bugün

entry'ler (57)

sözlük yazarlarının itirafları

sözlüklerin itiraf köşelerini hiç okumam. okumam dediysem benden önce yazılmış 2-3 cümlelik entrylere bakarım, yalan yok. ve mutlaka her sözlüğe bu itirafı 1 kere yazdım. yazdım ve sonra sol framede itiraf köşesini görmemezlikten geldim.

türkiye gazeteciler cemiyeti

web sayfası bugün hacklenmiş olan ve ülkede yaşanılan tahammülsüzlüğün geldiği son noktadır.

http://www.tgc.org.tr/ sitesine girenler hackleyen kişinin yazısını okumak zorunda kaldılar. kaldı ki bu davranışta, kendisinin metinde belirttiği gibi ''hukuk devleti çatısı altında yaşadığını unutmaktır''.

yazıda en çok dikkatimi çeken ise kişinin gazetecilere yöneltti itham cümleleri. yani; ''bu varlıklar bazen bir dernek çatısı altında toplanabilirler(...) son olarak bu varlıkların halen aramızda yaşadığını bildiğimizden yola çıkarak..''

kim bu varlıklar? bir insana insan demek bu kadar mı zor?

yazıda bir başka dikkat çeken cümle ise; bu varlıkların, gazetecilik adı altında ülke oksijenini(!) tüketmiş olmasıdır. karikatür çizerek, yazı yazarak akp veya herhangi partiyi eleştiren insanları görmenin verdiği bu dayanılmaz öfkenin sonucu bugün geldiğimiz kutuplaşmanın tek açıklaması olabilir.

kısacası, itiraz ediyorum diye başlayan o metin, açık açık bu ülkede insan olmakta direnenlere yazılmıştır.

buyrun efendim.

http://www.cumhuriyet.com...n+web+sayfas%fd+hacklendi

kemal kılıçdaroğlu

benim kendisine de onu seven kesimede saygım var. haberlerde çıkan gaflarına, parti içindeki adamlarının açıklamalarından 1 gün sonra geri adım atmasına vs vs. kısaca haber değeri görülen tek olayına yorum yapmadım. belki de o haber için yorum yapacak zamanı bize hiç bırakmadan önümüze başka bir şey koymuş olmalarıdır. bilmiyorum.
ama aklımda olan ve beni sinirlendiren tek bir şey var.

bu adam sosyalist olduğunu söylüyor değil mi? peki ya salvador allende kim o zaman? kan dökmeden, ilk defa seçimle şili'ye komünizmi getirmedi mi? insanların makinalaşmasını yok etmek için, her şeyi göze alarak özelleştirmeyi 3 yıl gibi kısa bir sürede yok etmedi mi? bu adam ''ben istifa etmiyorum, öldürmek istiyorsanız gelin, burada bekliyorum'' dedikten saatler sonra öldürülmedi mi halkı uğruna?

şimdi kim sosyalist biri bana anlatsın. ya da biz siyasetçileri gaflarıyla, özel hayatlarıyla, güncel hayatta yaşadıkları kazalarla, kısacası magazinsel olarak eleştirmeyi bırakalımda işimize bakalım. zira yaptıkları işin hiçbir komik tarafı yok.

ayrıca hangisi daha güzel diyerek elma ile armutun güzellikleri karşılaştırılabilir mi hiç? pes doğrusu.

edit: imla

kadın

sabah oluyor.
kalkıp diş fırçamı aramam gerek. her sabah dişlerimle sevişirken huzurca rahatsız eden, aynalara boşalan diş fırçamı bulmalıyım. saçları özgürlük görmemiş kadın, kalkıp bir düzine yalanlar söylemelisin.
kahvaltı masasında ağzında kırık bir tatla ekmeğe su olmalısın. serin sabahların getirdiği taze aşk kokularından kalma kırık bir tatla.
çayını koyup balkonda bir sigara yakarak istediğin tüm klişeleri yaşaman mümkünken ne diye bu yatak yorgan kaçışların.ucuz romanların. ağır zamanların.
üşüyen ayakların değil fikirlerin. açıkta bıraktığın, umursamadığın,yok saydığın. hayır, giyme demiyorum çoraplarını. hep bir eksik yanın gibi giyinmelisin tüm yalnızlıklarını.
bir kadın olamadın. ya özgür oldun. ya da sade kadın.
tamam. şimdi tüm bu düşünceleri bırakıp dişlerini fırçalama vaktin geldin. 1 kere yalnızlık bir kere durulama..
iyice dağılmış saçların. hayır! yatağa gitmek yok.düşüncelerin bile bugün yaşamak istiyorken güneşin değmesini engelleyemezsin.
aslında evet. sen haklısın. hiç taramazdın saçlarını.
akşamdan kalma parmakların huzursuz, su soğuk olmasına rağmen .her sabah duş almak..
kelimelerini acıyla öldürmek istediğini biliyorum. ıslak ıslak güneşe asınca, üşütüp çürümeye başlayacaklarını bilecek kadar tanıyorsun kendini.
olmadı. çırıl çıplak girdin gene elbisenin içine.evet sen makyajını yaparken aynada kravatını bağlamaya çalışan bir spermin yansıması yok.
evet akşam gelip şarapla seviştiğinde elbisenle sızıp kalıcaksın. hiç fermuarını açmadan çıkartıp atıcaksın sabahına.
uyuma! hayır.
çık dışarı!
ya özgür ol ya da sade kadın.

