bugün

entry'ler (51)

ingilizce sozluk perusen de yazma kampanyas

destekledigim ve dadindan yenmeyecek bir kampanyadir. bogazici'nden mezun olup mit ve harvard'da doktora yapmakta olan sahsen tanidigin bazi arkadaslarin projesidir. ingilizce konuşulan ülkelerde üniversite öğrencisi türkler tarafindan yayginlasarak, efsane olabilecek bir projedir.

mottolari: the dictionary of everything
ismi ise ingilizce'de dikkatlice okumak anlamina gelen peruse kelimesinin kokeni olan perusen'dan gelmektedir.

(bkz: perusen)
http://www.perusen.com

perusen

kullanıcıların eklediği bilgilerle oluşturulan interaktif sözlükler dünyasında çoktandır tartışılan ingilizce sözlüğün hayata geçmiş hali. biraz bakınınca sanki mit * ile alakalı olan birileri yapmış gibi.

http://perusen.com/ adresinde arzı endam ediyor.

perusen ne demek?
middle english: perusen, to use up : latin per-, per- + middle english usen, to use.

peruse: to read over in an attentive or leisurely manner.
perusers: the users of perusen.com and also readers of perusen.com
perusal: the act of perusing.
perusable: adj.

pros: phonetically simple, easy to remember, conveys the aim of the website.
"hey i read this in perusen"
"are you a peruser as well?"
"yesterday i was perusen(perusing in casual conversation), and i found out this"

kadınların çalışmasına medeniyetin gereği demek

Erkeğin tersine kadın, çalışmayan bir insandır. Aslında ona ilişkin söylenecekler
bununla kalabilirdi, çünkü temel insan kavramı hem erkeği hem de kadını kapsayacak kadar çok genel, çok hatalı olmasaydı, kadın için söylenecek pek fazla bir şey kalmazdı.

Yaşam insanlara iki seçenek sunar: hayvansal bir varoluş -düşük bir yaşam düzeyi- ve manevi bir varoluş. Kadın kuşkusuz ilkini seçecek ve fiziksel refahı öne çıkaracak, kuluçkaya yatacak bir yer ve engellenmeksizin üreme alışkanlıklarıyla oyalanacak bir ortam arayışına koyulacaktır.

Erkekle kadının aynı zeka potansiyeliyle doğduğu ve cinsler arasında zeka açısından temel bir fark olmadığı kesin bir gerçek olarak kabul edilebilir. Ayrıca, körelmeye, kısırlaşmaya bırakılan her potansiyelin, işlevini yitireceği de çok iyi bilinmektedir. Kadınlar zihinsel kapasitelerini kullanmazlar. Aslında bilerek bu kapasitelerinin bozulmasına göz yumarlar. Birkaç yıllık aralıklı eğitimden sonra, tali (sonradan gelişen) ve geri döndürülemez bir aptallık durumuna yönelirler.

Neden kadınlar kendi zihinsel kapasitelerinden yararlanmıyor? Kadınların kendi beyinlerini kullanmamalarının tek bir nedeni vardır, o da ihtiyaç duymamalarıdır. Yaşamlarını sürdürmeleri için zihinsel kapasiteleri vazgeçilmez değildir.

Teorik olarak güzel bir kadın, bir şempanzeden daha az bir zekaya ihtiyaç duyar ve buna karşılık kimse onu topluma uymayan bir yaratık olarak değerlendirmez.

Olsa olsa en geç 12 yaşına kadar, kadınların çoğu fahişe olmaya karar vermiştir. Ya da başka bir deyişle, kendileri için, bir erkek seçip bütün işi onun yapmasını sağlamaktan oluşan bir gelecek tasarlamışlardır. Bu işlevlerine karşılık olarak kadınlar da erkeğin belli zamanlarda vajinalarını kullanmasını göz yummaya hazırdır. Bir kadın buna karar verdiği anda beynini geliştirmekten vaz geçer. Elbette çeşitli dereceler ve diplomalar alabilir. Bunlar onun erkeklerin gözündeki piyasa değerini arttırır, çünkü erkekler, birşeyleri ezbere bilen bir kadının, ayrıca erkekleri de tanıyıp anlayacağına inanır. Ama cinsler arasındaki iletişim olasılığı da işte bu noktada ortadan kalkar. Yolları sonsuza kadar ayrılır.

Erkeğin tekrar tekrar yaptığı en büyük hatalardan birisi, kadını kendi eşiti olarak, yani eşit zihinsel ve coşkusal kapasiteye sahip bir insan olarak değerlendirmesidir. Kadını gözleyebilir, dinleyebilir, tepkilerine bakarak duygularını yargılayabilir, ama her şeye karşın, kadını sadece yüzeysel belintilerle yargılamaktadır. Çünkü kendi değer ölçülerini kullanmaktadır.

Erkek, kadının yerinde olması halinde ne söyleyeceğini, düşüneceğini ya da yapacağını bilir. Can sıkıcı ilişkiler durumuna baktığı zaman, kadın görünürde amansız bir davranışa girmişse, onun yerinde olması halinde yapacağı şeyi kadının da yapmasına engel olan bir şey olması gerektiğini düşünür. Bu da erkeğin tarafında doğal bir tepkidir, çünkü insanların kendilerini soyut düşünme yetisi olan yaratıklar olarak değerlendirmesi durumunda kendini herşeyin ölçüsü saymaktadır, bunda da haklıdır.

