bugün

boza

yağmurlu, soğuk bir kış akşamı, soba yanıyor gürül gürül, televizyon açık. abim ve ablam başka şehirlerde. biri okuyor biri çalışıyor.
her zamanki gibi annem babam ben televizyon izliyoruz.
ve dışarıdan bir ses yankılanıyor:
-ayran gibi boza, booozaaaa!
bu tekrarlanıyor hep. geceler birbirine benzer.
ben de çok merak ediyorum bunu o zamanlar.
biz de alalım mı diyorum? annem, istiyorsan inin alın babanla diyor. babam, hadi gel kız alalım diyor. bende bir heyecan tabii. babam sesleniyor camdan 'bozacı!' diye. bozacı mahallemize doğru geliyor ve kapının önünde şimdi. otomatik her zaman olduğu gibi yine bozuk. babam eline uludağ limonatanın boş, temiz şişesini alıyor pata küte iniyoruz aşağı. bozacı 'abi ben çıkardım yukarıya diyor.' sonra babam şişeyi uzatıyor bozacı da bize plastik kaplara koymanın hijyenik olmadığı için yasak olduğunu söylüyor. hay allah! babam, koş cam sürahiyi versin annen diyor. ben ikişer ikişer çıkıyorum merdivenleri. 5 ya da 10 liralık boza alıyoruz. beyazdan daha kirli bir rengi var. kıvamı da koyu. biraz tarçın serpiyor üstüne bozacı. sonra babam diyor ki 'bir kere de biz bağıralım boza diye' ve bağırıyor. sen de bağır diyor. ben de bozacının o güne kadar duyduğum sesini taklit ederek:
-ayran gibi boza boooozaaa!
diyorum. adam aferin benzedi diyor.
sonra iyi akşamlar dileyerek eve çıkıyoruz.
yağmur yağıyor, yollar ıslak, hava soğuk.
hemen birer bardak alıp koyuyorum babamla kendime çünkü annem 'ben istemem.' diyor.
babam 'tarçın da dök tadı öyle olur.' diye ekliyor.
ve o an geliyor. sonunda tadını öğreneceğim bozanın.
bir yudum alıyorum ve yüzüm ekşiyor...
-ya bu ne bee! içmem ben bunu, diyorum. annemle babam gülüyor.

o ana, o akşama geri dönebilseydim eğer 1-2 saatliğine, sırtımı sobaya dayar o bozayı lıkır lıkır içerdim.