aşk

nerede yitirmiştim ki, nerede bulayım?
uzadıkça uzayan sesini, gelirsen eğer avuçlarıma sığdırayım.
lütfen pencereden bakarken sarkma
gölgen, gölgem o an vurgun almakta.
hani beğendiğin bu parmaklar, her unutuşunla hatırlarsın
hatırladığın an sersemliğime doyarsın
yine de yok mu?

mecalin.

evrenin ölümü

hayat,
her sabah
kadınlığımızdan yayılan süt kokularıyla beslenir

otobüs durakları,
her sabah
en kederli kaldırım taşlarıyla biraz daha büyür.

çocuk,
her sabah
bakkaldan aldığı ekmeğin öyküsüyle öğrenir açlığa koşmayı.

kadın,
her sabah
kasıklarında biriken gecelerin öyküsünde talan edilerek yayılır şehre

ve bir adam
her sabah
tüm bunları bozarak uzatır evrenin ölümünü.

sıkılmak

''sıkıntı öldürür. ve ama sıkıntı öldürüyor. acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor çünkü. tatil çoğulluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak öldürüyor. sıkıntı davet ediyor, açıyor. acı ortak olmayanı defediyor, kapatıyor. sıkıntı çözüyor, öfke bağlıyor. sıkıntı plan program demek çünkü. program yazlıklara savuruyor, sayfiyelere, yumuşak içkilere, pahalı yemeklere yol açarak çözüyor. acı kendi yasasını durmadan fısıldıyor, öfke hatırlatıyor oysa: dağılmayın, unutmayın, yetinin, oturun oturduğunuz yerde. ama sıkıntı savuruyor, parçalıyor, gebertiyor. sıkıntı kutlamalar, şenlikler istiyor çünkü. sıkıntı ille de dans ediyor, kahkaha diyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor. acı ve öfke korkuyu yeniyor, sıkıntı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, acı ve öfke terbiye ediyor. acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.''

tol

roman karakterine aşık olmak

bu martin eden ise mümkündür. bu baz ise mümkündür. dirmit kız ise mümkündür. bir tol ise canan'a aşık olmak mümkündür. insanlığın mümkün olduğu sürece mümkün olan şeydir.

masa

dört köşeli bir bilmişlik eseri. her köşesinde ayrı sevişmeler, ayrı hikayeler var. bir sayfanın parmağınızı aniden kesip ince sızı veren yanı gibi ketum ruhlu. hiç sevemedim ben masaları. hep kocaman geldiler suskunluklarıma.
oysa evimden damlayan yalnızlıklarımdan sığınmak için girmedim mi ben ?

kaçarken kendini bulduğun yer. işte tam orası dört köşeli bir yalnızlık !

yannis ritsos

ayışığı sonatı

bırak ben de geleyim seninle. ne kadar da güzel ay
bu akşam! iyidir ay, iyidir, -kimse görmeyecek
nasıl da ağarmış olduğunu saçlarımın. ay
altın rengine dönüştürecek gene. sen de anlayamayacaksın.
bırak ben de geleyim seninle.

ay çıkınca, büyür evdeki gölgeler,
görünmez eller açar perdeleri,
piyanonun tozlarına unutulmuş sözcükler yazar
solgun bir parmak -duymak istemem onları. ne olur sus.

bırak ben de geleyim seninle,
biraz daha uzağa, fabrikanın duvarlarına kadar,
o beton, o göksel, o ayışığıyla badanalanmış,
öylesine kayıtsız, öylesine maddeden uzak,
öylesine gerçek ve neredeyse soyut kentin
göründüğü o köşebaşına kadar,
istersen inanabilirsin yaşadığına, yaşamadığına hatta,
istersen hiç yaşamadım diye düşün, inanma istersen

zaman ve yıkımlarına

bırak ben de geleyim seninle.