Bir erkek bir kadının yemek pişirme, bulaşık yıkama ve temizlik işlerinde saatler harcadığını gördüğü zaman, bu işlerin onu belki de mutlu ettiği, çünkü tam da onun zeka seviyesine uygun işler aklına hiç gelmez. O anda, bütün bu ön angaryanın, kadını, bir erkek olarak önemli ve arzu edilir bulduğu onca şeyi yapmaktan alıkoyduğunu düşünür; bu nedenle kadının yaşamını kolaylaştırmak ve onu, erkeğin düşlediği yaşam biçimine sürüklemek için otomatik bulaşık makineleri, elektirikli süpürgeler, hazır yemekler icat eder.

Ama hayal kırıklığına uğrayacaktır. Kadın, kazandığı zamanı tarihle, politikayla ya da astronomiyle aktif bir biçimde ilgilenmek için kullanmak yerine, pasta yapar, iç çamaşırlarını ütüler ve oya yapar ya da özellikle maceracıysa banyo duvarını çiçek çıkartmalarıyla bezer. Bu nedenle erkek bu tür şeylerin, varlıklı yaşamın temel öğeleri olduğunu düşünür. Bu fikrin ona kadın tarafından aşılanmış olması gerekir, çünkü erkek, pastanın dışarıdan satın alınmasına da, iç çamaşırının ütüsüz olmasına da, banyo duvarlarında çiçek desenlerinin bulunmamasına da gerçekten aldırış etmez. Kadının bu amaca ulaşmasını kolaylaştırmak ve onu angaryadan kurtarmak için mikserler, mutfak robotları, ütüsüz giyilebilen çamaşırlar ve çiçek süslemeli tuvalet aletleri, fayansları icat eder; ama kadın hâlâ edebiyatla, politikayla ya da evrenin fethiyle aktif ve ciddi bir şekilde ilgilenmez. Onun için yeni bulunan bu boş zaman tam zamanında imdada yetişmiştir. Artık kendisiyle ilgilenebilir; ve elbette entelektüel başarı özlemi ona yabancı olduğu için, o da dış görünüşü üzerine odaklaşır.

Bu aşama bile, erkek açısından kabul edilebilir. Karısını gerçekten sever, onun mutluluğunu dünyada başka her şeyden çok ister: bu nedenle akmayan rujlar, su geçirmez maskara, ütü gerektirmeyen gömlekler, kullanılıp atılan alt bezleri, vb. Geliştirir; hepsinin tek bir amacı vardır. ihtiyaçları bu kadar duyarlı, bu kadar arı olan bu yaratığın sonunda özgürleşmesini umar. Bu özgürlük, kadının, erkeğin düşlediği yaşam düzeyine ulaşması -özgür bir erkeğin hayatını yaşaması- için gereklidir.

Sonra da oturup bekler. Sonunda kadın ona kendi iradesiyle gelmediği için, onu kendi dünyasına çekmeye çalışır. Erkeğin yaşam biçimine alışması için çocukluktan karma eğitimi getirir. Her türden bahaneyi kullanarak, kadını üniversitelere çeker ve yaşamın harikalarına ilgisini uyandırma umuduyla, onu kendi buluşlarının gizemlerine çekmeye çalışır. Kadının, en son erkek kalelerine girmesini sağlar, böylece böylesine emekle kurmayı başardığı yönetim sistemini değiştireceği umuduyla oy hakkını kullanarak gelenekleri kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmesi için kadını özendirir, kendi değerlerinden vazgeçer. Belki de kadının dünyaya barış getireceğini de umar, çünkü ona göre kadınlar, başarıdan yana bir güçtür.

Bütün bunlarda öylesine kararlı ve inatçıdır ki, kendini aptal yerine koyduğunu (elbette kendi standartlarıyla) göremeyecek duruma gelir. Kadınlar, olaylara belli bir mesafeden bakma yetisinden yoksundur, bunun sonucu olarak da mizah duygusundan tamamen yoksun kalmaktadırlar.

Hayır, kadın erkeğe gülmez. Olsa olsa sinirlenir. Eski ev ve yuva kurumları, kadının entelektüel arayışların tamamından ve daha iyi iş iddialarından vaz geçmesini haklı çıkarmayacak kadar çağdışı değildir. Ancak ev işleri daha çok mekanize olduğu, yeterince anaokulları açıldığı, ya da erkekler çocukların vazgeçilmez olmadığını anladığı (ki daha önce anlamış olmaları gerekirdi) zaman ne olacağını insan merak ediyor.

Erkek, amansız ilerleme koşusunda bir an durup bu ilişkiler durumunu düşünecek olursa, kaçınılmaz olarak, kadınlara bir zihinsel uyarım duygusu verme çabalarının tamamen boşuna olduğunu görecektir. Kadınların daha zevkli, daha çekici, daha "kültürlü" olduğu doğrudur, ama yaşam beklentileri dahe entelektüel değil, hep maddeci olacaktır.

