutsuz olmak da büyük bir günah. mutsuzken
başka insanları incitirsiniz. bu da bir günah değil mi? başkalarını incittiğinizde bu bir günah değil midir? aileni incitiyorsun, arkadaşlarını, kendini incitiyorsun. eğer seni incitirsem bu bir günah değildir fakat kendimi öldürürsem öyle midir?"
işte bu cümleler, filmi izletti bana. film hakkında düşüncelerimi yazacağım ama spoiler vererek yazacağım için baştan uyarımı yapmak istiyorum. gelelim filme;

--- spoiler ---

ciddi aforizmaları bulunan, anlatırken yormayan, kılı kırk yarmayan, vermek istediği mesajı çarpıcı ve dümdüz anlatan filmlere bayılıyorum. ilk başta esas karakterimizi sanki birini arıyormuş gibi görüyoruz ama kimi arıyor, neden arıyor bilmiyoruz. bir bilinmezlik içinde ilerliyor bir süre film. aslında hayat gibi... arabanın içinde bilinmeyen bir yolculuk... daha sonra şantiye gibi bir alana gidiyor ve orada, paraya ihtiyacı olduğunu düşündüğü iki adam ile ayrı ayrı kısa bir sohbet edip, sonra arabasına binmelerini teklif ediyor. buradaki ilk karaktere teklif ettiğinde, karakter, homoseksüel bir teklif zannedip, şiddet içeren bir cümle kullanarak bunu reddediyor. aslında filmde ilk karşılaştığımız duygu; önyargı. belki de çok iyi bir para kazanacakken, daha neyin ne olduğunu anlamadan, önyargılı davranarak buna sahip olamıyor. biz de günlük hayatta, bir şeye ulaşabilecekken önyargılarımızdan dolayı buna belki de ulaşamıyoruz.

aynı şantiyede bir başka işçi ile konuşuyor. bu kişi de bir plastik toplayıcısı. ama bu kişi de, işinin kendisi için yeterli olduğunu söyleyip kabul etmiyor. Aslında hayatımız boyunca bize, yetinmemiz gerektiği söylenir. genel olarak fazlası için mücadele etmemiz pek doğru görülmez. ama bazen yetinmek, belki de rahatımıza kavuşmamızı engelleyen bir tutum olabilir. işte filmin bize verdiği ikinci duygu; "yetinme.

bir kürt kökenli askeri, arabaya alıyor. bu asker, diğer askerlere kıyasla, fazla çekingen. ilk başta arabaya biniyor ama saat 6'da birliğinde olması gerektiğini söylüyor. fakat o sırada saat 5 ve sadece bir saat zaman var. teyzesine gideceğini söylüyor ama teyzesinin öldüğünü de daha sonraki cümlelerinden anlıyoruz. yine aynı şekilde çocukluğunda (savaş zamanında) buraya taşındığını da söylüyor. (tahminimce) bu asker, savaşta anne ve babasını kaybetmiş ve teyze/enişte ile yaşayan ve yine tahminimce küçükken şiddete uğramış bir kişi. çünkü göz teması kurmuyor ve konuşurken sessiz konuşuyor. korkuyor... peki artık yetişkin olmuş, parasını kazanan biri, kendisine şiddet uygulamış bir adama, üstelik hiçbir bağı olmadığı bir adama neden bakıyor? çünkü merhamet ediyor. aslında bir askerde bulunmaması gereken 2 özellikte kendisinde var; korku ve merhamet. zaten hayatta da çoğu insan aslında kendisine uygun olmayan işler veya şeyler yapmak zorunda kalmıyor mu? işte filmin bize verdiği üçüncü ve dördüncü duygular; korku, zorunluluk. Biz de korkularımızdan veya zorunluluktan, bazen sahip olabilmek şansımız olan şeylere sahip olamayabiliyoruz.

