bugün
- icardi190526
- 1 m dolara bu bebeğe sertçe tokat atar mısınız19
- anın görüntüsü16
- icardi1905 silik olsun kampanyası19
- şehirler arası aşk yaşamak9
- hamas bir terör örgütüdür14
- true'nin porno arşivi kaç gb8
- sözlükte ateist gibi takılan yahudiler10
- aleyna tilki10
- sözlük kızından gelin olmaz21
- herkes güncel fiyatını yazabilir mi9
- arkadaşlar sizden bir şey rica edebilir miyim22
- ağaç gövdesi gibi bacakları olan kadın14
- sözlük yazarlarının tatlıları8
- alınan en güzel iltifat14
- kızımın kiminle yatıp kalktığıyla ilgilenmezdim9
- vatandaşlık farkı alan otel21
- cumaya gidenlerin çok azalması10
- futbolcu ismiyle nick almak12
- bik bik'in balona binmesi34
- en yaşlı özelliğiniz9
- 170 boyunda olduğum için hep reddedildim23
- sabah aç karnına içilen bira13
- bir kadının yemek ısmarlaması14
- ideal duş alma sıklığı14
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi15
- artificialintelligence12
- kız mı erkek mi belli olmayan yazarlar8
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması14
- icardiyi tokat manyağı yapmak12
- suriyeliler suriye'ye dönsün9
- erkeğe ne hediye alınır31
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız17
- uzağı göremeyen insan9
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım16
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı24
- seni seviyoruz insan olmaya çeyrek kala8
Toplumun değil ama, kişinin bir anlamsızlığı var hayatın içinde. Hele her türlü duygu açlığı bittiği zamanlarda. Para ilgilendirmiyor, kadın ilgilendirmiyor, gelecek ilgilendirmiyor, geçmiş ilgilendirmiyor. Yaşamanın anlamsızlığından doğan bir can sıkıntısı, bıkkın bir yorgunluk, vücudu taşıma hamallığı...
Camus'nün Veba'sında şehrin doktoru bir gece yarısı şehrin dışına çıkar usulca ve yıldızlı bir gök altında yüzer sularda... Dramdan ve düşünceden kopar kopmaz, canın anlamsızlığını duyduğu andır o; can kendinden ibarettir ve o kadardır ve anlamsızdır.
***
Havaya elbiseler giydirebilir misiniz? Giydirdiğinizi farz edin. Muayyen bir boşluğu don, gömlek, çorap, pantolon, ceket, palto, şapka ve pabuçla katılaştırın... Sonra yeniden teker teker soyun bunları. Bir de bakacaksınız ki, boşluğun çırılçıplaklığı, yokluk ve anlamsızlıkla bir anda karışıverecektir. Tıpkı o çırılçıplak boşluk gibi, can da düşüncelerden, meselelerden, ihtiraslardan soyundukça, bir anlamsızlık içine düşüyor. Bu, dış dünyadan kopup, iç dünyaya dalma da değil... Ne iç dünya, ne dış dünya... Öyle her türlü duyu ve hayalle ilişiğini kesmiş, anlamsız bir can... Tam bir apathie.
***
Körlük, sağırlık gibi de değil bu. Körün, sağırın öteki duyuları çok keskindir. Tam tersine görmeden bakmak, duymadan işitmek gibi bir şey. Görmesine görüyorsun, duymasına duyuyorsun ama, hiçbiri idrakte şekillenmiyor, yansımıyor.
***
Kendi kendine karşı bir yabancılaşma... Büyük acılardan, büyük depresyonlardan sonra olur bu çokcası... Bir de büyük sarhoşluk sabahlarında...
***
Canın kendinden ibaret kaldığı ve anlamsız kaldığı o tuhaf anda; başka zamanlar, çeşitli aldanışlar yüzünden, yakalanamayacak bir gerçek varmış gibi geliyor bana...
Belki de tek gerçek bu anlamsızlık. Tek gerçek belki bu da, biz bu gerçekten uzaklaştıkça avunuyoruz, yaşıyoruz zannediyoruz...
Hani çocuklar vardır, tahtadan bir sopaya at gibi binerler. Onun at olduğuna öylesine inanırlar ki, okşarlar, severler, yem verirler ona. Ve bir an:
- At değil o, odun parçası deyiverseniz...
O uyanışta görülen gerçek asıl gerçektir ama, çocuk yüz yüze gelmek istemez o gerçekle... Düşte yaşarken aldığı zevki, o gerçek vermez kendisine...
