bugün

18 ekim 2006 galatasaray psv eindhoven maci

ramazan ayı malum biz de oruç tutuyoruz. maç günü hava fena değil, içimizde bir kazak, üstünde galatasaray forması bakırköy meydanından kalkacak otobüsü bekliyoruz. kuyruk uzuyor da uzuyor, otobüs de gelmiyor. elimizde gazete kuyruğa girmeden alınmış, kuyrukta zaman geçirmek için fakat gazete bitiyor, kuyruk bitmiyor. akabinde vazgeçiyoruz otobüsü beklemekten. trenle gitmeye karar veriyoruz. istasyonda beklerken ezan okunuyor birden. daha tren gelmemiş, elimizde kuyruğa girmeden aldığımız yarım ekmek tavuk döner. hemen bitiriyoruz elimizdekileri, tren de geliyor ardından. halkalı' da iniyor, bizi stada götürecek taksi arıyoruz. biraz uğraştıktan sonra taksi bulunuyor ama taksi bizi ancak stada yarım saat mesafeye kadar götürebiliyor. bizi bekleyen engebeli bir yolculuk. dağ taş tırmanmaya başlıyoruz. bazen stad görünmüyor, etrafa yaymış olduğu ışıktan takip ediliyor. artık stad görünmeye başlıyor, içeriden gelen seslerle biz de heyecanlanma başlıyoruz. normal yoldan gitmediğimiz için yola tekrardan inmemiz gerekiyor, inerken de ellerimiz yara oluyor, kanamaya başlıyor.

stad dışarıdan harika gözüküyor, o manzara karşısında dışarıdaki kuyruk insanın umudunu kesmeye yetmiyor. kuyruk bitiyor, içeride yer bulma endişesi başlıyor. 3 maçlık kombinemiz üst trübüne ait. kimse kendisine ait koltukta oturmuyor, biz de alt tribünde oturmaya karar veriyoruz. merdivenlerin altında kendimize yer buluyor, arkamızdaki koltuklara kimse oturmadığından rüzgar direk bize vuruyor. açlık ağır bastırıyor ve tren geldiğinden yiyemediğimiz ikinci yarımlarımızı da içeri sokarken zorlandığımız kolalarımızla yiyor ve arkadan esen rüzgarı aldırmamaya başlıyoruz. arkamızdaki koltuklar da dolmaya, rüzgar da bundan dolayı kesilmeye başlıyor. artık tek eksiğimiz denizin buzlu sularıdan gelen ... pardon onun şimdi sırası değil... heyecanımızı ekranda beliren liverpool' la deplasmanda oynadığımız maçın golleri daha da arttırıyor. ikinci yarı oynamış olduğumuz futbol bizi heyecanlandırıyor.

derken maç başlıyor, fena da oynamıyoruz hani. rüzgara karşı oynuyoruz, o rüzgar ki sahayı maçtan önce sulamak için fıskıyelerin püskürttüğü suları direk skorbordun olduğu kale arkası tribününe yolluyor. rüzgar galatasaray' ımızın hızını kesemiyor, sasa iliç atıyor golünü. bağarıyoruz sasa iliç oley, sasa iliç oley diye. galibiyetten emin bir şekilde takımımızı destekliyor, devre arası muhabbetlerde bunu birbirimize de onaylıyoruz.

ikinci yarının başlamasıyla birlikte olimpiyat stadı kabusu geri dönüyor. rüzgarda bizim oynadığımız kaleye esiyor ama bir gariplik var, psv daha iyi oynuyor. golü de buluyor. biraz toparlanır gibi oluyoruz. ardından korner kullanırken yediğimiz bir gol, şimdi sırası geliyor denizin buz gibi sularından gelenin... bu kadar iyi oynarken nasıl da bu hale geldiğimizi anlamıyoruz. hakan şükür giriyor oyuna. top ayağına geliyor, birileri küfür savurmaya başlıyor. takım mağlup taraftar suçlayacak birilerini arıyor. hakan' a daha fazla küfür edilmeye başlanıyor ve birileri artık buna dayanamıyor. alt tribünün bizim olduğumuz tarafında kavga çıkıyor, biz uzaklaşıyoruz.

maç bitmiş, kaybedilmiş. boynumuz bükük, cenabetliği birbirimizin üzerine atıyoruz. dönüş otobüsü tıklım tıklım, neyse eve varıyoruz. üzülüyoruz, uyumakta zorluk çekiyoruz. ama pişman da olmuyoruz maça gittiğimizden ötürü...