Kadın, erkeğin üniversitelerinde kendi teorilerini geliştirmesi için öğretilen zihinsel işlemlerden hiç yararlandı mı? Kendine ait orijinal bireysel araştırmalar yapması için ardına kadar açılan araştırma kurumlarından hiç yararlandı mı? Kadınların, kütüphaneleri dolduran o harika kitapları okumadığı erkeklerin kafasına dank etmeyecek mi? Kadın, müzelerde erkeklerin yarattığı harika sanat eserlerine hayranlık duyabilse de, kendisi hiç bir zaman yaratmayacak, sadece kopya edecektir. Kendini özgürleştirmesi için kadınlara yönelik olarak hazırlanan oyunlar, filmler ve görsel gösteriler bile taşıdıkları eğlendirici değeriyle yargılanmaktadır. Devrime giden ilk adımı asla kadınlar atmayacaktır.

Kadını kendi eşiti olarak gören bir erkek, kadının yaşam biçiminin boşunalığını kavradığı zaman, doğal olarak, bunun erkeğin hatası olduğunu, kadının erkek tarafından baskı altına alındığını düşünme eğilimi gösterir. Ama çağımızda kadınlar artık erkeklerin iradesine tabi değildir. Aslında tam tersine. Kadına, özgürleşmesi için her türlü fırsat tanınmıştır ve bunca olandan sonra eğer hâlâ zincirlerini kırmamışsa, bundan tek sonuç çıkar: aslında kırılacak bir zincir yoktur.

Erkeklerin kadınları sevdiği, ama ayrıca küçümsediği doğrudur. Hayatını kazanmak zorunda olduğu için sabah erken kalkıp yeni dünyalar fethetmeye giden (ve ender olarak başarılı olan) bir insan, bu tür arayışlarla ilgilenmeyen bir başkasını mutlaka küçümseyecektir. Bu aşağılama, kadınların zihinsel gelişimini sağlamak için erkeğin giriştiği çabaların temel nedenlerinden birisi bile olabilir. Erkek, kadınlardan utanır ve onların da kendilerinden utanmaları gerektiğini düşünür. Bu nedenle, bir centilmen olduğu için de yardım etmeye çalışır.

Erkekler, kadınların hiçbir hırs taşımadığı, bilgi arzisi, kendini kanıtlama ihtiyaçı hissetmediğihi kavramaktan acizdir; oysa bütün bunlar onun için hayati bir öneme sahiptir. Kadınlar, erkeklerin ayrı bir dünyada yaşamalarına göz yumarlar, çünkü o dünyaya katılmak istemezler. Neden katılsınlar ki? Erkeğin bağımsızlığı onlar için hiçbir anlam ifade etmez, çünkü kendilerini bağımlı hissetmezler. Hatta hiçbir entelektüel hırsları olmadığı için erkeğin zihinsel üstünlüğü karşısında utanma bile hissetmezler.

Kadının erkek karşısında büyük bir avantajı vardır: kadının seçme özgürlüğü vardır: bağımsız bir yaşamla, aptalca, şımarıkça, asalakça bir yaşam arasında seçme yapabilirler. Bu sonuncusunu tercih etmeyen kadınların sayısı çok azdır. Erkeklerinse elbette tercih şansı yoktur.

Eğer kadınlar gerçekten de erkeklerin baskısı altında olduğunu hissetseydi, tıpkı buyurganlardan korkulup nefret edilmesi gibi onlar da erkeklerden korkup nefret ederdi. Erkeğin zihinsel üstünlüğü karşısında utansalardı, durumu değiştirmek için her çareye başvururlardı. Kadınlar gerçekten bağımlı ve kelepçeli olsaydı, elbette tarihin bu en elverişli döneminde kelepçelerini çoktan kırmış olmazlar mıydı?

Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olan isviçre’de (ki son zamanlara kadar kadınların oy kullanma hakkı yoktu), kantonlardan birisinde kadınların oy kullanmak isteyip istemediklerini belirlemek için bir araştırma yapılır. Kadınların çoğunun kadınların oy kullanmasına karşı olduğu ortaya çıkar. Erkekler şoke olur, çünkü dünyalık olmayan bu tutum, yüzyıllar süren erkek egemenliğinin bir başka kanıtı olarak değerlendirilir!

Oysa ne kadar yanılıyorlar! Kadının hissettiği en son şey baskı altında olmaktır. Tersine, cinsler arası ilişkideki en can sıkıcı gerçeklerden birisi, kadının dünyasında erkeğin olmadığıdır: bu nedenle kadının kendini aşağılık ve dolayısıyla isyankar hissetmesine nasıl yol açmış olabilir ki? Her şey bir yana onun erkeğe bağımlılığı sadece, tıpkı bir turistin uçağa, bir café sahibinin kahve makinasına, bir arabanın benzine, bir televizyonun elektiriğe bağlı olması gibi nesnel, "fiziksel" bir bağımlılıktır. Bu tür bir ilişkide can sıkıcı hiçbir şey olamaz.

Diğer erkeklerle aynı yanılgıya düşen Ibsen, Doll's House adlı oyununun, kadın özgürlüğü için bir manifesto olmasını ister. 1880 yılındaki gala gecesi erkekleri gerçekten şoke eder ve erkekler, kadının durumunu düzeltme yönünde daha keskin bir mücadele vermeye and içerler. Bu moda sürerken kadınlar kendilerini özgürleşme mücadelesine kaptırır ve kadına seçme ve seçilme hakkı için hakkı için mücadele eden kadınlar olarak yeni oyunlarının tadını çıkarırlar.