***
Bu anlamsızlık da, belki gerçeğin ta kendisi!.. Bu anlamsızlığa elbiseler giydiriyoruz, davalar, meseleler icat ediyoruz. Odunu at yapıyoruz, ülkeler fethediyoruz.
Bu gerçeğe kılıç gibi, şöyle bir bakıvermenin zevki var mı acaba diye yokluyorum kendimi. O zevk de yok... Mutlak bir anlamsızlık.
***
Duyusuz kalınca can, o anlamsızlık içinde ölümle karışıyor gibi oluyor. Tek fark ölümde anlamsızlığı da artık kavrayamıyorsun. Ölmeden ölmüş gibi olmaktaki can sıkıntısının tek tesellisi; kesin ölümde, bu son duyunun da kaybolacağı inancı.
Yaşamak mı, ölmek mi; ister istemez ikisi de...
çetin altan
Camus'nün Veba'sında şehrin doktoru bir gece yarısı şehrin dışına çıkar usulca ve yıldızlı bir gök altında yüzer sularda... Dramdan ve düşünceden kopar kopmaz, canın anlamsızlığını duyduğu andır o; can kendinden ibarettir ve o kadardır ve anlamsızdır.
***
Havaya elbiseler giydirebilir misiniz? Giydirdiğinizi farz edin. Muayyen bir boşluğu don, gömlek, çorap, pantolon, ceket, palto, şapka ve pabuçla katılaştırın... Sonra yeniden teker teker soyun bunları. Bir de bakacaksınız ki, boşluğun çırılçıplaklığı, yokluk ve anlamsızlıkla bir anda karışıverecektir. Tıpkı o çırılçıplak boşluk gibi, can da düşüncelerden, meselelerden, ihtiraslardan soyundukça, bir anlamsızlık içine düşüyor. Bu, dış dünyadan kopup, iç dünyaya dalma da değil... Ne iç dünya, ne dış dünya... Öyle her türlü duyu ve hayalle ilişiğini kesmiş, anlamsız bir can... Tam bir apathie.
***
Körlük, sağırlık gibi de değil bu. Körün, sağırın öteki duyuları çok keskindir. Tam tersine görmeden bakmak, duymadan işitmek gibi bir şey. Görmesine görüyorsun, duymasına duyuyorsun ama, hiçbiri idrakte şekillenmiyor, yansımıyor.
***
Kendi kendine karşı bir yabancılaşma... Büyük acılardan, büyük depresyonlardan sonra olur bu çokcası... Bir de büyük sarhoşluk sabahlarında...
***
Canın kendinden ibaret kaldığı ve anlamsız kaldığı o tuhaf anda; başka zamanlar, çeşitli aldanışlar yüzünden, yakalanamayacak bir gerçek varmış gibi geliyor bana...
Belki de tek gerçek bu anlamsızlık. Tek gerçek belki bu da, biz bu gerçekten uzaklaştıkça avunuyoruz, yaşıyoruz zannediyoruz...
Hani çocuklar vardır, tahtadan bir sopaya at gibi binerler. Onun at olduğuna öylesine inanırlar ki, okşarlar, severler, yem verirler ona. Ve bir an:
- At değil o, odun parçası deyiverseniz...
O uyanışta görülen gerçek asıl gerçektir ama, çocuk yüz yüze gelmek istemez o gerçekle... Düşte yaşarken aldığı zevki, o gerçek vermez kendisine...
***
Bu anlamsızlık da, belki gerçeğin ta kendisi!.. Bu anlamsızlığa elbiseler giydiriyoruz, davalar, meseleler icat ediyoruz. Odunu at yapıyoruz, ülkeler fethediyoruz.
Bu gerçeğe kılıç gibi, şöyle bir bakıvermenin zevki var mı acaba diye yokluyorum kendimi. O zevk de yok... Mutlak bir anlamsızlık.
***
Duyusuz kalınca can, o anlamsızlık içinde ölümle karışıyor gibi oluyor. Tek fark ölümde anlamsızlığı da artık kavrayamıyorsun. Ölmeden ölmüş gibi olmaktaki can sıkıntısının tek tesellisi; kesin ölümde, bu son duyunun da kaybolacağı inancı.
Yaşamak mı, ölmek mi; ister istemez ikisi de...
çetin altan
güncel Önemli Başlıklar