çeviren : özdemir ince

(1956 ulusal şiir ödülü)

louis bromfield

çiftçilerinin gerisinde kendi içinde bir ritmi olan, gün boyu geniş çayırlara yayılan hayvanların akşam çökerken ağıllarına yolladığı, inatçı hayvanların özellikle de atların sırtında kırbaçların şakladığı, bereketli toprakların müştemilatlarda yaşayan emektar işçiler tarafından işlendiği, ekinler sararırken sabırsızca yüklü bulutların beklendiği, hasat zamanı çalışanların bedenlerine yorgunluk çökerken sahiplerinin yüzünün güldüğü, mevsim dönümlerinde yeşilin, kahverenginin evrildiği bir çiflikte doğmuş olan yazar..

orhan pamuk

ne zaman bir yola çıksam yüküm olur ruhumda.
çantamdan hiç çıkmayan jack kerouac'ın eseri on the road'ın yanına bir orhan pamuk eseri oturur. ortasında da k dergisi onları yatıştırır.
biri yollar armağan eder her bir sayfasında, diğeri birbirinden güzel betimlemeler,tasvirler..
ben ne zaman çıksam bir yola; yüklerim cümlelerini tek tek sırtıma.
ne yapsam da daha çok sevemedim içlerinden bir başka yazarı.
ama hepsine ayrı bağlar kurdum..
ayrı yollar..
yalnız bir tek orhan pamuk değemedi yüreğime ..
sözlerini bitirdiğimde bana söz bırakmayan, kalemimle sevişecek olanağı sağlamayan bir bu adam var..
neden ?
bende bilmiyorum.

frank zappa

52 yaşında prostat kanserinden vefat eden, gerek the mothers of ıvention'la rock müziğe olan sansüre karşı verdiği direnişle, gerek karmaşık kişiliği ve çelişkili tavırlarıyla hep gündemde olan, tüm varlığını, kendi yapıtlarını meydana getirmeye adamış gerçek müzisyen.
ve evet bu yüzden efsane .

(bkz: freak out)
(bkz: the yellow shork)
(bkz: we re only ın ıt for the money)

charles bukowski

''kitlelerin dehası ortalama insanda herhangi bir günde herhangi bir orduya yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ve saçmalık vardır.
ve cinayet konusunda en becerikliler cinayet karşıtı vaaz verenlerdir.
ve nefreti en iyi becerenler sevmeyi vaaz edenlerdir.
ve son olarak savaşı en iyi becerenler barış vaazı verenlerdir.

tanrıyı vaaz edenlerin tanrıya ihtiyacı var.
barış vaaz edenlerin huzuru yok.
sevgiyi vaaz edenler sevgisizdir.
vaaz verenlerden sakının
bilmişlerden sakının.
durmadan kitap okuyanlardan sakının.
yoksulluktan nefret edenlerden ya da gurur duyanlardan sakının.
övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının. karşılığında övgü beklerler.
sansürlemekte hızlı davrananlardan sakının.
bilmedikleri şeylerden korkarlar sürekli.
kalabalıkları arayanlardan sakının; tek başlarına bir hiçtirler.

ortalama erkekten ortalama kadından sakının. sevgilerinden sakının. sevgileri vasattır, vasatı aranır dururlar. ama nefretleri dahiyanedir. nefretleri seni beni herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir. yalnızlığı istemezler. yalnızlığı anlamazlar kendilerinden farklı herşeyi yoketmeye çalışırlar.
sanat yaratamadıklarından sanatı anlayamazlar.
yaratma başarısızlıklarını dünyanın beceriksizliğine yorarlar. kendileri tam sevemedikleri için senin sevginin eksik olduğuna inanır ve senden nefret ederler.
ve nefretleri parlak bir elmas; bir bıçak, bir dağ ,bir kaplan, bir baldıranotu gibi mükemmeldir.
en usta oldukları sanattır nefret!''

sözlerinin sahibi şair.

nar taneleri

ermeni geleneklerinde bereketi simgeler.
bu yüzden gelin ve damat kilise de nikah kıydıktan sonra onların etrafına nar taneleri atarlar. yaşamlarına bereket gelsin ve çok çocukları olsun diye.