Sartre da daha sonra kadınlar üzerinde derin bir etki bırakmıştır. Kadınlar, Sartre'ın felsefesini ne kadar iyi anladıklarının bir kanıtı olarak saçlarını bele kadar uzatıp siyah süveter ve pantolon giyerler.

Çin komünist lideri Mao Tse-tung bile başarılıydı: Mao modası bütün bir sezon sürmüştü. *

edit: böyle bi genelleme yapmanın hoş olmadığını belirten bi arkadaşımın isteği üzerine yazdıklarımın tüm kadınlar için geçerli olmadığın belirtmek isterim. cefakar anadolu kadınlarını tenzih etmiş olalım.

ufuk uras

hakkında bir daha yazmayacaktım demiştim, şimdi twitter de yardırdığını görünce söylediklerimi hatırladım. hatırlatayım dedim.

aşağıdakileri 24.04.2008 tarihinde yazdım. ve hatta (#3312482)
saygılarla

--spoiler--
fakat benim gözlemlediğim bağımsız olarak meclise girenlerin henüz tam olarak önemli işler ifa edemeyeceği yönünde. hele de iktidar yanlısı medyada kendisine yer bulamayan ufuk uras bir daha ki genel seçimlerde eğer aday olursa kamer genç in içinde olduğu mecliste kendine yer bulamayacaktır.
--spoiler--

hasan söylemez

suistimale ne kadar yatkın olduğumuzu bir kez daha gözlerimize sokmuştur. bir şeyi başarmaya çalışıyor, fakat biz yardımsever insanlar, başarısına gölge düşürecek şekilde sürekli kendisine maddi destek öneriyoruz. hasan abi her platformdan şunu açıklamak zorunda kalıyor:
--spoiler--
lutfen beni anlamaya calisin projeye zarar gelmesini isemiyorsaniz bana yardim etmeye calismayin! isteseydim zaten parali cikardim bu yola!
--spoiler--

trajikomik.

starbucks ta tuvaletin şifreli olması

kadıköy sahil şubesinde bilerek şifreyi üç defa yanlış girdim, kapı bloke oldu. puk kodu için akşam z raporu alınana kadar beklemek zorunda kaldı armutlar.

bu arada şifre hala 2874. gerçi çevre esnaf öğrenmiş, değişmesi yakındır.

martin keamy

lost dizisinin en acımasız karakteri. ben ile pazarlık yaparken alex'i, adaya geldikleri geminin kaptanını öldürmüş, doktorun boğzını kesmiştir. michael ise tutukluk yapan silah sayesinde keamy'nin gazabından kurtulmuştur. ha keza flashsideway bölümlerde jin ve sayyid kurbanları olacakken ucuz yırtmışlardır.

ne kadar acımasız olsa da konuşması, duruşu ve sarkastik gülüşüne hayran olunası bi insan.

lost

--spoiler--
6x10 girişinde widmore'un adamları tarafından locke ekibinin termal kamera benzeri bi cihazla izlenirken, locke'a zum yapıldığı anda görüntü ve dahi alet bozuluyor. locke'un flocke olduğunu biliyoruz. kamera ya da dürbünün bozulması ise black smoke hakkında bilgi verebilir.

sayyid malum ölüyor, dogen'de yapılacak bir şey kalmadığını söylüyor. fakat devamında bir vesile ile sayyid yeniden diriliyor. ancak dogen yaptığı araştırmaların neticesinde sayyid'in ruhunu teslim ettiğini düşünüyor. bunun kanıtını sayyid ortaya koyuyor;
sayyid: i don't feel anything. anger, happiness, pain.
--spoiler--

get up stand up

bob marley in get up stand up parçasında geçen ve ülkemizde reggae felsefesinin genel mottosu olmuş durumda ki gaz cümlesi. gora filminde ki arif in katkısı unutulmamalıdır. bu felsefeyi boş geçmek olmaz dimi bob marley faruk?

kolay anlaşılır olması açısından parçalara ayırarak inceleyeceğiz. zira ne benim bütün cümleyi tek seferde çevirecek kadar ingilizcem var ne de sizin bu kadar felsefik yükü bir anda omuzlarınızda taşıyacak kadar gücünüz. sakin olun, bir nefes alın, sigara içenler yaksın başlıyoruz.

get up: sesliye sordum fiil halini verdi, işe yaramaz diyip gittim google translate de arattım ve karşıma çıkan kelimenin büyüsüyle irkildim. emir kipi halinde 'kalk' diyordu. çok derin anlamları vardır ki bunun diyerek üzerine düşünmekten kendimi alamadım. bob marley size 'kalk' diyordu. ilk bakışta 'dur ulan yazı okuyoruz' diye terslenecek olanlar aslında bu felsefeye henüz vakıf olamayan insanın natürmort tablosudur. bobi sana 'kalk lan mahallede iki tur atalım' mı dedi de mırın kırın ediyorsun saygısız, bir düşün adam ne demek istiyor. bobi burada seni uyanışa çağırıyor, uyan aslanım diyor, kalk diyor, titre ve kendine gel diyor. ama nerede. üzerlerimize serpilmiş ölü toprağından kurtulup, uyanışa geçmemize bob marley bile yetmiyorsa, alarmı falan beklemeyin derim ben.