daha sonra afganlı bir ilahiyatçı ile tanışıyor. bu ilahiyatçı genç henüz tecrübesiz ve (sanırım) öğrenci. esas karakterimiz bu genci daha yolculuk başlar başlamaz küçümsüyor ve kendisine nasihat vermemesini söylüyor. zaten bir nasihat almak istese, bunun kendisi tarafından almayacağını da ekliyor. filmin bize verdiği beşinci duygu;küçümseme. biz de genelde bu şekilde yapmaz mıyız? karşımızdaki kişinin cümlelerini, eğitimini veya bilgisini yetersiz görmez miyiz, içten içe küçümseyici bir dil kullanmaz mıyız? ilerleyen zamanlarda esas karakterimiz, bu ilahiyatçı adama (net bir şekilde) intihar etmek istediğini söylüyor. fakat ilahiyatçı hiçbir şekilde esas karakterin bu dediğini duymuyor, anlamıyor veya umursamıyor ve basma kalıp cümleler kullanarak, (sözde) onu vazgeçirmeye çalışıyor. ama bu cümleler tamamen ezbere... hani bizim günlük hayatta da yaptığımız gibi söylemek için söylediğimiz cümleler... burada filmin bize verdiği pek çok duygu var; kalıplaşmış sözler, umursamama, anlamama... Biz de tam olarak anlayamadığımız, umursamadığımız veya kalıplarımız yüzünden, bir şeyi belki de rahatça elde edecekken, bunu yapamıyoruz.

en sonda bir azerbaycan türkü ile karşılaşıyor. bu kişi, esas karakterimizi yargılamıyor aksine onu anlıyor, merhamet ediyor ve hissedebiliyor. çünkü kendisi de aynı yoldan geçmiş. onu dinlemek istiyor ve bunu samimi bir şekilde söylüyor. bir insanın neden intihar etmesi gerektiğini söylemiyor yani intihara götüren sebepleri söylemiyor, tam tersine, neden intihar etmemesi gerektiğini anlatıyor ama bunu anlatırken spesifik bir şeyden bahsetmiyor. sadece bakmak yerine görmeyi tavsiye ediyor. çünkü amcamıza göre, sorunların içinde cevaplar da var. mesele de cevapları görebilmek. ölmek en kolay yolu. aslolan zoru başarabilmek. o, yani yaşlı amcamız, bir dut ağacında görebiliyor yaşama isteğini... fakat esas karakterimize gökyüzünde, yıldızlarda veya manzarada da görebileceğini söylüyor. mesela amcamız dut yedikten sonra mutlu olduğunu söylüyor, çocukların hatta eşinin de mutlu olduğunu söylüyor ve aslında basit bir şeyde mutluluğun olduğunu da bize vermiş oluyor. onun hayatında hiçbir şey değişmiyor, o da bunu kabul ediyor. değişen şey bakış açısı. çünkü artık görebiliyor... işte filmin bize verdiği ve en baştan vermek istediği başka duygular da bunlar; anlamak, hissetmek, merhamet, görebilmek, küçük şeylerden mutlu olabilmek... amcamız, bir dut ağacında yaşamı buldu ve bu buluş ile başkalarını da mutlu etti. esas karakterimiz de bu amcanın anemi hastası çocuğunda yaşamı buldu ve bu buluş ile başkalarını mutlu etti (umarım).

peki sonunda ne mi oldu? sonu bazı kişiler tarafından anlaşılmamış ama bence her şey çok net... tabi ki esas karakterimiz intihar etmedi. çünkü zaten aslında bunu hiç istemedi. o sadece yaşama tutunacak bir şey aradı, hepimiz gibi... her şeyi geçtim, intihar etmeyi gerçekten isteseydi, amcamızın yanına tekrar gidip, "bana iki kez taş at. belki uyuyor olabilirim", demezdi. ve tabi filmin bize verdiği en son duygu da, umut. Yani kısaca film bize diyor ki; "Eğer sadece bakmaz ve görebilirsen işte o zaman aradığın ve sahip olmak istediğin şeyi bulabilirsin."
--- spoiler ---

tüm bu olanlar bir arabanın içinde yolculuk ederken oluyor. araba bir hayat, sürücü biz, o misafirler ise hayatımızdan gelip/geçmiş insanlar... O insanların yaşadığı her duygu, bizim hayat boyunca hissettiğimiz genel duygular ve o insanların her bir cümlesi, bizlere birer ders.

kesinlikle tavsiye ederim.