68 kuşağı

bir yemekhane de masayı acıtan güçlü bir çatal olmak .
yemek görmemiş bir tabakta, yürekli bir nefesin kokmuş dudakların da soğuk bir çatal.
yemeğe batırırcasına batmaki bir kalbe iştahla.

zamanın kirli elleriyle beyaz hayaller uğruna bağırmak.
şöyle en yüreklisinden, mavzer gibi.

tüm inancınla dört köşeli evreni yaşamak, aynı anda tek yürek olarak.

böyle birşey 68 kuşağı.

bir gökyüzü hayal et; öylesine özgür, ölesiye ellerimizde.

love story

bir zamanlar, yeşilçam sinemasına bile inmeden önce tüm dünyanın kabul ettiği en iyi aşk romanıydı.
new york times' ın en çok satanlar listesinde tam 41 hafta 1. sırada olan kitap.
radcliff kütüphanesinde başlayan, iki zıt insanı biraraya getiren erich segal, onları leukemia kanseri ile bir hastane odasında, güzel bir kadının gülümseyerek;
''aşk asla pişmalık duymamaktır'' fısıldamasından sonra ayırır.

daha sonra filmide çekilmiştir. filmin baş kahramanlarını ryan o' neal ve ali macgraw canlandırmıştır .

edouard manet

izlenimcilik akımının ünlü ressamlarından. ve bir eşcinsel.
stephan mallarme' nin sevgilisi . .

en ünlü eseri ''pencere önünde mektup okuyan kız'' adlı tablosudur .

varto

en güzel kokuların büyüyüp yeşerdiği, muş'un en büyük ilçesinden biridir.
yerli halkının geçmişine sahip çıktığı gımgım* hala doğu anadolunun en köklü, en modern yerleşim yeri olmasını; gerek ideolojik ayrımından, gerek muş ilinden tamamen ayrışmış olmasıdır.

gımgım'ın tarihsel açıdanda önemi oldukça büyüktür. çünkü bu tapraklar ermenilerin anadoluya yayıldıkları yerdir.
ayrıca ermeni alfabesini bulan mesrop maştots'ta varto'da doğup büyümüştür.

fakat günümüzde ermeniler yaşamamaktadır. halkının büyük çoğunluğunu aleviler oluşturmaktadır.

büyük firar

aniden kaybettiğimiz buzdolabı notları, bazende suratımıza koymayı unuttuğumuz gülümsemeler. herkes için bir şeyler ve her şeylerdir kısacası. ece temelkuran içinse bambaşka bir şey.

(...)
üniversiteyi bitirince hemen çalışmaya başlama. git, dolaş, ülkeler gez, aç kal, meteliğe kurşun at, ama ne yap et, koşturmaya başlamadan önce biraz amaçsız yürü. maceraya çık, bedeli ne olursa olsun bunu yap. çünkü...
çünkü hayat, onu erken anladığını sananlardan çok fena alır öcünü. bir şeyi vaktinde yaşamadan geçersen, çok sonra, seni rezil etme pahasına, sana yaşatır o eksik bıraktığın bölümü. aşık mı olmadın 16 yaşında ? gelir seni kırk beşinde bulur, en olmaz zamanda. maceraya mı çıkmadın yirminde ? sürükleye sürükleye götürür seni otuz beşinde. yırtık kot, yer bezinden hallice bir kazak giyip, nasıl göründüğüne aldırmadan geçiremedinse öğrencilik yıllarını mesela, elli yaşında, artık kalabalıkların gözleri seni hiç de öyle görmeyi beklemezken, sana giydirir o kot pantolonu.

hayatı sakın erkenden yaşama, sonradan çok fena komik eder adamı. serserilik ederek geçirmeli insan serserilik edilecek yaşları. zira atlayıp geçtiğin ne varsa dönüp dolaşıp bulur insanın yakasını. kendini yaşatıncaya kadar yapışıp kalır.

git dedi kalbim!
bu yüzden bende bu asla tahmin edilemeyecek ülkeye geldim. dünyanın en sessiz toprağına vardım. başka ülkelere de gideceğim. kalbim, ''burada biraz duralım'' dediğinde durup, bir ses gelmezse kulağıma, yola devam edeceğim. çünkü vaktiyle bunu yapmaya cesaret edememiştim.
ben hayatın ''bir işe yarasın'' diye yaşanmayacağını, henüz şimdi, yeni öğrendim. sonunda mutlaka bir şeye yarayacaktır herhalde, bir şeyler yazıp çizeceğizdir, ama adını koymaya çalışmadan bir çiçeğe bakmayı ben yeni temrin ediyorum.
öylesine bakmayı. öylesine.
ama yine de bugün bir göl kıyısında yürürken ''yol defterime'' bir not düştüm:
taşı delip çıkan çiçekler, taşla hesaplaşır.taş durdurur,çiçek yürür. aslında uzun düşmalıklarda bir sadakat meselesidir. yani çiçek de taş da birbirini bilir. ama esas mesele yoldan öylesine geçen birinin, yani öylesine geçiverirken, çiçeği öylesine koparıvermesi ihtimalidir.
taştan çıkan çiçeğin asıl göze aldığı budur.

bunun için geldim işte, gürültüde görülmeyen şeyleri görmeye...

not: copy paste değildir.