stand up: herhangi bir sahne showu ile alakası olmamak ile birlikte cem yılmaz a saygılar. stand up basit, herkesin bildiği, baya ilköğretim de öğretilmiş, anlamı 'ayağa kalk' gibi duruyor değil mi tek başına? bre vicdansız bobi senden niye ayağı kalkmanı istesin. öyle deseydi eğer devamında don't give up the fight demez, onun yerine seni makaraya sarar, sabaha kadar stand up, sit down diye giderdi. fakat o yine başka şeyler söylemiştir diyerek derin düşününce hmm sekizinci anlam 'yılmamak' evet lan tabi vazgeçme diyor adam diye ortalıkta "eureka! eureka!" diyerek deli danalar gibi sağa sola koşturursun. patron burada senin ruhunu ateşliyor, hemde bujisiz. ister sev, ister sevme ama bir kulak ver bob marley hocama, 'stand up for your right' diyor. bu kısımda ok? bence ok.

don't give up the fight: son kısım artık mesajı iletme kısmı. ne yaşadıysan yaşadın, yenildin, beğenilmedin, itildin, kakıldın, yeri geldi rest yedin, sittir çekildi başından zilyon tane türlü münasebet geçti -ki adama cenabet derler- buna rağmen sen elinden geleni yine de yap diyor bob. tıpkı ibrahimi yakmak için nemrudun büyük ateşine ağzında tek damla su ile giden karınca gibi, tıpkı yenilgiye rağmen iyi mücadele etmiş olmanın haklı gururunu yaşayan futbolcular gibi, teri görmek gibi. bu noktadan konunun biraz sapıttığını fark ederek: mücadele etmeyi bırakma aslanım diyorum

bob marley gibi saçları rasta yapıp etrafta marihuana içerek olunmuyor, bu sözlerim özellikle de sana bob marley faruk kendine bi çeki düzen ver.

o kadın

sezen aksu şarkılarının aslında hayatın -daha doğrusu bir aşkın- her evresinde olduğunu göstererek herkesin kendinden bir şeyler bulabilmesini en net şekilde açıklamış ve gözler önüne sermiş korhan bozkurt filmi.

filmde oynayan sadece 8 kişi vardır. daha da ilginci film gereği senaryo ile belirlenmiş isim sahibi karakter sayısı sadece 3 tür. -imdb-

filmde ki diyalogları eleştiren arkadaşlara erol günaydın ile nefise karatay konuşmalarına bir daha bakmalarını öneririm. özellikle erol günaydın ın felsefik yaklaşımı üzerine çok yakışmış ve konuşmaları bile neredeyse bir sezen şarkısı gibi duygusal olmuştur.

--spoiler--
röportaj sırasında nefise nin 'neden aşklarını söylememişler ki?' sorusuna erol günaydın ın 'kelimeler en güçlü olduklarında bile aciz kalan kavramlardır, asıl olan duygulardır.' cevabı neredeyse bir şarkı sözüdür.
--spoiler--

p.s: izlenmeli mi? sezen aksu nun 17 şarkısını farklı kliplerle izlemek isteyenlere önerilir.

koksal kose

akp tuzla belediye başkan aday adayı.
1951 doğumlu erzurumlu inşaat mühendisi.
mehmet demirci gibi hakkında kapatma davası sırasında siyasi yasak istenmiş bir belediye başkanından sonra akp nin tuzla daki imajını yeniden düzeltebilecek kişidir.
diğer adaylar arasında sosyal platformlardaki etkin rolu bir adım önde göstermektedir.

http://www.koksalkose.com

akp editi: akp tuzla dan şadi yazıcı yı aday göstermiştir.
edit 2: site bir daha ki yerel seçimlere kadar kapalıdır.

geri gelen mektup

şiir içinde ki secde, nur, günah, ilah, tapma, mahşer, tanrı gibi kelimeler nihayetinde atsız ın inancını bir nebzede olsa gösteriyordur sanırım.
islama saldırırken türkçülük yaftasını kullanan arkadaşlar fikirlerini benimsedikleri hüseyin nihal atsız ın keşke bu görüşlerini de biraz olsun benimseyebilseler.
ikna olmayanlar için: XVinci asır tarihçisi Şükrullah, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi

forgetting sarah marshall

romantik komedi ile uzaktan yakından alakası olmayan abidik gubidik film.
romantik desem değil komedi desem hiç değil.
(bkz: ne diyem mahmut mu diyem)
belaltı espriler ve abes ile iştigal eden hareketler dışında hiçbir gülünecek bir şeyde yok zaten.
10 üzerinden 3.

--spoiler--
film içinde tek tük güldüğüm sahneler var. gerçekten güldüğüm tek sahne ise jason segel in üvey kardeşinin karısını görüntülü konuşma sırasında maymuna çevirdiği sahne. bu sahnede kamera bilgisayarın üstünde olmasına rağmen aptal hatun kişisi ekrana eğilerek konuşmaktadır. segel da bu eğilip doğrulma hareketini bir kaç defa tekrarlatarak hatun ile kocasını sanki oral takılıyormuş gibi görmemizi sağladı. kardeşi bu durumu çaktı ancak hatun kişisi ne olduğunu bile anlamadı. hele bu hareket sonunda segel in aptal hatuna boynunda ki ne biraz önce yoktu demesi ki benzetme olur da bu kadar mı olur kardeşim dedirtecek cinsten.
--spoiler--

edit: hatunun boynunda inci bir kolye vardur.

tum sozluk across the universe izliyoruz zirvesi

jim sturgessın film ilk sahnelerinde seslendirdiği girl şarkısını dinleyip çıkacağım aktivitedir.
bir film bu kadar güzel başlar helal olsun diyerek alkışlayacağım ve abinin sesi ve görüntüsünü kıskanmaktan ağlayacağım. aktiviteden erken ayrılma sebebim budur.

erdal sarızeybek

devletin elinin uzanamadığı yerlerde devlet olduğunu söyleyip oradaki halka bir nebze olsun dalgalanan bayrağa sahip çıkan birilerinin olduğunu göstermeye çalışan emekli albay.

siyaset meydanında çakır bakışları sürekli dolu doluydu. çünkü bazılarına iyi kurgulanmış bir macera filmi gibi gelen anlattıklarını o yaşamıştı. askerde çatışmaya katılmış kişiler döndüklerinde uzun süre bu havayı üzerlerinden atamazlar ama erdal albayım bölük komutanı olarak her çatışmada bulunduğunu 30 yılının büyük bir bölümünü bu gibi mücadelelerin içinde geçirdiğini anlattı. neredeyse ağlatacaktı diyenler evet yeri geldi ağlattı.

uyuşturucu baronu aponun bilmem nesi diye tabir edilen veli küçük ile bağlantısına değinmemesini özellikle ali kırca istemememiştir. çünkü konu o değildir. haa merak edenlere söyleyeyim. savcı zekeriya öz tanıyıp tanımadığını sorduğunda beyan ettiği açıklama; evet kendisini tanırım, 30 yıl birlikte görev yaptık, görevi ve görevim dışında bağlantımız yok, benim o süreçte tanıdığım kadarıyla şerefli bir generaldir. yaklaşık böyle bir açıklamadır. hay aklına yandığım sözlük yazarı sen evinde bilgisayar başında erdal sarızeybek in ergenekoncu olduğunu çözdün savcı anlamadı soruşturmasına rağmen serbest bıraktı ve o da canlı yayınları geziyor öyle mi? sana anlatacak bir şey kalmamış be aslan.

ergenekoncu kimseyi savunmuyor ergenekon hakkında tek bildiği şener eruygur ve veli küçük ile birlikte görev yapması. ve hatta kendisi bahsi geçen bülent arınç ın tutuklanması hadisesini anlattığı bir yazısında şener eruygur un olay ile ilgili tüm evrakları alel acele istemesini anlatmıştır. hani bahsi geçen ergenekon arşivleri varya işte bu belgelerinde bu arşivde olduğunu zira kendi eliyle gönderdiği tüm açık sözlülüğüyle anlatmıştır.

ayrıca yine aynı olayla alakalı olarak bülent arınç ın annesinin tutuklanması diye anlattığın olay irticai faliyet yapılan -yapılan diyorum zira bülent arınç ın annesinin evine gelene kadar jandarma bölgesinde 3 evde yasal olmayan dökümanlara ulaşılmıştır- evlere savcı izniyle arama yapılmasıdır. merkezde yine arama izni olan bir evde arama yapılacakken numara sadece apartman numarası olduğu için dairelere girilememiş ve iznin genişletilmesi istenmiştir. ancak bülent arınç -meclis başkanı- annesinin evi olması sebebiyle savcının eli kolu bağlanmış, üst mahkeme de gerek görmeyerek izni geri çekmiştir. ey yavrucak savcı olmadan işi kim çözecek diyorsun adam bas bas yargıya kimse müdahale etmemeli diyor peki bu olayda ki savcıya müdahaleyi görmezden mi geleceksin?

şehit kanları üzerinden siyaset yaptığı söylenilebilecek dünya üzerinde ki son kişidir belki de. yanında şehit olan her askerin adını ezbere bildiğine eminim. hepsinden evladım diye bahsediyor ve bu konuda kimsenin düşünemediği ve belki de cesaret edemediği bir şeyi dile getirerek bu şehitlerin katillerinin isimlerini sorguluyor. bu belgelere ulaşılmasını istiyor. bugüne kadar hiç kimse şehitlerin bu hakkını hiç aramış mıydı? hiç kimse şehit için faili meçhul diyebilmiş miydi? evet eğer failleri belli değilse ve asker öldürmekten değil sadece terör örgütü mensubu olmaktan yargılanan pkk köpekleriyse şehitlerimiz birer faili meçhuldur. sen şimdi bu denli açık sözlü bu denli mevzu üzerine düşünülmüş şeylerden bahseden birine şehit üzerinden siyaset yapıyor mu diyorsun? bırak allahını seversen, bırak. vehametini anla, biraz düşün.

sabret deniyor. emekli albay erdal sarızeybek sabredemiyor kardeşim. daha fazla şehit verilmesine sabredemiyor. üstüm hizmet madalyası verilmiş profesyonel asker size çözümlemeyi sunuyor. ilk kurşun atan bu mücadelede galip çıkacaktır diyor. öyle ki aktütün saldırısının öğlen saatlerinde olmasının sebebi türk askerinin yaklaşan terör örgütü köpeklerini farkedip ilk kurşunu sıkmasındandır. birde tam tersini düşün bakalım farkedilmeselerdi ve akşam saatlerinde hiç beklenmeyen bir anda ilk kurşunu onlar sıksalardı nasıl olurdu? sen hala iyi konuşlandırılmamış karakollarına baskın beklersen ilk kurşunu onların atmasına izin verirsen çok daha fazla kayıp görebilirsin. çözümleme ortada, yerleri belli. bekleyeceksen bile diyor ki aktütün karakolu yalnız, konur vadisinde 6 köy daha var askeri destek için oraya birlik lazım. bunları niye görmezden geliyorsunuz? bağlantısı olmayan bir köy karakoluna hakim tepelerden ateş edecek, mahkumda kalmış ve destek görmesi zor bir karakolun çözümlemesini sadece erdal albay mı yapabiliyor?

son olarak erdal sarızeybek terör örgütünün bitirilmesine dair bazı ufuk açıcı detaylardan bahsetmiştir. isviçrede ki banka hesabının adını *bile vermiştir. apo nun dgm de bulunan savunmasında arşivleri kime verdiğini * söylemiştir. bunların suriye de bulunduğunu söylemiştir. daha ne yapsındır.

ufuk uras

türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) unsurlarını, ırak'ın kuzeyinden Türkiye ye yönelik terör tehdidi ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere bu bölgeye göndermek için Hükümete verilen yetki süresinin, 17 Ekim 2008'den itibaren 1 yıl daha uzatılmasını öngören başbakanlık tezkeresi, 18'e karşı 497 oyla TBMM Genel Kurulunda kabul edildiğinde red oyu veren 18 kişiden biri.

not: diğer 17 kişi dtp nin mecliste bulunan 21 milletvekilinden 17 si.

zeki demirkubuz

iki günde filmografisine vakıf olduğum türk sinemasında son dönemlerde iyi işler çıkartan yönetmen.
filmlerini takip edenlerin en sevdiği özellikleri:
- her filminde en az bi kaç saniye görünüyor olması.
- bir önceki ya da her hangi bir filmini oyunculara televizyonda izletmesi. bunun en belirgin özelliği ise kader de mevcut ve beni benden almıştır. izleyenler bilir masumiyet filminde haluk bilginer in süper tiartı aslında kader in senaryosu yani hikayesidir. ve zeki demirkubuz kader filminde masumiyet ten bu sahneyi otelde kalanların izlediği bi sahne çekmiştir. yani film içinde filmin hikayesinin anlatıldığı bi filmi izleyen insanları bize göstermiştir.
- kadraj içinde kadraj çok sevdiği bi yöntem. bulduğu herhangi karanlık bi karenin hemen arkasına geçip oradan çekiyor. bazen bunun üç kadraj olduğuna bile şahit olabilirsiniz.
- kendiliğinden açılıp kapanmayan kapılar kendisinin ciddi takıntısı. bunu en belirgin olarak yazgı da görebilirsiniz. serdar orçin savcı ile konuşurken savcının odasının kapısı kendiliğinden açılır üç defa kapatmasına rağmen yeniden açılır ve savcı birini çağırarak kapıyı tamir etmesini ister.
- oyuncularına çok kolay küfür ettirir. kadın ya da erkek hiç farketmez oynayan oyuncular günlük hayatları içinde küfüre sıkça başvuran tiplerdir.
- çok sıkı oyuncu yönetmeni olduğunu filmlerinde oynayan oyunculardan anlayabiliriz. düşük bütçeli filmlerinde oyuncuları en verimli şekilde kullanır.
- oyuncularını filmlerinde cigaraya alıştırmıştır. neredeyse her filminde biri sarıp içer. özellikle masumiyet te bekir rolundeki haluk bilginer bence en başarılısıdır.
- aynı şekilde film içinde başrol oyuncusuna uzun bi tirat attırır. yine en başarılısı masumiyet te kader senaryosunu anlatan haluk bilginer dir. yaklaşık 8 dakika süren bu tiratı hayatımda bi filmde görebileceğim en güzel sahnelerdendir. kader de isme vildan atasever bunu tam olarak başaramamış ve görüntüsü üç defa donmuş sesi devam etmiştir.

fimlerinde bu kadar çok ortak özellik -ki bunlar genelde çekim şekli olarak ortak özellik ve hatta senaryolarda da bazen benzer noktalara rastlanır- var diye filmlerini birbirinin aynı sananlar hemen bu düşünceden uzaklaşsın. zira hiçbir filmi bir diğerinin aynı değildir ve hepsi izlenmelidir.

son olarak not: filmlerini çok beğendim. c blok harici. kendisinin ilk filmi olan bu film olmamıştır. film kimi sahneleri ile bir soft porn filmi hatırlatırken içerik olarak çok şey barındırmamaktadır. kendiside zaten bunun farkına varmış olacak ki tarzını bu filmden sonra değiştirmiştir. olsun o da ayrı bi tat olarak yerini almıştır. fikret kuşkan için belki izlemek isteyenler olacaktır.

adim

seyit yakut parçası. klibi zaten türkiye de yayınlanmıyor aynı klip fransada da yasak. şarkı sözleri için tıklayınız.

Adım Ahmet evliyim 5 çocuk sahibiyim haftada 95 saat işçiyim asgari ücrete talimim tanrım yetmiyor ne yapmalıyım?

Adım Aysun bir oğlum var dulum, kocam öldü günahkar bir kulum çarem yoktu herkesle oldum yavrum aç kalmasın diye kendimi sundum.

Adım Kerim esrarkeşim vız gelir anam kardeşim eşim, bir toz için hepsini silerim o yola sokarım özür dilerim.

Adım Jale zengindir babam hergün alem yaparım takmam makyajsız dışarı adım atmam bu gece bardan çıkardım benle 3 adam.

Adım Tayyar düşmanım kumar servetimi elimden aldı basit bi zar pişmanım kurtar beni bu alışkanlıktan diyecek kalmadı güvendiğim bir insan.

Adım Sedat idi şimdi Semra oldu sedat öldü kalbime gömdüm soldu fazlalığı aldırdım portakal taktırdım tangayı taktım ve e5 te başladım.

Adım Müslüm kaderime küstüm kendimi bıraktım kirli elim yüzüm pasaklı üstüm sevenim olmadı hiç doğru düzgün.

Adım Huriye göbek açtım şehire deniz benzemez falan dediler nehire salak kafam kandı bahanelere şehre gelir gelmez düştüm cehanelere

Adım Deli babam aşırı dinci benim tersim ben bi cönki kaşım ağzım dilim burnum kulağım küpeli nöron bitti hayat funky

Adım Burcu yaşım 30 u buldu evde kaldım valla bastı korku kastı bu dert galiba yandık hadi baba etme beni ver artık.

Adım Osman işim gücüm yalan söylemek lakabım hasmitoma kendi yalanlarıma kendimde inanıyorum hayret bundan zevk alıyorum.

Adım Ceyda millet bıçak altına yata yata estetik yapa yapa her tarafıma silikonu basa basa basa en sonunda döndüm ma ma maymuna.

Adım Naim 10 yıldır da dahayım mapustayım cezamı yensin dayım masumum bedavadan 20 yıl verdiler vurmadığım yere vurdun dediler.

Adım Leman yok sizle alakam dizim sağolsun çatlasın düşman assolist oldum çıktı 2.solom 3 ledi gibiyim ama çok terledi oram.

Adım Emin tımarhanedeyim 6lıyı tutturdum ama yatırmadım beyim intihara kalkıştım kurtardılar gerçi beter ettiler buraya attılar.

Adım Yeşim 55 yaşım vatan uğruna oğlumu şehit verdim bayrağımız sağolsun yavruma hasretim aştı beni üzüntüm acım kederim.

Adım Kadir Allah birdir geriye kalanın hepsi bahanedir sade bi insanım dinime düşkünüm burdan çok öteki tarafı düşünürüm.

Adım Seyit rapimdedir beyin sevmediysen dinleme bas git bu kadar basit doğrular lazım rap hayatıma lazım.

ergenekon un bir numarasi rahmi koc

ergenekon örgütü rahmi koç tan daha eskiye dayanır.
yani örgütün bir numarasını tayin etmek zordur aslında. çünkü örgüt rahmi beye babası vehbi koç tan kalmıştır. ona da örgütü babası koçzade hacı mustafe efendi armağan etmiştir. yani tam olarak bir aile örgütü. ilk başlarda koçzade diye anılırken daha sonra ergenekoç ve daha sonralarda da dilden dile aktarılırken ergenokon ismini almıştır.

ayrıca yakın dönemde tüm işlerden elini ayağını çeken rahmi bey örgütü oğlu mustafa ya devredecek. ne zaman mı son bulur? ataerkil soy ne zaman çıkar yol bulamazsa bu örgütün sonu demektir.

sagopa kajmer in albümlerindeki skitler

intro:
-offf....nabıcaz be kamil?anamız sikildi...artık cinayete girdik...
-kazaydı anlatırız...hem herif pezevenkmiş, kimse siklemez...
-sen öyle san...sen öyle san...pezevengi öldür, bir cinayet; kızı al, iki adam kaçırma; kızı en az iki kişi sik, üç ırza tecavüz; her gece esrara takıl, nerden baksan dört içicilik; heriflerin cebinden paraları al, beş gasp...bütün bu bokları yedikten sonra, polislerin suratına bakıp, "kusura bakmayın abi, kaza oldu" diyemezsin...adamın götünden kan alırlar kamil, kaaann...hadi kız orospu, ki bu ipneler bakireydi diyolar...bakire kız nası orospu olur ben anlamadım gitti...offf her şey karışık....

outro(gemide):
-bu dünya iki şeyden yıkılıcak...bi binadan, bi de zinadan...allah sonumuzu hayır etsin...mahşer günü bütün binaları deniz geri istiycek, batan bütün memleketler gibi...deniz kumu eninde sonunda geri alıcak, çaresi yok bunun...

part 2
intro:
-sıra kimdeydi lan?söndürmüşünüz cigarayı..................neyse...nerde kalmıştık?
-karı soyunmaya başladı, sen de dur dedin...
-heee...ben dur dedim...tekrar giyindirdim...yaklaş dedim...ben soymaya başladım...üstünde bööle bi kaban var, siyah...altında mı?yırtmaçlı uzun bi etek, yırtmaç buraya kadar...kabanı bi çıkardım, böyle üstünde parlak kumaştan bi gömlek var...gömleği çözüyorum böyle, pat, pat, pat, pat...bi yandan da bööle boynundan öpüyorum afif afif...gömleği bi çıkarttım, bi sarıldım tuttum bööle..tüylerim böyle diken diken oldu, bak...memeler mi?taşş...bacağını kaldırdım, yırtmaçtan böööle çıktı bacak...daha fazla soyamadım tabi, zart diye verdim ağzına...

(bkz: gemide)
(bkz: pesimist ep 2)